Léon Werth’i bilir misiniz?

İtiraf etmeliyim ki ben de hayli geç, olabileceğinden 30- 35 yıl kadar geç “tanıştım” Léon Werth’le... Peki kimdir Léon Werth?

13 Ağustos 2015 14:30

Başlık biraz Françoise Sagan romanı (aynı zamanda Anatole Litvak filmi)[1] Brahms’ı Sever misiniz? veya Kaybedenler Kulübü’nün “Kim bu Erol Egemen?”i gibi oldu, ama emin olun pek öyle bir mevzu değil.

Yakınlarda yukarıda sorduğum soruyu çevremdeki bilgi birikiminine güvendiğim, ciddi ölçüde okuyup yazdığını bildiğim bazı kişilere yönelttim, yeterince ikna edici bir yanıt alamayınca da bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Tabii şu mümkün, sevgili editörüm “E güzel de ben biliyorum Werth’i” der, dolayısıyla bu satırlar da tarihin derinliklerinde kaybolur gider.

Léon WerthAslında, itiraf etmeliyim ki ben de hayli geç, olabileceğinden 30- 35 yıl kadar geç “tanıştım” Léon Werth’le. Onunla karşılaşmamı sağlayabilecek kitabı ilk kez elime aldığımda henüz bir çocuktum, dolayısıyla kolaylıkla gözden kaçırdım adını, hatta Werth ile ilgili kısıma o versiyonda yer verilip verilmediğine dahi emin değilim. Sonra, belki bir 8- 10 yıl sonra çok sevdiğim bu kitabı orijinal dilinde okumayı arzu ettim, o niyetle elime aldım, fakat ne çare o yıllarda pek çoğumuz gibi ithafları, önsözleri, arka kapakları pek okumazdım, bir kez daha fark edilmedi kahramanımız (çocukluk yıllarından bir kitabı –çocukluk yıllarında kalması gereken bir kitabı?- yıllar sonra niye okumaya kalkıştığımı merak edebilirsiniz, şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki bugün dahi çocuk kitabı reyonlarında satılan o eseri çocuk kitabı olarak gören, o muameleye tabi tutan bence müthiş yanılır). Sonunda, 2015 başında özel bir sebeple tekrar dikkatim çekildi bahsettiğim yapıta, nihayet görebildim Werth’i.

İki Dünya Savaşı arasında ve sonra...

1878 doğumlu, Fransız vatandaşı bir yazar ve sanat eleştirmeni Léon Werth; hikâyenin sonunu da söylemek gerekirse, bu dünya üzerindeki yolculuğu 1955’te hitama eriyor. Yahudi kökenli bir ailenin oğlu, iyi bir eğitim almasına rağmen, bu eğitimi bir aşamada terk edip kendini tümüyle yazmaya veriyor. Kilise ve burjuvazi karşıtı, anarşist eğilimli, bohem yaşam tarzını seven bir genç; yol göstericisi, hamisi Octave Mirbeau’nun bazı açılardan etkisi altında kaldığı da açık.[2] 1913’te romanı La Maison Blanche (Beyaz Ev) ile Fransa’nın en önemli edebiyat ödüllerinden Goncourt’da finalist oluyor. Birinci Dünya Savaşı patladığında, bilinen bir savaş karşıtı olmasına ve hâlihazırda askerliğini tamamlamış olmasına rağmen cepheye gidiyor; bu deneyimin sonucu 1919’da, savaş henüz devam ederken basıldığında tepki çeken, ancak daha sonra savaş karşıtı edebiyatın önemli bir ürünü olarak kabul gören Clavel soldat (Asker Clavel). İki Dünya Savaşı arasında, Werth sömürgeciliği eleştiren, yeri gelmişken Fransız sömürgeciliğinden de sözünü esirgemeyen yazılar yazıyor, bu arada yazdıklarından yükselişteki Nazizm de, sol çizgiden bir sapma olarak gördüğü Stalinizm de payını alıyor. İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanya’nın Fransa’yı işgali ile birlikte, Werth’in hayatının en zor dönemleri başlıyor: 1941’de Yahudi kimliği ile kaydolması isteniyor, temel özgürlüklerine sınırlamalar getiriliyor, eserlerinin basımı yasaklanıyor. Mecburen İsviçre sınırı yakınlarındaki dağlık Jura bölgesine çekiliyor: yalnız, soğuktan titriyor, aç... Paris’ten Jura’ya kaçışını anlattığı -bu kaçışta Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Fransa’dan milyonlarla beraberdir-[3] 33 Jours (33 Gün) o günlerin şahitliği.[4]

Denilebilir ki “Tüm bunlar iyi, hoş da, kim ki Léon Werth? Ne bu adamın önemi?” Eğer ilk anda google’a saldırmadıysanız, küçük dedektiflik oyunumuza son vermemizin zamanıdır: Antoine de Saint Exupéry, Küçük Prens desem... Küçük Prens’in ithaf edildiği, adandığı insandır Werth.[5] Beraberce hatırlayalım:

Léon Werth için

“Bu kitabı, koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka dostum olmadı. İkinci özürüm de şu: Bu adam, her şeyi değerlendirebilir. Çocuklar için yazılmış kitapları bile. Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa’da oturuyor şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister. Bütün bu sayıp döktüğüm özürler yetmezse ben de kitabımı onun bir zamanki çocukluğuna adarım tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya.) İşte gerekli değişikliği yapıyorum:

“Çocukluk günlerindeki Léon Werth için[6]

Anlaşıldığı kadarıyla Werth Saint Exupéry için çok iyi, çok değerli bir dost, yazdıklarından etkilendiği bir ustadır; Saint Exupéry’nin 1900 doğumlu olduğu göz önüne alındığında, aralarındaki 22 yaştan dolayı belki de bir ağabey figürü... İddianın doğruluğu tabii tartışmaya açıktır, fakat Saint Exupéry’nin Küçük Prens’i ilk başta 1000 küsur sayfa olarak kaleme aldığı, daha sonra “fazlalıkları” ayıklayarak o kısacık, ama derinlikli, yoğun metne ulaştığı söylenir. Merak ederim, acaba daha da titiz davransaydı, elimizde yalnızca bu başlangıç mı kalırdı? Hikâyenin sonu da bir tuhaf: Werth doğal olarak dostunun birşeyler yazdığından haberdardır, ancak Küçük Prens ve yukarıda alıntıladığım muazzam pasaj eline Saint Exupéry’nin ölümünden birkaç ay sonra, yazarın Fransa’daki yayıncısı Gallimard’ın bir jesti sonucu ulaşır.

Bilemem benden başka kaç ademoğlunun, havvakızının aklından geçer, ama Saint Exupéry ile Werth’in bağını, hasseten şu bizim alıntıyı düşünürken bir de şunu merak ederim doğrusu. Kendimizi çok mu, haddinden fazla mı önemseriz, bizden önce bizim gibi milyonlar ve milyonlar gelmiş gitmişken, bizden sonra da (en azından bir süre!) yine milyonlar ve milyonlar gelip gidecekken bireyselliğimizi, heyecanlarımızı, ihtiraslarımızı, kariyerlerimizi, kısacası “BEN”i çok mu yukarı bir yerlere koyarız? Belki bir bilimadamının insanlığa katkısı şahsi başarısı değil, elinden tuttuğu bir öğrencisi olacaktır; belki yıllanmış sanatçı, kafası karışık genç yeteneğe yol gösterir; belki tecrübeli yayıncı çaldığı her kapıdan eli boş dönen hayal kırıklığı içindeki yazar adayını dünya ölçeğine taşır; belki usta, çırağının kendisini fersah fersah geçeceğini görmenin mutluluğunu yaşar. Şüphesiz –olunabiliyorsa- Saint Exupéry olmak harika bir şeydir, lakin Saint Exupéry’nin bunca saydığı, sevdiği Léon Werth olmak da fena olmasa gerek![7]

 

[1] Türkçe çeviride Fransızca orijinale sadık kalınmış, 1961 yapımı filmde ise filmin adı olarak Goodbye Again (Bir Kez Daha Hoşçakal) tercih edilmiştir.
[2] Bir dönem unutulmaya yüz tutan, çok yönlü bir entelektüel Mirbeau: gazeteci, romancı, oyun yazarı, sanat eleştirmeni... Anarşist tavırlı, ünlü Dreyfus davasında da ateşli bir taraftar. En bilinen yapıtı Le Journal d’une femme de chambre (Bir Oda Hizmetçisinin Günlüğü) 1946’da Jean Renoir, 1964’te Luis Buñuel tarafından önemli oyuncularla –örneğin, ilkinde Paulette Goddard, Burgess Meredith, ikincisinde ise Jeanne Moreau, Michel Piccoli- filme çekildi. Kelimelerin yazılışı çok benziyor, Fransız İhtilali’nin meşhur hatibi Mirabeau ile (Honoré Gabriel Riqueti, Mirabeau Kontu) karıştırılmamalı.
[3] Nazilerin önünden 6 ila 8 milyon insanın kaçtığı tahmin edilmektedir.
[4] Bu kitabın basılışının ilginç bir hikâyesi var. Werth metni yurtdışında yayımlanması amacıyla Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçırıyor, ancak orada birkaç satır sonra tanışacağımız çok samimi bir arkadaşının bütün gayretlerine karşın, bir şekilde basılamıyor kitap. Daha da fenası kayboluyor metin; uzun yıllar sonra tesadüfen bir araştırmacı tarafından bulunuyor, ancak o zaman (muhtemelen yaratıcısının kemiği dahi kalmamışken) gün ışığına çıkıyor.
[5] Saint Exupéry’nin başka birkaç eserinde de Werth’e atıflar vardır.
[6] 2015’te bir Küçük Prens enflasyonu yaşandı, telif haklarının ortadan kalkmasından dolayı irili-ufaklı pek çok yayınevi bu kitabı yayımladı. Benim tercihim, özellikle dilimizin iki ustasının, Cemal Süreya ve Tomris Uyar’ın çevirisinden, ortak emeğinden naşi Can Yayınları’nın Küçük Prens’idir.
[7] Uzun yıllardır benzeri bir şeyi deneme türünün efendisi Michel de Montaigne ile Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’in yazarı Étienne de la Boétie’nin arkadaşlığı için düşünürüm. Zaman zaman Montaigne “Ben de fena sayılmam, ama benden daha da iyisi vardı” der gibi gelir bana.