“20 yılda tek dayanağımız has edebiyata tutkumuz, çocuklar ve gençlerdi”

Mine Soysal: Çocuklar öyle hoyrat bir yetişkin dünyaya doğuyorlar ki, kendilerine ait bir edebiyat adası olmasını, canları istediğinde oraya güvenle sığınmalarını hayal ettik...

17 Aralık 2015 13:30

1996 yılından bugüne çocuklar için, gençler için, eğitimciler ve hatta yayıncılık dünyası için çalışıyor Günışığı Kitaplığı. Sadece kitap yayımlamıyor, Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nü ve Öykü Yarışması’nı, Eğitimde Edebiyat Seminerleri’ni ve e-dergi Keçiyi de okuruyla, yazarıyla buluşturuyor. Dile kolay 20 yıl... Neler oldu peki bu 20 yılda? Günışığı Kitaplığı’nın Genel Yayın Yönetmeni ve yazar Mine Soysal’la konuştuk...

“20 yıl…” Hadi devamını siz getirin, nasıl geçti?

20 yıl, kelimenin tam anlamıyla gece gündüz çalışarak geçti. Okuyarak, araştırarak, tartışarak, keşfederek, bildiğimizi sandıklarımızı ters yüz ederek, yeniden kurarak, kısacası sürekli öğrenerek geçti, geçiyor... Bir yandan edebiyatın, çocuğun ve gencin günümüz evrenindeki yerini, etkisini, işlevini anlamaya çalıştık. Bir yandan da edebiyat adına onlara sunulanı değerlendirdik. Uzun yıllar süren bu yürüyüşte tek dayanağımız has edebiyata tutkumuz, çocuklar ve gençlerdi. Ne zaman tökezlesek, elimizden hep onlar tuttu. Yazarları, yayıncılık anlayışı, türleri, temaları, kahramanlarıyla farklı, yepyeni seçeneklerden oluşan çağdaş bir kitaplık yaratmayı onlarla birlikte başardık.

İlk bastığınız kitaplar hangileriydi? Nasıl seçtiniz onları?

Biz ilk andan itibaren gidilmemiş yollardan yürümeyi seçtik. Çocuk edebiyatında işlenmemiş konuları aradık, gençlik edebiyatının ilk özgün örneklerini farklı dillerden, kültürlerden çevirdik. Benim yazdığım “Ala” dizisinin ilk iki öyküsü olan Ala ve Mermer Kent Priene kitaplarını yayımladık önce. (Bu dört öykü daha sonra Ala Çocuk Yollarda adıyla tek kitapta toplandı.) O yıllarda henüz örneği bulunmayan okumalı boyama kitaplarından oluşan “İlk Kitabını Kendin Boya” dizimizin ilk kitaplarını küçükler için hazırladık. Çocuklar için, Amerikan edebiyatından İnkalar’ın Sırrı’nı; gençler için İspanyol edebiyatından Haremağasının Sırrını, İrlanda edebiyatından Beyaz Yalanlar’ı çevirdik. Ve tabii Zeynep Cemali’nin ilk öykü kitapları! Ben, Çınar Ağacı ve Pufböreği ve Gül Sokağı’nın Dikenleri... Cemali’nin ustalara yakışan öykücülüğü, çocuk edebiyatımıza benzersiz bir soluk getirecekti...

Peki, nasıl başladı Günışığı Kitaplığı’nın yayın hayatı? Siz aslında arkeologdunuz ve sonra Günışığı Kitaplığı’nı kurdunuz...

Benim çocukluk idealimdi arkeoloji. İnsanı evinden, kentinden uzakta, tanımadığı insanlarla asgari müşterekte birleşerek yaşamaya zorlayan ilginç bir meslektir arkeoloji. İnsanda keskin bir sabır, tuhaf bir anlayışlı olma hali yaratır. Geçmişi bilmek, bugüne ve geleceğe daha sakin, daha hoşgörüyle bakabilmeyi sağlar zamanla. Dağ bayır yürümek, toprağı milim milim incelemek, her izi ya da buluntuyu sistematik bir şekilde belgelemek, titizlikle arşivlemek zahmetlidir. Ama insanı öykülere taşıyan, öyküleri insana katan muhteşem bir kaynaktır da. Görünenin öyküleri, aslında hep görünmeyeni anlatır. Beni de sanırım işte bu öyküler baştan çıkardı.

Hande Demirtaş, Dr. Müren Beykan ve Mine SoysalGünün birinde öyküler, mesleğimin hepten önüne geçtiğinde, daha çok yazmaya başladım. Yazdıkça daha çok okudum. Okudukça, çocuklar ve gençler için ne denli az ve kifayetsiz yazıldığını fark ettim. Eski Dünya’nın çekirdeği olan Anadolu’da büyüyen çocuklara ne çok öykü anlatabileceğimizi, onların giderek yalnızlaşan yaşamına edebiyatın sihriyle dokunabileceğimizi anladım. Şanslıydım; can dostlarım Hande Demirtaş ve Müren Beykan’la el ele verebildim. Günışığı Kitaplığı’nı kurduğumuzda yıl 1996’ydı...

Böyle soru da olmaz ama neden çocuk ve gençlik yayıncılığını seçtiniz sorusunun yanıtı da önemli diye düşünüyorum…

Bizde, ne temel eğitim, ne aile yaşamı, ne de toplumsal gelenekler bireyin özgürleşme serüvenine destek oluyor, arka çıkıyor. Tersine, hepsi tektipleştirici, öğütücü bir çaba içinde. Edebiyat da, sanat da bu kısır döngüye tezat bir çıkış, tehlikesiz bir kaçış olanağı sunduğu için biricik. Çocukları ve gençleri daha yolun başındayken edebiyatla yakınlaştırma çabamızın nedeni bu. Onlara, yaşam boyu kullanabilecekleri kesintisiz bir güç kaynağı sunma sevdası bizimkisi. Öyle hoyrat bir yetişkin dünyaya doğuyorlar ki, kendilerine ait bir edebiyat adası olmasını, canları istediğinde oraya güvenle sığınmalarını hayal ettik.

Edebiyat da, okuma edimi de içsel bir yolculuğu gerektirir. İnsana yalnızlığın gücünü, düşüncenin sessizliğini, doğaya teslimiyeti, dayanışmanın cesaretini duyumsatır. Çocukluk ve gençlik, insanla yaşam arasında en sağlam köprülerin çatıldığı çok özel bir çağdır. Yaşam köprülerimizi kurmak için de, üstünden geçip gitmek için de kılavuzumuz edebiyattır. Edebiyat, çocuğu biçimlemeye çalışmaz, ona karışmaz, onunla kavga etmez. Sadece aklından, düşlerinden geçer. Her kitap, her geçiş bir iz bırakır. Geleceğimizi belirleyen de bu izlerdir; izlerin ne kadar derin, ne kadar uzun, ne kadar renkli olduğudur.

Bu yılki Zeynep Cemali Edebiyat Günü konuşmanızda şöyle demiştiniz: “En zor sınavı, çocukların ve gençlerin sürekli öldüğü, öldürüldüğü bir ülkede, onlar için edebiyat yayımlamak, kitaplar yazmak için veriyoruz (…) Naçizane önerimiz, yayıncılığın hangi alanında emek veriyorsanız, kitapları, edebiyatı hangi noktada insanlarla buluşturuyorsanız, yüzünüzü çocukların bulunduğu yere, geleceğe döndürmenizdir. Muhtaç olduğumuz tüm yaratma / üretme gücü, yaşama sevinci, eşitlik, adalet ve barış da oradadır.” Bu cümleleri özellikle buraya da uzun uzun yazmak istedim ki o gün orada olmayanlar da duysun. Ama devamını isteyeceğim sizden içinizden geldiği gibi…

Çocuklukta, eşsiz bir adalet ve eşitlik duygusu hüküm sürer. Acımasızca bir gerçeklikle, giderilmez bir merakla iç içedir çocukluk. Çocuk, duyularını kullanarak izler, sorular sorar, düşünür ve denemeler yapar. Onun keşfettikleri de, yetişkinlik yolunda yitirdikleri de aslında yaşamın özüdür. İnsan gibi toplum da bu özden uzaklaştığı oranda öfkeye, nefrete, şiddete, savaşa yakınlaşır. Çocukluk, doğanın ve yaşamın yüzü; yetişkin dünya, kavganın ve ölümün yüzüdür. İşte bu nedenle barış da, çocukluğumuzda, masumiyetimizde, yaşama sevincimizde saklıdır. Barış, çocukluğu koruyabildiğimiz oranda mümkündür.

“Köprü Kitaplar” dizisini özellikle konuşmak istiyorum. Nedir sizce bu dizide önemli olan?

Edebiyat ustalarımızın çocukların da okuyabildiği ya da özellikle onlar için yazdığı kitaplardan oluşan çok özel bir koleksiyon “Köprü Kitaplar”. Editör, eleştirmen, yazar Semih Gümüş’le yayın yönetmenimiz Müren Beykan’ın benzersiz işbirliğiyle ortaya çıkan diziye, her yazar sadece bir kitabıyla katılıyor. 2008’de, Necati Tosuner’in Keleş Osman kitabıyla başladık. Çocuklar ve gençler bu koleksiyon sayesinde; Ömer Seyfettin, Azra Erhat, Oktay Akbal, Ayhan Bozfırat ve Fakir Baykurt gibi yitirdiğimiz ustaların yanı sıra Behçet Çelik, Müge İplikçi, Cemil Kavukçu, Kadri Öztopçu, Gaye Boralıoğlu, Turgay Fişekçi, Karin Karakaşlı, Osman Şahin, Neslihan Önderoğlu, Necati Güngör, Leyla Ruhan Okyay, Nihat Ziyalan gibi çağdaş edebiyatımızın önemli yazarlarını okuyarak tanıma şansını yakalıyorlar. Tarık Dursun K.’nın sağlığında yayına hazırlanan Elde Var Hikâye adlı öykü derlemesi ise koleksiyonun 19. kitabıydı. Ne yazık ki, usta, hevesle beklediği bu son kitabını göremeden aramızdan ayrıldı... “Köprü Kitaplar,” barındırdığı edebi zenginlik ve renklilikle gençlerin, edebiyatın derin sularına yelken açabilmesi için güçlü bir rüzgâr estiriyor. Bizim için bu nedenle çok değerli, çok anlamlı.

ON8 markası da var tabii… İlk kitaplar “ben geliyorum” ve evet “ben de varım” dedi. Sertti, kışkırtıcıydı ve çok gerçekti.  Özellikle bu marka için kitap seçimlerinizin kriterlerini merak ediyorum.

2011’de yola çıkan ON8 markamız, bizimle birlikte büyüyen okurlarımıza 15. yıl, 15. yaş armağanımızdı. 15 yaş üstü lise ve üniversite gençliğinin yaşamına, öncelikli konularına, meselelerine cesaretle dokunan; her yaştan okura edebiyat keyfi sunan bir koleksiyon oluşturduk. Diliyle, kurgusuyla, sahici karakterleriyle okuruna yoldaşlık etsin istedik. ON8, çeviri romanlarla başladı; sonra Ahmet Büke, Müge İplikçi, Sevgi Saygı gibi usta kalemlerle zenginleşti. Bu arada, son romanım Uzakta’nın ON8’den yayımlanması da benim için çok anlamlı.

ON8’in bir de bloğu var. ON8 Blog, apayrı bir edebiyat yolculuğu sunuyor takipçilerine. Sevin Okyay ve Ece İrem Dinç gibi özgün kalemlerin sürekli köşelerini izleyen farklı ilgi alanlarından okurlar, güncel ve nitelikli içerikler bulabiliyor. Ahmet Büke’nin ON8 Blog’daki “Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi” köşesinde her hafta yazdığı öyküler, yenileri de eklenerek, İnsan Kendine De İyi Gelir adıyla geçtiğimiz aylarda kitaplaştı. (Bir de müjde vereyim: Büyük ilgi gören bu kitabın ikinci cildi 2016’nın ilk aylarında okurla buluşacak.) Kısacası ON8 Blog, giderek genişledi ve özellikle gençlerin sıklıkla takip ettiği sıradışı bir edebiyat platformu oldu.

Yayınevinizin okullarla, öğretmenlerle nasıl bir ilişkisi var?

Çocuk ve gençlik edebiyatı yayıncısı olmak, okurlarımız kadar, yetişkinlerle de iletişim içinde olmayı zorunlu kılıyor. Bizim okurlarımızla aramızda doğallıkla ebeveynler, öğretmenler, kütüphaneciler, medya... yani bütün yetişkin dünya var. Kitaplarımızı, yazarlarımızı, yayıncılık anlayışımızı, edebiyatı, okuma hak ve özgürlüklerini bizim öncelikle yetişkinlere kavratmamız gerekiyor. En çok da çocuk edebiyatının okurlarının sadece çocuklar olmadığını, yetişkinlerin de zevkle okuyacağı kitaplar olduğunu, hatta ortak okumalar için biçilmiş kaftan olduklarını anlatmamız gerekiyor.

İşte bütün bu nedenlerle 2010’dan bu yana, yayıncılığımızın yanı sıra bir dizi yaratıcı proje başlattık. Bugün hepsi artık gelenekselleşen bu projeler, farklı hedef kitlelere yönelik. Öğretmen ve kütüphaneciler için mesleki gelişimi amaçlayan Eğitimde Edebiyat Seminerleri’ni düzenliyoruz. Dokuzuncusunu 5 Mart 2016’da gerçekleştireceğiz. Edebiyata ve yayıncılığa emek veren tarafların buluştuğu ülkenin ilk ve tek, yıllık sektör konferansı olan Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nü geçen Ekim’de beşinci kez düzenledik. Bütün seminer ve konferans içeriğimizi yayınladığımız altı aylık edebiyat e-dergisi Keçi, hem yayıncılığımız için hem de eğitim dünyası, medya ve üniversiteler için önemli bir kaynak. Keçi’nin 4. sayısı KIŞ 2015, 22 Aralık’ta yayında. keciedebiyat.com adresinden ücretsiz okunabilir.

Bir projemiz de çocuklar için: Zeynep Cemali Öykü Yarışması... 2009’da ansızın yitirdiğimiz öykücümüzün anısına başlattığımız yarışmanın yeri bizim için bambaşka. 6, 7, 8. sınıf öğrencileri, her yıl belirlenen yeni bir temada yazdıkları öykülerle katılıyor. Yarışmayı Milli Eğitim Bakanlığı da duyuruyor ve yurdun her yanından sayısız öykü geliyor. Her yılın seçici kurulu, usta edebiyatçılar ve akademisyenlerden oluşturuyoruz. Dereceye giren öykülerle birlikte, seçilen “okumalık” öyküler her yıl hazırlanan Ödüllü Öyküler Kitapçığı’nda yayımlanıyor. Ödül Töreni, Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde yapılıyor. Proje Başkanı Müren Beykan, ödül töreninde o yılın sonuçlarını değerlendirerek, adeta ülkenin gençlik fotoğrafını çekiyor. Gençlerse, ödüllerini usta yazarların elinden alıyor, edebiyat ve yayıncılık dünyasıyla tanışıyor. Cemali’nin öykü çağrısı, yıldan yıla daha çok genci edebiyata heveslendiriyor.

Biz, yayıncı boyumuzu aşan bu kapsamlı projeleri, okuma kültürümüzün gelişmesi uğruna, adeta bir sivil toplum kuruluşu gibi coşkuyla çalışarak sürdürüyoruz...

Biraz ekibinizden bahsedelim. Epey kalabalıksınız, genç bir kadronuz var…

Editörlük ve grafik atölye, tanıtım ve satış, depo ve dağıtım ile idari bölümlerimizde toplamda 30’a yakın çalışanımız var. Son yıllarda gençlerin yayıncılığa ilgisi giderek artıyor; bu çok sevindirici. Öte yandan iş yaşamına yeni atılan gençler, yayıncılığın nasıl uzun soluklu, ne meşakkatli bir iş olduğunu, öncelikle deneyim biriktirerek öğrenmeye dayalı bir sabır işi olduğunu kavramakta hayli zorlanıyorlar. İşletmenin olağan gereklilikleriyle entelektüel yaratıcı faaliyetin uyumunu, eşgüdümünü, sinerjisini kısa sürede kavramak, içselleştirmek kolay değil onlar için.


Günışığı Kitaplığı ofisiBir kitap için kaç kişi çalışıyor? Her kitabın editörlüğü önemli tabii ama çocuk ve gençlik kitaplarının daha büyük hassasiyetleri de vardır sanırım…

Yayın programına alınan her kitap editör tarafından yayına hazırlanıyor. Bizde bu büyük yük, yayın yönetmenimiz sevgili Müren’in (Beykan) üstünde. Ben arada az sayıda kitabın editörlüğünü üstlenebiliyorum. Editör, yardımcı editör ve yayın koordinatörü arkadaşlarımızın kitapların yayına hazırlık sürecinde çok önemli sorumlulukları var. Son okuma da ayrı bir uzmanlık gerektiriyor elbette. Sevgili Hande (Demirtaş) bizim son okuma kaptanımız.

Çocuk ve gençlik edebiyatında editörlük; hem kurgu, karakterler, tempo, hedef yaşa görelik vb. birçok temel noktada yazarla ya da çevirmenle çalışmak; hem de resimlemeden grafik tasarıma, araştırma ve taramalardan uygulama ve kontrol sürecine dek, farklı taraflarla son derece titiz bir çalışmayı sürdürmek anlamına geliyor. 5-8 yaş kitabının dilsel ve görsel gereklilikleriyle, 8-12 ya da 12 yaş üstü kitapların dilsel ve görsel gereklilikleri farklı olabiliyor. Editörün, yaş gruplarının okuma gereksinimlerine en yüksek karşılığı veren kitapları hazırlaması, okurun kitaplara ve okumaya karşı hevesini diri ve sürekli tutabilecek en önemli etkenlerden biri.

Ayda kaç kitap yayımlıyorsunuz?

Ayda ortalama 3 yeni kitap yayımlıyoruz. Ancak, her ay en az 25-30 kitabın tekrar baskısını yapıyoruz. Hatta bu sayı yılın bazı dönemlerinde ayda 100 tekrar baskıya kadar çıkabiliyor. Bizde tekrar baskılar yeni kitap titizliğiyle denetlenir. Yalnızca künye sayfasını yenilemekle yetinilmez, yazarın yaşamöyküsü ve arka kapak metni de gözden geçirilir. Metinde güncellenmesi gereken ayrıntılar ya da gözden kaçmış tapaj hatası varsa mutlaka düzeltilir.

Çocuk-gençlik kitapları ve sansür diye noktayı koysak...

Konu sansüre gelince, önce hep ah diyorum, ahhh!.. Siyasi erkin güttüğü sansür talanı, yayıncılığın en büyük derdi değil mi? Yaratıcı düşünceden, ifade özgürlüğünden, sanattan, edebiyattan korkanlar, toplumsal hassasiyetleri, dinle ve ahlakla istismar etmekten geri durmuyor. Artık kitaplar, yazarlar, yayıncılar mahkeme salonlarında yargılanmıyor sadece. Yaratılan otosansür canavarı sayesinde toplumun her kesimi, kitapları yargılıyor, şikâyet ediyor, hatta cezalandırmaya kalkıyor. Eğitimlisi de eğitimsizi de, kitabın “zararlı” olabileceğini, illaki “seçilmesi” gerektiğini, eksiltilip değiştirilebileceğini olağan sanıyor. Üstelik bu tuzağa, eğitimci de, kütüphaneci de, medya da, yani sorumluluğu edebiyatı, sanatı savunmak olan taraflar da düşüyor. Çocukların, gençlerin neyi okuması gerektiğini bildiğini ve kendi belirleyeceğini sanan yetişkinlerin geleceğe dair özgürleştirici düşleri olabilir mi? Bu konuda öyle dertliyiz ki, şimdilik bu kadarını söylemekle yetineyim...