Min Nevâdiri’l-Kütüb – 12: Irkçılık ile erotizm bir araya gelince...

"Eşitsizlik önce gelir, ırkçılık sonra; eşitsizlik ırkçılıktan değil, ırkçılık eşitsizlikten doğar. Cinsellik de insan hayatının en mahrem, bireylerin varlığına en dolaysız biçimde dokunan alanlarından olduğu için, ırkçılık, cinsellik alanında özellikle yoğun ve güçlü bir biçimde kendini gösterir."

Şöyle bir fıkra anlatılır. On dokuzuncu yüzyılda Afrika’daki bir İngiliz sömürgesine yeni atanmış olan subayın biri, lojmana yerleştikten sonra ordugâhtaki bara gider, yıllardır orada görev yapmakta olan öteki subaylarla tanışır, konuşmaya dalarlar. Birkaç saatlik koyu sohbetten ve çok miktarda whiskey devirdikten sonra albay Babbington kalkar, “Hadi beyler, herkese iyi geceler!” deyip bardan çıkar, ormana doğru yürüyüp ağaçların arasında kaybolur. Bizimki hayretle “Nereye gidiyor yahu gece gece?” diye sorar. “Babbington bir gorille ormanda bir ağaçta yaşar da, yuvasına yatmaya gidiyor” der biri. Bizimki çok şaşırır, “Goril mi? Nasıl yani? Erkek mi, dişi mi?” diye sorar. Beriki “Dişi elbette” diye cevap verir, “Babbington’u sapık mı sandınız?” (İngilizcesi daha matrak: “Female, of course! There’s nothing wrong with Babbington.” Tam çeviremedim.) Bu ayın kitabı bana o fıkrayı hatırlattı. Ama kitabın vurgusu farklı: Burada goriller erkek, insanlar dişi, ve gayet eski ırkçı kalıplara dayanıyor içeriği.

Kitabın başlığı; Human Gorillas: a Study of Rape with Violence (İnsan goriller: şiddet içeren tecavüzlere dair bir çalışma). Demek şiddet içermeyen tecavüzler de varmış, öğrenmiş olduk böylece. Yayınlayan, iki ay önce sözünü ettiğim İngiliz yayıncı Charles Carrington (yahut asıl adıyla Paul Harry Ferdinando, 1867–1921). Yazarın adı “Count [yani Kont] Roscaud” diye verilmiş, şüphesiz müstear bir isim olsa gerek. Kitabın başında ünlü gezgin, yazar, çevirmen, şarkiyatçı Sir Richard Francis Burton’a (1821–1890) maledilen bir önsöz var, ama bu kitap için yazılmamış tabii; eğer gerçekten o yazmışsa, bir yerden araklanmış olmalı. Basım tarihi 1901, ebadı 22 x 14 cm (octavo), xiv + 235 sayfa, bol da resim var içinde. Beş yüz adet basılıp numaralanmış, bendeki No. 194. 

Kitabın konusu bütün yönleriyle cinsel tecavüz olmak iddiasında. Léon-Henri Thoinot’nun Attentats aux mœurs et perversions du sens génital (Irza tecavüzler ve cinsel duyunun sapkınlıkları; 1898) adlı kitabından, muhtelif kaynaklardan, gazetelerden alıntılarla konunun “bilimsel”, tarihî, hukukî, aktüalite boyutları ele alınmış. Ama ben burada kitabın başlığına da yansıyan bir boyutuna eğilmek istiyorum: Irkçılıkla cinselliğin kesişmesi. Bu konu son onyıllarda başta Sander L. Gilman, Ann Laura Stoler, Ann McClintock ve George L. Mosse olmak üzere Joanna De Groot, Abdul R. JanMohamed, Edward J. Larson, Daniel McNeil, Frieda Ekotto, Emily Epstein Landau, Carina E. Ray gibi akademisyenler tarafından eleştirel bir biçimde irdelenmiştir gerçi, ama konumuz olan kitapta eleştirinin “e”si yok. Son derece geleneksel ve tabii ırkçı bir yaklaşım sergiliyor. 

Kitabın ilk bölümü “Gorillerin tecavüz ettiği kadınlar” başlığını taşıyor. Buradaki hikâyelerden, galiba kapak resmine ilham veren birinde bir İngiliz misyonerin genç ve güzel kızını kaçırıp tecavüz eden goril bir yerde kıstırılıp öldürülüyor. Yazarın söz konusu gorile ilişkin şu gözlemi anlamlı: “Yağma ile hayatını idame ettiriyordu ve birden fazla siyah kadını boğazlamıştı, ama Miss Esther’i kaçırana kadar yaptıkları pek ilgi çekmemişti.” Eh, günümüzde “siyah hayatlar önemlidir” diye bir slogan olması tevekkeli değil ya. Başka bir hikâyede bir goril bir Fransız kadına âşık oluyor, karşılık görmeyince de intihar ediyor.

 
Amerikalı kadınlara “Alman gorilleri”nin tecavüz etmesini önlemek için erkekleri gönüllü olarak orduya katılmaya davet eden,  Birinci Dünya Savaşı dönemine ait afiş.

Bölümün en uzun hikâyesinde ise tecavüz yok, Hollandalı bir genç adamla dişi bir gorilin beraberliği söz konusu. Bir çocukları oluyor ve tahmin edilebileceği gibi olay çok trajik bir biçimde sonuçlanıyor. Buradaki alt-metin çok önemli bence: Farklı ırklar arasında evliliğin Amerika’da yasak olduğu, Avrupa’da ise yasak olmamakla birlikte kesinlikle onaylanmadığı bir zamanda söz konusu insan-goril birleşmesinin ırklar-arası cinsel ilişkinin (miscegenation / melezleşme) bir mecazı olarak ele alındığına şüphe yok.

Hukuk ve tarih açılarından tecavüz konusundan söz eden üç bölümden sonra “Siyahların tecavüz etmesi vak’aları” başlıklı bir bölüm var, ki burada asıl konu tecavüzden ziyade tecavüzle suçlanan siyah erkeklerin linç edilmesi.  Bu da ilginç bence, sanki ihtar kabilinden yazılmış. Amerika’da 1960 öncesinde linç edilen binlerce (evet, yanlış okumadınız, binlerce!) siyah erkeğin birçoğu bir beyaz kadına tecavüz ettikleri, bazıları sadece yan baktıkları ya da lâf attıkları iddiasıyla öldürülmüştür, ki bunların çoğunun iftira olduğuna hiç şüphe yok. Günümüzde “linç” kelimesi özellikle Internet bağlamında sıklıkla kullanılıyor ve doğrusu anlamı biraz sulandırılmış durumda. Olayın aslının hunharlığı kelimelerle anlatılacak gibi değil, ama isteyenler örneğin şu kitaplara bakabilirler: Ralph Ginzburg, 100 Years of Lynching(Yüz yılın linç olayları; 1962); Ashraf Rushdy, The End of American Lynching (Amerika’da linçin sonu; 2012); Ersula Ore, Lynching: Violence, Rhetoric, and American Identity (Linç: Şiddet, Belâgat ve Amerikan Kimliği; 2019); Paul Finkelman (der.), Lynching, Racial Violence, and Law (Linç, Irksal Şiddet ve Kanun; 1992).


Emmanuel Frémiet’nin (1824–1910), 1887 Paris Salonu’nda Şeref Ödülü alan Gorille enlevant une femme (Bir kadını kaçıran goril) adlı heykeli.

Daha sonra Fransa’da ve İngiltere’de vukubulan bazı tecavüz olaylarından söz ediliyor, nihayet konu tekrar linçe ve ırka dönüyor. Özellikle son bölüm gayet ilginç: “Pretty English girls who dote on savage Kaffirs.” (Vahşi Kaffirlere düşkün olan güzel İngiliz kızları; Kaffir kelimesi Güney Afrika’da siyahlar için kullanılan ırkçı bir tabirdir.) Aşikâr ırkçılığı bir yana, bu bölümün ilginçliği biraz da dönemin uluslararası sergilerine dair yansıttıkları. Londra’da 1899’da yayınlanmış gazete yazılarına dayandığı iddia edilen metinde söz konusu olan Kaffirler Londra’da, Earl’s Court sergi salonundaki Kaffir kraal (Kaffir yerleşimi) sergisinde figüran olarak bulunan Afrikalılar. Şöyle diyor yazar:

"Bu kadınların bazıları, Afrika’nın vahşi doğasının oğullarını memnun etmek için bütün işve ve nazlarını kullanıyorlar. Son zamanlarda bir Avrupalı kızın göğsünden çiçekler alıp bu zencilerden [burada da ırkçı bir tabir kullanılmış: nigger] birini süslediğini gördük; yetişkin kadınların, ellerini sıkmakla yetinmeyip kollarını bacaklarını hayranlıkla sıvazladığını da. O yoldan çıkmış İngiliz kadınların, serginin, hoş usül ve âdetlerine dair bizi eğitmek iddiasında olduğu bu muhtelif Afrika yerlilerinin kibrini okşamak için yapmayacağı bir şey yoktur. Gerçek bu ki, Earl’s Court’taki Kaffir Sergisi giderek yozlaşarak bir beyaz kadın ziyaretçiler sergisi haline geldi, ve çok da iğrenç bir sergi bu." (s. 234–235)

Carrington’un yayınlarından söz eden, yazarı belirsiz (adı “An Old Bibliophile”, yani “ihtiyar bir kitapsever” diye verilmiş) Forbidden Books: Notes and Gossip on Tabooed Literature (Yasak kitaplar: Tabu edebiyat üzerine notlar ve dedikodular; 1902) adlı kitapta Human Gorillas’dan hayli uzunca söz ediliyor, özellikle de beyaz kadınlarla siyah erkekler arasındaki ilişkiler yerden yere vuruluyor. Gerek İngiliz, gerekse Fransız kadınların Afrikalı erkeklerle kurduğu ilişkiler anlatılıyor ve gerçekten tüyler ürpertici sonuçlara varılıyor:

"Şunu belirtmek isterim ki beyaz ve renkli insanların beraberliği büyük ve gayritabii bir hatadır, ve Amerika’da siyah bir erkek beyaz bir kadına tecavüz ettiği için linç edildiğinde, bu ceza —her ne kadar dehşet verici ise de— sadece suçun kendisi nedeniyle değil, sonuçları nedeniyle de verilir: Doğan melez, ki her zaman vahşiliğin eşiğindedir, bazen de tamamen barbarlığa döner." (s. 60–61)

Nitekim ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının en yoğun bir şekilde tezahür ettiği alan her zaman cinsellik olmuştur; ve melezlik korkusu bu düşmanlığın nedeni değil sonucudur. Yani insanlar ırklarının başka ırklarla karışacağından korktukları için ırkçı olmuyorlar, ırkçı oldukları için saflıklarını ve dolayısıyla ayrıcalıklarını kaybetmekten korkuyorlar. Peki o halde neden ırkçı oluyorlar? Irkçılığın işlevi, mevcut eşitsizlikleri meşrulaştırmaktır. Örneğin 16. yüzyıldan itibaren Amerika’ya taşınan gemiler dolusu Afrikalı kölelerin ten rengi Avrupalılarınkinden farklı olmasaydı, ten rengine bağlı ırkçı düşünceye gerek olmaz, köleliği meşrulaştırmak için başka yollara başvurulurdu. Eşitsizlik önce gelir, ırkçılık sonra; eşitsizlik ırkçılıktan değil, ırkçılık eşitsizlikten doğar. Cinsellik de insan hayatının en mahrem, bireylerin varlığına en dolaysız biçimde dokunan alanlarından olduğu için, ırkçılık, cinsellik alanında özellikle yoğun ve güçlü bir biçimde kendini gösterir. Jamaica doğumlu siyah yazar Joel Augustus Rogers’ın (1880?–1966) yazdığı üç ciltlik Sex and Race (Seks ve Irk; 1940–1944) adlı kitabın konusunun erotizm değil, sadece ve sadece melezleşme olması bu açıdan şaşırtıcı değildir.

  
İstanbul’un Kadıköy semtindeki bir Ermeni kilisesinin duvarı, 2020.

Irkçılık, ten renkleri farklı insanların yok denecek kadar az olduğu Türkiye’de çoğu insana yabancı gelir. Oysa “ırkçı değilim ama” diye başlayan cümleler ülkemizde o kadar sık dillendirilir ki... Yine de Türkiye’de “Öteki”liğin ana belirleyeni ten rengi değil, dil ve dindir. Araplar, Kürtler, Yahudiler, “afedersiniz” Ermeniler, Rumlar ve daha birçokları hor görülmekten nefret edilmeye kadar uzanan geniş bir duygu yelpazesinin nesneleridir Türkiye’de. Bu bağlamda, 2020 yılı Türkiye Eğilimleri Anketi’nin  bazı sonuçlarını hatırlamak yeterli olacak:

Cevap verenlerin, aşağıdakilerden komşu olmayı istemedikleri yahut kesinlikle istemediklerinin oranı:

Kürt                % 13,0
Arap               % 30,1
Yahudi          % 42,9
Rum               % 45,2
Ermeni         % 47,6

Cevap verenlerin, aşağıdakilerden çocuğunun evlenmesini istemedikleri yahut kesinlikle istemediklerinin oranı:

Farklı etnisite   % 33,6
Yabancı              % 35,8
Gayrimüslim     % 46,5
Sığınmacı          % 58,1

Daha ne olsun?

 

GİRİŞ RESMİ:


King Kong
  filminin 1933’te çekilen ilk versiyonu için 1935’te İtalya’da basılmış afişten bir ayrıntı.