S.İ.’den bir son çağrı: C.S.

“Eprime, Selim İleri için bir eskimenin, yıpranmanın, yani dünün yarın karşısında silinmesinin kelimesi değil, bugünün dünü yormasının, kağşatmasının temsilidir. Bugünün dalgası daima geçmişin kumsalını silmektedir. Türkiye’deki hafıza yapılanmasını anlayabilmek için Selim İleri’nin çok daha yakından incelenmesi gerekiyor, bence buna şüphe yok.”

29 Aralık 2022 20:30

“C.S.’nin hikâyesine başlamak için uğraşıyorum.

C.S.’nin hikâyesi mi, açık seçik karar veremiyorum. Yazacaklarım belki hikâye, belki izlenimler, duyuşlar. Belki ruh ikizliği, arayış. Anı-öykü, deneme-öykü. Kısa bir anlatı. Yazmak oyalantısı. Sait Faik’e göre ‘bir hırs’.

Yazabilmek için uğraşıyorum.”

K24’ün geçen yılki soruşturmasına iki Selim İleri metniyle cevap vermiştim: Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun ve Düşüşten Sonra.

Ne mutlu ki bu yıl da bir Selim İleri metni okuyabildik: C.S.

Bu kez de yıllardır üzerinde çalıştığı bir metinle, C.S. ile, bir Cahit Sıtkı Tarancı metniyle karşı karşıyayız. Yine uzun zamandır notlarını aldığı, romanlaştırmak için dönüp dönüp çalıştığını, silip silip attığını bildiğim, komodinden çıkan bu dosya, nihayet öykü etiketiyle okurla buluştu.

“Yalnızlığımız – bu kırık öykünün adı olabilir...” altbaşlığıyla okura sunulan C.S.’yi Yaşadınız Öldünüz’le, hatta Cemil Şevket Bey Aynalı Dolaba İki El Revolver veya Cahide/Ölüm ve Elmas yahut Yarın Yapayalnız ve mutlaka Mel’un-Bir Us Yarılması eşliğinde değerlendirmek gerekir. Külliyatı içerisinde kurduğu en temel hatlardan birini oluşturan bu toplamı hakkıyla konuşabilmek bu yazının boyunu aşar elbette, sadece işaret etmekle yetinmiş olayım burada.

O kadar çok ki etrafta karanlık
Herkesin gecesi kendine yeter
                                             C.S.T.

S.İ.’nin hem edebiyat tarihimiz hem kadri yeterince bilinmeyen yazarlarımız üzerine neredeyse kariyeri boyunca verdiği emek herkesin malumudur sanırım. Retorik bir cümle kurmuş oldum, farkındayım. Bunun pejoratif anlamda kullanıldığının Selim İleri’nin kendisi de farkındadır elbette. C.S. bağlamında bunu kasıtlı olarak da vurgular. C.S. metninin hemen başlarında şu cümleleri okuruz:

“Horgörülerine şaşıyordum, burun kıvırıyorlar, yüzlerini buruşturuyorlar. Sonra o yargı: Çoktan eskidi! Nasıl okuyorsunuz / nasıl katlanıyorsunuz okumaya / ben kitaplarının kapağını açamıyorum / kime okutacaksın günümüzde / günümüzde okunabilir mi?..

Sözümona gülümsüyorlar, yapmacık sevecenlikle, yerinerek, acıyarak. Bana da üzülüyorlardı besbelli, aklım fikrim eskilere püskülere takılıp kalmış, beğeni geçkini; hatta beğenisizliğimde birleşiyorlardı.

Çabam, âdeta eski moda giysilere hem günümüzden bir hava, hem nostaljik güzellik katmak isteyen basit, haddini bilmez mahalle terzisinin çabası. Üzülüyorlar. Arkamdan konuşmuş olabilirler: Hâlâ Ahmed Hâşim’i beğeniyor / Eylûl’e hayran / Sezai’nin hikâyelerini okuyormuş / Peyami’nin o sıkıcı romanlarına tutkun / Güzide Sabri’yi bile okuyormuş / Zavallı Necdet yabana atılamayacak bir romandır diyor...

Bunları çok yaşadım. Kendi yolumu bulmam zaman aldı. Sözlerine, değerlendirişlerine sahiden inandım. Yazılarını çizilerini dikkatle okuyordum, onlar gibi düşünmeye, onların beğendiklerini beğenmeye; öldüler. Çoğu öldü.

Öldüklerini düşününce: Yukarıdaki satırlar da pişmanlık.”

Bu sadece bir kadir kıymet bilmek jesti değildir – S.İ. için; bugün yazan kalemin onu mümkün kılan geçmiş bagajını unutmama refleksinin ötesindedir. Selim İleri bu cümleleri neden yazma ihtiyacı duymuştur? Neden yayımlama gereği duymuştur? Bu bir şikâyetlenme midir, bir çağrı mıdır, bir işaretleme midir?

Bunca yıllık Selim İleri okurluğumun ardından, bir işaretleme olarak okumanın daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Kumsalın deniz dalgasıyla silinmesi, S.İ. metinlerinde hem bir imge hem bir ruh hali olarak belirgin bir yer kapsar; hep bir sıradan, neredeyse klişe bir imge gibi söylenir geçer; oysa külliyatın içerisinde bir salyangoz gibi gezinen yazarın hayaleti izini bırakmaktadır. Benzer bir biçimde, Türkiye hayat deneyimi içerisinde dalgaların kumsalı geçicileştirmesi de, Selim İleri kelimelerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz “eprime”de karşılığını bulacaktır.

Eprime, Selim İleri için bir eskimenin, yıpranmanın, yani dünün yarın karşısında silinmesinin kelimesi değil, bugünün dünü yormasının, kağşatmasının temsilidir. Bugünün dalgası daima geçmişin kumsalını silmektedir. Silmekle eline de bir şey geçmemektedir, yeni gelen dalga da onu kumsaldan silecektir. Türkiye’deki hafıza yapılanmasını anlayabilmek için Selim İleri’nin çok daha yakından incelenmesi gerekiyor, bence buna şüphe yok.

Kafes romanının Oryantalizm bağlamında atlanmasının, yahut getirdiği zaman kavrayışı açısından incelenmemiş olmasının kendisi de yine Selim İleri’nin kastettiği kavrayış kopukluğunun bir kanıtı olarak görülebilir. “Ölüler söyleyemezler: Hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.”

Ah, yeniden başlamak hayata,
Çocukluğa, aşka ve sanata.
                                            C.S.T.

Bir Selim İleri metni üzerine düşünmeye başlamak birçok literal kapıyı açmanızı, en azından kontrol etmenizi gerektiriyor. İki yıldır soruşturma yanıtları yoluyla görev savuşturuyormuş gibi hissediyorum kendimi ama bunları paylaştığım bazı okuma notları olarak kabul edin lütfen.

Son not olarak da, başlığın bir kısaltma formunda olması: C.S. İnsan ancak bildiğini öğrenebildiği için bende ilkin p.s.’i çağrıştırdı, belki size de olmuştur. Yazı bittikten sonra eklenen kısım için Latince bir kısaltma. Post scriptum’un yazıdan sonra gelmesi ama olmasa, tamamlandığı zannedilip imzalanan yukarısındaki metnin de eksik kalacağı gerçeği, bitmeyen bir hikâyenin notlarla sürdürülen ve metnin yapısını “taban”dan etkileyen özelliğine işaret ediyor olmalı. Selim İleri’nin bugüne dek metinleri göz önüne alındığında, böyle bir jest pekâlâ beklenebilirdi. Fakat kitabın adı: P.S. değil, C.S. Demek ki metinde belli bir vurguyla yer almasına karşın bir Peyami Safa metni değil karşımızdaki. Ayrıca, Yaşadınız Öldünüz’de olduğu gibi, isim için pekâlâ bir Selim İleri ifadesini tercih edebilirdi, Alıştığımız bir şeydi yaşamak olabilirdi mesela.

Bu açıdan, daha önce hiç yapmadığı bir şekilde kısaltma kullanmayı tercih etmesini nasıl anlamalı, “c.s.”yi nasıl açmalıyız? “captus scriptum” (tutsak yazı), “caenōsus scriptum” (bataklık yazı), “cariōsus scriptum” (çürümüş yazı), “canere scriptum” (aynı masalı okuyan yazı), “cantiōnis scriptum” (sihir yazı)… (Latince bilmiyorum, bir Latince sözlüğün C harfi kısmından seçmeler yaptım.)

Fakat bunlar ancak spekülatif bir yan anlam arayışı içerisinde kullanılabilirdi. Oysa c.s.’in karşılığı; call sign, çağrı işareti. Bir fişek daha atıyor Selim İleri, horgörüden sıyrılıp gerçekliğimizle karşılaşmak için... Literatürümüzün bir tür kardeş katli mezarlığı olma gerçekliğinden çıkmanın çağrısı. Son bir fişek!

***

Bugün artık kimselerin bilmediği, bilemeyeceği, duysa da konu etmeye erineceği konuları, olayları, izlenimleri, ilişkilenmeleri odağında tutmaya devam ediyor Selim İleri. Böyle söyleyince çok old-school tınlıyor; bir koleksiyoner, bir hazinedar gibi çalıştığı da söylenebilir.

Kumsalda silinenlerin kaydını tutmanın bir yoludur literatür Selim İleri için; böylece de edebiyatın yaşayanlar tarafından yapıldığı ama ölenlerin mezarları üzerinde kurulduğu bilgisini taşımaya devam ediyor. Bugün hâlâ “Türkçenin sesi”nden bahsedebiliyorsak, onu hâlâ orijinal bir sesten duymaya/okumaya devam etmemizden de kaynaklanıyor. Bu cins hazinelere günümüzde rastlamak pek kolay olmuyor.

Bir yanıyla kayıt tutuyor ama bu kaleminin sadece bir yanı; bir yanıyla da okur ile metin arasından yazarın çıkarılamazlığını ispatlamaya devam ediyor. Bizi metinle yalnız bırakmaktan çekinmeksizin bunu başarmasının yolu ise metni bizimle birlikte okumayı kesmiyor olması. Paradoksal gibi görünüyor ama değil:

Yalnızlığımızı yazıyor, bir yandan da eşlik ederek...

O eski saatleri, yeni
Baştan kurmayın hatıralar.
                                         C.S.T.