Mustafa Çevikdoğan: “Hayalimdeki kanlı canlı okura güzel şeyler okutmak istiyorum.”

“Sonuna kadar okunabilecek bir kitap yazmak istedim. Yarıda bırakılmasın, bir sonraki sayfa için, bir sonraki öykü için sabırsızlanılsın. Türkiye’nin bir yerinde, hayalimde kanlı canlı karşıma çıkan bir okur var, ona güzel bir şeyler okutmak için uğraşıyorum. Benim derdim bu, gerisi lafügüzaf.”

02 Aralık 2021 17:30

Öykü yazımı kolay sanılsa da zor bir yazım türü. Öyle oldu bittiye gelmiyor. Romana göreyse kimi zaman göz ardı edilebiliyor. Can Yayınları’nın editörlerinden Mustafa Çevikdoğan’ın Geçecek Zaman isimli ikinci kitabı okuyucunun hayal âlemini şenlendiriyor. Eğer bulmaca çözmeyi sevenlerdenseniz, “Size Güzelliği Getireceğim” isimli öyküde şifreli bulmacalar hazırlayan birinin büyülü dünyasına yolculuk yapmanız mümkün. “Sihirli Parmaklar Korosu” simli öyküdeyse sadece yazmak amacıyla bir ormanın derinliklerinde biraraya gelen yazarlar grubuyla tanışabilirsiniz. “Tavandaki Ayak İzleri” isimli öyküdeyse Cihangir’den yola çıkıp hayal dünyasından gerçekliğe giden yolda yolunuzu şaşırabilirsiniz... Mustafa Çevikdoğan’la Geçecek Zaman’ı konuştuk.

 

2005 yılından beri yayıncılık yapıyorsunuz. 2017’de de ilk kitabınızı çıkarmışsınız. Dört yılda bu kitap için nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz? Bu kitabın sizdeki hikâyesi ne?

Oturayım da şöyle şöyle bir kitap yazayım demiyorum. Hatta kitap yazmak ifadesi çok kullanılıyor ve ben bunu garipsiyorum. Bazen bir öykü yakalıyorum, öykü yazıyorum. Bir arada iyi duracak öyküler biriktiğinde yayınevine gönderiyorum, kitap oluyor. Bunun kaç yıl süreceğini bilemem. Sabrım, gücüm yeterse roman yazarım. Kitap olsun diye uğraşırım. Şimdiye kadar şansım yaver gitti bu konuda ama ileride yazdıklarım kitap olmayabilir, yine de öykü ya da roman olarak anmaya devam ederim.

Bu kitap için de bir takvimim yoktu. Öykülerin yazılmaya hazır olduğunu düşündüğümde, kendime işten vakit yaratabildiğimde yazdım. Son bir yıl daha verimli geçti bu konuda, belki pandeminin etkisidir. Aklımdaki bir-iki öyküyü daha ekleyebilsem güzel olurdu ama mevcut haliyle yeterli hacme ulaştı zaten.

“Yazmak sayfa açıp klavye tıkırdatmak değil!”

Kitaptaki öykülerden bir kısmı daha önceden yazılmış. Kitaptaki öyküler için araştırma yaptığınızı da gördüm. Hep notlar alarak mı ilerliyorsunuz?

Kitabı henüz okumayanlar için söyleyeyim; kitabın sonunda öykülerin yazılış hikâyelerini anlattım. Daha ilk kitap ortada yokken düşündüğüm, sayfalarca not aldığım öyküler var bu kitapta. Arkadaşlarıma anlatıp hikâyelerini sınadığım öyküler. Yazdığım öykülerin bitiş tarihlerini, sözcük sayılarını kaydediyorum. Grafiğe döktüğümde bazı yılların boş geçtiğini görüyorum, bazen de bir ayda iki öykünün sonuna tarih düştüğümü. Bu ‘boş’ geçen yıllar çok da boş değil aslında. Onlarca fikir sürekli kafamda dönüp duruyor. Önce telefonuma yazdığım, sonra bilgisayarımda biraraya getirdiğim binlerce not var. Hepsi yazma sürecinin parçası. Lise öğrencisiyken aldığım notu bu sene yazdığım öyküde kullanmış olabilirim. Kısacası yazmak sadece Word belgesini açıp klavyeyi tıkırdatmaktan ibaret değil. Hatta klavye başına geçtiğimde yazacağım metin büyük ölçüde bitmiş oluyor. Hikâyesi zengin metinler yazmak istiyorum. Bunun için de araştırma yapmak zorundayım. Hem işin en keyifli tarafı bu olabilir. Yazdığım öyküde ormanda beyaz bir baykuş görmek istiyorum diye ormanlarda beyaz baykuş olmuyor. Türkiye’deki baykuş türleri üzerine bir şeyler okuyup, yazılacak baykuşun beyaz mı siyah mı olacağını belirlemek daha doğru. Yazmak istediğim bir roman için yıllardır o kadar çok kaynak topladım ki, hepsini okumaya çalışsam muhtemelen hiçbir şey yazmaya vakit bulamayacağım.

Kitaptaki öykülerde eskiye özlem var. Kitabın ismi de Geçecek Zaman. Yaşadığımız bu dönemi bile nostaljik olarak anacak mıyız sizce?

Öykülerdeki karakterlerin hiçbiri ben değilim tabii. Kendimi yazmak ya da kendime taban tabana zıt karakterler yaratmak yerine, birçok noktada uyuştuğumuz ama tam olarak ben olmayan, hatta önemli konularda asla hemfikir olmayacağım karakterler kurmak istedim. Bu daha iddialı bir deneme gibi geldi. Bazı karakterlerin eskiye özlem duyduğu söylenebilir. Ben de yer yer bunu hissediyorum ama birkaç yıl öncesindeki kadar değil. İnsanlar aslında kendi gençliklerini, eski heyecanlarını özlüyorlar ve bunu mekâna yansıtmayı tercih ediyorlar. “Eski Beyoğlu” muhabbeti yapılıyor mesela. Milli edebiyat dönemi yazarları da yapıyordu aynısını. Beyoğlu tabii ki değişti ama Beyoğlu’nun en önemli özelliği hızlı değişebilmesidir zaten. Bu bin yıldır böyle. “Beyoğlu değişmedi, siz yaşlandınız” demek istiyorum fakat kimseyi üzmeye gerek yok. Yakın zamanda Ankara’da bir üst geçit kaldırıldığı için hüzünlenenler vardı. Başka bir mahalledeki Burger King kapandığı için insanlar yas tutuyordu. 20-30 yıldır semtin buluşma mekânıymış. Burger King nasıl bir güzelliğin temsili olabilir, nasıl özlenebilir diye kestirip atabiliriz ama gelin, bunu bir de sevgilisiyle ilk yemeğini orada yiyen birine anlatın. Her kuşak kendi sembollerini yaratacak tabii ki… Orta yaşa gelip mikrofonu elinden bırakmayan kibirli kuşağın nostalji silahını bu kadar hoyratça kullanmasına izin vermemeliyiz. Genç kuşağın zaten siyasal ortamdan dolayı kafası karışık; bu tavır onların her gün biraz daha değersiz hissetmelerine neden olabilir. Tabii sadece bir-iki kuşağın değil, yüzyılların mirası olan kültürel sembolleri, abideleri, kavramları bu bahisten hariç tuttuğumu belirtmekte fayda var.

“Derdim edebiyatın sihrini tartışmak…”

“Sizin Zamanınızda” isimli öykünüz eski romanlar, eski hissiyatlar ve eski mekânlarla şimdinin karşılaştırması gibi… Modern hayatın sizin üzerinizdeki ağırlığını atma çabanız diyebilir miyiz?

Modern hayatın üzerimdeki ağırlığı ne kadar, bilmiyorum. Bir tane hayatım var, buna denk geldi. Karşılaştırma yapma şansım pek yok. Mevcut içinde hayatta kalmaya çalışıyoruz. O öykünün ana karakteri de ben değilim. Tabii ki ben besledim, büyüttüm. Yazarken derdim daha çok edebiyatın sihrini tartışmaktı. Kırsaldan gelip yazar olmuş biriyle Marcel Proust’un kitaplarının yan yana konabilmesi, bu eşitlenme büyüleyici geliyor bana. Maça 5-0 geride başlayan birinin diğerlerine öfkelenmesi de anlaşılabilir. Buradaki anlatıcı da yerli-yabancı tüm yazarlara kendinden daha iyi şartlarda yazabildikleri için hırslanıyor. Üstüne, şans gibi yaratıcılık da onlara verilmiş. Kızmasın da ne yapsın!

“Size Güzelliği Getireceğim” isimli öyküde bulmacayı hazırlayan biri ve onu finanse eden biri üzerinden bir hikâye anlatıyorsunuz. Çok da araştırmalı bir öykü ve okurken gözünüzde canlanıyor. Nasıl yazdınız? Kriptografiye ilginiz var mıydı?

Piyasadaki bütün bulmaca dergilerini ve bulmaca sözlüklerini karıştırdım. Bolca kriptografi kitabı okudum. Epey farklı şifre yöntemi üzerinde çalıştım. Onlarca deneme yaptım. Metni şifrelerken de epey mesai harcadım. Çok keyifliydi bu kısımlar. Şifreyi çözebilenler (bir kişi) sonrasında metinde çok fazla ipucu olduğunu fark ettiklerini söylüyorlar. Öyle ki, çok fazla açık ettiğim için biraz pişman da oldum. Mekânlar değişebilir tabii ki ama her hallerinin kaydedilmiş olması lazım. Eski metinlerle uğraşanlar, ismi değişen mahallelerden, sokaklardan çok şikâyetçiler haklı olarak. Her yazar yaşadığı ânın verilerini kaydetmeli bence. Bir öykü okuduğumda 1950’de mi yazılmış, 2020’de mi, anlayabilmek isterim. Bu yüzden de işletmeleri, binaları, sokakları öykülerde güncel halleriyle kullanmaya çaba gösterdim.

“Okumak herkesin kendi serüveni…”

Kitaptaki “Sihirli Parmaklar Korosu”nda edebiyatçıların snopluğu var. Bu öyküyü edebiyat dünyasına bir gönderme olarak niteleyebilir miyiz? Bu öyküde Esra Beşiroğlu ve Çağdaş Erdemlioğlu’nun isimleri geçiyor. Nasıl oldu?

Hangi metnin nasıl yorumlanacağına dair bir reçete veremem. Eski deneyimlerimden bunun ne kadar boş bir uğraş olduğunu fark ettim. Bir öykümü çok sevdiğini söyleyen bir okur, benim aklımın ucundan bile geçmeyen ayrıntılarla, göndermelerle kapımı çalabiliyor. Okumak herkesin kendi serüveni. Benim yönlendirmem doğru olmaz. Esra Beşiroğlu ve Çağdaş Erdemlioğlu arkadaşlarım. Onların isimlerini kullandım. Öykülerdeki diğer isimleri de çevremden seçtim. Sadece yakın arkadaşlarımın anlayacağı, dost meclislerindeki sohbetlere göndermeler var bazı öykülerde, çoğunu ben bile hatırlamayacağım muhtemelen. “Size Güzelliği Getireceğim”de berberim ve sürekli gittiği meyhanenin garsonu da var. Çünkü neden olmasın…

Kitabın tanıtımında huzursuz dünyalar kurduğunuz ibaresi var. Gerçekten okuyucuya huzursuz dünyalar kurduğunuzu düşünüyor musunuz?

Ortaya konan kitapla tanıtılan kitabın aynı olmayabileceğini yayıncılık tecrübelerimle biliyorum. Tanıtımda bu ifade uygun görüldü. Ne kadar doğrudur bilemiyorum, okurların tepkisi belirler bunu. Ben sonuna kadar okunabilecek bir kitap yazmak istedim. Yarıda bırakılmasın, bir sonraki sayfa için, bir sonraki öykü için sabırsızlanılsın. Farklı deneyimler tadılsın. Dil aksamasın, göze de çok batmasın. Söylediğim her şey bir boşluğu doldursun. Attığım taş ürküttüğüm kurbağaya değsin. Türkiye’nin bir yerinde, hayalimde kanlı canlı karşıma çıkan bir okur var, ona güzel bir şeyler okutmak için uğraşıyorum. Benim derdim bu, gerisi lafügüzaf.