Macit Koper, Enis Batur, Sevgi Şen, Murat Narcı, Alper Beşe, Bilge Taş, Volkan Çağan, Erkan Irmak, Zeynep Uysal, Oğuz Demiralp, Jale Özata Dirlikyapan ve Mehmet Atılgan yazdı...
01 Haziran 2017 14:35
"Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak!" (Aylak Adam)
Uzun masanın etrafına dağınık bir şekilde oturmuş Haziran ayı dosyası ne olsa diye konuşuyorduk. Haziran demek -istenirse eğer, mesele ağaç olsun olmasın- dimdik ayakta durabilme gücü demekti muktedire karşı. Hâlâ korkulandı Haziran ve gölgesindeki bir park. Şimdi, yine öyle. Mesele ne park, ne ağaç, mesele -yukarıdaki alıntının da göz kırptığı gibi- uymamak artık.
Sonra "Yusuf Atılgan" dedi içimizden biri, "Yusuf Atılgan dosyası yapalım..."
Herkes birbirine baktı sessizlikle.
Bir ses: "Çok yapılmadı mı..."
"Olsun" dedi Yusuf Atılgan yapalım diyen.
Sonra bir süre düşündük, bu arada uzun masanın etrafı doldu; fikirler, isimler masaya yayıldı.
Evet, biz bu ay Yusuf Atılgan dosyası yaptık. Üstelik hâlâ bazılarımızın masasında Orhan Koçak'ın Tehlikeli Dönüşler'i duruyor, kafamızda dönmeye devam ediyorken...
Türkiye yayıncılık tarihinde kim bilir kaçıncı kez, kaç sempozyumdan, kitaptan, tezden sonra hem de.
İyi de oldu. İyi derken dosyamızı övmüyorum; o, siz okur ve yazarlarımızın takdirinde. Dosyayı yapmak bize iyi geldi.
Sayfalarca yazı okuduk, unuttuklarımız aklımıza geldi, yeniden okuduk, yazıştık, andık, konuştuk...
İyi ki dedik yaptık biz bu dosyayı çünkü bize hatırlattı ve tekrar ettirdi şu cümleyi: İyi ki yazdın Yusuf Atılgan...
Dosyanın bize iyi gelmesinin nedeni elbette yazarlarımız, yazarlarımızla dosyanın hazırlanma sürecindeki yazışmalarımız, arada ters düşüp ama her seferinde ortak bir noktada buluşuyor olmamız, bir fikrin başka bir fikri doğurması... Ayrıca sadece yazanlar değil, danıştığımızda bizi yönlendiren dostlarımızın da dosyaya katkısı oldu. Behçet Çelik'e, Fatih Altuğ'a ve Seval Şahin'e teşekkürlerimizle.
Dosyada kimler var? K24'ün yeni yazarları, arkadaşları da oldu bu sayede.
Evet, Macit Koper...
O gün, o toplantı masasında "Zebercet'i Zebercet yazsa ne güzel olur" denildiğinde içimden eğer yazarsa işte o zaman dosya iyi bir dosya olur diye düşünmüştüm. Teşekkürler Macit Koper; bize hepimizin Zebercet olduğunu hatırlattığın için...
"Anayurt Oteli’ni okuyup bitirenler Zebercet’tir. Başlayıp orasında burasında bırakanlar da Zebercet’tir. Hiç okumayanlar, Zebercet olduklarını hiç bilmiyorlar daha." >>> Macit Koper'in Hepimiz Zebercet'iz başlıklı yazısı.
"Anayurt Oteli bütün roman boyunca okuyucusuna sordurduğu soruyu sonda kendisi sorar: “Ne oldu?” (...) Romanın son cümlesi biterken geriye sadece “ne oldu” sorusuyla beraber çıtırdayan bir ipin sesini bırakır." >>> Sevgi Şen'in Anayurt Oteli’nde olay ve ihtimal başlıklı yazısı.
"Zebercet’i modernist edebiyatın tanımlarıyla bağdaştırabiliriz; ama geriye cevaplanması güç bir soru kalıyor: ülkenin içinde bulunduğu siyasî ve iktisadi koşulları düşündüğümüzde o tarihlerde neden böyle bir hikâyenin kaleme alındığı." >>> Murat Narcı'nın Telmih ya da ebcet: Anayurt Oteli’nde tarih ve estetiğin dansı başlıklı yazısı.
"Artık imparatorluk yoktur. Cumhuriyet vardır. Bütün yargılayıcılığı ve terbiye ediciliği ile. Oysa Zebercet hâlâ imparatorluk zamanına ait bir efendiliğin, tanınmanın, kabulün ve cezasızlığın getirdiği iktidarın özlemi içindedir. Köleleri tarafından doğduğu anda tanınan bir efendi." >>> Bilge Taş'ın Efendilerin Suçu başlıklı yazısı.
"Yusuf Atılgan'ın karakterleri, romanlarıyla ortak özellikler taşıyan bu öykülerinde de bizatihi dünyada- olmayı sorun olarak görür. Sorunun saptanması korku veya havfın kavranmasıyla başlar. Çözüm içinse yazar öncelikle verili dünyanın dışında bir ada inşa eder." >>> Alper Beşe'nin "Öte"deki öyküler başlıklı yazısı.
"Sonunda Türkiye’nin ne Batılılaşmış ne de köylü kalmış kitlelerini temsil eden Zebercet, Türkiye’yi temsil eden Anayurt Oteli’nin içine kendisini kapatır ve yalnızlaşır. Bu bir kaçıştır." >>> Volkan Çağan'ın Kaçışın izlerini süren bilge: Yusuf Atılgan başlıklı yazısı.
"Atılgan karakterleri için hayat çirkinlikle, tekdüzelikle, sevgisizlikle doludur. Bu yüzden çıkışsızdır. Bu yüzden yalnızlık kaçınılmazdır. O zaman C. gibi kendilerine ve başkalarına yeni hayatlar, yeni hikâyeler kurarlar." >>>Zeynep Uysal'ın İhtimalin kaybolduğu anda Yusuf Atılgan edebiyatı başlıklı yazısı.
“'Bir insanda insanın bütün hâlleri vardır' sözünü anımsadım. Atılgan’ın mezuniyet tezinden yaptığımız alıntıya döndüm. Atılgan yazarken iyice kapanır, odasının kapısını bile açtırmazmış. Eminim, imgelemini zorladığı kadar kendi içini de kazıyordu." >>> Oğuz Demiralp'in Yusuf Ağbi başlıklı yazısı.
"Ona ilk mektuplarımı, gençlik içtenliğiyle, Paris’ten ve Bruges’den yazmıştım; yanıtladığında, içinden geçtiğim karanlık tünelin ucunda bir ışık topu belirdiğini söyleyebilirim..." >>> Enis Batur'un Atılgan mektupları başlıklı yazısı.
"Kitabın en etkileyici olduğunu düşündüğüm ilk bölümünde, C.’nin “imkânsız arzu”sunun arkeolojisini yaparken, bir noktada Zehra Teyze’nin şaşı gözleri bahsine geliriz. Koçak sorar: 'Nedir şaşılık, şaşılaşma?'" >>> Erkan Irmak'ın Koçak'ın Aylak Adam'ı için ufantılar başlıklı yazısı.
"Pislik ve kir, Yusuf Atılgan’ın edebî formülünde vazgeçilmez bir yer işgal eder. Yazarın öykü ve romanlarındaki 'gerçek kirlenme' çoğunlukla cinsellikle bağlantılıdır." >>> Jale Özata Dirlikyapan'ın Yusuf Atılgan'ın "kaçışsız" dünyasındaki ısrarlı tekrarlar ne anlatır? başlıklı yazısı.
Ve Yusuf Atılgan'ın oğlu Mehmet Atılgan babasını anlatıyor:
"Babam gerçekten iyi yazarmış." Seçil Epik'in Mehmet Atılgan'la yaptığı söyleşi...
Evet, bu aylık, bu dosyalık bu kadar.
Bu arada biz dosyaya karar verdikten sonra restore edilen Anayurt Oteli filminin 2 Haziran günü (yarın) Başka Sinema'da vizyona gireceği haberi geldi. Detaylar burada.
Temmuz ayında çevreye ve doğaya biraz daha dikkatli bakacak, toprağa yaklaşacağız.
Görüşmek üzere...