Okurla artık kavuşma zamanı: Homer Kitabevi

Ayşen Boylu: Biz, sadece Beyoğlu'nda olmadığımız için ayakta durabiliyoruz. Eğer ben sadece bu kitabeviyle kalmış olsaydım, şimdiye kadar biz de kapanmış olurduk

Yirmi üç yıldır Galatasaray, Yeni Çarşı Caddesi’nde sessizce duran ama içeri girdiğinizde sizi büyüleyen bir kitabevi Homer. İki yıl önce, ilk yerinden biraz daha aşağı taşınıp üç katlı yerine geçtiğinden beri kitapseverlerin daha sık uğradığı ve hayran kaldığı bir kitabevine dönüştü. İngilizce kitapların çeşitliliğiyle de diğer kitabevlerinden ayrılan Homer Kitabevi, özellikle arkeoloji, tarih, fotoğraf ve sanat alanlarında öne çıkıyor. Giriş katının sadece çocuklara ayrıldığı, asma katında sosyal bilimler ve edebiyat kitaplarının olduğu, ikinci katta ise felsefe, sosyoloji, psikoloji, arkeoloji, tarih, Türkiye, fotoğraf, sanat ve yemek kitaplarının bulunduğu Homer Kitabevi’nde kurucusu Ayşen Boylu ile buluştuk. “Ben burada nefes alabiliyorum” diyen Boylu, hemen hemen her gün kitabevinde ve insanları en üst kattaki geniş masada ve özellikle cumbada kitap okumaya, vakit geçirmeye bekliyor. Bir süredir yalnızlaştırılan Beyoğlu’nun artık yeniden canlanması gerektiğini düşünen Boylu ile Homer Kitabevi’nin dünden bugüne hikâyesini dinledik.

Homer Kitabevi, Beyoğlu’nun en eski kitabevlerinden biri. Sizin hikâyeniz nasıl başladı?

ODTÜ’de şehir planlaması lisansının ardından arkeoloji üzerine master yaptım. Arkeoloji ve şehir planlamayı bir araya getirerek bir şeyler yapma hedefindeydim. O esnada Kültür Bakanlığı’nda koruma plancısı olarak çalışıyordum. Önce Ankara’da sonra İstanbul’da kurulda çalışmaya başladım. İstanbul’dayken de doktoramı İTÜ’de yapıyordum. Doktora derslerim şahaneydi. Derslerimize Doğan Kuban gibi isimler giriyordu. Doktoramı yaparken kurulda artık tıkanmaya başladım. İdealist olmak da bir yere kadar… Bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz ama dünya farklı dönüyor. Kitabevi ve kafe olursa, hem çok kitap okurum hem de doktoram biter diye düşündüm ve o işten ayrılıp kitabevi açayım dedim. Aslında her bağımsız kitabevi açanın hikâyesi gibi benimki de; ticaretle tamamen uzak, romantik bir yaklaşımla… 1995 yılında eski eşimle birlikte bu caddenin başındaki yerde açtık. O zamanlar çok fazla kitabevi-kafe yokken, Homer Kitabevi bir kitabevi-kafe olarak başladı.

Kitabevinde Türkçe kitapların yanında İngilizce kitap seçkiniz de önemli bir yer tutuyor. İngilizce kaynak konusuna eğilmeye nasıl karar verdiniz?

Biz açılırken şöyle bir sıkıntı vardı; şimdi yeni nesle masal gibi geliyor, o zaman internet yoktu. Bir tez üzerinde çalışırken İngilizce anlamında çeşit bulabileceğiniz kütüphane ve kitabevi de çok fazla yoktu. Tübitak’a anahtar kelime verirdiniz, o kelimeler sonucunda size bir liste gelirdi. Siz o listeye acaba nasıl ulaşsam, o kitaplar doğru mu değil mi diye düşünürdünüz. Çünkü içindekileri bile göremiyorsunuz. Sonra yurt dışındaki akrabalara, arkadaşlara bana bu kitabı getirir misin demeye başlıyorsunuz. Öyle Amazon da yoktu. Kitaba ulaşmak konusunda, benim de böyle sıkıntılı akademik bir yaşamım oldu. O sıralar İngilizce kitap ithalatı Türkiye’de yeni yeni başlamıştı. Ben de kitabevini açtığımda ilk hedefim aslında İngilizce kitap üzerine bir koleksiyon oluşturmak ve benim gibi sıkıntı yaşayan okurlara kitapları ulaştırabilmekti. Eylül 1995’te kitabevini açtım, Ekim 1995’te ilk Frankfurt Kitap Fuarı’yla başladım hayata. Frankfurt’u içimize sindirdik, o kitap kokusunu hücrelere indirdik. Sonra da hızla İngilizce kitap ithal etmeye başladık. Açılışta Türkçe kitap daha yoğundu, talep doğrultusunda ve mekânın kısıtlılığı nedeniyle İngilizce kitapları artırıp Türkçeyi azaltmak zorunda kaldık.

Hep şu mantıkla ilerledim ben aslında; bir konuyu güzel yapan başka bir bağımsız kitabevi varsa, yeni alan açmak en doğrusu. Ne onun işini kısıtlamak ne kendi işimizi kısıtlamak… Yeni alana doğru kaymak daha güzel. Dolayısıyla biz Beyoğlu’nda kitap çeşitliliği anlamında da birbirimizi hep bütünledik.

Sonra üniversitelerde kitabevleri açtınız değil mi?

Evet, 1999’da Sabancı Üniversitesi’nin ilk yılında onlarla çalışmaya başladık. Ders kitabı işine girişimiz de Sabancı Üniversitesi ile başladı. İlk gününden beri onlarla çalışıyoruz. Ders kitabı haricinde buradan farklı bir konseptle kırtasiye, öğrencilerin ihtiyacı olan şeyler var. 2003’te İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin tüm kampüslerinde yer aldık. Geçen sene onları kapattık. Zaman içinde Işık, Özyeğin Üniversitelerinde de şubeler açtık. Bir dönem 13 kitabevine kadar ulaştık. Altı-yedi yıl önce de Ankara’daki kitabevini açtık. Şu an dört kitabeviyiz; burası, Ankara, Sabancı Üniversitesi ve bir de Borusan Çağdaş Sanat Müzesi’nin içindeki butik.

Kitabevinde yoğunlaştığınız Arkeoloji, Tarih, Bizans Tarihi, Türkiye gibi belli başlı alanlar var. Bu bölümlerde yayıncılık da yapıyorsunuz. Bunu tercih etme sebebiniz nedir?

Evet, yayınevi arkeolojiyle başladı. Neden? Ayşen, arkeoloji okuduğu için. Arkeolojide nelerin eksik olduğunun çok farkındaydım. Biz o kitapları ithal edip getirmeye başladığımızda öğrenciler o İngilizce kitapları alıp okuyamamaya başladılar. İngilizce bilmiyorlar ama o kitapların içindeki slaytları görüyorlar, onlara ihtiyaçları var ama devamını da okumaları lazım. İngilizce bilenler zaten okuyor ama ya bilmeyenlere ne olacak? Bizim çevirilerimiz de öyle başladı. Az ama kıymetli yayınevlerinin arkeoloji yayıncılığı vardı. Biz de onların arasına katıldık böylece. Yavaş yavaş koleksiyon arttı. Diyelim toplantılar esnasında bir öğretim görevlisinden öğreniyoruz ki, bir konuda çocukların açığı var, öyle öyle konular elimizde çeşitlendi. Arkeoloji temelimiz böyle gelişti. Kitabevindeki de öyle gelişti tabii.

Homer Kids” de kitabevinde önem verdiğiniz bölümlerden biri…

Evet, başından beri Homer Kids benim için çok önemli. Çocukta Türkçeyi hep bıraktık. O biraz da okurdan da geldi, “Sizin seçkiniz güzel, daha güvenerek alıyoruz, Türkçeyi bırakmayın” dediler. Öyle olunca biz de hem İngilizce hem Türkçe devam ettik. İngilizcede de açıldığımızdan beri önemli bir seçkimiz var.

Kitabevi açmak sizin açtığınız zamanlarda da zordu ama son yıllarda bir kitabevinin, hele Beyoğlu’nda ayakta kalması oldukça güç. Siz nasıl ayakta duruyorsunuz?

Tabii en zor soru bu. İşin bir duygusal tarafı var, bir de maddi tarafı var. Maddi tarafı olmadığı müddetçe duygusal bir doyuma ulaşabilmeniz mümkün değil. Bir kere biz, sadece Beyoğlu’nda olmadığımız için ayakta durabiliyoruz. Eğer ben sadece bu kitabeviyle kalmış olsaydım, şimdiye kadar biz de kapanmış olurduk. Ama burayı ayakta tutabilmek için burayı besleyen başka şeyler bulmak zorundaydım. Burası hiçbir zaman, buradaki müşteriler sayesinde ayakta kalamıyor ne yazık ki. Hele hele son üç-dört yıldan beri bizim okurumuz buraya gelmeyerek bize, ‘kapat da git buradan’ der gibi yorumda bulundu. Bu aslında çok acı. Kiminle konuşsam, herkes “Biz artık hiç Beyoğlu’na gelmiyoruz”. E ama biz varız… Gelin lütfen. Yani bizi burada bıraktınız, yapayalnız. Herkes Kadıköy’e, Beşiktaş’a gidiyor. Tabii haksızlar da diyemiyorsunuz. Çünkü ne oldu, Beyoğlu’ndan kültür çıkarıldı. Eskiden şöyle bir alışkanlıkla geliyordu herkes; sinemaya giderlerdi, çünkü Avrupa sineması buradaydı. Çok harika kafeler vardı, hâlâ var. İnanılmaz tiyatro vardı. Şimdi tiyatrolar da karşıya kaçtı. Sergi salonu sayısını hatırlamıyorum, her yerde sergi gezebiliyordunuz. Şimdi çok şükür ki büyükler hâlâ burada, onlar da gitmesin lütfen. Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nin restorasyon aşamasında bile biz nasıl sıkıntı çektik… Açıldıktan sonra, oh dedik, iyi ki geldiler. Çok mutluyuz tekrar. Ben İstanbul Modern’in geçici olarak Beyoğlu’na gelmesinden dolayı da mutluyum. Aşağısı da bize yakındı ama öyle değil işte. Sanatı Beyoğlu’na çekmek gerekiyor. İnanılmaz güzel konserler vardı. Borusan Oda Müziği konserleri vardı, Akbank hâlâ devam ettiriyor ama o kadar azaldı ki. Ama Maslak’taki bir yere gidebiliyor herkes. Beyoğlu’ndaki o kültürü siz alıp çıkarınca dımdızlak kaldık. Sadece kitabevine kimse gelmiyor. Eskiden çoluk çocuk Cihangir’de yaşayan pek çok aile vardı. Bizim inanılmaz çocuk müşterimiz vardı. Son yıllarda çocuk müşterimiz de kalmadı. Çocuklar için etkinlikler yapmak istiyoruz, şahane şeyler geliyor aklımıza fakat hangi çocuk gelecek diye endişe ediyoruz ve hep ayak diriyoruz. Çünkü etrafta yaşayan, oturan aile kalmadı.

Bir de bu kitabevinin 23 yıllık bir geçmişi var. Eskiden bizim oldukça büyük bir yüzdemiz yabancı müşterilerden oluşuyordu. Türkiye’de yaşayan yabancı gazeteci, bilimsel bir araştırmacı ya da çok sevdiği için kalanlar... Hatta Homer onlar için bir buluşma yeri gibiydi. Ayşen’e git o sana söylesin, neyini nereden alacaksın, evini taşıyacaksan sor Ayşen’e söyler o sana. Bütün yabancıların sorununu çöz Ayşen şeklinde gibi bir durumumuz vardı. Sonra işte yavaş yavaş gittiler. Şimdi zaten Türkiye’den de gittiler. Öyle olunca o müşterilerimizi, aileleri kaybettik. Gitgide burada yoksunlaşıyoruz. Okurlarımızdan çok uzakta kaldık.

Geçen sezon yapmaya başladığınız çeşitli sohbetler tekrar hareketlendirdi mi burayı? Neler yaptınız, yapıyorsunuz?

Biz bu binaya taşınınca, “Tamam kimse gelmiyor ama biz o kadar şahane şeyler yapacağız ki, geleceksiniz” dedik ve sohbetlere başladık. Bütün kış sezonu boyunca cumartesi günleri sohbetlerimiz var. İlk olarak “Pişirmiyoruz Konuşuyoruz” sohbet dizimizle başladık. Yemek kültürü üzerine bir sohbet dizimiz var. Buna aşçılar, mekân sahipleri, yemek kültürü üzerine çalışan akademisyenler geldi. Çok hoş, çok güzel sohbetler yaptık burada.

Diğer sohbet grubumuz, Boğaziçi Üniversitesi hocalarıyla yaptığımız “Kitaplar Arasında” programımız. Boğaziçi Üniversitesi’nden kitabı yayımlanan hocalarımızla sohbetler yapıyoruz. Bu da çok güzel oldu.

Üçüncü grubumuz Homer olması sebebiyle, “Sözcüklerle Antikçağ” sohbet grubumuz. O tabii doldu taştı, çok efsaneydi. Salon sohbeti kültürü de çok farklı zaten. Bu, hepimize iyi geldi. Bize iyi geldiği gibi okurlarımıza da iyi geldi. Acaba gelen olur mu demeden, biz bunu yapalım dedik. Bir araya gelmek bizim ruhumuza iyi geliyor. Ve katılan konuşmacı da, okur da, dinleyici de herkes aynı şeyi söylemeye başladı. “Ne olur siz bunu bırakmayın, çünkü bir arada olmak iyi geliyor” dediler. Ve herkes takip etmeye başladı. Bu sene için bambaşka projeler var. Herkes bir konuda kendini anlatmak istiyor aslında. Dinlemek isteyenler de var. Onun için bir imkân.

Çocuklar için var mı etkinlik planlarınız peki?

Çocuklara hep biraz geri durduk. Ama bu sene çocuklar için etkinlik yapmaya da başlayacağız. Ekim ayı gibi çocuklarla felsefe yapacağız. Bunlar çeşitlenerek devam edecek. Bunlar, “Ben Beyoğlu’na gelemiyorum” cümlesini olumluya çevirmek için bizim attığımız adımlar. Umarım gelir herkes.

Bir dönemdi diye düşünebiliriz. Yeniden toparlanıyor Beyoğlu aslında…

Evet, evet. Bir okurumuz, “Beyoğlu Zümrüdüanka kuşu gibidir, küllerinden tekrar doğar Ayşen hiç merak etme. Tekrar güzelleşecek, böyle gitmez” dedi. Ben de hep onu düşünüyorum. Bir de tabii 20 küsür yıldır buradayım. Çocukluğum da çok yakın bir yerde geçti. Dolayısıyla da o iniş ve çıkışlarını biliyorum. Beyoğlu hep bir inişe geçti ama sonra da çıkışa geçti. Onun için ben de bekliyorum. Tek eksiğimiz, buraya sanatı geri koymak.

Siz kitabevinde internete veya zincir kitapçılara karşı koymak adına indirimler, kampanyalar uyguluyor musunuz?

Tabii ki var. Hiçbir zaman internetle savaşabilmeniz mümkün değil. Benim kendi kitabımı bile, benim verdiğim fiyatın altına satıyor, zarar ederek... Biliyorum çünkü ben veriyorum. Ama biz de okurlarımız madem buraya kadar gelmiş, biz de kitabevimizdeki bütün Türkçe kitaplarımızda yüzde 15 indirim yapıyoruz. Kendi yayınlarımızda zaten yüzde 25 indirimimiz var. Dolayısıyla gelen okuru mutlu etmeye çabalıyoruz ki, lütfen gelmeye devam etsinler. Burası bir buluşma noktası olsun istiyoruz. O söyleşiler biraz da o nedenleydi. Biz birtakım teknik nedenler yüzünden kahve çay hizmeti veremiyoruz, ancak seve seve ikram ediyoruz. Yeter ki gelsinler şu masayı kullansınlar, cumbayı kullansınlar. Cumbada oturup kitap okuyanlara çok mutlu oluyorum.

İnternet üzerinden kitap satışı kitabevlerini sizce nasıl etkiliyor?

En büyük sorun. Ben yurt dışındaki bağımsız kitabevi gruplarına da üyeyim. Her gün, dünyanın her yerindeki bağımsız kitabevlerinden aynı şey yazılıyor. Hele geçen gün yazılan şeyin aynısını biz de yaşıyoruz. Bir gün müşteri listeyle gelmiş, arkasında da kasa kuyruğunda üç kişi daha varmış. O listedeki 10 kitabın fiyatını tek tek sormuş ve sorarken de, kendi telefonundan Amazon’a bakmış. Sonra, “Bunların hepsi Amazon’da daha ucuz” deyip o kadar insanı bekletip çıkıp gitmiş. Şimdi bunu bütün dünyadaki bağımsız kitabevleri böyle yaşıyor. Bizim hiçbirimizin internetle baş edebilmemiz mümkün değil. Bizim de kendi internet satışımız var ama yani…

Dolayısıyla internet bizim ciddi sıkıntımız. Bizim kendi kâr marjlarımızı zincir mağazalar ya da internetle kıyaslayacak bir durumumuz yok. Biz kendimizi onlarla kıyaslamıyoruz. Hiçbir zaman kıyaslamadım da, kendimi olumsuz bir moda da sokmadım. Çünkü bizim burada verdiğimiz hizmet çok daha farklı. Bizim buradaki çalışan arkadaşlarımız İngilizce biliyorlar, kitap okuyorlar. Bir kitap sorduğunuzda genelde temel yazarları, temel kitapları bilirler. Hatta bazılarını bilgisayara bile bakmaz, direkt raftan çıkarırlar. Aslında okurun da biraz daha indirim talebiyle o kitabevini köşeye sıkıştırmaya da hakkı olmadığını düşünüyorum. Onların da onu anlaması lazım, ki bizim okurumuz anlıyor bence. Biz öyle çok sıkıntılı durumlar yaşamıyoruz. Biliyorlar artık bizi. Ama burada birazcık daha indirim pazarlığına gidilince, bu sefer siz gerçekten köşeye sıkışıyorsunuz. O gün o parayı kazanmak istiyorsunuz, o müşteriyi kaybetmek istemiyorsunuz. Bireyselsiniz zaten, arkanızda bir güç yok. Kendinizsiniz, o kazandığınız paralarla ayakta duruyorsunuz, o insanların maaşları onlarla ödeniyor. Dolayısıyla da her pazarlık birazcık daha o kitabevlerini köşeye sıkıştırmak demek.

İnternet ne yaparsa yapsın, okur oradan mı almak istiyor, ne yapayım oradan alsın. Bizimki farklı bir ortam zaten. Biz farklı bir şey yapmaya çalışıyoruz. Hep onu söylüyorum; buraya gelmenin ruha iyi gelmesi lazım, sizi iyileştirmesi lazım. Burada mutlu olmanız lazım. Yoksa evde bilgisayarınızın başında her şeyi alabilirsiniz.

Kitabevinde gezerek, kitaplara dokunarak, bir kitaptan diğerine geçerek kitap satın almanın hâli bambaşka…

Tabii ki bambaşka bir şey. Onun için çocuklara kitap ve kitap kültürünün aşılanması çok önemli. Ben bu işe başladığımda Enis Batur bana dedi ki, “Ayşen, 500 okur vardır Türkiye’de, seni besleyecek olan onlar, daha fazlası olmaz.” Doğruymuş yani. Şimdi genç nesil lazım. Genç nesle bakıyorsunuz, genç neslin bir kısmı pırıl pırıl ama bir kısmı da tamamen uzak yetişiyor. O da bir kültür meselesi. Evde siz televizyon seyrederken çocuğunuza kitap oku derseniz, o çocuk kitap okumaz, televizyon seyreder. Ama siz televizyonu açmayacaksınız, siz kitap okuyacaksınız, ister okusun ister okumasın. Sizi görecek, bir müddet sonra sizin peşinizden gelmeye başlıyor zaten. Ben bunu bilfiil kendi çocuğumda yaşadım. Evet, her çocuk da bir değildir. Kimisi tamamen uzaktır, ona yapılacak bir şey yok. Onun alanları farklıdır, ona da çok saygı duyuyorum. Dolayısıyla çocuk onu seviyorsa, onu okusun. Siz de sınırlandırmayın. Belki siz edebiyattan hoşlanırsınız ama çocuğunuz bilim kitapları okumaktan hoşlanır. O zaman sen bunları oku demenin bir anlamı yok. Çocuklara gençlere o duyguyu vermek lazım.

Beraber çalıştığınız arkadaşlarınızın kitap okumasını önemsiyorsunuz. İşe alırken kriterleriniz neler?

Biz işe alırken sohbet ediyoruz. Kitap okuyup okumadığını o an için farklı şeylerle öğreniyorum; ne okuyor ne okumuyor, ne kadar yakın ne kadar uzak. Bize şöyle diyenler var, “Ben kitap okumayı çok seviyorum, onun için burada çalışmak istiyorum.” Kusura bakmayın burada sizi kitap okumak için işe almıyoruz. Kitap okuma işini özel zamanlarınızda yapacaksınız, burada okumayacaksınız. Öyle de bir esprimiz var. Ama genelde kitap okumayan burada çok barınamıyor. Sıkılıyor, akşamı edemiyor. Biz de sıkılıyoruz. Öyle bir birikimi yoksa yollar ayrılıyor. Bizim burada bir ritüelimiz var. Hele bir dönem iyice abartmıştık, sabah ben geç kalıyorum, beni arıyorlar, “Ayşen Hanım nerede kaldınız?” diyorlar. Çünkü sabah kahve yapılır, bütün ekip bir araya gelir ve bir önceki gece okuduklarımızı konuşurduk. Bunun adı da antikite sohbetleriydi. Bizim çalışan ekibimizin de çoğu da arkeolog. Dolayısıyla da Bizans üzerine okurken biri Roma imparatorları üzerine bir şey okuyor, öbürü tez yazıyor zaten. Arada roman okuyan var. Herkes de çok okuyor bizde. Sabah kendimize gelme seansımız var. Şimdi de sosyal medyada video çekmeye başladık ama biraz çekiniyor herkes. O iş zormuş. Onun için çekebilenleri çektik ama devamı gelmiyor. Ama biliyorum ki herkes çok okuyor. Bakıyorum akşam o onu almış, o onu okuyor, ertesi gün konuşuyoruz. Herkes birbirinden de etkileniyor.

Biz ne okursak kitabevinde de onun satışı artıyor. Bizim çok satanlarımız da, gerçekten enteresan kitaplar oluyor. İngilizcede mesela felsefede Being and Time, Critic of Pure Reason çok satar bizde.

Kitabevinin girişinde duvarda dizili kitapları neye göre seçiyorsunuz? Sizin okuyup beğendikleriniz mi?

Yeni gelenleri girişe koyuyoruz, görünsün diye. Her zaman için kitabevinde mekân sıkıntısı yaşıyoruz. Yeni gelenler diye ayıracak bir mekânımız çok fazla olamıyor. O nedenle konular, kendi konularının içine geliyor. Ama öyle bir okuyucu kitlemiz var ki, ben oraya bir kitap koyuyorum, bu yeni gelmiş diye alıyor onu oradan.

Butik yayınevleri bir yandan var olma savaşı verirken bir yandan da kitabevlerinde görünür olmaya çalışıyorlar. Siz onlara destek veriyorsunuz değil mi?

Tabii, en önemlisi onlar bence zaten. Bu hep birlikte gelişen bir şey. Özellikle var olma savaşı verenler en öncelikte. Çünkü zaten temel yayınevlerini her yerde bulabiliyorsunuz. En çok satanları da her yerde bulabiliyorsunuz. Bir dönem ben ısrarla çok satanları hiç almıyordum. Sonra kızdı müşteriler, öyle olunca biraz biraz koyduk. Bizim çok satanlar burada bir tane satar. Var mı, var demek için. Ama butik yayınevleri, çok hoş işler yapıyorlar. Çok kıymetli. Nasıl zor olduğunu çok iyi biliyoruz. Onun için de onların yaptıkları her kitap, var olabilmesi ve görünürlüğü açısından öbüründen daha kıymetli gibi geliyor insanlara.

Dünyada da epey yaygın olan “blind date with a book” uygulamasını Türkiye’de de yapan bir kitabevisiniz. Bu sürpriz kitaplarda satışlar nasıl?

Evet, onu da ilk bizim arkadaşlarımız başlattı. Çok güzel yaptılar ve öyle de devam ediyor. Onun satışları enteresan bir şekilde çok güzel. Herkes çok sevdi fikri. Her şeyi alt kattaki ekip yapıyor. Bu mantık çok hoşuna gidiyor herkesin. Evet istediğiniz kitabı alıyorsunuz, konu kitap yazar odaklı gittiğinizde sorun yok. Ama bir de kendinize arada sürpriz yapın yani. Hiç tahmin etmediğiniz bir şey çıksın içinden.