"Mekân özürlü" bir kentte tiyatro festivali nasıl düzenlenir? Bir festivalin işlevi nedir? İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Leman Yılmaz ile Dikmen Gürün, sorularımızı yanıtladı...
23 Kasım 2017 14:05
Şahsi başarı hikâyelerimdendir: Vakti zamanında aylarca canla başla çalıştığımız oyun İstanbul Tiyatro Festivali'nde prömiyer yapacak, hangi akla hizmetse, salon amirliği görevi de bana kalmış. Tek direktif: Festival görevlileri ve ağır toplar için ön sırayı ayırmam şart. Oyunun perde açması için dönemin festival direktörü Dikmen Gürün'ün gelmesini bekliyoruz. Şimdi hemen hepsi ünlü olan ekibin içi içine sığmıyor, İstanbul'daki ilk oyunları. Tabii, Dikmen Hanım geldi, oturacak yer yok. Gözüme kestirdiğim kim varsa ön sıraya oturtmuştum. Festival Direktörü, sayemde, salonun en arkasına apar topar koyduğumuz eski püskü bir sandalyeden izledi oyunu. Tiyatro aşk işidir falan diye kendimi savunduğumu hatırlıyorum. O tiyatrodaki son işimdi.
İstanbul Tiyatro Festivali'nin büyük mirasını özetlemek için bile, her birimizin hayatına dokunduğu yerden -en kötüsü benim sarsaklığımı andıran- böyle binlerce anekdotu ve festival ekibinin -o gün Dikmen Hanım'ın alçak gönüllü tavrında benim için cisimleşen- şiddetli tutkusunu birleştirmek gerekir. 20- 1989'dan Bugüne İstanbul Tiyatro Festivali, etkinliğin bu anlamda Z raporunu çıkarma işlevini de görüyor. İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Leman Yılmaz ve Dikmen Gürün ile, festivalin dünü ve gelecekte benimseyeceği rol üzerine konuştuk. Söz, Leman Yılmaz ile Dikmen Gürün'de...
20 yılı aşkın bir süreyi ve emeği bir soruya ve bir cevaba sığdırmak, kuşkusuz, mümkün değil. Yine de sorarsak, İstanbul Tiyatro Festivali'nin sizdeki yeri nedir? Festivalden size ne kaldı?
20 yıl insan hayatında önemli bir zaman dilimi. Ne güzel ki, ben bu süreci Tiyatro Festivali ile yaşadım. 1993–2012. Toplumsal olaylarla, siyasal gerilimlerle, ekonomik sorunlarla iç içe yıllardı bunlar. Zaten bunların yaşanmadığı bir dönem de hatırlamıyorum… Şunu hemen belirteyim ki, biz Festival olarak, seçimlerimizde her zaman özgürdük. 2001 yılından itibaren seyirciyle iki yılda bir buluşmaya başlamamız da, bildiğiniz gibi, ülke çapında yaşanan ekonomik krizin kaçınılmaz sonucuydu. Bu olumsuzluğu, Festivali her anlamda daha güçlendirerek olumluya çevirdik. Kaldı ki; dünyada Ruhr Trianeli gibi üç yılda bir yapılan çok önemli festivaller de var. Biz de, iki yılda bir, çıtamızı hep yukarılarda tutarak, yeniliklere kapılar açarak sürdürdük çalışmalarımızı. Sırası gelmişken, hemen şunu da belirteyim ki, Leman Yılmaz’ın uğraşlarıyla, Festivalin 2017 ile birlikte yine her yıla dönüş yapması çok güzel bir olay… Özetle; İstanbul Tiyatro Festivali'nden başarılı bir 20 yıl kaldı bana diyebilirim. Elbette ki bu başarıda başta İKSV yönetimi olmak üzere, yıllarca birlikte çalıştığımız ekibimizin ve tiyatro dünyamızın desteklerinin payı büyüktür..
Sizce, bir tiyatro festivalinin amacı ne olmalı? İstanbul Tiyatro Festivali, neyi hedefledi ve neyi hedefliyor?
Bence, festival bir şenliktir, bir buluşmadır, karşılaşma ve kucaklaşmadır, görsel ve düşünsel zenginliklerin paylaşımıdır. Biz de İstanbul Tiyatro Festivali olarak bunu yapmaya çalıştık. Hedeflerimizi birkaç başlık altında belirledik ve o yönde ilerledik. Dünya tiyatrosu ile kendi ülkemizin tiyatrosu arasında sağlam köprüler kurmaya önem verdik. Sınırlarımız ötesinden klasik ve çağdaş yapımları sanatçımız ve seyircimizle buluşturduk. Bu buluşmalar önümüzde farklı pencereler açılmasına neden oldu. Theodoros Terzopoulos’dan Robert Wilson’a, Tadashi Suzuki ya da Heiner Goebbels’den William Forshyte’a, Pina Bausch’a, Sacha Waltz’a, Sam Mendes ya da Peter Brook’a pek çok sanatçı gerçekleştirdi bunu. Yapımlarıyla, atölyeleriyle, seminerleriyle... Yeni arayışları destekledik ve genç topluluklarımıza alan açtık. Tema odaklı çalıştık. Bir ya da birkaç tema çevresinde belirledik buluşmaları. Ortak yapımlara yöneldik. Böylelikle, dünyanın belli başlı festivalleri ile karşılıklı alışveriş zeminleri oluşturduk. Bütün bu saydıklarımla bağlı olarak; topluluklarımız, sanatçılarımız, tiyatro öğrencilerimiz çeşitli ülkelerde çalışmalar yaptılar. Hayata geçirilen bu hedefler yıllar içinde İstanbul Tiyatro Festivali'ne dinamik bir karakter kazandırdı… Bundan sonrası için, tabii ki Festivalin şimdiki yönetmeni Leman Yılmaz belirleyecektir hedefleri.
"Festival demek bir anlamda da risk demektir" diyorsunuz. İstanbul Tiyatro Festivali'nin Türkiye tiyatrosuna katkısı sizce ne düzeyde oldu? Tiyatro, festivalin aldığı riskleri ne ölçüde benimsedi?
Bir festivalin birtakım riskler içermesinden daha normal hiçbir şey olamaz. Festivale izlediğiniz, bildiğiniz, bir anlamda “garanti belgesi” olan oyunlar davet ediyorsunuz ama aynı zamanda proje temelli yapımları da destekliyorsunuz. Yerli, yabancı fark etmez. Risk elbette burada yatıyor ama sonuç ne olursa olsun, ilk defa Festivalde perde açacak projeleri desteklemek ve bu hususta risk almak gerektiğine her zaman inandım. Sonuç her ne olursa olsun, bu tür çalışmalar önemlidir. Sorunuzun ikinci kısmına gelince: Festivalin Türkiye tiyatrosuna elbette bir katkısı oldu. Daha önce de belirtmeye çalıştığım gibi, Tiyatro Festivali hem klasik hem çağdaş tiyatro anlayışının başarılı örnekler oluşturan sahnelemelerini getirdi İstanbul’a. Dünya tiyatrosunun söyleyecek sözü olan sanatçıları ve yapımları bizim sanatçımızı da seyircimizi de motive etti. Vizyonlarını genişletti. Aynı şekilde; bu enerjiyle bizden olan, bize özgü olan da evrensel diliyle, formuyla gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında dikkat çekici çalışmalara imza attı.
Yirmi'yi incelediğimizde, yurt dışı festivallerinden teklif alan bazı oyunların sözgelimi devlet tiyatrosu bünyesindeki değişiklikler nedeniyle davete icabet edemediğini, sokağa çıkması lazım gelen performansların mekâna kapandığını, festivalin görkemli işlerine evsahipliği yapmış mekânların kapandığını görüyoruz... Sizce, İstanbul Tiyatro Festivali yıllar içinde ülke şartlarından nasıl etkilendi?
Devlet Tiyatrosu ile ilgili spesifik bir “davete icabet edememe” olayını şu anda hatırlamıyorum ama ödenekli tiyatrolarla yönetim değişikliklerinden kaynaklanan sorunlar, kendi içlerinde ve dışlarında, her zaman yaşanmıştır maalesef. Bilinen bir gerçek bu. Mekân sorununa gelince: Evet, Tiyatro Festivali bir dönem Ortaköy Meydanı, Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, Cihangir Parkı, Haydarpaşa Garı, Araba Vapuru gibi açık alanlarda çok renkli gösteriler yaptı. Bunlara hayatlarımızdan paldır küldür sökülüp alınan Rumeli Hisarı Sahnesi'ni de katıyorum… Zaman içinde sokaktan çekilmek zorunda kaldık çünkü terör tırmanıştaydı. Böyle bir riski kesinlikle alamazdık ve almadık da zaten. Bundan dolayı da, dünyanın en ünlü sokak tiyatrolarından biri olan Katalan grup La Fura Dels Baus’a 2012’de sipariş etmiş olduğumuz “İstanbul, İstanbul” projesini İKSV binamızın önünde ve de çeperlerinde, Şişhane Meydanı'nda yapmak yerine, komşumuz sayılan Haliç Tersanesi’nde yaptık. Bizden sonra orası da kapatıldı ve şimdi Portİstanbul’un bir uzantısı olmayı bekliyor! Öte yandan, 2008’de son kez girdik Festival olarak AKM’ye. Umalım ki bir biçimde Taksim’de bir AKM olsun 2019’da… Bu arada, yıllar içinde kapanan tiyatro ve sinema mekânlarını saymıyorum bile. Mekân özürlü bir mega kent İstanbul… Festival elbette ki etkilendi türlü mekân sorunlarıyla yüzleşmekten. Ama, hep bir çözüm bulduk. Çözüm üretmek zorundaydık. Yolumuza devam ettik… Neyse ki 2014’ten beri Festivale soluk aldıran, başta Zorlu PSM olmak üzere, yeni açılan özel mekânlar var. Sonuçta, mekân sorunu devletin sanatla olan ilişkisindeki zaafın önde gelen göstergelerinden biri.
Tiyatro bağımsızlık yapar, diyoruz ama festival, ülkedeki tiyaronun genel durumundan ne kadar etkilendi sizce?
Devletin genelde sanat, özelde tiyatro ile barışık olmadığı bilinen bir gerçek ama yine de ödenekli tiyatroların ayakta kalması, varlıklarını sürdürmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu ayrı bir konu. Ama öte yandan, başta İstanbul olmak üzere, bir özel tiyatrolar hareketinin varlığı da somut bir olay. Bir yanda, yılların kök salmış özel toplulukları çalışmalarını sürdürüyorlar. Öte yanda, genç tiyatrolar, genç yazarlar sürekli üretiyorlar. Giderek yayılan bu enerji, ülkenin genel siyasî durumuna karşı bir direniş sanki. Yukarda da söyledim; Festival bu tiyatroları etkiledi, bu gruplar da Festivali. Karşılıklı bir alışveriş söz konusu.
Festival seyircisinin, anketlere göre, %80'inin 20-35 yaş grubunda olduğuna değiniyorsunuz. Bu veri, ülkemizdeki tiyatro seyircisine ve festivale dair sizce ne söylüyor?
Bu veri bence genç kuşağın Festivale ilgisini gösteriyor. Bugün belki yaş ortalaması daha da aşağı çekilmiştir. İKSV’nin başlattığı “10 TL’ye öğrenci bileti” uygulamasının muhakkak olumlu katkısı olmuştur.
Genel olarak, dünyada tiyatro festivallerinin giderek yanıt vermesi gereken bir soru var, bana kalırsa: Dünyadan, alanında en iyileri, tamamlanmış- nihai ürünleri seyirciyle buluşturan bir vitrin işlevi mi görecekler? Yoksa, tiyatro araştırmaları, denemeleri için açık bir platform işlevi üstlenecek, üretim aşamasındaki (work in progress) işlere ağırlık mı verecekler? Siz, İstanbul Tiyatro Festivali'nin geleceğini nerede görüyorsunuz?
Ben, bir festivalin dünyadan ve yapıldığı ülkeden nihai ürünleri seyirciyle buluşturmasını asla bir “vitrin” olarak değerlendirmiyorum. Festivalleri görmek, özümsemek, bilgilenmek, düşünmek ve tartışmak için bir zemin olarak değerlendiriyorum. Alımlamayı güçlendiren karşılaşmalar olarak yaklaşıyorum festivallere. Festival bir “denemeler süreci” ya da “work in progress” platformu değil düşüncesindeyim. Bu tür uzun soluklu çalışmalar, örneğin Wroclaw’daki Grotowski Enstitüsü’nde ya da New York’ta Watermill Center gibi bir merkezde buluşan sanatçılarla yapılabilir. Yapılıyor da zaten. Festivalin işlevi, festivalin durduğu yer sözünü ettiğiniz deneme süreçleri ile örtüşmüyor benim açımdan. İkisi farklı olaylar ve kendi çizgilerinde verimli sonuçlara doğru yol almayı sürdürmeliler düşüncesindeyim.
Öğrencilik yıllarında bilet bulmak için sıra beklemekten festivalin direktörlüğüne uzanan bir yol... İstanbul Tiyatro Festivali'nin sizdeki yeri nedir, size neler kattı?
Tiyatro Festivali 1989 yılında başladığında üniversitede öğrenciydim. Öğrenci kulüplerinde dans ve tiyatro çalışmalarımız çok yoğundu. Araştırıyorduk, bulduğumuz örneklerden kendimize bir yöntem oluşturmaya çalışıyorduk. İşte böyle bir dönemde Tiyatro Festivali hayatımıza girdi. Kitaplardan okuduğumuz, fotoğraflarıyla yetindiğimiz dünya tiyatrosu örneklerini sahnede izleme fırsatımız oldu. Bu heyecan sonraki yılları da etkiledi. Bir taraftan üniversite diğer taraftan ders dışı gerçekleştirdiğimiz yarı-profesyonel etkinlikler, bu macerayı master ve doktora çalışmalarımda sahne sanatları alanına kadar da getirdi. 2005 yılında festival ekibine katılmam tabii ki çok heyecan verici oldu benim için. Şu anda meslek olarak sevdiğim işi yapıyorum ve bu nedenle de kendimi çok şanslı görüyorum.
"Tiyatro bağımsızlık yapar" bugün Türkiye'de cesur bir slogan değil mi?
Cesur ama bir o kadar da bize kendi yaşamsal terchlerimizde özgür olmamızı hatırlatan bir slogan. Günlük yaşamın içinde türlü sorunlarla boğuşup kendimizi kaybederken bir anlamda düşündüren ama aynı zamanda da yüreğimize umut veren, yüzümüzü güldüren bir slogan.
Kuşkusuz, Tiyatro Festivali'nin en görkemli işleri sergilediği mekânlar arasında bulunan AKM, Rumeli Hisarı ve Narmanlı Han gibi mekânlar artık hayatımızda yok. Kentteki mekân eksikliği ya da kentsel dönüşüme dair diğer sorunlar, yıllar içinde festival programını nasıl etkiledi?
2008 yılında AKM’nin kapanması ki, festivalin son oyunu Hotel Profarma’nın Orfeo adlı oyunu ile oldu. Sonraki festivallerde büyük sahne gerektiren oyunları getiremedik tabii. Ana sahnemiz olarak Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni kullandık 2016 yılına kadar. Zorlu PSM’nin, Moda Sahnesi’nin, DasDas’in, Unique İstanbul’un hayatımıza girmesiyle birlikte de sahne konusunda tabii ki nefes aldık. Tek bir sahne ile prodüksiyon açısından ağır dekorlu oyunların yapılması imkânsızdı.
İstanbul Tiyatro Festivali'nin Avignon veya Edinburgh festivalleri gibi tüm kente yayılan bir yapıya bürünmesinin "çok olanaklı" olmadığını belirtiyorsunuz. Bunu açıklayabilir misiniz?
Hem Avignon hem Edinburgh kentleri ortaçağ kenti ve kentsel yapılarını yüzyıllardır koruyor. Avignon’nun nüfusu yaklaşık 100 bin, Edinburgh’un nüfusu 500 bin. Evet, İstanbul da çok eski bir kent ama onun dışında karşılaştırılacak başka ortak noktaları yok. Festival zamanı her iki kentte de tüm boş alanlar, mekânlar sahneye dönüşüyor. Avignon temmuz ayında ve kentteki tüm okulların avluları, eski manastırlar, açık hava tiyatroları festivalin kullanımına açılıyor. Şehrin trafik düzeni değişiyor. Bunu İstanbul’da yapmanız mümkün değil.
Sizce, İstanbul Tiyatro Festivali'nin Türkiye tiyatrosuna katkısı ne düzeyde oldu?
Öncelikle yerli yapımların uluslararası bir festivalin programında yer alarak görünürlükleri, yaptıkları çalışmalar, Türkiye’de çağdaş tiyatro alanında çalışmaların duyulmasına ve burada yapılan tiyatroya karşı bir merakın oluşmasına da yol açtı. Bunun dışında yurt dışından gelen ve kendi alanında yaptıkları çalışmalarla önemli isimler ve toplulukları da İstanbul’daki tiyatroseverlerle buluşturma olanağı sağladı. Dünya tiyatrosunun gelişimi, yeni çalışmalar ister istemez burada da tiyatroya bakışı etkiledi, değiştirdi.
Festival aslına bakılırsa, sözgelimi 13-26 Kasım arasında seyirciyle buluşacak yapımların ötesinde bir platform. Festivalin daha uzun vadeli ve geniş kapsamlı, geleceğe dönük kültürel- kültürel/politik stratejilerinden bahsedebilir misiniz?
Festivalin yeniden her yıla dönmesi zaten bu stratejinin bir parçası. Ayrıca iki festival arası başlamış olan işbiriklerinin devam etmesi, ortak projeler büyük bir hızla devam edecek. Bu da aslında festivalin daha bu seneki programı tamamlamadan gelecek senelere program oluşturması nedeniyle sürekli olarak üreten bir yapıya bürünmesini sağlayacak. Özellikle yurt dışıyla çok daha fazla iş birliği yapabilmek, ortak çalışmalar yürütebilmek adına çalışmalarımız başladı bile.
Yirmi'nin festivalin gelecek yıllarda benimseyeceği tercihlere dair bir gösterge olabileceğini belirtiyorsunuz. Genel olarak, dünyada tiyatro festivallerinin giderek yanıt vermesi gereken bir soru var, bana kalırsa: Dünyadan, alanında en iyileri, tamamlanmış- nihai ürünleri seyirciyle buluşturan bir vitrin işlevi mi görecekler? Yoksa, tiyatro araştırmaları, denemeleri için açık bir platform işlevi üstlenecek, üretim aşamasındaki (work in progress) işlere ağırlık mı verecekler? Bir festivalin her ikisini de layıkıyla başarması mı mümkün mü sizce? İstanbul Tiyatro Festivali'nin geleceğini nerede görüyorsunuz?
Aslına bakarsanız bu tür programlamalar yani “work in progress” olarak tanımladığımız ve henüz yapım/prova aşamasında olan çalışmalara festivaller programlarında yer veriyorlar. Bu yeni bir şey değil. Ama bir festival programı tümüyle bu şekilde yapılamaz. Biz de bunu kimi zaman sanatçılarımızla, topluluklarla konuşuyoruz. Olabilecek çalışmaları da programlamayı düşünüyoruz. Hatta festivalin öncesinde başlatıp sonunda seyirciyle paylaşmayı düşündüğümüz çalışma biçimleri de var gelecek planlarımızda.