DİĞER
"Bu kitabı bir 'deneme' olarak değerlendirmek mümkün; Edward Said’i farklı perspektiflerden, farklı bağlamlarda ve farklı kavramlar odağında –özellikle eleştirel mahiyette– yeniden-yorumlama denemesi. Çokyönlü bir isme çoksesli bir armağan; onu anlama/yaşatma çabasına Türkiye’den nitelikli bir katkı."
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...
"Duygusal Sürgün, çakılı bir kibritin sonuna kadar alev alan ucu parmağınızı yakana dek sürüyor. Parmağınızın yandığı anda ise zaman zaman bir laf kalabalığı, bir vaveyla sandığınız şeyin hayatın bir parçası olduğunu anlıyorsunuz."
“İnsanlığın acılarının kaynaştığı Pandora kutusundan Yunanlılar bütün ötekilerden sonra hepsinin en korkuncu olan umudu çıkarmışlardı. Bundan daha duygulandırıcı simge bilmiyorum. Çünkü umut, inanılanın tersine, boyun eğişle eşdeğerdir. Yaşamaksa boyun eğmemektir.”
Sevan Nişanyan’ın son çıkan Sürgün Yazıları adlı kitabı, kendi blogunda ve diğer mecralarda 2017’den bugüne yayınlanmış makalelerinin bir derlemesi ve aslında birbirini izleyen daha önceki üç ayrı derlemenin devamı ve sonuncusu. Adnan Ekşigil sadece bu kitabı ele almakla kalmıyor, bütün eserleri ve eksantrik kişiliğiyle ayrıntılı bir Nişanyan portresi çiziyor...
Hiç kimse ülkesinden kopmak istemez, bilinen bir deyimle "Her horoz kendi çöplüğünde daha iyi öter!"
Gitmekten başka çaresi olmayanlar, sürgün edilenler, başka ülkeye sığınanlar, "bu ülkeden" gitmek isteyenler, gidip de kalamayanlar, istenmeyenler...
Sürgünde kıvılcımlanan modern Kürt edebiyatı, şimdi kendi vatanında alevlenmeye başladı. Modern edebiyatımızın temeli olan sürgündeki kıvılcım da maalesef sönmeye başlıyor
Hakikatten sürgün kişi, sonsuzca yeniden sürgün edilebilir. Hakikatten sürgün edilemeyen bir insana ise sürgün deneyimi yaşatmak mümkün değildir
Sürgündeki kişinin bir tarihi var, ama bunu açıklayamıyor, sanki kendi tarihi bir gölgeymiş de onu bir daha bulamamak üzere kaybetmiş gibi...
Travma yaşamış bir belleğin hatırlattıkları ile yalnızca anılara dönüşen bir belleğin hatırlattıkları pek tabii ki aynı olmaz. Acıyı hatırlamak için önce unutmak gerekiyor, unutmak için de yaşamak...
Halûk Aker hayatını kaybetti... Sevdiğimiz saydığımız bir insan ölünce, o insan ‘hayatını', biz de o insanı kaybetmiş oluruz, öyle deriz, ama gerçeklikte kaybetmiş midir o insan, hayatını?
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık