Daha az çalışırsak ne olur?

"Lewis ve Stronge, Fazla Mesai’de, çalışma saatlerinin azaltılmasının hem gezegenin nefes almasını sağlayacağını hem de bireyi özgürleştireceğini ve onun insanca yaşamasının yollarını açacağını, böylece daha yaşanabilir bir gezegen için adım atılacağını, daha adil ve eşit bir toplum oluşturulabileceğini, tarihe ve günümüze bakarak dile getiriyor."

02 Aralık 2021 18:38

“Refah devleti” düsturu ve piyasa ekonomisi, kişilere kendilerinin zaman zaman göz ardı ettiği ya da etmek zorunda kaldığı sistematik bir şiddet uyguluyor: İnsanları borca ve borçlanmaya mahkûm eden neo-liberal kapitalist sistem, bireyden yüksek performans, verim ve başarı beklerken, kimseye bunun karşılığı olan ücreti ödememe üzerine kuruyor oyunu. Dahası, bir zamanlar Nazilerin toplama kamplarının duvarlarına yazdığı “çalışmak özgürleştirir” sloganı, şimdilerde örtük olarak yine gündemde. Sistem, “herkes çalışmayı sürdürmeli, çalışmayan dışlanmalı” şeklindeki mottosuyla çarkları döndürüyor.

“Başarının” ve “verimliliğin” ön plana çıktığı düzende, çalışma rutininin ve işlerliğin bozulmaması suskunluk yasasının sürdürülebilirliğine bağlı: “Aldığın paranın hakkını ver ve sistem hakkında asla konuşma.” Bu kurala, “patronu memnun et”i de eklemek mümkün: Hedefler, stratejiler, projeler, denetim, yaratıcılık, farkındalık, kriz yönetimi ve performans gibi anahtar kelimeler, söz konusu “memnuniyette” kilit rol oynuyor.

Uzun çalışma saatlerinin bir tür kültürel ve politik şiddete dönüştürüldüğü sistemde, tüketim ideolojisi de bir kısırdöngüyü tetikliyor: Çok çalış, harcama yap ve tüket, borçlan ve borcunu kapatmak için yine çok çalış…

Neo-liberal kapitalist sistemin verimlilik, tüketim ve üretim için çalışan bir askeri haline gelen Homo Economicus rekabet, ilerleme, konfor ve sahip olma illüzyonuyla ayakta tutulurken, esnek çalışma, disiplin ve bunun sonundaki “üretim” onun itici gücüne dönüştürülüyor. Böylece işveren kâr elde ederken, çalışan da bir rutine bağlanarak şeyleştiriliyor. Başka bir deyişle, üreten, tüketen ve performansıyla var olan bir sistem neferi mertebesine erişiyor.

Yüksek işgücü-düşük ücret formülüyle çalıştırılan bireylerin tükenme noktasına geldiği ve gezegenin yorulduğu bu kısırdöngüden bir çıkış yolu öneriyor Kyle Lewis ve Will Stronge: Çalışma sürelerinin kısaltılması.

Lewis ve Stronge, Fazla Mesai’de, çalışma saatlerinin azaltılmasının hem gezegenin nefes almasını sağlayacağını hem de bireyi özgürleştireceğini ve onun insanca yaşamasının yollarını açacağını, böylece daha yaşanabilir bir gezegen için adım atılacağını, daha adil ve eşit bir toplum oluşturulabileceğini, tarihe ve günümüze bakarak dile getiriyor.

Zaman-yaşam bağlantısı

Lewis ve Stronge, “zaman eşittir para” çemberini kırıp zaman-yaşam bağlantısına atıf yaparken, “Çalışma süresi neden kısalmalı?” sorusuna yanıt niteliğinde bir not düşüyor: “Dinlenebilmek, sevdiklerimizle zaman geçirebilmek, bağımsız etkinliklerde bulunabilmek ve bir patrondan özgürleşebilmek gibi şeylerin hepsi, insan olmak ne demekse onun asli parçalarıdır. Nihayetinde zaman, yaşamdır.”

Çalışma süresinin kısaltılması, Lewis’e ve Stronge’a göre politik bir talep. 1856’da Avusturya’daki taş işçilerini harekete geçiren de böyle bir istekti. Yazarlar bu talebin günümüzde marjinal bir kampanyanın ötesine geçtiğini hatırlatırken, çalışmanın ilkgençliğinden yaşlılığına dek herkesin tüm yaşamını belirlediğini vurguluyor. Neo-liberal kapitalist sistemin bir şekilde köleliği devam ettirdiği, çalışmayı yaşamla eşitlediği ve fazla mesaiyi normalleştirdiği düşünülürse, bahsi geçen talebin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. İş yükünün artması ve esnek çalışma modelinin yaygınlaşması, fakat ücretlerin neredeyse yerinde sayması, çalışma saatlerinin düşürülme talebinin bir başka tetikleyicisi.

Hayatta kalmak için fazla mesainin zorunlu hale geldiği, devlet yardımlarına ve toplumsal dayanışmaya ihtiyacın enikonu arttığı günümüzde, Lewis’in ve Stronge’un dile getirdiği talep de bunlar kadar elzem.

Kısa çalışma süresi yazarlara göre bir başka yönüyle de önemli: “Daha kısa bir çalışma haftası, tek başına yalnızca çalışmaya bir müdahale değildir; o aynı zamanda ev içi ücretli ve ücretsiz, çoğunlukla kadınlaştırılmış emeğin bölüşümünün eşit kılınmasına yardımcı olan feminist bir mesele, yanı sıra da yeşil bir politikadır: Daha az çalışarak ekonomilerimizin süratle karbondan arındırılmasına bir dayanak sağlayabiliriz; bunun diğer pek çok alanda da derin etkileri olabilir.”

Kapitalist sistem, zamanını satın aldığı kişiye bunun karşılığında maaş ödeme düzeniyle ayakta kalırken, niceliği ve kârı ön plana çıkararak bireye ait bir vakit bırakmamakla çarklarını daha hızlı döndürüyor. Lewis ve Stronge tam bu noktadan hareketle, zaman-para ilintisinin zaman-yaşam bağlantısıyla yer değiştirmesi ve kişinin özgürlüğünün öne çıkarılması gerektiğini savunuyor: “Uğrunda çalıştığımız yaşamdan zevk alabilmek için zamana ihtiyacımız vardır ve bu da patronlarımızın ele geçirmek istediği yaşama zamanıdır.” İşverenin tiranlaştığı, işçinin özgürlüğünü yitirip yoksullaştığı bu döngüde, çalışanın izlenmesi, performansının ölçülüp değerlendirilmesi ve hatta yaptırımlarla karşılaşması işe alım sözleşmeleriyle olağanlaştırılıyor. Böylece çalışanların omuzlarına haddinden fazla yük bindirilirken, patronlar da kârını katlıyor.

Karbon ayak izini küçültmek için bir kavga

Verimlilik-üretim-kâr döngüsüne hapsedilen çalışanın kendisine daha fazla zaman ayırma yolunun yalnızca bir patrondan kurtulmaktan geçmediğini, yeni teknolojilere dayanarak iş saatlerinin azaltılması için mücadele etmesi gerektiğini belirten Lewis ve Stronge, bunun da toplumsal talep ve girişimlerle gerçekleşebileceğini hatırlatıyor.

Gereklilikleri ve gerçekleri örtüştürebilmenin zeminine ise insan potansiyelini serbest bırakma isteğinin yerleştirilmesini savunuyor yazarlar. Bunun da çalışma ve kâr merkezli toplum yerine, önceliklerin dengelenmesiyle ve zaman-yaşam bağlantısının kurulmasıyla mümkün olabileceğini söylüyorlar.

İkilinin vurguladığı bir başka nokta ise istihdam-cinsiyet-zaman bağlamında kadınların uğradığı ayrımcılık. İşlerin paylaştırılması ve eşitsizliklerin giderilmesi için çalışma saatlerinin azaltılmasının zorunluluğundan bahsederken kadınların durumunu hatırlatıyor yazarlar: “Modern çalışma dünyası ve ‘resmî’ emek piyasası cinsiyetçi eşitsizlik biçimleri koşullarında yaratılmıştır ve bunların zaman deneyimi açısından bugün de süregelen kapsamlı sonuçları olmuştur. Kadınlar her iki cephede de haksızlığa uğrarlar: Toplumun bel kemiğini oluşturan ücretsiz bakım işlerinin çoğunun yükünü onlar çekerler ve ücretli çalışma dünyasında da erkeklere göre daha düşük seviyede çalışma koşullarıyla karşı karşıya kalırlar.”

Simon Kuper, 28 Ekim 2021 günü Financial Times’ta yayımlanan “A Four-Day Work Week Would Help Save The Planet” başlıklı yazısında, çalışma saatlerinin azaltılması talebine ve bu yöndeki girişimlere hem kişiler hem de ekolojik krizlerden mustarip gezegen açısından yaklaşmıştı. Kuper iklim değişikliğini tersine çevirmek için başlangıçta insanlardan yaşamlarını değiştirmesini istemenin iyi bir fikir olmadığını, bunun yerine öncelikle iş saatlerinin kısaltılması gerektiğini belirtiyor. Politikacılara ve patronlara seslenen yazar, “iklim değişikliğini durdurmak için hepimiz yoksullaşmalıyız; bunu yapmanın en güvenli yolu da daha az çalışmak” diyor.

Lewis ve Stronge da Fazla Mesai’de bu konuya uzun uzun değiniyor. Daha az çalışmanın hayattan keyif alma, özgür olma ve kişinin kendi potansiyelini gerçekleştirme ihtimalinin yanı sıra daha az karbon ayak izi bırakmayı sağlayacağını vurguluyor.

İkiliye göre daha az çalışma saati talebi bir mücadele olmaktan çıkıp bir kavgaya dönüşmüş durumda. Lewis ve Stronge, gezegenin ve yaşamın iyileştirilmesinin yolunun bu kavgaya girişmekten geçtiğini anımsatıyor. Söz konusu eylemi anlamlı kılacak şeyin ise tabandaki toplumsal hareketlerin dikkate alınması ve meslek örgütlerinin koşulsuz desteği olduğunu belirtirken, insani gelişim ve özgürlük temelli bu eylemin, çalışma yaşamında büyük değişiklikler için kapılar açma potansiyeline sahip olduğunu da hatırlatıyor ikili. Denemeye değer…

 

 

GİRİŞ RESMİ:

Solda: Jacques Tati'nin Play Time adlı filminden (1967) bir sahne.