Suat Derviş’in tefrikaları tefrikası

Behçet Çelik dört bölüm halinde tefrika edeceğimiz çalışmasında, Suat Derviş’in uzun yıllar boyunca gazetelerde kaldıktan sonra geçtiğimiz yıllarda kitaplaşan romanlarında tema, olay örgüsü ya da karakterler arasındaki benzeşen ve ayrılan noktaları araştırıyor, Suat Derviş’in edebiyatına dair genel bir resmin ortaya çıkmasını sağlıyor.

16 Şubat 2021 11:06

Birkaç yıldır Suat Derviş’in gazetelerde kalmış tefrikaları art arda kitap olarak yayımlanmakta. İthaki Yayınları Suat Derviş dizisiyle çok önemli bir eksiği tamamlıyor. Suat Derviş doksanların sonundan bu yana gündeme gelen, tartışılan, hakkında etkinlikler düzenlenen, tezler yazılan, kitaplar yayımlanan bir yazar olduğu halde külliyatının büyük bölümü gazete arşivlerindeydi. Bu çok önemli yayıncılık hizmeti, hiç kuşkusuz Serdar Soydan’ın uzun yıllar süren çabalarının, araştırmalarının bir verimi, ona büyük bir teşekkür borçluyuz. Serdar Soydan geçtiğimiz günlerde Sanat Kritik sitesinde yayımlanan “Suat Derviş’in Bütün Romanları” başlıklı yazısıyla çalışma sürecini ve bu süreçte bulduğu metinleri ayrıntılı biçimde aktardı. Bu yazıda yayımlanmayı bekleyen başka romanları olduğunu, bunların yanı sıra keşfedilmeyi bekleyenler de olabileceğini belirtiyor Soydan. (Gazetelerde kalmış pek çok röportaj dizisi, gezi yazısı vs olduğunu da eklemek lazım.) Ben de bu yazı dizisinde Türkçede ilk kez kitap olan yayımlanan bazı romanlarına yakından bakmaya, bu romanların tema, olay örgüsü ya da karakterleri arasındaki benzeşen ve ayrılan noktaları görmeye, araştırmaya çalıştım.

Burada, şu notu da mutlaka düşmeliyim. 2000 yılında Virgül dergisi için Suat Derviş hakkında bir yazı yazmıştım[1]. O tarihe kadar kitap olarak yayımlanmış olanlardan ulaşabildiğim Fosforlu Cevriye, Çılgın GibiAnkara Mahpusu, Kara Kitap ve Aksaray’dan Bir Perihan romanlarına değindiğim bu yazıda şöyle bir cümle yer alır. “Melek, Suat Derviş’in romanlarındaki belki de tek işçidir.” Bu yazının yayımlanmasından yirmi yıl sonra, İstanbul’un Bir Gecesi’ni ve Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır’ı okumamın ardından eski yazıma dönüp baktığımda bu cümlenin bana ne hissettirdiği kolayca tahmin edilebilir sanırım.

Bu yazı dizisindeki ilk yazının odağında Kendine Tapan Kadın yer alıyor. Toplumsal hayata hâkim olan rekabetçi zihniyet ve her şeyin alınır satılır metalara indirgenmesini olağan gören kapitalizm nedeniyle insan psikolojisinin nasıl sakatlandığını çok başarılı biçimde anlatan bir romandır bu. Üstelik bu sakatlanma sınıf da gözetmiyordur. Yoksul bir emekçinin kızı Sârâ da, hiç çalışmadan lüks bir hayat sürebilen Vahdet de –farklılıklar gösterseler bile– özünde kendilerine tapmaktadırlar. Birebir aynı değildir, Vahdet’inki daha entelektüel görünümlüdür, her şeye ve herkese karşı duyduğu hoşnutsuzlukla üzeri örtülmüş bir kendine tapmadır ondaki. Sârâ’nınki güzel olduğunun farkına varmasıyla ve bununla her şeyi elde edebileceğine inanmasıyla ortaya çıkmıştır – duygu nedir bilmez, toplumsal hayata hâkim olan alışveriş mantığını görmüş ve mutlaklaştırmıştır. Güzelliğini en yüksek eder karşılığında piyasa sürmeye karar vermiştir. Adeta Komünist Manifesto’daki şu cümleyi haklı çıkarır: “Burjuvazi insan ile insan arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz ‘nakit ödeme’ dışında hiçbir bağ bırakmamıştır.” Kendine Tapan Kadın’da kadınla erkek arasındaki duygusal ilişkinin farklı görünümleri de berraklık kazanır. İki cins arasındaki “muharebe”de kadının ve erkeğin güçlerinin ve güçsüzlüklerinin nereden, nasıl kaynaklandığı ilişkilerin gelgitleri, değişip dönüşmeleri ya da kaskatı kalmaları üzerinden aktarılır Kendine Tapan Kadın’da.

İkinci yazı Bu Roman Olmamış Şeylerin Romanıdır üzerine. “Suat Derviş’in yapıtlarını döneminin popüler romanlarından ayıran öncelikle karakterlerin iç dünyasını ihmal etmemesi, romanların odağında buradaki gelgitlerin, karmaşaların yer almasıdır. Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır’da mesele artık bir aşk hikâyesi olmaktan da çıkar; yoksulluk, fabrika hayatı, işsizlik sorunu, geleceğe güvenle bakamamak öndedir bu romanda. Pek çok yönüyle sonraki yıllarda Orhan Kemal’in yazacağı öykü ve romanlara öncülük ettiğini düşünebiliriz Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır’ın.”

Fabrika hayatına dair zengin ayrıntılarla dolu bir roman bu. İşçilerin nasıl çalıştıkları, nasıl yaşadıkları, ne hale geldikleri ve tabii, nasıl âşık oldukları hakkında. İşverenin gözünde ne olarak görüldükleri, kıymetlerinin hiç derecesinde olduğu gibi meseleler de öne çıkar. Bunların yanında romanın başkahramanının bu hayattan sıkılıp kaçan genç ve güzel bir kadın işçi olduğu göz önüne alındığında, Orhan Kemal’in sonraki yıllarda ele alacağı temaların pek çoğunu barındırdığını olduğu söylemek hiç abartılı olmaz bu metnin.

Dizinin üçüncü yazısıysa İstanbul’un Bir Gecesi  üzerine. “Romanda çok farklı yaşayışlardaki insanların hayatlarından kesitler okuruz, bu kesitler birbirini takip eder, Suat Derviş geniş bir skala içerisinden insanların hikâyelerini aktarırken farklı yaşayışları olan insanların birbirlerinin hayatlarına karşı ne kadar ilgili ya da ilgisiz (çok zaman kayıtsız ya da bihaber) olduklarını da görmemizi sağlar.”

İstanbul’un Bir Gecesi’nde Suat Derviş’in farklı nedenlerle çok yakından tanıdığı iki kesime, toplumun en üst ve alt kesimlerine dair hikâyeler yer alıyor. Derviş’in aile kökenleri de varlıklıdır, çocukluğu konaklarda geçmiştir. Buradaki hayatı yakından tanımıştır. Çok genç yaşta yazarlığa gönül vermiş, ilk yapıtlarında bu kesimdeki insanların hayatları, yaşayışları ve hikâyeleri üzerinde durmuştur. Gördüklerini anlamlandırmasında yazıya gönül vermesinin, bu konuda çok erken yaşlardan itibaren kalem oynatmasının da etkisi büyük olsa gerek. Suat Derviş’in bu varlıklı hayatı babasının vefatının ardından gerilerde kalmıştır; bu arada sosyalizme gönül vermiş, gazeteciliğe başlamıştır. Bu ikisi de bu kez toplumun en yoksul kesimleriyle temasta olmasını sağlamış ve onların hayatlarını yakından gözleme imkânı vermiştir. “Gözlemek” biraz dışlayıcı bir ifade. Kendisi de böyle bir hayat sürmüştür. Özellikle TKP Genel Sekreteri olan eşi Reşat Fuat Baraner’in saklandığı yıllardaki hayatı büyük zorluklar içerisinde geçmiştir. Keza ömrünün son yıllarında da babasından ötürü aldığı yetim maaşı dışında geliri olmamış, yazabildikçe ve yayımlatabildikçe o günün telif koşulları içerisinde geçimini sağlamıştır. İstanbul’un Bir Gecesi’nin varlıklı ya da yoksul karakterleri tek boyutlu değillerdir, Suat Derviş’in romanlarında hep olduğu gibi kişilerin iç dünyalarında olan bitenler de anlatılır. Ayrıca yan karakter açısından çok zengin olan bu romanda toplumsal sınıflar arasındaki mesafenin ne kadar derin olduğu da vurgulanır. Aynı gemide olunmadığı çok açıktır. Romanın önemli kişilerinden Ali’nin sözleri bunun açık ifadesidir. “Onlara imrenmiyorum. Onlara karşı düşmanlık, yabancılık hissediyorum. Onlardan olmadığımı anlıyorum. Toprağımız bir değil, telakkilerimiz, kıymetlerimiz, ahlak ve fazilet mefhumlarımız bir değil.”

Son yazıdaysa tek bir roman çerçevesinde değil, farklı romanlar üzerinden bu romanlarda ortak olduğunu düşündüğüm bazı noktaların peşinden gitmeye çalıştım. Bunlar: Derviş’in kadın roman kişilerinin gönüllerinde farklı duygular uyandıran erkekler ile erkeklerin genel olarak kadınlar ve aşk meselesine nasıl yaklaştıkları; bir de bunların yanı sıra Suat Derviş’in üzerinde durmayı sevdiği varoluş ve ölüm gibi meseleler. Özellikle erkek roman kişilerinin farklı kişilik özelliklerinde ya da entelektüel seviyede olsalar da kadına bakışları açısından ne çok benzeştikleri dikkat çekicidir. Suat Derviş’in ilk romanı 1921 yılında yayımlanmış. İlk romanlarından itibaren kadının toplumdaki yeri, nasıl görüldüğü, nasıl olmasının dikte edildiği ve buna itiraz Suat Derviş’in romanlarında sıklıkla karşımıza çıkar. Suat Derviş’in anlattığı en “çılgın gibi” aşk hikâyesinin de arka planında roman kişilerinin içinde yaşadıkları toplumun değer yargıları, ahlaki normları, bunların insanların kendi arzularınca bir hayat sürmelerine nasıl engel olduğu sezilir. Özellikle kadınların tabii ki.

Suat Derviş’in edebiyatı hakkında genel bir resmin ortaya çıkmasını arzuladığım bu yazı dizisinde, seçtiğim “başlıklar”ın gevşek olduğunu, her yazıda Suat Derviş’in daha önce kitap olarak yayımlanmış romanlarından bazılarına ve bu dizideki öbür yazılarda değindiğim kitaplara ya da ileri sürdüğüm görüşlere atıfta bulunmak zorunda kaldığımı eklemeliyim.

 •

Tefrikanın devamı:
Kendine Tapan Kadın: “bütün buutları ile hakiki bir hayat”

 

NOTLAR 


[1] “‘Fırsattan İstifade’ler Çağında Edebiyat: Suat Derviş’in Romanları” başlıklı bu yazı Ateşe Atılmış Bir Çiçek’te de yayımlandı. (Can Yayınları, 2012.)

 

EDİTÖRÜN NOTU:


Serdar Soydan’a arşivini bize açtığı için çok teşekkür ederiz.