Körler ülkesinde kral olmak kolay mı?

Yeteneği nasıl ölçümleyeceğiz? Neyi kıstas alacağız? Zekâyı mı, fiziksel gücü mü, sanata yatkınlığı mı? H.G. Wells’in uzun öykülerinden “Körler Ülkesi”nin ilk sorularından biri bu. Ama sadece biri elbette...

23 Nisan 2015 14:00

Borges’in “Wells’i yüzyılın başında keşfettiğime çok üzgünüm. Keşke o baş döndüren, kimi zaman da dehşetli mutluluğu hissetmek için onu bugün keşfedebilseydim” sözlerinden referansla diyebiliriz ki “Wells’i çoktan keşfetmiş olsak da Körler Ülkesi ile yine onun fantastik dünyalarından birine adım atıyoruz.”

Goethe’nin Faust’u, Poe’nun Kara Kedi’si, Gogol’un Palto’su ve Kafka’nın Dönüşüm’ünden sonra Kolektif Kitap’ın Resimli Başyapıtlar serisine H.G. Wells’in baskısı tükenmiş bir öyküsü eklendi: Körler Ülkesi. Her ne kadar Wells’ten geriye yüzlerce eser kalmış olsa da yazarın yeni metinleriyle karşılamak her zaman heyecan verici. İspanyol çizer Elena Ferrándiz’in çizimleri ise kitabın heyecan verici bir diğer tarafı.

Körler Ülkesi, H.G.Wells, Resimleyen: Elena Ferrandiz, Çeviri: Evrim Öncül, Kolektif KitapSöz konusu Bilim Kurgu olduğunda H.G. Wells ve Jules Verne’ün isimleri hep yan yana anılsa da “Körler Ülkesi” iki yazar arasındaki o keskin çizgiyi bir kez daha fark edeceğiniz bir öykü. Ne mi bu keskin çizgi? Jules Verne eserlerine konu olan buluşların ya da teknolojilerin nasıl üretileceği konusuna ciddi mesailer harcarken, H.G. Wells için bütün o zaman makineleri, nükleer güçler, roketler, uzaylar amaç değil çoğu zaman aklındaki mesajları vermek için bir araçtır. Nasıl ki günümüzde Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’ini, Yerdeniz Üçlemesi’ni Verne tarzı bilimkurgu ile aynı tarz içinde ele alamıyor, metinlerin altında bir ideolojinin, bir sosyolojik ya da psikolojik bir eleştirinin olduğunu biliyorsak, Wells’i de salt “Bilim Kurgu’nun babaları” kategorisinde anmak Wells edebiyatını tanımlamak için oldukça yetersiz kalıyor. Hatta bu ayrımı daha da netleştirmek için Ursula K. Le Guin’in seçtiği H.G. Wells öykülerinden oluşan Selected Stories of H.G. Wells, with an introduction by Ursula K. Le Guin seçkisinde Wells’in öykülerinin, Teknolojik ve Öngörülü Bilim Kurgu, Fantezi- Bilim Kurgu, Korku, Fantezi, Psiko- Sosyal Bilim Kurgu olarak ayırdığını ve “Körler Ülkesi” öyküsünü Psiko- Sosyal Bilim Kurgu kategorisine aldığını da belirtmek gerek.

“Körler Ülkesi”, dağcı Nunez’in bir kaza sonucu kendisini sadece efsanelerde var olduğu düşünülen “Körler Ülkesi”nde bulmasının hikâyesi. Çocuklardan yaşlılara kadar vadide yaşayan herkesin kör olduğu bir ülkede “Körler ülkesinde tek gözlü insan kraldır,” düşüncesiyle hareket eden Nunez için olayların pek de düşündüğü gibi gelişmeyeceğini kestirmek çok da güç olmasa gerek. On dört nesildir kör oldukları için dillerinde “kör” kelimesi bile olmayan, görmeye dair her şeyi geride bırakmış bir halka kör olmanın bir eksiklik olduğunu anlatmak belki o kadar da kolay olmayacaktır.

H.G. Wells, Sosyalist mi Sosyal Darwinist mi?

Wells, Sosyalist olduğunu hayatta olduğu süre boyunca açıkça dile getirse de, eserlerinde işlediği konular, o konuların sona bağlanış şekli yazarın edebiyat eleştirmenleri tarafından bazı yönleriyle Sosyal Darwinist olarak nitelendirilmesine de sebep oldu. Dünyalar Savaşı’nda insanoğlunun bin yıllardır tüm hastalıklara direndiği ve dünyayı yönetmeyi hak ettiği çıkarımı yazarın eserlerinin sadece bilime değil günümüz emperyalizmine de esin kaynağı olduğu görüşlerini de beraberinde getirdi. Wells’in böyle bir amacı var mıydı elbette tartışılır, hatta kendisine sorsanız elbette yoktu ama böylesine güçlü metinlerin etkileyiciliği ve farklı yorumlara açık olduğu da tartışılmaz bir gerçek. Her ne kadar Wells’in güçlü olanın hayatta kalması ve sağlıklı nesillerin hayatına devam ederken hastalıklı türlerin yok olması gerektiği gibi evrimsel düşünceleri malum olsa da, bir taraftan sosyalist yanını sürekli vurguladığını, bu beklentilerini hem distopik hem ütopik tarzlarla yazınına yansıttığını da göz ardı etmemek lazım.

Eksikliği ya da fazlalığı kime göre belirleyeceğiz?

İnsanlık tarihinin ve hatta günümüzde hâlâ Eğitim Bilimleri’nin en önemli sorunlarından biridir, yeteneği nasıl ölçümleyeceğiz? Neyi kıstas alacağız? Zekâyı mı, fiziksel gücü mü, sanata yatkınlığı mı? Hangi yeteneği diğerinin daha üstünde tutup diğerlerini yetersiz olarak nitelendireceğiz? H.G. Wells’in en uzun öykülerinden biri olan “Körler Ülkesi”nin ilk sorularından biri bu eksiklik ya da fazlalık meselesi. Ama sadece biri elbette... Körler Ülkesi’nde gören bir adamın diğerlerinden daha güçlü olduğunu hiç tartışmasız kabul edebilir ya da zamanın ve şartların değişmesinin güç dengelerini değiştireceğini düşünebilirsiniz. Bilim Kurgu ya da Fantezi türünde olsun ya da olmasın, H.G. Wells yazınında mutlaka kendine yer bulan bir konu: “Sahip olunan hiçbir gücün gelecekte garantisi yoktur.” Bu yüzden değişim kaçınılmazdır. Değişmez, değişime uyum sağlamazsan geride kalman hatta belki yok olman kaçınılmazdır. Wells’in bu düşüncelerini eleştirebilir ya da fazla acımasız bulabilirsiniz ama “Körler Ülkesi”nde yarattığı dünya ve o dünyada kral olacağından emin dolaşan Nunez’in yaşadıkları ister istemez yazarın dehası karşısında bir kez daha şaşkınlığa uğramanıza sebep olacak. Burada söz konusu hikâyenin odağının güç ya da güçsüzlük, yetenek ya da yeteneksizlik üzerinden ilerlediğini düşünmeyin. Yüzyıllar öncesinde İspanya’daki savaştan kaçıp And Dağları’nın eteklerindeki bu vadiye gelen, şiddetli bir deprem etkisiyle dünyadan izole olan, tüm bunlar yetmiyormuş gibi on dört nesildir (ne olduğu bilinmeyen bir enfeksiyona bağlı olarak) kör olan bir toplumda yaşayan insanlar ile gözleri gören son derece sağlıklı ve onlara kıyasla çok daha modern bir hayattan kopup gelmiş bir adamın yeteneklerini kıyaslamanın elma ile armut kıyaslamasından farksız olacağını en baştan fark etmek gerekiyor.

Wells neden bir parça da korkutucudur?

Wells’in öykülerini diğer metinlerinden ayrı olarak ele aldığımızda her ne kadar karşımıza gerçekçilikten fanteziye, bilim kurgudan tarih anlatıcılığına kadar birçok tür çıksa da hepsinin benzer bir izleği olduğunu fark ederiz. Wells, günümüzün iç karartan ve mantık sınırlarını zorlayan olaylarını, evlilik ve aile kurumu başta olmak üzere toplumun diğer küçüklü büyüklü topluluklarının ikiyüzlülüğünü yansıtan yanlarını, zengin şirketlerin dünya üzerindeki oyunlarını, atlatılamayan ekonomik krizlerin, genetik bozuklukların, salgın hastalıkların, sömürge savaşlarının, kimlik ve bağımsızlık kaybının habercisi gibidir. Birçok eseri “ve bir daha hiç savaş olmadı” gibi iyimser bir mesaj barındırsa da maalesef onun eleştirdiği toplumsal olayların sonu hiç de düşündüğü gibi sonuçlanmaz/ sonuçlanmamakta.

İlk defa 1904 yılında yayımlanan “Körler Ülkesi”nin günümüz modern hayatı ile paralelliklerini hikâye üzerinde en ufak bir değişiklik yapmadan okuyabiliyor olmamız ise H.G. Wells’in neden zamanlar ve coğrafyalar üstü bir yazar olarak görüldüğünü bir kez daha hatırlamak için önemli.

“Körler ülkesinde tek gözlü insanın kral olduğunu söyleyen oldu mu size hiç?”

“Kör de ne?” diye sordu kör adam omzunun üstünden fütursuzca.

Bize verildiğini düşündüğümüz yeteneklerin, duyuların hatta sahip olduğumuz tüm teknolojilerin bizi daha özgür yaptığı düşüncesine güçlü bir eleştiri getirme yoluna gidiyor Wells bu uzun hikâyesinde. Üstelik tıpkı Görünmez Adam ya da Zaman Makinesi’nde olduğu gibi çift taraflı bir okumanın da mümkün olduğu bir hikâye söz konusu. Bir tarafta “Körler Ülkesi”nde görmek kelimesinin bile bir anlam ifade etmediği insanlara görmenin ne demek olduğunu anlatmaya çalışan Nunez diğer tarafta vadiye gelen yabancıdan bağımsız kendi sakin hayatlarını devam ettirmeye çalışan Körler Ülkesi sakinleri. Nunez’in tamamen bir yabancı olduğu ülkede– şehre gelen yabancı imgesine Wells’in birçok metninde olduğu gibi burada da rastlıyoruz- eksik hatta deli olarak görülmesi ise toplumun neyi normal ya da sağlıklı kabul ettiğine göre kişinin kendisini değiştirmek zorunda kalması konusuna da dolaylı bir eleştiri getiriyor.

Çağdaşlarından G.K. Chesterton başta olmak üzere birçok yazar ve eleştirmen tarafından metinlerini mesajlarla doldurmakla eleştirilse de Wells bildiğimiz Wells, distopya ve ütopyayı aynı öyküde biraraya getirmeyi başarabilen belki de tek yazar.

 

Yazının ana görseli olarak Liam York'un "Hand- Eye Coordination" adlı işi kullanılmıştır.