Masal kadar gerçeğe kast eden, gerçeğe gözünü diken ve onu şekillendirmeye çalışan başka bir şey yoktur. Çünkü masal işlevsel olmaya yazgılıdır. Roman, masal olmayandır, masal neyse, onun tam tersidir
06 Ağustos 2015 14:00
El Greco’ya Mektuplar’da Kazancakis, lafı hiç dolaştırmadan şöyle söyler: “Gerçekten daha gerçek olan bir şey var mıdır? Evet, vardır: Masal!”
Kazancakis’in edebiyatını göz önünde bulunduranlar, onun bu cümleyi bir parça kinayeli de olsa, istihzasız ve imasız, cümlenin tam da ilk anlamını kast ederek söylediğini rahatlıkla düşünebilirler. Zira hayatı boyunca çağdaş masallar yazmış bir yazar söz konusu; onun kendi edebiyatını olabilecek en çarpıcı biçimde aklamaya çalışması mutlaka mazur görülebilir. Burada mazur görülemeyecek olan, masala en uzak sanatın, sınırsız hayal gücünün öneminden ve paha biçilmezliğinden dem vuran ve roman yazdıklarını ısrarla vurgulayan yazarlarca yavaş yavaş, kasten, masallara özgü bir gözü karalıkla zehirlenmesidir.
Masalların gerçek olmadığını herkes bilir. Masalların gerçeklikle arasındaki uçurum, en azından rüyalar kadar derin. Kazancakis’in çarpıcı kinayesi bu uçurumu romantik bir düzlemde yenilir yutulur kılmaya belki yarar. Hayat bir tür masaldır, yaşadıklarımız aslında bir rüyadır, gerçekten daha olağanüstü bir şey kurgulanamaz, vesaire vesaire. Bunlar da bir tür masal işte... Aslında Kazancakis’in cümlesi, onun kastının aksine, farklı bir okumayla fevkalade yerinde: Masal kadar gerçeğe kast eden, gerçeğe gözünü diken ve onu şekillendirmeye çalışan başka bir şey yoktur. Çünkü masal işlevsel olmaya yazgılıdır. Karakterlerle değil, çerçevelenmiş prototipler ve yüceliklerle ilerler ve onlar üzerinden ders, kıssa, hisse, mesaj ya da en iyi ihtimalle öngörü verir. Her zaman verili kültürün değerleri veya zaaflarıyla işbirliği içindedir. Değişen ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak yeni çağın masalları yeniden ve yeniden yazılır. Ayrıca okuru şaşırtmak, okurun gözünü boyamak ve onu büyülü bir iplikle metne, metnin sürekliliğine bağlamak için de en konforlu araçtır.
Peki, roman nedir? Roman, masal olmayandır, masal neyse, onun tam tersidir. İster Rabelais’den başlatın ister Cervantes’ten, masalların, romansların, efsanelerin ve tüm masalsı anlatıların örgütlü, yayılmacı ve basmakalıp diline karşı gelişmiş bireysel ve mizahi bir çıkıştır roman. Gargantua masalların ‘şirin’ dili ve destansı öykülemeleriyle alay ettiği için romandır. Don Kişot kahramanlık mitinin ipini pazara çıkardığı için romandır.
Kazancakis’in insan sevgisi temalı meşhur Zorba’sı, gerçekten yaşamış bir insan, ermiş ya da gurunun hayatını anlatıyor da olabilir. Böyleyse bile, bu hiçbir şeyi değiştirmez, aksine durumu daha da kötüleştirir. Çünkü biyografik öğelerle bezeli roman diye sunulan masallar daha da acıklıdır. Bu anlamda Kazancakis’in cümlesi, yine kendi isteğinin dışında bir haklılık kazanır. Gerçek denen şey, o asla bilinemez, asla bilinemeyecek, nesnellikle kavranamaz, belirsiz, flu ve göreceli şey, romana dönüştürme aşkıyla bire bir aktarılmaya kalkıldığında gerçeğin kendisine de haksızlık yapılmış olur, aynı anda roman sanatına da.
Aleksi Zorba’nın Hayatı ve Maceraları (1946) ile Sterne’ün ondan iki yüzyıl önce yazdığı Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri (1759) eserini masalsılık- romansallık düzlemlerinde kıyaslarsak mesela, sorunu daha net tespit edebiliriz. İlkinde kanlı canlı, muhteşem tasvirlerle gözümüzde canlanan, uzansak elimizin değeceği kadar yakında, hatta çoklarınca gerçekten yaşamış olduğu düşünülen bir karakter, Aleksi Zorba ve onun gerçek(?) acılar ve sevinçlerle yoğrulmuş hayatının rehberliğinde edinilen yaşamsal çıkarımlar, insanlık dersleri ve bolca hayat felsefesi var. İkincisindeyse henüz tam anlamıyla doğmayı başaramamış, şekli şemaliyle ilgili de kafamızda net bir figür oluşturamadığımız Tristram Shandy ve onun yarım yamalak, mizahi bir muziplikle aktardığı ipe sapa gelmez olaylar, yorumlar, konudan konuya atlamalar ve bolca konudan sapma var. Peki, bunlardan hangisi masal? Kuşku yok ki Zorba daha gerçekçi bir karakter; o halde bizim gerçek hayatımıza da rehberlik edebilir. Shandy, bırakın gerçeklik boyutunu, fantastik alanı bile aşar nispette; sayfalarca konuşuyor, ama daha doğmamış bile. Öyleyse Shandy masal, Zorba romansal. Peki, gerçekten öyle mi? Shandy’nin başıbozuk laf ebeliğinden kim hangi hisseyi devşirebilir? İş olağanüstülüğü kıyaslamaya kalırsa Zorba’yı daha romansal bulabilirsiniz elbette. Fakat meselenin düğümlendiği nokta orası değil. Zorba, kurgusu, anlatım biçimi, akışı, gerçeklikle ilişkisi ve iddiasıyla nereden baksanız romansı bir masal. Shandy ise her haliyle, başıbozuk anlatımı, konudan sapmaları, kendinden önceki edebiyatı sarakaya alışı ve mizahıyla baştan sona romansal.
Roman gerçeğe kast etmez, ettiği noktada kendini bitirir. Gerçeğe en yakın sanatmış gibi görünür, ama işlevsellik bakımından gerçeğe en uzak olandır. Kısaca, romanın gerçeklikle meselesi ölçüye vurulamaz. Buna, romanın kendi gerçekliği vardır, da denilebilir. Samsa’nın böceğe dönüşmesi, masalı da aşan bir gerçeküstülüktür mesela. Kafka’nın yaptığı şeyin masalseverlerin beklediği şekilde bir yaşamsal karşılığı var mıdır? Samsa neden böceğe dönüşür? Bunun yanıtı yoktur. Şöyle şöyle yapmasa dönüşmeyecekti. İşte bunu kimse söyleyemez. Daha da önemlisi, gerçekten dönüşmüş müdür? Bilinemez. Marcel, bize bu hayatta nasıl yol gösterebilir? Ulrich hangi yaşamsal duruma çare olabilir? Watt hangi yüceliklere erişir de peri padişahının kızını kapar?
Söz romana geldi mi, kimse Kafka’ya, Proust’a, Musil’e ya da Beckett’e toz kondurmaz elbette. Ama iş yazmaya ya da okumaya geldi mi, herkes masalın yücelikle, kolaylıkla, sihirle ve şablonla üretilmiş dünyasının tesirine boyun eğer bir şekilde. Masalın tatlı dili, en müşkülpesent yılanı bile deliğinden çıkarır. Çünkü hepimiz masallarla büyürüz. Bu büyüme biçiminde, subliminal ataerkil mesajları fazla dert etmezseniz, çok da itiraz edilecek bir yan yok aslında. Daha doğrusu, bu ayrı bir tartışma. Sorun, daha çok bunun sonrasında; masalların bize verdiği kulak doygunluğunu ve zihinsel kalıpları okurluk hayatının devamına taşımış olanlar sıradanın dışına çıkmayı denemiyor ve masalsı iksirlerle büyülenmeye devam ediyorlar. Her zaman kolay sevilen metinler, acaba neden arkaik veya çağdaş masallarla bezenmiş o roman olduğu söylenen romanslar?
Bütün yükü Kazancakis ve benzeri birkaç yazarın omzuna yüklemek de doğru olmaz. Ülkemizde ve dünyada masaldan vazgeçemeyen yazarlar sayısız. Bunu duymak birçok okuru kızdıracak ama, en meşhur ve sevilenlerinden biri de Gabriel García Márquez.