TDK'nın "katı vejetaryen" olarak açıkladığı Veganlık/ Veganizm et, balık, kümes hayvanları, onların yumurtaları, sütleri, bal ve onlardan elde edilen diğer tüm besin maddelerini de kapsayan her türlü hayvansal üretimden vazgeçilen bir beslenme alışkanlığına karşılık geliyor. Ama bu kadar da değil. Hayvanların gıda, giyim, kozmetik veya bunlar gibi herhangi bir amaç için tüketim nesnesine dönüştürülme biçimlerinin ve onlara yapılan acımasızlığın bütün biçimlerini reddederek dışarıda bırakmanın yolunu arayan bir hayat şekli veganlık.
Vegan kelimesi bir ahlakî kaygıyı da içinde barındırıyor. Yeme içme ve giyinme de değil tek mesele; hayvanat bahçelerine, sirklere, hayvanların denek olarak kullanılmasına ve hayvanları istismar eden veya onları kötüye kullanan, onlara zulmeden, onları öldüren her türlü endüstriye karşı.
Vegan sözcüğü Birleşik Krallık Vegan Topluluğu’nun başkanı Donald Watson tarafından bulunmuş. Watson'ın dünyayı etkileyecek olan hikâyesi de 14 yaşında başlamış; amcasının çiftliğinde domuz kesimine ve domuzun çığlıklarına tanık olduktan sonra... Bu olaydan sonra vejetaryen olan Watson'ın tek derdi beslenmek üzerine de değildi elbet. Arkadaşlarıyla birlikte Vegan Topluluğu’nu kurmuşlardı. Hayvanların yaşam hakkına yapılan saldırıya, zulme ve sömürüye karşı bir topluluk. Watson'ın bizzat kendisinin önerdiği Vegan kelimesi ise İngilizcedeki “vejetaryen” sözcüğünün ilk üç harfiyle son iki harfini birleştirmesiyle (VEG-etari-AN) ortaya çıkmıştı. Böylelikle “vegan”lık “vejetaryen”liğin hem başlangıcı hem de bitişini temsil ediyor olmuş.
Hem dünyada hem de Türkiye'de ne oldu da veganlık böylesine artış gösterdi? Kendini bu alana adamış veganlar geçtiğimiz yıllar içerisinde dünyayı inkâr edilemeyecek oranda değiştirdiler diyebiliriz. Veganizm popülerlik kazanıyor, moda oluyor, hatta Vogue’da bile kendine yer buluyor. Veganizmin zaman zaman bir "trend" bir "moda" olarak görülmesinin zararı var mı bilemeyiz (ki aslında neden olsun) ama Amerika’da veganlık son üç yılda yüzde 600 artış gösterirken İngiltere’de yetişkinlerin yarısından fazlasının vegan satın alma alışkanlığını edindiği belirtiliyor. İngiltere’deki marketler vegan besinlere yönelik artan taleplere cevap verirken restoranlar ve zincir kahve mağazaları da birbiriyle yarışıyor yani evet bir sektör hâline de geldi. Türkiye'de de durum hiç fena değil. Vegan piknikler, market reyonlarında vegan rafları, festivaller yapılıyor. Vegan yemek tarifleri, beslenme listeleri, topluluklar vs...
Biz de bu ayki dosya konumuzu veganizm olarak belirleyip "Vegan" başlığı altında yayınlıyoruz. Bakın kimler, neler yazdı...
Ömer Madra: Vegan beslenme tarzını benimsemek ve sürdürmek için üç temel sebebimiz var: Sağlık ve mutluluğumuz için, gezegenimizin bekası için, vicdan ve iç huzurumuz için...
Burak Özgüner: Hayvanların dirileri de ölüleri de aklımıza gelmeyecek şekilde, hayatın her alanında sömürülürken, veganlık, zulme ve soykırıma ortak olmamak için kesinlikle bir alternatif olarak karşımıza çıkıyor. Devletlerin çıkardığı yasalar ile hayvan haklarının korunamayacağı da ortada... Değişimi toplumdan ya da devletten beklemek yerine, kendimizi değiştirmek çok daha gerçekçi.
Neşe Ümit: Bir vegan olduğunuzda, tükettiğiniz ve satın aldığınız ürün çevresine bakacak olursanız, etobur bir tüketiciye göre su kaynağı, tarımsal alan potansiyeli ve çevresel enerji tüketiminiz çok daha az oluyor. Fakat yine de bunları minimuma indirmek kolay değil.
Gökhan Yavuz Demir: Vejetaryenlik/veganlık, dünyayla başka türlü bir ilişki kurma ve hayatı endüstriyel değil de daha otantik bir tecrübe etme tarzı olarak bir idrak meselesidir. Mesele bu yönüyle bizi, varoluşumuz üzerine düşünmeye sevk eder. Düşündüğümüz veya düşünmeye niyet ettiğimiz zaman, büyükbaş hayvancılığın, termik santral inşasından daha beter bir kıyamet alâmeti olduğunu fark edebiliriz.
Kevser Başkara: Bir kilogram biftek, 72 kilogram karbondioksit oluşturuyor ve bir kilogram biftek için 14.500 litre su harcanıyor. Daha da somutlaştıracak olursak; bir kilogram biftek, 100 km araç kullanımına denk gelecek şekilde çevreyi kirletiyor.
Özlem Yağan: Tavuğu yumurtası için köleleştirdiğimizde ona, arabamız gibi bakım yapmamız çok aşikârdır. Çünkü ondan, yani malımızdan istediğimiz, uygun verimi almaktır. Bu verimi alamadığımızda, arabamızı ya satarız ya da hurdaya göndeririz, tıpkı tavuğumuzu kesilmek üzere satmamız ya da kendi ellerimizle kesmemiz gibi.
Pınar Dağ: Bütün devletler türcüdür, bazı ülkelerde mücadeleler sonucunda bazı hayvan türleri için yasal düzenlemeler getirilmiş olsa da, içinde yaşadığımız gezegen, hayvanı gıda sistemine hapsetmiş bir hücre görevi görmeye devam ediyor. Devletler, dinler, hukukî sistemler ve kapitalizm bu noktada birbirini besleyen yapılar olarak hayvan hakları mücadelesinin karşında durmaktadır.
Hülya Yalçın: “Maydanozun da canı yok mu, onu da yeme” diyenlere gülümseyerek “Sen senin gibi acıdan, bıçaktan kaçan, yavrularını korumaya çalışan, doğrudan senin gibi bir canlıyı çatır çatır yemediğin gün bunu tartışabiliriz” diyoruz. Doğrusu da budur.
Önümüzdeki Ekim ayı için yeni dosya konumuzun hazırlıklarına başladık bile. Edebiyat dosyalarımızı özleyenler için bu sefer biraz farklı sularda ama edebiyatın rotasından gideceğiz.
Malûm yeni bir mevsim ve yeni sezon, biz de iki iyi haber verelim.
Necmiye Alpay bu aydan itibaren düzenli olarak her ay K24'te yazmaya başlıyor
ve
Ekim ayından itibaren K24'ün de etkileşimde olacağı Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi kapılarını açıyor...
Yakında ve Ekim ayında görüşmek üzere...