Saul Friedländer Utanç ve Suçluluğun Şairi kitabında dönemi, ailesi, çevresi ve ilişkilerinden soyutlanmadan Kafka’yı, bazı bazı bildiğimiz ama daha çok saklanan Kafka’yı anlatıyor
03 Eylül 2015 14:00
Yazıya çiziye bulaşıp kitaplara gömülmüş herkesin yolu, bir sabah böceğe dönüştüğünü fark eden Gregor Samsa’dan ya da neyle yargılandığını anlayamayan Josef K.’dan bir şekilde geçti. Dahası Kafka, hepimizin zaman zaman adını andığı bir yazardı. Üstüne çok ahkâm kestiğimiz de oldu anlamak için, uğraştığımız da. Hatta onun adını taşıyan kafelerde, restoranlarda oturduk, aynı isimli sokaklarda gezindik ve Prag’a sırf onun için gittik. Peki, Kafka hakkında ne biliyoruz? Elbette var bir şeyler. O halde şöyle düzeltiyorum: Bizim Kafka’mız hangisi?
Kafka üzerine Kafka: Utanç ve Suçluluğun Şairi adlı bir biyografi kaleme alan Saul Friedländer, yazar hakkında söylenenin ve oluşturulan kitapların haddi hesabı olmadığını hatırlatırken Erich Heller’in 1970’lerdeki bir sözünü anıyor: “Kafka, edebiyat tarihindeki en belirsiz berraklığı yarattı.” Belki de bu nedenle pek çok araştırmacı gibi bizler de sürekli Kafka’yı sorup soruşturuyoruz. Bazen doğru ve hiçbir yerde bulunmayan bilgilere ulaşıyoruz bazen de uydurmaların tuzağına düşüyoruz. Hepimiz gibi Kafka da sorunlarla boğuştu ama bunu belli dönemlerde abartınca ikilemler yaşadı, Saul’un dediği gibi “Kafka kendi çelişkilerinin şairiydi.”
Kafka’yı anlamaya çabalayanlar, kolay yolu seçip ona “yirminci yüzyılın azizi” gibi bir etiket de yapıştırmaktan geri durmadı. Saul’un biyografisi burada araya girip bakışımızı kurgu Kafka’dan gerçeğine doğru çeviriyor. O ne bir aziz ne bir peygamber ne de bir dâhi; Saul’a göre acı çeken, çelişkileri yüzünden kendini yiyip bitiren ve bir ayna haline getirdiği kâğıda, benliğine yönelttiği suçlamaları döken yetenekli bir yazar.
Saul, Kafka’nın kendisini farklı hissetmesinin iki nedeni olduğunu düşünüyor: Birincisi, dönemini aşan hayal gücü, ikincisi bitmek tükenmek bilmeyen erotik arzuları. Var oluşunu, kendisi dışındaki dünyanın var oluşundan ayırmasını sağlayan kara mizahını, ironisini, göremediği başarısını ve bizzat yaşadığı başarısızlığını ortaya çıkaran da yine Saul’un bahsettiği o güçler.
Kafka’nın adının geçtiği her yerde birkaç anahtar sözcük hemen karşımıza çıkar: Böcek, verem, acı, var oluş… Fakat bunlar buz dağının görünen yüzü. İşin içine dalınca, mesela annesiyle gelgitli ilişkisini ya da babasını hedef tahtasına koyup yazılarıyla kendisini ondan kurtardığına inandığını fark ediyoruz.
Saul, Kafka’nın yazdığı kitapların ve metinlerin ailesiyle, yaşamla ve kendisiyle bir hesaplaşma anlamı taşıdığını, eksikliklerinin kendisine güç verdiğini ve ona hemen herkesi yargılama olanağı tanıdığını hissettiriyor bize: “Franz, bilerek ya da bilmeyerek kısmen farazi sıkıntıları alevlendirdi, aile dramlarının içinde bulundu ve bunu yalnızca kötü üne sahip mazoşizmini beslediği için değil, temelde etrafını saran toplumla farklı olduğunu, en azından sembolik olarak, bu şekilde ortaya koyduğu için yaptı. Franz, kendine has kişiliğinin gizli bir beyanı olması niyetiyle babasının zayıflıklarının ve hiddetli doğasının da gayet farkında olarak hayat boyu sürecek bir boğa güreşinde matadorluk rolünü üstlendi.”
Saul, Kafka’yı oraya buraya çekiştiren ve onda yine çelişki yaratan bir başka etkenin Yahudilik olduğunu bir kenara iliştiriyor. Yazarın kafa karışıklığına bir yenisini ekleyen Yahudilik, Kafka’da köklerine dönmek veya onu yadsımak gibi kimi zaman rahatsız edici derecede ikilemler doğuruyor. Vazgeçmediği Yahudi kültürü onu kültürel siyonizmin kollarına da atmıyor: “Kafka bireylere sadıktı, davalara değil. Herhangi bir siyasi ya da sosyal bağlılığı yoktu; her ne kadar Yahudi kimliğini reddetmemiş ve bunu entelektüel açıdan geliştirmeye çalışmış olsa da.”
Kadınlarla ilişkisini ve onları betimleyişini, bugünden bakınca Kafka’ya yakıştıramayanlar var. Yazdığı mektuplar ve kimi metinlerde, hiç bahsedilmemesi gereken ya da kimseyi ilgilendirmeyen özelliklerini öne çıkardığı kadınlarla ilişkisi (daha doğrusu ilişkisizliği), Kafka hayranlarını hayal kırıklığına uğratacak türden. Saul’un söz ettiği cinsel engellerin bunda payı büyük olsa gerek.
İletişim kurmakta zorlandığı kadınlar, Kafka’nın kitaplarına hayran olunamayacak kurgular ve tasvirler şeklinde yansıyor. Saul’a göre “Kafka’nın kurgusunda, ister fahişe olsun ister olmasın, kadınlar tehlikeli varlıklardır ve bir şekilde erkek kahramanı yoldan çıkarabilir.”
Yazar, Kafka’nın cinselliği konusundaki geçişkenlik yorumlarını; onun eşcinsel olduğunu savunanları ve bunu yalanlayanları da anlatıyor. Kafka’nın eşcinselliğine dair sağlam kanıtlar öne sürenler bulunduğu gibi bunu destekleyecek herhangi güçlü bir veri olmadığını söyleyenler de mevcut. Bu nedenle Saul, her iki tarafa da söz verip iddialarını ortaya koymasını sağlıyor. Bir bakıma yorumu okura bırakıyor.
Saul’un, biyografiyi yazarken derdi, Kafka’yı çoğu zaman yapıldığı gibi kişisel özelliklerinden, eksikliklerinden veya içinde büyüttüğü öfkeden arındırıp anlatmak değil, aksine vurgulanmayan ya da sansürlenen taraflarını okura açmak. Kafka’nın hayatının büyük kısmının bilmece olduğu düşünülürse onu araştıranlarca bilinçli şekilde gizlenen, kimi zaman görmezden gelinen ya da öne çıkarılan başka yönlerinin bulunması, gerçek Kafka’yı öteliyor.
Saul’a göre semboller ve ortama uygun sahne anlatımları, Kafka’nın ne yapmak istediğini açıklar: “Günlük hayatın rutinini bölen beklenmedik bir olay, herhangi bir sonuca sahip olmak zorunda değilken, Kafka’nın kurgusunda beklenmedik ve karışık açılışlar düzenli olarak bir dizi uğursuz sonucun geleceğinin habercisidir.”
Max Brod gibi yakın arkadaşları, bu dönemde etrafında. Deyim yerindeyse hastalıkta ve sağlıkta birlikteler; hayatın git gide küçüldüğü anlarda bile. Kaçınılmaz acı ve hastalıklarının, Kafka’yı üretkenleştirip yaratıcı hale getirdiği zamanlarda da dostları hep sağında solunda. Saul, bu noktada Kafka’nın, güvenilir hısımlara ihtiyacı olduğunu söyleyip yine Brod’u anıyor ve onun yanına ilk yayıncısı Ernst Rawohlt’u da ekliyor.
Saul, başta Kierkegaard olmak üzere, Kafka’nın pek çok isimden etkilendiğini de söylüyor. Kierkegaard’ın, felsefi sistemleri reddetmesi Kafka’nın dikkatini çekiyor. Kierkegaard’ın insani yönü, yalnızlığı ve yılgınlığı Kafka’da önemli bir yere sahip. Siyasi ve sosyal çalkantılarla birlikte savaşlar ise Saul’a göre Kafka’nın eserlerinde pek az bulunur. Siyaset nâmına bir tek Napoléon’a hayranlık duyan Kafka, mektup ve günlüklerinde imparatordan alıntılar yapar. Saul, Napoléon’un Kafka’daki “liderlik arzusunun erotik bir öznesi” olduğunu belirtir.
“Anlam arayışının yazarı” diye niteleyip Kafka’yı varoluşçuluğa hapsedenlere karşı Saul, onun daha yalın bir derdinin bulunduğunu sezdiriyor. Kafka, herhangi bir şekilde özgürlüğün ya da yaşamın neliğine ilişkin bir kavrayışın pek mümkün olmadığını düşünürken “talihin, kurbanlarını rastgele seçtiğini ve kötü tanrının da düşüşlerinin rotasını çizerek onu takip ettiğini” savunur. Bu yüzden yazmak, Kafka için başarısızlığa mahkûm bir eylem anlamına gelir. Tabii onun, bugünkü ölçütlere göre başarılı ya da başarısız olup olmadığını hepimiz kendimizce değerlendirebiliriz. Ancak Saul’un biyografisinin bize gösterdiklerinin başında, Kafka’yı bir bütün olarak ele almamız gerektiği geliyor. Yani kitapta hemen her yönüyle Kafka var. Dönemi, ailesi, çevresi ve ilişkilerinden soyutlanmamış biriyle karşılaşıyoruz. Aynı zamanda yayıncılarla, eleştirmenlerle, okurla ve kendisiyle sorunlar yaşayan bir Kafka bu. Kısacası Saul, bazı bazı bildiğimiz ama daha çok saklanan Kafka’yı anlatıyor.