Yazar ve çevirmenin emeğinin büyük bölümü işin teknik ve estetiğine ilişkinken, editörün emeği büyük ölçüde lojistiktir...
03 Eylül 2015 15:00
Bu yazının yer aldığı dosyanın da gösterdiği gibi, Türkiye’de editörün görünürlüğü giderek arttı: Okur artık yazar ve çevirmen seçtiği gibi editör de seçiyor; birkaç yıldır editörler mesleklerinin hem teknik incelikleri hem de eğlenceli ve sıkıntılı yanları üstüne yazılar yazıyor ve bu yazıları yayımlatabiliyorlar; gazetelerin kitap ekleri ve hem basılı hem de dijital edebiyat dergileri editörlük üstüne dosyalar hazırlıyor, soruşturmalar düzenliyor, hatta editörlerle söyleşiler yapıyor; birkaç yıl önce iki editör dinleyiciler önünde bir mesleki söyleşi yaptı, başta o iki editör olmak üzere kimsenin beklemediği bir ilgi görünce söyleşi tekrar edildi; bir yazar editörlere karne verdi vb. Bütün bunların ötesinde, artık kurumsallaşma yoluna giren bir gelişme daha var: Birkaç yıldır hem bazı üniversitelerde hem de özel akademik kuruluşlarda editörlük atölyeleri düzenleniyor.
Yani, biz editörler için mutlu olma gerekçeleri gittikçe çoğalıyor.
Bilmiyordum, başka şeyler de yapılmış editörler için: İnanılacak gibi değil ama, şiir bile yazılmış. Editörler ve imla konulu karikatürler olduğunu biliyordum, bazılarını gördüm, sakladım, ama şiir yazıldığını bilmiyordum, yeni öğrendim. Bu yazıyla boğuşurken, şair, yazar, sanat eleştirmeni Süreyyya Evren aradı sabahleyin. “Acil çeviri var, bakabilir misin?” dedi. “Maalesef bakamam; yetiştirmem gereken bir yazı var editörlük üstüne” dedim. “Benim bir şiirim vardı ‘İyi Editör’ diye” dedi, “baş tarafı neşelidir ama sonu acıklı. Bir baksana.” Bir Avuç Adalet İçin kitabındaymış. Kitap bende yoktu, Word’ünü gönderdi. Şiir “Sadece Kapalı Değil Okuru Tamamen Dışarıda Bırakan Şiirler” bölümündeymiş kitabın:
iyi bir editör, çok iyi
hapşırır yazıldığı gibi
çizildiği gibi öksürür
tek tırnak içinde ‘tokat’ atar
“yapışır” yakanıza çift tırnakla
kıskanır altını çize çize
birkaç dilde gülümser
yanlış dokunmaz bilmediği dilde bile
ve editör gelince aşka1
ve öfkesi hatalerla doluddur
ve bilirler meraklı gözlerle
iyi editör, soruları olan insan(mı)dır?
korkusu italiktir kuşkusu bold
niyet okumaz metin okur
insanın elini düzelte düzelte tutar
kitap bitene dek bırakmaz
bitince, istese de siz tutmazsınız
______________________________________
1. koyar bir editörün notu altına (e.n.)
İşte, görüyorsunuz, editör az da olsa mutlu artık. Elbette işinde, benim editörlük üzerine her söz aldığımda, yani bana söz verildiği, sözümün dinlenmeye değer bulunduğu her seferinde döne döne tekrarladığım eğretilemedeki gibi, Kuşkucu Thomas’lığını sürdürecek, sürdürmeli, sürdürsün. Kuşkusu bold olsun üstelik Süreyyya’nın dediği gibi. Ama hayattaki yeri konusunda biraz daha rahat, daha iyimser olabilir artık. Gerçi “İşler ayna, çal çal oyna” değil ama olsun, o kadar kusur kadı kızında da olur.
Yazarlık çok zor. (Şairlik ayrı bir şey, o klasman dışı.) Roman-öykü gibi kurmaca metinler değil, kurmaca-dışı yazarlığından söz ediyorum, inceleme-araştırma olmasa bile en azından deneme yazarlığı. Düşünsenize, sıfırdan başlıyorsunuz işe. Mesela bu yazı: Hiçbir yazarlık iddiam olmadığı halde, en azından beş altı başlangıç yaptım, yazdığım bütün girişleri olmadı diye buruşturup attım (sildim yani, bilgisayarda öyle oluyor malum, eskiden olsaydı kalemle ya da daktiloyla yazdığım kâğıtları sözün gerçek anlamıyla buruşturur atardım), yeniden başladım… Oysa, editörlük öyle mi ya: Elde hazır bir malzeme var, onun üzerinde çalışıyorsunuz. (Çevirmenlik de öyle ama, onda yaratıcılığın rolü, payı, dozu daha büyük.) Epeyce çalışıyorsunuz elbette; hatta kimi zaman (okurların çoğu inanmayacaktır kesin) yazarın, hiç değilse çevirmenin emeğine yakın, nerdeyse eşdeğer bir emek harcadığınız bile oluyor. Fark şurada: Yazar ve çevirmenin emeğinin büyük bölümü işin teknik ve estetiğine ilişkinken, editörün emeği büyük ölçüde lojistiktir.
Diyeceğim, editörlük, şairler, yazarlar gibi “yaratıcı-” değil de benim gibi “sürdürücü/geliştirici zekâ” sahibi olanlar için ideal mesleklerden biri. “Nerden çıktı bu yaratıcı ve sürdürücü zekâ?” dediğinizi ‒klişede söylendiği gibi‒ duyar gibi oluyorum: Çocukken, kafam yaratıcı işlere basmadığı, sıfırdan bir şey üretemediğim için, belki tipik züğürt tesellisi ama, iki tip zekâ bulunduğu kanısına varmıştım: yaratıcı zekâ ile sürdürücü/geliştirici zekâ. Züğürt tesellisi diyorum, çünkü teori(!)mi geliştirirken, kendi zekâmın (yaratıcı olmadığına göre) sürdürücü yani geliştirici zekâ olduğu düşüncesinden yola çıkmıştım (hem de kayda değer bir zekâm olup olmadığını hiç hesaba katmadan). Nitekim, yazarlığa (yaratıcılığa) heveslendiğim her seferinde, şimdi bu yazıda da olduğu gibi, takıldım kaldım.
Süreyyya’nın şiirinde bir ayrıntı daha var: “Editörün notu.” (Gerçi ben olsam “Ed.N.” kısaltmasını kullanırdım ama konumuz bu değil.) Galiba her editörün, değilse de çoğu editörün, içinde dışarı çıkmaya çalışan bir yazar yatıyor. O yazar da kendini en çok editör notlarında gösteriyor. Kimin sözüydü o: “Her gazetecinin içinde dışarı çıkmaya uğraşan bir yazar yatar – ve orda kalmalıdır.” Bu söz benim de kulağıma küpe olsun, sözü boşuna macunlamadan (Cem Karaca bir söyleşisinde “Kemanlar macunlamasa arabesk hiç de kötü bir müzik değil aslında” demişti), şimdiden tezi yok, yazarlık hevesinden vazgeçip, en iyi bildiğim işe döneyim: Bana bir dosya verin!