Denizin içinde bir külliye: Şemsipaşa

"Cumhuriyet’in ilk yıllarına minaresi kaidesine kadar yıkık, cami ve medrese kubbeleri çatlak, türbe kapısı ile ön duvarı çökmüş, içerisindeki kabartma yazılar kırılmış, sıvaları dökülmüş bir yapı olarak ulaşan, köpeklerin mesken tuttuğu, hayvanların otladığı bir harabeye dönen bu metruk külliye, İbrahim Hakkı Konyalı’nın 7 Nisan 1938 tarihli Tan gazetesinde 'Koca Sinan’ın Ahır Yapılan Son Eseri' başlığı ile yayınlanan yazısına konu olur."

Mimar Sinan ve Üsküdar’daki Şemsipaşa Külliyesi, deniz kenarında bulunan küçük rıhtımında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sürdürülen çalışmalar nedeniyle bu ay başında gündeme geldi. Daha önce 2015’te Kadir Topbaş belediye başkanı iken yapılan “dolgu yol” projesi kapsamında külliyenin önüne kazıklar çakılmış, bu çalışmanın yapıda zararlar oluşturması ile proje durdurulmuştu. İBB yetkilileri yapının tarihi özelliklerini korumaya devam edeceğini, günümüzde kullanılan yolun güvenli olmaması nedeniyle bir çalışma başlatıldığını ve kesinlikle dolgu yol yapılmayacağını açıkladılar.

Dünyanın en büyük mimarlarından sayılan Mimar Sinan’ın onca depreme, onca hoyratlığa rağmen yüzyıllardır ayakta duran yapılarına, Sinan sanki istese yapamayacakmış gibi değişiklikler, ekler yapmak tek kelime ile mimara haksızlıktır.

Şemsipaşa Cami’nin son cemaat yerinin siyah camlarla kapatılması, sonradan kaldırılması; tıpkı Mihrimah Sultan Medresesi’nin bacalarına klima takılması gibi çok yakın zamanda yaşanan örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısacası geride böylesi görkemli eserler bırakan; ibadethaneler, köprüler, saraylar, kervansaraylar, imârethaneler, dârülşifâlar, su yolları, çeşmeler, hamamlar… yapan hem Selimiye Camii gibi devasa, hem de Şemsipaşa Camii gibi küçük bir yapıyı inşa eden ve üstelik iki yapıda da insanı etkileyen, kendine hayran eden bir mimarın insanı ve hayvanı önceleyen mimari anlayışına saygı duymamak mümkün mü? Yaptığı yapıların dış cephelerine kuş evleri, çeşmelere kedi ve köpekler su içebilsin diye yalaklar yapan bir mimar...

Fotoğraf: Ali Saim Ülgen, 1944, SALT Araştırma.

Sinan’ın tarihsel ve sanatsal önemini bir başka yazıya bırakıp, mimarlık tarihimizde önemli bir yeri olan Şemsipaşa Külliyesi’ni üzerine yazılmış kitaplarda konaklayarak kısa bir yolculuğa çıkalım…

Önce yapı hakkında kısa bir bilgi ile başlayalım. Evliya Çelebi, Seyahatname isimli ünlü eserinde şöyle der:

“Şemsi Paşa Camii leb-i deryada küçük bir camidir. Amma o kadar şirin bina olunmuştur ki, geriden gören bir kasr-ı müzeyyen zanneder. Mimar Sinan binasıdır. Şemsipaşa medresesi ve darülkurası da Mimar Sinan’ındır.”

Çelebi’nin bu şektilde anlattığı benzersiz yapı, Sinan’ın ölümünden sekiz yıl önce 1580 yılında tasarlanmış ve deniz kıyısına inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın Şemsi Paşa için tasarladığı en küçük külliye olan Şemsipaşa Külliyesi; cami, medrese ve türbeden ibarettir. Osmanlı klasik dönem mimarisi içerisinde önemli bir yeri bulunan külliyeyi, Sinan’ın diğer külliyelerinden farklı kılan sadece küçüklüğü değil, plan yerleşimlerinin asimetrik olmasına karşın külliye yapılarının birbirine uyumlu kurgulanmış olmasıdır. Külliye ince mimarisi ile aynı zamanda Üsküdar manzarasında da önemli bir yer edinmiştir. Bilinmeyen bir nedenle bu yapıya kuşlar konmadığı için “Kuşkonmaz” ismiyle de anılan cami, 8x8 metre ebatlarında kare planlı, tek kubbeli, kesme taştan bir yapı olup, kubbesi sekiz yüzlü bir kasnağa oturmaktadır. Caminin tek minaresi, yapının köşesinde yer alır. Sinan, deniz kenarında bulunan yapının kayması tehlikesine karşı mihraba hareketli iki küçük sütun yerleştirmiştir. Kayma halinde sütunlar dönmeyecek ve uyarı sistemi devreye girecektir.

Cami ile türbe birbirine bitişik tek bir yapı halinde tasarlanmıştır. Üç cephesi avluya açılan yapının biri deniz, diğeri park yönüne açılan iki kapısı vardır. Yapının deniz kenarındaki duvarında Şemsi Paşa’nın türbesi bulunmaktadır. Medrese, 29 Mayıs 1953’te kütüphane binası olarak düzenlenmiştir ve halen Şemsipaşa Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir.

Külliyenin bânisi Şemsi Ahmed Paşa’dan da kısaca söz edelim. Osmanlı döneminin renkli simalarından sadrazam, vezir, tarihçi, şair ve avcı Şemsi Ahmed Paşa, 1492 doğumludur. İskendiyaroğullarından Kastamonu Beyler Beyi Kızıl Ahmed Bey’in torunu, Mehmed Mirza Paşa’nın oğlu olan Şemsi Ahmed Paşa, Kanuni Sultan Süleyman döneminden başlayarak çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştur. Valilik, Şam, Rumeli ve Anadolu beylerbeyliği yapan paşa, Kanuni, II. Selim ve III. Murad'ın musahibi (danışmanı) olmuştur. Türkçe ve Farsça şiirler yazan Şemsi Ahmed Paşa’nın tarih yazmalarının yanı sıra bir divanı da bulunmaktadır. 1580’de vefat etmiş ve adına yapılmış olan türbeye gömülmüştür.

Yazar Sermet Muhtar Alus, İstanbul Kazan Ben Kepçe isimli kitabında Şemşipaşa Külliyesi’ni ve 1930’ların Üsküdar’ını anlattır. Alus’un, 14 Şubat 1939 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan yazısından birkaç satırı okuyarak kısa yolculuğumuza devam edelim:

Şimdi Üsküdar’ı beraber gezeceğiz. Evvelâ Marmara’ya doğru yalı boyunu tutalım. İskele Camisi veya Cami-i Kebir, Kanunî Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın. Önünde ve duvarına bitişik arsada, birkaç sene evvel kazma küreğe kurban giden büyük debboyu IV. Murad (1623-1640) Bağdad seferine çıkmadan önce, ordunun erzakını koymak için yaptırmış. Araba vapuru iskelesinin karşısındaki tarihî çeşmeyi ve şeddadî (büyük) Tütün Deposu’nu, Voli (ağ) Yeri kıyısını geçelim. Evkafça tamir edilen türbe Şemsi Paşa’nın olsa gerek. (…)

Şemsipaşa Meydanı’ndayız. Bahçe duvarları kalan Şemsi Paşa’nın yalısı oradaymış. Paşa, Kanunî’nin (1520-1566) beylerbeylerinden, II. Selim’in (1566-1574) de vezirlerinden ve musahibi (danışmanı); Sokollu Mehmed Paşa’nın düşmanlarından. Meydan, Üsküdar’ın en kalabalık mesire ve piyasa (piknik ve gezi) yeriydi.

Şemsipaşa Külliyesi üzerine ilk sözü Üsküdar kıyılarını bir inci gibi süsleyen bu eşsiz yapıya, yazdığı iki ciltlik Üsküdar Tarihi isimli kitabında geniş bir yer veren İbrahim Hakkı Konyalı’ya bırakalım. İbrahim Hakkı Konyalı’nın Mimar Sinan tutkusu oldukça eski ve büyüktür. Konyalı, Mimar Sinan hakkında 1948’de Mimar Koca Sinan isimli kitabı yazmış, İstanbul’daki Mimar Sinan eserlerini fotoğraflar eşliğinde yazdığı bir kitabı ise henüz basılmamışken, Falih Rıfkı Atay’ın bürosundan çalınmıştır. Konyalı’nın 1984’de vefatına kadar bulunamayan eser, 2016’da gün yüzüne çıkar ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İbrahim Hakkı Konyalı'nın Kayıp Arşivinden – İstanbul'da Mimar Sinan Eserleri ismiyle yayınlanır. Konyalı’nın, kitabında Şemsi Paşa Külliyesi hakkında yazdıklarından bir bölümü aktaralım:

 “Cami, türbe, medrese ve saraydan oluşan Şemsi Paşa Külliyesi Üsküdar'da kendi adını verdiği yerde, deniz kenarındadır. Üsküdar ve Balaban İskeleleri'nin sağında, Marmara'nın bitip güzel Boğaz'ın başladığı yere çok zarif ve hoş bir kuş kafesi gibi oturtulmuş bir tarih yadigârıdır. (…)

Camiin yapısının önündeyiz. Şimdi yerlerinde yeller esen sütun izlerinden ve kaidelerinden öğreniyoruz ki, burada vaktiyle beş sütun üstünde yükselen saçak altında bir son cemaat yeri var idi, Ma'bedden buraya ikisi altta, beş pencere açılıyor. Ma'bed tamamen muntazam kesme taşla yapılmıştır. Kapısının kemeri zambak şeklinde işlenmiş kırmızı Hereke taşı ve beyaz mermerle örülmüştür. Bunun üstünde yine bir taşın çerçevelediği mermerde iki satır halinde şair Ulvî'nin şu iki beyti okunur.”

Kitabede yazılanlara geçmeden önce kitabenin İbrahim Hakkı Konyalı tarafından bulunmasını ve akabinde yeniden kaybedilmesinden birkaç satırla da olsa söz edelim. Prof. Dr. Abdullah Kuran, kitabenin hikâyesini Mimar Sinan isimli kitabında şu satırlarla anlatır:

Şemsi Ahmet Paşa türbesini 1940 yılından önce inceleyen Fazıl Ayanoğlu, kapısının üzerinde iki satırlık kitabesini görmüş ve fotoğraflarıyla birlikte yayınlamıştır. Bu kitabe 1940 onarımı esnasında indirilmiş sonra bir daha yerine konmamıştır. 1974 yılında Konyalı, aynı kitabeyi camiinin güney duvarı önünde yarı toprağa gömülü halde bulmuş ve yerine koydurmaya çalışmışsa da bu girişimi sonuçsuz kalmış ve bu arada kitabe de ortadan kaybolmuştur.

Buna karşılık camiin dört satırlık kitabesi, kapısı üzerinde durmaktadır. Şair Ulvî’nin kaleme aldığı kitabe şöyledir:

Şemsi Paşa eyledi bu câmii bünyâd çün
Umarız kim ola merhûmun yeri Dârüs’s-selâm
Ulvî'yâ hafif görünce didi kim târihini
Secdegâh olsun Habibin ümmetine bu makâm. 988.

Kitabeden cami-türbenin 1580-1 (H. 988) de, aynı yıl hayata gözlerini yuman Şemsi Ahmet Paşa’nın ölümünden kısa bir süre sonra tamamlandığını anlıyoruz.

Şemsipaşa Külliyesi, 1894 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş, ertesi yıl tamir edilmiştir. Daha sonra araya giren “Balkan”, “I. Dünya” ve “Kurtuluş” savaşlarında bakımsızlıktan harap olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarına minaresi kaidesine kadar yıkık, cami ve medrese kubbeleri çatlak, türbe kapısı ile ön duvarı çökmüş, içerisindeki kabartma yazılar kırılmış, sıvaları dökülmüş bir yapı olarak ulaşmıştır. Köpeklerin mesken tuttuğu, hayvanların otladığı bir harabeye dönen bu metruk külliye, İbrahim Hakkı Konyalı’nın, 7 Nisan 1938 tarihli Tan gazetesinde “Koca Sinan’ın Ahır Yapılan Son Eseri” başlığı ile yayınlanan yazısına konu olur. Uzun uzadıya gördüğü harap yapıyı anlattıktan sonra “Koca Sinan”ın en güzel eserlerinden biri yok olmasın diye “ilgililerden” yardım ister:

Bu külliye büyük ve dahi Türk sanatkârı mimar Sinan’ın yapısıdır. Şemsi Paşa da Türk’ün yüksek ve içli bir şairidir. Üstat Sinan ince ruhlu, ince zevkli şaire eserini beğendirmek için sanatının bütün inceliklerini burada göstermiş. Bu manzumede Süleymaniye gibi gövde ihtişamı yok, fakat sanat insicamı var. Hiçbir eserde zarfla mazrufun bu kadar biri birine uyduğu görülmemiştir. Bu külliye Sinan’ın son eserlerindendir, sanatının, dehasının en son tekâmül izlerini burada buluyoruz.

Sinan için ihtifaller yapıyoruz, Onun sanat ve dehasını tebarüz ettirmek için kitaplar hazırlıyoruz. Fakat gözümüzün önünde en muhteşem bir eseri harıl harıl çöküyor da görmüyoruz. Müzemizi, belediyemizi, evkaf idaresini ve bunların başında yüksek koruyucu, tarih kurumumuzu vazifeye çağırıyorum. Birkaç sene sonra ayakta duran enkazı da toprağa uzanacak. İmkân varken büyük şairimizin mezarını, dahi mimarımızın incisini kurtaralım.

Yazı büyük ilgi ile karşılanır. İlgi gösteren, Konyalı’nın yardım çığlığını duyanlardan biri de Mustafa Kemal Atatürk olur. Konyalı, o günleri Üsküdar Tarihi isimli kitabında şöyle dile getirir:

“O sırada Cumhurbaşkanı Atatürk Dolmabahçe Sarayı'ndaydı. Atatürk bunu okumuş ve ilgili daireye emir verdirerek caminin minaresini yeniden yaptırtmış, medreseyi, dershaneyi türbeyi esaslı bir surette tamir ettirmiştir.”

Külliye, 1939-1943 yıllarında Vakıflar Müdürlüğü tarafından yenilenmiş, 2007-2008 yılları arasında da yeniden onarılmıştır. Biz yeniden İbrahim Hakkı Konyalı’ya dönelim. Konyalı, yıkılmak üzere olan külliyenin son halini “korkunç bir cinayet” olarak nitelendirdiği Tan gazetesindeki yazısından sonra Şemsipaşa Külliyesi ile ilgisini sürdürür. Kitabesini arazide kazarak çıkarır, kayıp sütunlarını semt semt dolaşarak bulur… Ancak bütün bu çabaları boşa gidecek, kitabe de, sütunlar da karanlıklara karışacaktır. Külliyenin sütunlarının bulunuşunu, Konyalı’nın Üsküdar Tarihi  isimli kitabından okuyalım:

Ma'bedin kapısının üstünde bir müezzin mahfeli vardı. Bu mahfel çok kıymetli iki sütun üzerinde yükseliyordu. Bu sütunlar, ma'bed arsa sayılarak terk edildikten sonra başka taşınabilir parçalarla birlikte aşırılmıştır. Birisini, 1934 yılında sökerek Şirket-i Hayriye idaresi Üsküdar Meydanına dikmiş ve üstüne de reklâm saati oturtmuştur. Ben bunu buldum ve camiin avlusuna nakl ettirdim. Bunun bir eşi de itfaiye binasında görülmüştü. Onu da aldırtarak getirttim. Bunlar camideki yerlerine diktirilecekti. 1974’de camide, avlusunda bu pek kıymetli taşları bulamadım. Bu az bulunur taşlar yok olmuştur. Cami ilgilileri bunların ne olduğunu bilmiyorlar. Elbette ki çalınmış olacak.

Şemsipaşa Külliyesi tarihine bir katkı da yazar İncicyan’dan gelir. Bir zamanlar caminin aleminin güneş şeklinde bir disk olduğunu çeşitli kaynaklar yazmaktadır. P. Ğ. İncicyan, 18. Asırda İstanbul isimli kitabında Şemsipaşa Cami’nin günümüzde hilal şeklinde olan aleminden söz eder:

Şemsi Paşa’nın adını taşıyan bir padişah sarayı, sahilde de kurşun kaplı kubbeli bir cami vardır. Cami kubbesinin tepesinde, âdet hilafına olarak, hilâl şeklindeki alem yerine, ihtimal banisinin adına izafeten, bir güneş (şems) şekli konulmuştur.

Sırada bir başka Sinan hayranı, Mimar Turgut Cansever’in 2005 yılında yayınlanan Mimar Sinan kitabı var. Turgut Cansever, Şemsipaşa Külliyesi’nin bulunduğu mahalleyi ve Üsküdar’a denizden gelen hemen herkesin görerek hayran kaldığı o görünümü şöyle tasvir eder: 

Şemsi Paşa deniz seviyesinden biraz yukarıda, dalgaların zaman zaman yıkadığı dar bir yaya yolunun iç tarafına, denizle iç içe yaşayacak şekilde yerleştirilmiştir. Sinan’ın bu kararını gerçekleştirmesine, arazinin az olan eğiliminin imkân verdiği görülür. Rum Mehmed Paşa Camii’nin zarif, narin ahşap evlerden oluşan mahalleyi taçlandırmasına karşılık, Şemsi Paşa Camii, kıyıda vadinin bitiminde mahalle merkezini ve binbir kıpırdanmayla sürekli oluşum halindeki Boğaziçi su sathını, küçük fakat yüce yapısıyla alçakgönüllü bir güzellik olarak tezyin eder.

Yazıyı, bir başka Mimar Sinan kitabından, Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun, Sinan Çağı isimli kitabından tek kelime ile tarif etmemiz istense “zarif” olarak nitelendireceğimiz Şemsipaşa Külliyesi’ni anlattığı satırlar ile bitirelim:

Külliye, mimarbaşının mimariyi doğal çevreyle organik olarak kaynaştırmadaki ustalığının çarpıcı bir örneğidir. Alışılagelmiş U-biçimli medrese planının bir kanadını izale ederek, muhteşem manzaralara açılan, L-biçiminde asimetrik bir tasarım yaratmıştır. Cami ile medrese arasında uzanan avlunun denizle ilişkisi, bu iki yapıyı birbirine bağlayan çevre duvarına açılan demir şebekeli dikdörtgen pencerelerle sağlanmıştır. (…) 

Enfes bahçelerle çevrili bir sahil kasrını andıran cami külliyesi, bânisinin mahlâsına gönderme yapan semavî ışık imgeleriyle, dünya ile âhiret arasında köprü kuruyordu. Komşu sarayın bahçe köşkleri ve arka tepedeki Rum Mehmed Paşa’nın eski tarz camisi ile birlikte denizden temaşa edildiğinde, Mimar Sinan’ın tasarladığı çağdaş üslûplu manzuke, şair hâmisinin incelmiş saraylı zevklerini âdâba münâsib bir şekilde yansıtıyordu. Ufak olmakla birlikte nefes kesici bir anıtla, padişahın üstüne titrediği ‘güneş şöhretli’ musâhibi, şânını edebîyen payitahtın siyasal merkezine kazımıştı, her ne kadar ihtiyat icabı konumu şehir dışında kalsa bile.

Denizin dibine yapılmış Şemsipaşa külliyesi, son yıllarda denizden uzaklaştırılmasıyla gündeme gelip tartışılır oldu. Konyalı 1938’de ilgisizlikten yakınıyordu haklı olarak. Şimdi de “ilgililerin” lüzumsuz ilgisi tarihi esere zarar veriyor. Halihazırda Şemsipaşa, kısmen vazifeşinas ve işgüzar belediyeciliğin kurbanı oldu bile: Üsküdar Belediyesinin internet sitesinde şöyle deniyor: “Cami ile Medrese arasındaki avlu bölümünde bir su deşarj rögarı vardır. Bu Mimar Sinan'ın yaptığı eserlerin tümünde tek örnektir. Cami denize yakın olduğu için lodoslu havalarda, avlu duvarını aşıp pencerelerden Cami'ye giren deniz suyu bu rögar vasıtasıyla denize tahliye edilir.”

Yapılan dolgudan sonra bu tahliye sisteminin herhangi bir özelliği ve işlevi kalmamış bulunuyor maalesef.

 • 

 

KAYNAKLAR:

 

Sermet Muhtar Alus, İstanbul Kazan Ben Kepçe, İletişim Yayınları, 1995.

İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, 2 Cilt, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, 1976-77.

Abdullah Kuran, Mimar Sinan, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1986.

Ğ. İncicyan, 18. Asırda İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Yayınları,1976.

Turgut Cansever, Mimar Sinan, Albaraka Türk Yayınları, 2005.

Gülru Necipoğlu, Sinan Çağı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013.

 

GİRİŞ RESMİ:

Şemsipaşa külliyesi (SALT Araştırma)