Taraftarlığın psikopatolojisi – mazo-narsisist

"Kendine acımak. Dertleri zevk edinmek. Dertleri zevk edindiğini söylemek ve göstermek. Mazoşizm. Hiç şüphe yok, taraftar folklorunun favori motiflerinden biri. Taraftarlar mazoşizmlerini teşhir etmeyi ve onunla övünmeyi severler. Narsisizmin, taraftarlığın duygulanım haritasının merkezinde olduğu da kesin."

13 Kasım 2021 22:10

Ekim sonlarında Türkiye’deki medyada da çıktı haberi: İngiltere’de Andrew Tryan, taraftarı olduğu Manchester United takımının kötü gidişinden kaynaklanan sinir ve stresin, on yıl içinde yavaş yavaş kelleşmesine yol açan en önemli sebep olduğu gerekçesiyle, kulübüne dava açacağını açıklamış. Adamın tribünde alınmış “on yıl önce - on yıl sonra” görüntüleri sosyal medyada viral olmuş.

Tryan davayı gerçekten açar mı, bilmiyorum. Geleneksel taraftar töresine sığmayacak bir teşebbüs. Taraftarın müşterileştirilmesi derken, “müşteri memnuniyeti” konsepti bu kadar da gemi azıya almış olabilir mi? Her derdi hukukîleştiren, her beşerî uyuşmazlıkla davalaşmaya kalkan, bir “avantaj” elde etmek üzere kendini kurbanlaştırma fırsatı kollayan zamane ahlâkçılığının bir örneği mi saymalı?

Gelin biz bu vakayı, taraftar psikopatolojisine eğilmeye bir vesile sayalım.

Duygusal eğitim olarak taraftarlık

Davacı taraftar, belli ki memleketlisi Nick Hornby’nin kült kitabı Fever Pitch’i (Futbol Ateşi, çev. Bağış Erten, Sel Yayıncılık, 2010) okumamış. Bu nefis kitap, taraftar mecnunluğunun hikmetlerini anlatır. Taraftarlık tecrübesinden kazılıp çıkarılabilecek olgunlaşma, büyüme ve duygusal eğitim hazinelerini anlatır.

Hornby, insanın taraftarı olacağı takımı seçmesinin, baba-abi, arkadaşlar, ortam, dönem gibi etkiler yanında, meşrebiyle de alakalı olduğu kanısındadır. Kendi inatçı, ayak direyen, mücadeleci, bir yandan da tutuk, sıkıcı, gayrı-“cool” karakterinin yansısını onda bulduğu için Arsenal taraftarı olmuştur. Babasıysa Chelsea taraftarı ve tıpatıp Chelsea’dir: Aşırı, abartılı, havalı, gösterişçi, öngörülmez, güvenilmez… Ergen Hornby, babaya ifrit olma aşamasından, Arsenal’ı seçerek geçer. Huyuna suyuna uyan takımla buluşmak, bir nasiptir.

Artık bıktıran “Futbol fena halde hayata benzer” klişesi var ya; benzemekten ziyade, hayatın içinde aktığı mecralardan biri, demeli. Hornby kendi taraftarlık tecrübesini öyle anlatır: Kişisel olgunlaşma sürecine şekil veren, istikamet veren, itki veren, ilham veren kaynaklardan biridir.

En azgın taraftarların bulunduğu, ayakta maç izlenen Kuzey tribününe geçmesini, ilk gençliğinde hayatına dair verdiği ilk ve tek karar olarak hatırlar. Başka her şey, olup bitiveriyordur, başına geliyordur. Karar verip hayatında bir değişiklik yapma kabiliyetini varsın ufak olsun o adımla öğrenmiştir. “En önemli şeyleri” hep Arsenal tribünlerinde tanıdığını anlatır: Kaybetmenin acısı, sevinç, gurur kırıklığı, aşk (hayran olduğu Charlie George üzerinden) ve sıkıntı (“dürüst olacaksam, çoğu cumartesi” diye ekleyerek!). Bu duygularla tanışmak, onlarla baş etmeyi öğrenmek demektir.

Alışkanlıkların değişebileceği yanında, başarısızlığın sonsuz olmadığını da futboldan öğrendiğini anlatırken, şunu da ekler: Yine futbol, aksini de gösterebilir: Başarısızlığın, “kötü serilerin” sonu gelmeyebilir de – çook uzun sürebilir, en azından.

Belki en önemlisi: Hayatın futboldan ibaret olmadığını da futboldan öğrenmiştir Hornby. Takımın kötü bir döneminde ona mesafelenerek, bir süre uzaklaşarak… Başka meşgaleler keşfederek… Tamamen kopmadan, mesafe ayarlarını değiştirerek… Feveran etmeden, üzerine düşünerek…

⚽️

Nick Hornby’nin kitabında ince ince işlediği Stoik tavrın kısa ve özlü bir özetini, Ankaragücü taraftarlarının gözde tribün şarkısında bulabiliriz: “İlk görüşte sevgilim oldun/ Sensiz bu hayat olmaz olsun! Gençliğimin a..na koydun/ Ankaragücüm canın sağ olsun – eyvallah!” Aralarında gençliğinin henüz fecrinde olanların yanında, Hrubeş Mehmet’i, hatta Ali Osman Renklibay’ı canlı izlemişlerin de bulunduğu tribün cemaatinin bu kahırnameyi neşeli bir coşkunluk içinde söyleyişleri de bize bir şey söyler.

Kontrolsüz duygular?

Futbolun, duygular sosyolojisinin biraz mühmel bir sahası olduğu kesin.

Norbert Elias, sporun ve en popüler spor dalı olan futbolun, medenileşme sürecinin önemli bir veçhesi olan duygu kontrolünden azade bir alan, adeta bir kurtarılmış bölge temin ettiğini tespit etmişti. Hatta başkasına nefretini, tiksintisini beyan etme serbestisi bile vardı bu kurtarılmış bölgede. Azabiliyordunuz. Kontrolden çıkabiliyordunuz. Futbola antropolojik bakışın öncüsü sayabileceğimiz Christian Bromberger, futbol ortamının sağladığı dünya-dışılık algısından bahseder.

Yönetmen Zeki Demirkubuz da kısa ve özlü biçimde bunu söylüyor ya: “Yaşadığı gerçeği, kendini zor unutan biriyim, kendini unutmanın tek istisnası, Beşiktaş tribünleri.”

Tribünlerin duygu kontrolünü yitirme “imkânı” sunduğuna dair temel tespit, galiba sosyoloji ilminin erken yeterlilik önergesi vermesine yol açıyor. Daha 1970’lerde bazı sosyologlar (benim bildiğim mesela Louis A. Zurcher), taraftar yaşantısı içinde duygu kontrollerinin, duygusal yönlendirmelerin, duygu kalıplarının ve kalıplamalarının, “duygusal kurallar” ve “duygu teşhir modellerinin” mana ve ehemmiyetine dikkat çekmişlerdi. Zamanımızın gözde branşının, duygular sosyolojisinin, tribünlerde yapacağı kazı çalışmalarını bekliyoruz.

Mazoşizm?

1986’da İngiltere’de yapılmış bir araştırma, taraftarların başarısızlık dönemlerinde aldığı tavırları incelemiş. Bazıları kulübün başka değerlerine, geçmişine falan odaklanıyorlar, bazıları uzaklaşıyor, ilgisi azalıyor; bazıları üzüm üzüm üzülüyor. Peki, üzüntü nasıl bir üzüntü?

Nick Hornby kitabında, taraftarın yaşadığı sevinç ve üzüntünün vekâleten yaşanan bir sevinç ve üzüntü olmadığını, onun başkasının sevinci veya üzüntüsü değil, “bizim kendi sevincimiz” – veya işte üzüntümüz olduğunu anlatır. Ona göre feci bir yenilgiden sonra taraftarı yutan üzüntü, kendine acımadır aslında.

Kendine acımak. Dertleri zevk edinmek. Dertleri zevk edindiğini söylemek ve göstermek. Mazoşizm. Hiç şüphe yok, taraftar folklorunun favori motiflerinden biri. Taraftarlar mazoşizmlerini teşhir etmeyi ve onunla övünmeyi severler. (Şu Andrew Tryan’ın yerinde olsalar mesela, saçkıranla bozarmış kafalarını gururla teşhir ederler.)

Son şampiyonluğunu 1958’de yaşayan, eski parlak günlerine dönmeyi bekleyedururken sonunda 2. Küme’ye düşen Schalke taraftarları mesela, “Schalke, pür mazoşizmdir” sloganını kullanıyorlar. FC Nürnberg Ultra’larının şöyle bir şiârı var: “Gerçek zafer bazen bir yenilgidedir. Mazoşizm diyebilirsiniz. Biz buna aşk diyoruz.” Demirkubuz da, unutamadığı maçlar sorulduğunda ilkin, İlhan Mansız’ın sahadaki taraftara dönüştüğü Gençlerbirliği kupa maçı performansını hatırlar – neticede kaybedilip elenilen bir maçtır.

İngiltere’de 2009’da çıkan Simon Briggs imzalı bir kitap, Skordan Bahsetme: İngiltere Futbol Takımının Mazoşist Bir Tarihi (Don’t Mention the Score: A Masochist’s History of England’s Football Team) adını taşır. Yine İngiltere’de Barrie Stradling’in 2000’de çıkan Grimsby’de Salı Gecesi (Tuesday Night in Grimsbykitabının alt başlığı Bir Mazoşistin Günlüğü’dür (Diary Of A Masochist). Bir hafta içi, Grimsby deplasmanındayken tribünde bir an durup “Lanet olsun, ben burada ne arıyorum?” diye kendi kendine sorduğunda çıkmış, başlık ve alt başlık. Genellikle ehemmiyetsizlik rutininde kağşayan Millwall takımının taraftarı olmanın süreğen hayal kırıklığını anlatır. Mazoşizmin günlüğünde parlak bir sayfa, Millwall’ın eski stadının tuvaletidir: Bir duvar dibidir o tuvalet, genellikle yağmur suyu ve başka sıvılardan oluşan bir birikinti...

Evet, taraftarlar mazoşizmlerinden tatlı-ekşi bir zevkle söz ederler. Sadece şampiyonluklara alışık takım taraftarlarının birkaç yıl o makamlardan uzak kalmasının lüks hayal kırıklığı değildir söz konusu olan. Sadece şampiyonlukların, kupaların zaten hep uzağında, şan ve şöhretten mahrum yaşamanın eziyeti değildir. 90+8’lik brütü içinde neti 7-8 dakikayı bulmayan müsabakaların yavan ekmeğini çiğnerken zaman zaman ruhu ve zihni dalayan manâsızlığın, birçok maçın bitiminde aniden çöküveren boşluk hissinin kederidir. Mazoşizmin efkâr diline malzeme çoktur.

“Heroik mazoşizm” de diyorlar buna. Acıya katlanmanın bir beden ve duygu eğitimi olarak yüceltilmesi ve bir hazza dönüşmesi, eril fantezileri okşayan maço bir mazoşizme dönüşüyor. İngiliz futbol terbiyesinde kökü derinlerdedir; tekmelerden morarmış bacağıyla kenara gelen oyuncuyu “run it out, boy” diye sahaya geri yollarlar: “Koş, acını koşarak at bünyeden, koçum…” Acıya yakınmadan katlanmak, erkeklik gururunun tacıdır bu duygu dünyasında.

Narsisizm?

Arnold M. Cooper, mazoşizmi ancak narsisizmle beraber anlayabileceğimizi söyleyerek psikanaliz teorisinde yer edinmiş bir âlim. Hatta ikisinin kolay kolay ayrıştırılamayacağı, bileşik bir mazoşist-narsisist karakterden söz etmemiz gerektiğini ileri sürmüş. Narsisizmin kırılgan “türünün”, yani kırılgan narsisistlerin mazoşist davranışlara meyilli oldukları tespiti Cooper’a özgü değil. Şanssız olduğunu, acı çektiğini, nelerden nelerden mustarip olduğunu işlemek, kırılgan narsisistlerin özgüvenlerini tahkim etmek için sıklıkla başvurdukları bir imkân. Eza çekmesiyle dikkat çekmek, diyebiliriz ki acısıyla övünmek, dikkat çekmenin, kabul görmenin aleti oluyor burada; üstün ve başkalarından “yüksek” olduğunu göstermenin bir aracı oluyor. Eziyet çektiğini teşhir etmek, narsistik bir doyum sağlıyor.

Mazoşizmle “iltisaklı” düşünelim düşünmeyelim; narsisizmin, taraftarlığın duygulanım haritasının merkezinde olduğu kesin. Futbolla ilgili sosyo-psikolojik tasniflerde “kolektif narsisizm” veya “grup narsisizmi” terimlerini de kullanıyorlar.

Modern taraftarlık kültürü, taraftarların kendi kendinin kutlamasını yaptığı, –Hornby’nin anlattığından çok farklı– adeta taraftarlığın nesnesinin bizzat kendisi, yani taraftarlar olduğu bir duygusal evren yarattı. Memleketin gözde taraftar şarkılarını biliyorsunuz: “En büyük taraftar…”; “Söyleyin taraftar daha ne yapsın!?”; “Haydi söyle, her maçına gelmedik mi?/ Haydi söyle, uğruna can vermedik mi?” “Taraftarız biz, çekeriz cefa/ … bizi bırakma…” (1970’lerde ve öncesinde, tasavvur edilmeyecek tezahüratlar.) Taraftarlar, giyimleri kuşamlarıyla, hazırladıkları koreografilerle, pankartları, besteleriyle kendilerini teşhir ediyorlar. Taraftar grupları, adları sanları, ilişki ağları, iletişim ortamları, aidiyet ve sadakat talepleriyle, taraftarı olunan kulübe eş koşan, hatta belki onu ikame eden bir yer kaplıyorlar. Sanırım bu zamane olgusunun, narsistik (veya kolektif narsisist) kişilik yapılanmasını teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Zaten psikanaliz erbabı, kapitalizmin on yıllardır artan mikyasta narsisizmi tahrik ve teşvik ettiğini söylemiyor mı?

E o zaman şu Andrew Tryan’ın yaptığını yadırgamamak lazım. Psikanalistin divanına yatırsalar ne çıkar, bilemeyiz tabii; ama takımı uğruna saçlarını kaybetmekle övünmediğine bakılırsa, narsisist yapılanmasında mazoşistik unsur eksik gibi geliyor. Oysa bana sorarsanız narsisizmin öylesi daha zevklidir!

⚽️

 

GİRİŞ RESMİ:

2018 Dünya Kupasının yarı finalindeki uzatma dakikalarında Mandzukiç’in attığı golle Hırvatistan İngiltere'yi 2-1 yeniyor: Maçın bitiminde Londra’da Hyde Park’ta, Bristol’de Ashton Gate stadyumunda birbirlerini teselli edenler, Birmingham’da hayal kırıklığıyla kanala atlayan bir taraftarın kurtarılışı, Nottingham’da maçtan saatler sonra mağlubiyetin yasını tutanlar…