Portede Saklı Tarih: Toplumsal Tarihin Merceğinden Müzik

“Turan, Lewis’in ‘Batıda demokrasi ile çok sesli müzik, Doğuda demokrasi zaafı ve tek sesli müzik’ arasında kurduğu bağın aslında ona özgü ve yeni olmadığını hatırlattıktan sonra bu bakışın ne denli sığ olduğunu vurguluyor; tek sesli makamsal müziğin 'Doğunun geri kalmışlığının ve pespayeliğinin başlıca sembolleri arasında algılanmasına' tepkisellikten uzak bir sorgulama ile cevap veriyor.”

29 Aralık 2022 22:00

Yılın sonuna yetişti; Namık Sinan Turan imzalı, Portede Saklı Tarih: Toplumsal Tarihin Merceğinden Müzik (Bilgi Üniversitesi Yayınları) hem akademik hem de genel kültür okuması açısından çok önemli bir çalışma. Benim kadar müzik konusuyla alakasız birinin bu kitabı önermesi şaşırtıcı görünebilir, ama kitap başlıktan da anlaşılacağı gibi müziğin ötesinde, tarih, toplum, kültür ve hatta siyasete dair çok iyi bir okuma. Yazarı Turan çok iyi bir arkadaşım ve ben bu kitabı yayınlaması için çok ısrarcı oldum, zira kitapta yer alan makalelerin çoğunu farklı yerlerde yayınlandığında okumuş ve çok etkilenmiştim. Doğrusu, Sinan beni müzik konusuna bu yolla ısındırmıştı; dahası, onun sayesinde Arap dünyasının müziğiyle tanışıklığım, Feyruz hayranı olmanın çok ötesine geçebildi.

Aslında, kitapta “Erken İslam Toplumunda Müzik” ile başlayıp, “Bir Müzikal Fenomen Olarak Maria Callas” ile biten 26 makalesinin sadece başlıklarını dizmek bile kitap için yeterince tanıtıcı olabilir. Ama o zaman içerikten söz etmeye yer kalmayacak.

Kitabın birinci bölümü, erken İslam dönemi ve Anadolu Selçukluları’na kadar geri gitse de, özellikle ilgilisi dışında ihmal edilmiş ve az şey bildiğimiz 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı devirlerinde, müzik merkezli bir tarih okuması mahiyetinde. Turan, mesela, 16. yüzyılda Birgevi’nin ezan ve Kuran’ın makamla okunmasına karşı çıkışı ve 17. yüzyılda Kadızadeliler olayı çerçevesinde İslam püritenizminin müziğe ilişkin tavrının ötesinde, dönemin toplumsal-siyasal atmosferini hatırlatıyor. Dahası, Mevlevi semasına ilişkin tartışmalar çerçevesinde, Abdülmecid Sivasi’nin, semaya ilişkin, Gazali referanslı katı tutuma karşı, “kalp fiillerininAllah’tan başka kimsenin yargısı dahilinde olamayacağı” temelli müdahalesini zikrederken (s. 68), İslam ilahiyatına ilişkin hatırlatmalara yer veriyor.

‘Bir 18. yüzyıl Entelektüeli Olarak’ Boğdan Voyvodası Dimitri Kantemir’i konu alan makalesinde (s. 119), 17. yüzyıl sonu esen Osmanlı Barok rüzgârlarının şekillendirdiği İstanbul’un kozmopolit yaşam, sanat ve düşünce dünyasına işaret ediyor. Mevlevi ayininin Kantemir’e ait olduğu iddiasını değerlendiriyor. En önemlisi, Kantemir’in, Sultan II. Ahmet’in kendisini Boğdan’ın başına getirmesine karşılık olarak, bestelediği Neva makamında bir semaiyi Sultan’a takdimi (s. 125) gibi örneklerle dönemin atmosferine bakışımızı derinleştiriyor. Lale Devri dönemi mimari gelişmeleri “tüm bu dekor kentin iliklerine kadar işlemiş olan müziğin mekânsal tasarımlar içinde yeniden anlam bulması”ndan bahisle (s. 133), döneme ilişkin çok boyutlu bir tablo sunmuş oluyor.


Solda: SSCB'de Dimitri Kantemir anısına basılmış posta pulu (1973). Ortada, Maria Callas Tosca operasında, 1953, Paris. Sağda: Müzisyen harem kadınları, Levnî, 18. yüzyıl başı, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, 1793.

Kitabın 19. yüzyıl ve sonrasına ilişkin ikinci bölümü, kuşkusuz, “Batılılaşma” üst başlığı altında, bizlere daha tanıdık gelen, ancak sığ genellemeleri sorgulamamıza yardımcı olacak makalelerden oluşuyor. Dahası, aslında Üçüncü Bölüm’de de izlerini sürebileceğimiz, Oryantalizm ve müzik ilişkisine de bu bölümde yer veriliyor. Bana ayrılan yerin sınırlarını aşmamak için aslında benim çok daha iyi izlediğim bir dönem ve konuyu uzatmaktan imtina ediyorum. Ama en azından, Bernard Lewis ve Oryantalizme ilişkin makaleden (s. 257) söz etmeden geçmeyeyim. En ünlüsü Edward Said tarafından olmak üzere Lewis’e yöneltilen Oryantalizm eleştirileri hepimizin malumu. Yine de, Lewis gibi aslında çok yetkin bir Şarkiyatçının üstelik ileri yaşında yayınladığı ‘What Went Wrong, 2002’ (Hata Neredeydi, Oğlak Yayınları, 2004) başlıklı kitabında giriştiği kaba Doğu-Batı kategorileri şaşırtıcı idi. Turan, Lewis’in ‘Batıda demokrasi ile çok sesli müzik, Doğuda demokrasi zaafı ve tek sesli müzik’ arasında kurduğu bağın aslında ona özgü ve yeni olmadığını hatırlattıktan sonra bu bakışın ne denli sığ olduğunu vurguluyor; tek sesli makamsal müziğin “Doğu’nun geri kalmışlığının ve pespayeliğinin başlıca sembolleri arasında algılanmasına” savunmacılık ve tepkisellikten uzak bir sorgulama ile cevap veriyor. Öncelikle, “eskilerin tekrir-i merdud’ dedikleri (totoloji) bilineni bilinenle, bilinmeyeni bilinmeyenle açıklama, yani kültürü kültürle, uygarlığı uygarlıkla açıklama” zaafına işaret ediyor. Ardından, ‘polifoni ve demokrasi’ arasında doğrusal bir ilişkinin kurulmasına aykırı örnekler veriyor. Bu çerçevede, her şeyden önce, Ömer Naci Soykan’a referansla, Yunan Aydınlanması denen İ.Ö. 5. yüzyılda müziğin tek sesli olduğunu hatırlatıyor.

Aslında Lewis’e ilişkin makale, kitapta yer alan makaleler içinde belki de en az ilginç olanı, çünkü sadece müzik odaklı değil, her türden Oryantalizm tartışmaları hayli bilindik konular. Ancak Oryantalizm eleştirilerinin pek çoğu savunmacı ve tepkisellikten öteye geçmiyor. Belki tam da bu nedenle, artık neredeyse tüketilmiş Oryantalizm eleştirilerine rağmen, üstelik de Oryantalizmi eleştirenler benzer bir anlayışla büyük iddialar ileri sürebiliyorlar. O nedenle, konusunda yetkin isimlerin Oryantalizm eleştirilerine katkısı hâlâ çok önemli.

Son olarak, Turan’ın her iki alandaki yetkinliğinin, yani tarih bilgisi ile müzik bilgisinin buluşmasının kitabın en büyük zenginlik kaynağı olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?

•