Nahid Sırrı ve Fuat Ömer

Nahid Sırrı ve Fuat Ömer’in ilişkisine dair elimizde kalan tek şey Yaşar Nabi’ye yazdığı mektuplarda birkaç satır ve Selim İleri’nin bu satırların ilhamıyla romanına yazdığı bölüm

Nahid Sırrı Örik hakkındaki yazılarda sıklıkla vurgulanan şeylerden biri yazarın cinsel yönelimidir. Bazı yazarların üstüne yapışan "kadın yazar" yaftası gibi Nahid Sırrı’nın üzerine de bir "eşcinsel yazar" yaftası yapıştırılmıştır. Doksanların ortasında Oğlak Yayınları’ndan çıkan öykü derlemelerinin ilki olan Sanatkarlar’ın başında, çalışmalarını, özellikle Sekmeler’ini hayranlıkla takip ettiğim Kayahan Özgül’ün yazdığı önsöz buna yol açmıştır sanırım.[1] Zira sadece "cinsel öteki" oluşundan değil, bu durumun onu ve edebiyatını bir anlamda var ettiğinden de bahsetmektedir. 

“Bir İnter-Mezzoya Prelüd” başlıklı yazısında Nahid Sırrı’yı Nahid Sırrı yapan sebeplerden birinin "cinsel seçimi" olduğunu söyler Kayahan Özgül. Sonra kendince örnekler vererek Nahid Sırrı’nın söz konusu "cinsel seçimini" ortaya koymaya çalışır.

N. Sırrı’yı N. Sırrı yapan sebeplerden ikincisi cinsel seçimidir ki belki de ailesinin olumsuz etkilerinin bir sonucu olarak değerlendirilmeliydi. Örik yurda döndüğü sıralarda "hermaphrodite" olarak adlandırılmaya yakın bir noktadadır.

"Cinsel seçim" diye başlayan ama interseks varoluşa bağlanan iki cümle.

Hermafrodit veya interseks olmak,  tipik -kısıtlayıcı- kadın ya da erkek tanımına uymayan anatomik cinsiyet özelliklerinin (kromozomlar, genital, ve/veya üreme organları) bir karışımına sahip olmayı gerektirir. Yani biyolojik, genetik bir sınıflamadır. Oysa Nahid Sırrı’nın interseksüel olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. O zaman, "hermaphrodite olarak adlandırılmaya yakın bir noktada" ne demektir?

Kayahan Özgül yanlış bir terminoloji kullanarak da olsa ne anlatmak istemiş olabilir? Bir sonraki cümle bunu biraz aydınlatır gibidir.

Mesela "Aşk Kitabından Sahife" ve "Bir Hintli Rakkase İçin" mensureleri N. Sırrı’nın ilgisinin bir iki ay içinde erkek-kadın arasında nasıl gidip geldiğini gösteriyor.

Burada, adı geçen iki metinde, anlatıcıların hoşlandıkları insanların cinsiyetlerinin farklılığına dikkat çekerek cinsel yönelimle ilgili bir akışkanlığa vurgu yapıyordur Özgül. Ama nasıl? İki kurmaca metin üzerinden yorum yapmakta, sanki bu metinlerin özyaşamsal olduğu biliniyormuşçasına fikir üretmektedir. Oysa söz konusu olan bir yazarın yazdığı iki kurmaca metindir ve her yazar, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayırt etmeksizin, eşcinsel veya heteroseksüel anlatıcılar, karakterler kurgulayabilir.

Bir cümle daha…

Tam bu sıralarda kaleme aldığı "Kadın Hayatını Canlandırmak" başlıklı yazısını bir kadın imzasının arkasına saklanarak yazması, gelecekteki tercihinin yönünü belirler gibidir. N. Sırrı bu yazısındaki Ayşe Nesrin imzasını bir daha kullanmaz ama cinsel rol olarak hayatının sonuna kadar benimser.

Burada da sanki "trans" bir deneyime işaret edilmektedir. Ama yine sormak gerek; neye dayanarak? Farklı bir imza, bir kadın imzası "arkasına saklandığı" için.[2] Türkçe edebiyatta kadın takma adı kullanan erkek yazar hiç yokmuş veya kadın takma adı kullanan tüm erkek yazarlar bu imzanın arkasına saklanıyor ve sonrasında hayatları boyunca cinsel bir rol olarak bu durumu benimsiyormuş gibi. Safiye Peyman adını hem de yüzlerce defa kullanan Peyami Safa, Hatice Vildan adını kullanan Va-Nu… Bunun gibi birçok örnek verilebilir.

Kayahan Özgül’ün yazısı, görüldüğü üzere pek çok kavram karmaşası içermektedir. Dahası Özgül, Nahid Sırrı’nın kanıt sunamadığı cinsel yöneliminden bahsederken, “belki de ailesinin olumsuz etkilerinin bir sonucu olarak değerlendirilmeliydi” diyerek homofobik bir klişeyi de tekrarlar. Cinsel yönelimi mutsuz aile ve ayrılan ebeveynlere dayandırmaya girişir.

Kayahan Özgül ve Oğlak Yayınları’nın Sanatkarlar’ın sonraki baskılarında bu hatayı, "fobi" olarak adlandırılabilecek yargıları düzeltmelerini dilerim.  

*

Kayahan Özgül aynı yazının devamında ne kadar önemli bir araştırmacı ve iyi bir okur olduğunu gösterir ve Nahid Sırrı’ya yaşatılanlara, bazen şiddete varan ayrımcılığa dair iki örnek verir. Bu örnekler de ilk defa o yazıda zikredilmektedir.

Önce Yusuf Ziya’nın "Çimdik" müstearıyla 1936’da, Akbaba’da yayımlanan şiirinin Nahid Sırrı’dan bahseden mısralarını alıntılar.

Kırıtarak gelirken uzaktan Nahid Sırrı / Sanırdım pantolonlu ceketli bir kız gelir!

Daha sonra Mehmet Kemal’in Acılı Kuşak kitabından alıntı yaparak Ertuğrul Şevket’in Nahid Sırrı’nın pantolonunu paçasından tutup yukarı kadar yırttığını aktarır.

Bu örnekler Nahid Sırrı’nın dikkat ve tepki çekecek kadar feminen olduğunu ortaya koyar aslında. (Ne yazık ki göze batan ve tepki çeken bir şeydir feminen olmak. Toplumsal cinsiyet rollerine uymadığınız zaman, sadece bu yüzden ayrımcılık ya da şiddetle karşı karşıya kalabilirsiniz; o gün de bugün de.) 

Nahid Sırrı’nın ölümünden hemen sonra yazdığı bir yazıda, Hasan Âli Yücel de “Sesi, mizacı gibi hanımlaşmış bir tonda idi,” diyerek bu feminenliği vurgular. [3] 

Tüm bu örneklerde vurgulanan feminenliktir, toplumsal cinsiyet rollerine uymama hâlidir. Totale baktığımızda hiçbiri Nahid Sırrı’nın eşcinselliğine dair bir şey söylemez. Zira heteroseksüel veya eşcinsel olmakla feminen veya maskülen olmak farklı değişkenlerdir. Çok erkeksi eşcinsel erkekler ve çok feminen heteroseksüel erkekler görülebilir.

Nahid Sırrı’nın eşcinselliğiyse feminenliği ve hiç evlenmemiş olması gibi bazı biyografik bilgiler üzerinden yapılan bir yakıştırmadan öteye gitmemektedir.

*

Burada başka bir hüzün verici gerçekle karşı karşıya geliriz. Heteroseksist ve homofobik dünyada, hele o yıllarda, sapkın, günahkâr, hasta olarak görülen eşcinsel bireylerin açılamaması, kendilerini toplum önünde var edememesi gerçeğiyle. "Cinsel öteki"nin, ötekileştirilmiş cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinin tarihi yoktur. Varsa da bu tarih egemenin, yani heteroseksüel ve büyük oranda homofobik olanın izin verdiği kadarıdır.

Bu yüzden Hüseyin Rahmi, Nahid Sırrı, Sait Faik gibi eşcinsel/biseksüel yakıştırması yapılan yazarların cinsel/duygusal hayatlarına dair çok az şey bilebiliriz. Bildiklerimiz büyük oranda onların dışlanışı, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalışıdır yukarıda, Kayahan Özgül’den alıntılanan örneklerde gördüğümüz gibi.

*

Gelelim Fuat Ömer’e…

Nahid Sırrı Örik, Yaşar Nabi Nayır’a Ankara’dan gönderdiği 26 Aralık 1929 tarihli mektubun sonunda “Hususi” ibaresiyle şu satırları yazar.

Adı hatırına gelmeyen Ankaralı şairimden bir şiir istemekliğin meselesine gelince… Bu zat ile bir evde ve onun evinde oturuyoruz. 15 gün evveline kadar odamız da birdi; ancak bir aydır kendisiyle konuşmuyoruz. Binaenaleyh bu acayip vaziyet içinde eşar-ı nefisesine talip olamadım. Günün birinde barışırsak alır gönderirim.

Bu mektup, Yaşar Nabi’nin Şubat 1972’de yayınlanan Dost Mektuplar adlı derlemesinde yer alır. Yaşar Nabi, "bu zat"tan sonra bir dipnot verir ve Nahid Sırrı’nın bahsettiği kişinin Fuat Ömer olduğunu söyler.

Nahid Sırrı da iki ay kadar sonra, 6 Şubat 1930’da yazdığı bir diğer mektubunda, belki de barışmanın etkisiyle şairin adını verir.

Sana Fuat Bey’in bir şiirini gönderiyorum.

Bununla da yetinmez. Mektubun sonuna “F.Ö.’in şiiri nasıl şey? Kendi rivayetiyle fevkalade imiş. Bu husustaki samimi kanaatini -hususi kalacaktır- bilmek isterim. Hiç mi, hiçe yakın mı, zararsız mı?” satırlarını ekler.

Mektuplarda "şairim", "Fuat Bey" ve "F.Ö." olarak anılan, Yaşar Nabi’nin iki kez dipnot verip kim olduğunu "netleştirme" gereği duyduğu kişi Fuat Ömer Keskinoğlu’dur.

1906, Selanik doğumlu Fuat Ömer Keskinoğlu, Ankara Üniversitesi’nde hukuk okumuş, bir süre savcı yardımcılığı yapmıştır. Sonrasındaysa 1950’ye kadar Ankara ve bu tarihten itibaren İstanbul Barosu’na bağlı bir avukat olarak çalışmıştır. 1938’de Harp Okulu Davası’nda Nâzım Hikmet’in avukatlığını üstlenmesi ve ilk mavi yolculardan biri olmasıyla bilinir.

Nahid Sırrı’nın Yaşar Nabi’ye gönderdiği mektuplardan, Nahid Sırrı’nın bir süre Fuat Ömer’le birlikte yaşadığını, bu sürecin bir kısmında da aynı odada kaldıklarını öğreniyoruz. Nahid Sırrı’nın otuz dört, Fuat Ömer’inse yirmi üç yaşında olduğu hesaba katarsak, bu iki erkeğin, ayrı odalarda yatmalarının da mümkün olduğunu anladığımız bir evde, aynı odada kalmasını, birlikte oldukları şeklinde yorumlayabiliriz.

Yani Nahid Sırrı’nın Yaşar Nabi’ye yazdığı mektuplarda adı geçen Fuat Ömer’in Nahid Sırrı’nın bir dönem sevgilisi olduğu söylenebilir. Neden olmasın?

Selim İleri de böyle düşünmüş olacak ki, Nahid Sırrı’ya dair biyografik malzemeyi kullanarak kurguladığı romanı Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver (1997) adlı romanında Cemil Şevket’in Fuat Ömer’le "arkadaşlığından" da hisli, şiirsel bir şekilde bahseder. “Ankara’da Tuhaf Bir Aşk” başlıklı bölümün sonunda karlı bir kış gecesi anlatılır. Fuat Ömer’i aramaktadır Cemil Şevket çaresizce. Bulamaz. Fuat Ömer gitmiştir. Selim İleri hayalinde yaratığı Cemil Şevket’in notlarından alıntılar.

Muharrir Cemil Şevket, “... Fuad Ömer’in acaba hürriyetine mi tecavüz etmiştim?” diye yazmıştı. Sonra “Ya benim hürri­yetim?!” diyordu; “Kendimi bildiğimden beri benim hürriyetim daraltılmadı mı? Hiçbir şekilde hür olarak yaşamak hakkım yok mu?!”

Fakat Selim İleri’nin Fuat Ömer olarak anlattığı aslında Fuat Ömer değildir. Yaşar Nabi’nin önsözde söyledikleri ve ardından iki kere üst üste Fuat Ömer diye dipnot vermesi yanıltmıştır Selim İleri’yi. Zira Yaşar Nabi’nin, Dost Mektuplar’ın önsözünde isimlerin gizli tutulduğunu yahut çıkarıldığını söyledikten sonra Fuat Ömer’in adını, belki de homofobik tutumla, metinde F.Ö. ve Fuat Bey diye geçmesine rağmen, dipnotlarla iki kez vurgulaması Selim İleri’nin bunun bir takma isim olduğunu düşünmesine yol açmıştır. (Bunu yıllar önce kendisinden duymuştum.)

Ve "Fuat Ömer"i Nahid Sırrı’nın 1940’ların başında birlikte olduğu başka bir yazara dönüştürür romanında. Bu yazar, Nahid Sırrı’nın kırklı yılların başında yine Ankara’da tanıştığı ve yakınlaştığı Şahap Sıtkı’dır. Selim İleri son derece sorumlu bir davranışla hem Nahid Sırrı, hem de Şahap Sıtkı’nın isimlerini değiştirmeyi seçmiş, Şahap Sıtkı’nın ismini değiştirirken de benzer bir sorumlulukla hareket ettiğini düşündüğü Yaşar Nabi’nin vurguladığı "Fuat Ömer" ismini kullanmıştır.

Sorumluluk diyorum ama bu da tartışılır. Zira sorumluluk addettiğim şey süregelen bir üstünü örtme, bulanıklaştırma aynı zamanda. Nahid Sırrı’nın, Fuat Ömer’in, Şahap Sıtkı’nın açıkça söylemediğini, belki de söyleyemediğini, halen, hepsinin ölüp gitmesine rağmen gizleme çabası.

Aşklarını, ilişkilerini gizli yaşamış hep Nahid Sırrı. Birçok eşcinsel gibi. Annesi, babası, ablası, ablasının mürebbiyelerinden biri, Şamdan Gelen Teyze’si, sayısız padişah, hanım sultan ve saray erkânı hakkında yazmış da sevdiği erkekler hakkında, bir dergi veya gazetede tek satır yazamamış. Bu acı vericidir.    

Belki romanlarında, belki yukarıda da gördüğümüz gibi eşine dostuna gönderdiği mektuplarda bahsetmiştir onlardan. Hepsi bu.

*

Nahid Sırrı ve Fuat Ömer’in ilişkisine dair elimizde kalan tek şey Yaşar Nabi’ye yazdığı mektuplardaki şu birkaç satır ve Selim İleri’nin bu satırların ilhamıyla romanına yazdığı bölüm. Bir de arşivlerde isimlerini bir arada görebildiğimiz dergi ve gazete sayfaları var tabii.

İlki 1929’da, Nahid Sırrı’nın Mebahis’ten sonra ve Varlık’tan önce, Mehmet Gayyur’la giriştiği dergicilik denemesi Yeni Adım’dan bir takdim. Nahid Sırrı, Fuat Ömer’in bir şiirini şu sözlerle takdim etmektedir.

En son nesilden olup matbuatın etrafındaki surları bu son günler içinde biri daha aştı ki o da Fuat Ömer’dir. Son Muhit mecmuasında bir şiiri görülen bu şairin, mümessil Ercüment Behzat gibi şiirleri ancak dillerde geziyordu. Geçen sene ve kendini tanımak zevkine mazhar olmadan dinleyip beğen­diğim bu sanatkârın bu nüshadaki eserini okuyanlar, sözümde hiçbir mübalağa bulunmadığını elbette teslim edeceklerdir.[4]

İkinci yadigâr Varlık dergisinin kapaklarından biri. Nahid Sırrı 1929’da olduğu gibi 1933’ten sonra da halen Fuat Ömer’in şiirlerini kurucularından olduğu dergide yayınlatmaya çalışıyordu belki. Derginin kapağında ikisinin adları bir arada görünüyor.

Ve son olarak 1940 yılında, Fuat Ömer şiirlerini bir cilt halinde bastırdığında da kitabın tanıtımını üstlenen o sırada Hakikat gazetesinde köşe yazarlığı yapan Nahid Sırrı oluyor. 

Hayatını Ankara’da, edebiyat ve sanatla alakasını iddia müşkül olan bir meslek sayesinde, yani avukatlıkla kazanan Fuad Ömer, gürültü ve reklamdan uzak kalarak ve şairlikten sade aramak, duymak ve düşünmek zevklerini bekleyerek şiir yazan bir sanatkârdır. Bütün serbest zamanını vakfettiği manzumelerini bir cilt halinde toplayacağını epeydir söylüyordu. Kitabı için seçti­ği bu “Petek” adı, ilk önce biraz müphem ve cazibesiz olsa bile şiirlerine vücut veren ısrarlı eme­ğe cidden yakışmaktadır.[5]

*

Suat Derviş’le Nizamettin Nazif’in ilişkisi (Hafta, 1935) ya da Mahmut Yesari’yle Cahit Uçuk’un evliliği (Yedi Gün, 1935) röportajlarla taçlandırılırken Hüseyin Rahmi’yle Miralay Hulusi’ye, Nahid Sırrı’yla Fuat Ömer’e dair neredeyse hiçbir şey bilmiyor, bu ilişkilere dair ancak bu yazıdaki gibi yorumlamalar, araştırma ve okumalarla cümle kurabiliyor oluşumuz sistemin cinsel ötekini, ötekileştirdiği cinsellikleri nasıl susturduğunu, nasıl yok saydığını ve böyle böyle yok ettiğini gösteriyor. Ancak isyan edenler, sesini duyurmayı başaranlar yahut yıllar yıllar sonra iğneyle kuyu kazanlar, öyle veya böyle bu yaşamların, yaşanılanların izini sürenler de oldu, olacak.

İyi ki yaşamış Nahid Sırrı. Ve iyi ki tüm acılardan, yoksunluklardan kaçmak, sınırları aşmak, adeta taşmak için yazmış.

 

Notlar:

[1] Aslında Özgül’den önce Selim İleri Argos’un 28. sayısında (Aralık 1990) yer alan ve daha sonra aynı adlı romanına kaynaklık eden “Aynalı Dolaba İki El Revolver” başlıklı incelemesinde de Nahid Sırrı’nın cinsel yöneliminden bahseder. Ancak Örik’in yeniden yükselişinden, popülerleşmesinden öncedir bu.

[2] Özgül’ün yazısından sonra tekrarlana gelen bir diğer kalıp yargı da Nahid Sırrı’nın “Ayşe Nesrin” takma adını kullandığıdır. Bu bilgi yahut iddiayı ilk olarak Kayahan Özgül dile getirir sanırım. Ama tezini gerekçelendirmez, nasıl bu sonuca vardığını söylemez. Belki de benim eksikliğim, Nahid Sırrı’nın bu takma ada dair herhangi bir satırını görmedim. Tek yazı için neden bir takma ad icat etme gereği duymuştur acaba Nahid Sırrı? Veya duymuş mudur? Yoksa Ayşe Nesrin, Nahid Sırrı değil midir? (Söz konusu yazı kadınların hayatın içine karışması için kadınlara ait bir gazete yahut dergi kurulmasını ve bir şehir kulübü açılmasını önermektedir. Kadın hayatını canlandırmaktan kasıt budur.)

[3] “Alın Yazısı”, Cumhuriyet, 25 Ocak 1960 

[4] Yeni Adım, sayı: 2, 1 Ağustos 1929

[5] “Petek”, Hakikat, 22 Temmuz 1940