Sezen Aksu; ‘90’ların manevi devrimcisi

"Sezen Aksu aslında bir kadının aşk yaşantısı için duasını dile getiriyordu. Kenan Doğulu’nun şarkısında dile gelen ise aşk arzusu içinde olan bir erkeğin narasıdır. Ve bu nara Neron tipinin narası oldu."

24 Ocak 2022 17:47

“Yakarım Roma’yı da yakarım ben.”

Sezen Aksu’nun şarkılarına ait bir söz değil bu. Neron tarihsel bir karakter ama bu şarkı sözü tarihsel olana odaklanmaz. Neron referansının tarihsel değil, simgesel bir değerinden söz edilebilir. Bu mecaz, bu simgesel değer, Türkçenin günlük hayatının yaygın deyimlerinden biri haline de gelmiştir. Bir erkek tipinin tuhaf bir rasyonelleştirme biçimini dile getirir. Bu söz de tarihsel karaktere değil, Türkçedeki bu kullanıma odaklanır.

Gaius Suetonius Tranquillus, On İki Caesar’ın Yaşamı’nda Neron’un ne denli kötü bir imparator ve tiran olduğunu, işine kötü ve yüz kızartıcı olaylar da eklediğini söyler. Tranquillus, Neron’un bir konuşma sırasında birinin “Ben öldüğümde dünya tümüyle yansın” demesi üzerine, “Ben ölmeden yansın” dediğini ve şehri hiç çekinmeden ateşe verdiğini iddia eder.

Bu sözün yer aldığı şarkı, “Yaparım Bilirsin” şarkısı, Kenan Doğulu’nun 1993 yılında çıkan, aynı adlı albümünde yer alıyordu. Sözün geçtiği dörtlük şöyleydi:

Yaparım bilirsin
Deliyim gözü kara deliyim
Yakarım Roma’yı da yakarım ben
Bulurum seni yine bulurum
Olurum yine senin olurum

Aşk için her şeyi yapabileceğini dile getiren bir anlatıcı-ben söz konusu burada; arzusunun hedefine ulaşmak için her şeyi yapabileceği iddiasını dile getiriyordu şarkı. O dönem tutmuş, sevilmiş bir şarkıdır. Ama “Yakarım Roma’yı da yakarım ben” ifadesi fazla olmuş, konuyu başka çağrışımlara bulaştırıyor gibiydi. Çünkü aşk için her şeyi yapacağınızı dile getirirken Neron karakterine atıfta bulunursanız, aşk arzusu üzerinden bir şiddet biçimini, âşık olduğunu söylediği kişiyi şiddeti de içeren bir biçimde elde etmenin yolunu meşru gören bir düşünüş varlık ve devamlılık bulur. Hele “bulurum seni yine bulurum” ifadesi, benden kurtulamazsın anlamına da gelir ve buradaki, “olurum yine senin olurum” dizesi de “olursun yine benim olursun” biçiminde yorumlamaya açıktır. Böyle yorumlanmış, böyle içselleştirilmiştir de. Özellikle belli bir erkek tipinde…

Dikkat: Burada sanatçıya değil, sanatçının dile getirdiği şarkının toplumda karşılık bulmasına, tutmasına odaklanmamız gerekir. Bu durum, şarkının dile getirdiği duygu durumu ile söz içeriğinin dünyevileşmesidir, maddileşmesidir. Burada benim baktığım nesne işte bu maddedir, bu maddenin ne olduğudur. Yani toplumun o dönemdeki ruh halinin ne olduğu..

Ama Kenan Doğulu’nun o zamanki derdi başkaydı; Sezen Aksu’dan el almak, onun açtığı imge yolu üzerinden yürümek… Aksu sadece bir icracı değildir, toplumun ruhunu okuyan, şair ruhlu bir sanatçıdır. Yaratıcı enerjisi, toplumun bağnazlığını yıkıp kendini inşa etmeye fazla geliyordu, kendinden sonraki sanatçı kuşağını inşa etti. Doğulu tam bu güzergâhta yer alır. Yani bu “yak”, “yakarım” meselesinin başlangıcında, Sezen Aksu’nun, Doğulu’nun albümünden iki yıl önce, 1991 yılında çıkmış olan Gülümse adlı albümünde yer alan, o mükemmel “Her Şeyi Yak” şarkısı vardır. Halen çok güzel, mükemmel bir şarkıdır ve şu dörtlükle açılır:

Beni yak kendini yak her şeyi yak
Bir kıvılcım yeter ben hazırım bak
İster öp okşa istersen öldür
Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk
Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk

Aksu’nun şarkısında söz konusu olan “yakarım” ifadesi değil, “yak”, “yanacağız” ve “ateş” ifadeleridir ve ifade burada mecazı dile getirir. Şiirin asıl nesnesi aşktır.

‘90’ların başlangıcı, Türkiye toplumunun aşkı keşfettiği yıllardır. Aşk burada birlikteliğin temel kriteri, temel gerekliliği olarak dile getirilir. Sadece bir dile getirim değildir söz konusu olan, şarkıda dile getirilen toplumda karşılık bulmasıdır. Erkekten çok kadının talep ettiği bir şeydir burada aşk. Şöyle de söylenebilir: Aşk erkeğin değil, kadının yaşadığı ya da yaşamak istediği bir şeydir. Dolayısıyla “Beni yak kendini yak her şeyi yak” sözü de kadının söylediği bir söz. Ondan önce aşk yok muydu? Vardı; Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin… Yani mümkün olmayan bir şey olarak… Bu metinler, sadece geleneksel aşk hikâyelerini değil, ‘70’lerin yaygın aşk anlatısını da dile getirir.

Atıf Yılmaz’ın Eğreti Gelin filmi 2005 tarihlidir ama o yıllarda yaşanan bir değişimin neticesini gösterir bize. Finali sorunlu da olsa çok güzel bir filmdir. Şimdi tam hatırlamıyorum ama ‘40’lı yıllarda geçen bir hikâye anlatılıyor gibidir. Filmin başkarakteri bir kadındır; Emine… Emine, filmin finaline yakın bir yerde, birlikte yaşadığı adamı terk edip Ali karakteriyle kaçmaya karar verdiğinde, kız kardeşi “Utanmıyorsun değil mi benim yaşımda bir çocukla kaçmaya?” der. Emine’nin bu soruya ve ayıplamaya verdiği cevap, ‘40’lı yıllardan çok, Türkiye toplumunun ‘90’lı yıllarında aşk konusunda yaşadığı değişim ruhunu dile getirir: “Beni seviyor, anla n’olur, hiç böyle olmamıştı, hiçbir şey gözümde yok, bir yıl, bir ay, bir gün sürse bile yeter.” Burada aşktan çok aşkı keşfetmek deneyimi söz konusudur. Böyle bir aşk sözünü ya da sorunsalını o yıllarda Türk şiiri dile getirememiştir. Değişimi kuşkusuz film yapmadı; değişime katkıda bulunmuştur, o ayrı; değişim 1990’larda oldu.

Aşkı keşfetmek deneyimi derken neden bahsediyorum? Bir araya gelmek için gerekli ve yeterli olanın aşk olması gerektiği anlayışının keşfedilmesi, daha doğrusu bu anlayışın topluma yerleşmesi durumudur. Şimdi “aşksız birliktelik mi olur?” ya da “aşksız evlilik mi olur?” denebilir ama o yıllarda öyle değildi. Aşkın algılanması, idrak edilmesi konusundaki toplumsal değişimi yapanlardan biri, Sezen Aksu’ydu.

Bu durumdan, yani ‘90’lardan önce ne vardı? Öncesinde birlikteliğin harcı, evliliğin kriteri olarak ‘namus’ kavramı vardı. Sezen Aksu’nun “Namus” adlı bir şarkısı da vardır ve rastlantısal değildir; namus kavramını tiye alan, ironik bir şarkıdır bu. Sezen Aksu ‘90’lı yılların manevi devrimcisidir.

Namus kavramı için birlikteliğin harcı dedim; ne demek bu? Namus kavramı o yıllarda, yani ‘90’lardan önce, doğruluk dürüstlük anlamından çok, evlenilecek kızın bekâretini yitirmemiş, ‘saflığını’ koruyor olması gerektiği anlayışını dile getiriyordu – kadının değil, erkeğin dikkat etmesi gereken bir durumu. Namustan yoksunluk ise kadına ait bir durumu dile getirirdi. Evlilik dışı bir ilişkide ya da durumda bekâretini yitirmek, meşru dünyada varolma olanağını ilelebet yitirmek anlamına geliyordu. Namuslu evlilik ya da mutlu evlilik bekâretini korumuş bir kızla yapılan evlilikti. ‘Dul kadınla’ evlenmek erkek için  acı veren bir şeydi. ‘60’larda ve ‘70’lerde çok sık telaffuz edilen, “iğfal edilmiş” sözünün taşıdığı gizli, derin anlam ve acının ne olduğunun analiz edilmesi gerekir. Daha önemlisi, bu paradigmanın içinde evliliğin, “görmek” üzerinde yapılıyor oluşudur. “Görüp beğenmiş”, “âşık olmuş” yok…

Aşk –varsa– bir imkânsızlıktı. Bu bağlamda birliktelik ya da evlilik, aşkın olmadığı bir aradalığı dile getirirdi; ‘90’lardan önce olağan olan bu durumdu. Aksu’nun bu şarkısındaki “Sevgisizlik ayrılıktan daha zor” sözü tam olarak bu durumun kadın üzerinde yarattığı dramı dile getirir.

İşte aşk imgesi, aslında aşk imgesi değil, birliktelikte aşkın temel faktör olduğunu dile getiren imge, sözünü ettiğim içerikteki namus kavramının yıkımını getirdi. Bu devrimci değişimi her şeyden çok “bekâret” kavramının yerine “aşk” kavramını koyan Sezen Aksu’nun şarkıları gerçekleştirdi. Sezen Aksu’nun şarkılarını tam bu bağlamda okumak gerekir. Aksu’nun ‘90’larda heyecanla beklenen her albümü bu içsel dönüşümü pekiştirdi.

Bu geçişin bir tür aşırı modernleşme olarak görülebilecek bir başka sürece yol açtığı düşünülebilir: Aldatmak. Aldatmak, ‘90’larda, aşk içermeyen birlikteliği aşk uğruna bozmayı göze almak anlamına geliyordu. Şarkının ikinci parçası şöyledir:

Seni içime çektim bir nefeste
Yüreğim tutuklu göğsüm kafeste
Yanacağız ikimiz de ateşte
Bir kıvılcım yeter hazırım bak
Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk

Aşırı modernleşmenin çok önemli siyasal sonuçları oldu; AKP’yi iktidara getirdi. Türban kavramının ‘80’lerdeki anlamıyla ‘90’lardaki anlamı farklıdır; ‘80’lerde dinsel bir semboldü ama ‘90’ların ikinci yarısında ‘aldatmayan kadın’ anlamını ve vaadini de içeriyordu. Sezen Aksu’nun bu şarkısının bir başka dörtlüğü de şöyledir:

Beni yor hasretinle sevginle yor
Sevgisizlik ayrılıktan daha zor
Dilediğin kadar acıt canımı
Yokluğun da varlığın da yetmiyor

Buradaki üçüncü dizeyi, şimdilik unutmayalım. 1993 yılında, Kenan Doğulu ilk albümünü çıkardığında hem bu şarkıdan el almak, yani onun açtığı kulvardan devam etmek hem de aynı zamanda şarkının aurasını ileri taşımak, aşmak istiyordu kuşkusuz. Ve sanırım, “Yakarım Roma’yı da yakarım ben” sözü de bu işlevi yerine getirmek için keşfedilmişti; üstelik, Aksu’nun şarkısındaki “Dilediğin kadar acıt canımı” dizesiyle de ruh akrabalığı oluşturuyordu.

Ama bu iki şarkının çok ama çok farklı olduğunu gözden yitirmeyelim. Sezen Aksu aslında bir kadının aşk yaşantısı için duasını dile getiriyordu. Kenan Doğulu’nun şarkısında dile gelen ise aşk arzusu içinde olan bir erkeğin narasıdır. Ve bu nara Neron tipinin narası oldu. Neron’un tarihsel karakterini hesaba kattığımızda, burada artık söz konusu olan sembolik Neron, faşist bir Neron’dur. Buradan Özgecan Aslan cinayetine ve oradan kadın cinayetlerine kadar uzanan bir zihniyet yoluyla teorik bir bağ kurulabilir.

 *

“Cahil” kelimesi, TDK’nın Türkçe Sözlük’ünde şöyle tanımlanıyor: “Eğitim görmemiş, okumamış, bilgisiz. Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan. Deneyimsiz, genç, toy.” Bu tanım biraz Türkiye toplumunun eğitim seferberliği hedefiyle bağlantılı bir tanım. Kemalizmle de bağlantı kurulabilir belki. Ama kavramın işaret ettiği durumu dile getirmez; özellikle Âdem ile Havva teolojik anlatısı söz konusu olduğunda. Orada söz konusu olan saflıktır, deneyimden yani badire atlatmış olmaktan yoksun olma durumu. Devlet aklının yapması gereken, sanatçının dilinin koparılması gibi, belki eşi benzeri Yeşilçam’ın Malkoçoğlu filmlerindeki Bizans sahnelerinde görülen bir edimi vaz eden ideolojiyi dile getirmekten önce, Türkçe Sözlük’teki “cahil” kelimesinin tanımını değiştirmek olsa gerek. İkincisi yapılan işe inancı gerektirir.

Azeri şair Sakineh Asadzadeh’in geçtiğimiz günlerde Türkçeye çevrilen bir şiiri var, “Aşkın Tekbiri” adlı. Orada şöyle bir dize var:

“Ben cahilim, aldatmak nedir bilmem.”