Emlak mülkiyetine karşı bir “Vandal”

“Sanat dünyasındakileri, yaptığım şeyin ‘sanat’ olduğuna inandırmak gibi bir derdim yok. Grafiti dünyasındakileri, yaptığımın Vandalizm olduğuna ikna etmekle daha fazla meşgulüm.”

30 Aralık 2015 13:00

Birkaç yıl önce, hali nicedir diye merak edip Haydarpaşa Garı’na uğramıştım. Iskartaya çıkarılmış gibi bekleyen vagonların her iki tarafında da bir hareketlilik vardı; sessiz, hızlı ve hummalı bir çalışma… Oraya doğru gidince ufak çaplı panik yaşayan grup, görevli olmadığımı anladığında işine titizlikle devam etti.

Ayaküstü sohbetimizde grafiti yapan grafik öğrencisi olduklarını anlattılar. Hatta tatlı tatlı atıştıkları başka bir grubun yaptıklarının yanına, kendi desenlerini çizmekle meşgullerdi o sırada. Bir iki gün arayla geliyor, banliyö vagonlarını boyuyorlardı. Tüm boşluklar doluncaya ve yeni bir vagonu gözlerine kestirinceye dek bu çizimler sürüyordu. Gar görevlilerinin duruma uyandığını, yakalanana ve vagonlar çekilene kadar bu işi sürdüreceklerini söylediler. Laf arasında kahramanlarının Banksy olduğunu da itiraf ettiler. Çizimleri onunki gibi değildi elbette. Gizlenmiyorlardı ve profesyonel oldukları da söylenemezdi. Fakat çabalıyorlardı, araya sızmışlardı ve o da güzeldi. Bu hikâyeyi anımsamama Will Ellsworth-Jones’un Banksy- Duvarın Ardındaki Adam kitabı neden oldu; grafiti dünyasının gizemli, sessiz ve eleştirilen isminin hayatı ve sanatının anlatıldığı çalışma…

Sokaktan galeriye 

Jones, araştırma yapıp ona ulaşmaya çalışırken Banksy’nin çocukluk arkadaşlarıyla ve ekibindeki isimlerle temasa geçiyor. Pek çok insan, Banksy’yi yakalama derdinde düşmüşken Jones, onun işlerinin arka planını ve nasıl korunabileceği (ya da korunduğu) üzerine kafa yoruyor. Dolayısıyla kitabıyla onu deşifre etmeyi asla amaçlamıyor. Çıkıp geldiği Bristol’de, yakınlığı bulunan insanlara Banksy’nin kimliğini açıklaması için cömert teklifler yapıldığı biliniyor. Bu nedenle Jones’un çabası ve anlattıkları önemli; hal böyle olunca doğru soru, “Banksy kim,” değil, “Banksy ne yapıyor,” ya da “Ne anlatmaya uğraşıyor,” demeye getiriyor. Böylece şuraya ulaşıyoruz: “Bu kitabın yaptığı şey, 1990’larda Bristol’ün duvarlarını boyayan bir asinin, İngiltere’deki ve Amerika’daki müzayede salonlarında satılan yüz binlerce poundluk eserlerin sahibi bir sanatçıya evrilmesine yol açan yükselişi izlemek. Dışarıdan içeriye dâhil olan birini…”

Banksy, Will Ellsworth-Jones, Çev: Esra Ermert, Hayalperest Yayınları

Jones’la beraber pek çok isim, Banksy’nin çizimlerinin ortaya çıkışından sonra, sokak sanatının eşik atladığı görüşünde birleşiyor. Zaten, Tate Britain’a girip resim yerine müzenin duvarını çalarak sokak pazarından aldığı tabloyu oraya monte etmesi, atlanan eşiğin ne denli önemli olduğunu gösteriyor. 

Aslında Tate’deki mevzu, son değildi; keza Banksy, pek çok müzeye sızdı ve çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Vur-kaç taktiğiyle girip eylem yaptığı müzeler, ünlü sanat galerileri ve merkezler, internetin de yardımıyla Banksy’nin tanınırlığını arttırdı. Üstelik meraklıları, Banksy’nin işini yakalayıp fotoğraflamak için sokaklarda turluyor. Jones’un da dediği gibi hayranları, onu “güçlü galerilere ve sanat simsarlarına karşı mücadele veren bir savaşçı olarak görüyor.”

 

Klasik sanatçıların ötesinde 

Peki, Banksy “duvara işeme” olayına neden girişti? Bu sorunun yanıtını, Bristol’deki çocukluğunda ve yaşadığı karanlık mahallede aramak gerekiyor. Barton Hill’deki gençlik kulübünün tahsis ettiği duvar sayesinde, bölge 1980’lerin sonunda “grafitinin merkezi” olarak anılmaya başlarken sprey boya sanatçıları yeteneklerini konuşturmaya koyulur. Ancak Bristol’deki gençler, kısa sürede yasadışı yerlere yönelir. Ardından 1989 baskını gelir ve yetmiş iki ressam enselenir. O dönemde kariyerinin başında olan Bansky, kendisine sadık bir arkadaş grubu oluşturmakla ve mahallenin ağabeylerinin işlerini izlemekle meşguldür. Bu gruplaşma, şöhrete kavuşmasıyla Banksy’nin etrafında âdeta bir kalkana dönüşecektir. Hatta, Jones’un aktardığına göre bu gruptan biri, büyük bir açık yüreklilikle “Banksy hiçbir zaman grafiti ressamı olmadı çünkü başından beri grafiti ressamı değildi” bile diyecektir.

Banksy’nin sanatını, sadece imza ve egoyla açıklamanın yanlış olacağını söylüyor Jones. Onun yaptığı şey, doğrudan halkla ve kamuyla ilgili; verdiği mesajlar da öyle. Bu nedenle salt şöhret için grafitiye soyunan klasik sanatçılardan ayrılıyor. Ayrıca yine klasik şablonları kullanmamasıyla da diğer sprey ressamlarından farklılık gösteriyor. Ancak grafiticilerden bazıları, bu farklılıklarına rağmen Banksy’yi çıkarcı olmak, dürüst davranmamak ve sıradanlıkla suçluyor.

Şu gerçeği göz ardı etmek zor: Banksy’nin işleri, Sotheby’s veya Bonhams’daki koleksiyonerlerin neredeyse birbirini boğazlamasına neden oluyor. Tabii bu bir ölçüt müdür bilinmez ama onun çizimlerinin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli. Jones, Banksy’den aktarıyor: “Sanat dünyasındakileri, yaptığım şeyin ‘sanat’ olduğuna inandırmak gibi bir derdim yok. Grafiti dünyasındakileri, yaptığımın Vandalizm olduğuna ikna etmekle daha fazla meşgulüm.” Bu çabasını gerekçelendirirken de emlak mülkiyetine karşı umursamazlığının, Vandallık nitelemesi için yeterli olduğunu savunuyor. Yani her yere çizip bütün duvarları boyayabilme özgürlüğü… Bunun, şehri yönetenlerle ve aynı özgürlüğü savunan başka sokak sanatçılarıyla husumete yol açması ise kaçınılmaz. Banksy’nin bu tür tecrübeleri fazla.

“Sprey çoğu zaman bir suç aleti” 

Şablon oluşturarak boyama yapmaya başlamasıyla Banksy’nin çizimlerinin muhalefet dozu da artıyor. Ayrıca imzasını sağlamlaştırıyor, resimlerinin de ayağı yere basıyor. Belli bir zaman sonra çalışmalarını ilk yargılayan da kendisi oluyor.

Şablonlarla resmi kurgularken bir başka yeteneği daha gün yüzüne çıkıyor: Hızla organize olabilmek. Beklenmedik anlarda belirip çizimini ve boyamasını yapıyor, ardından kayıplara karışıyor. Hatta, duvarını boyayacağı sırada ev sahibinden süratle izin koparıp işe koyulduğunu hatırlatıyor Jones.

Çalışmalarını sürdürdüğü sırada, onun yüzünü gören ama kim olduğunu bilmeyen insanların bulunduğunu da söylüyor. Buna rağmen Banksy, anonim kalmayı başardı. Jones’a göre bu “güçlü bir silah.” Onun ortaya çıkmasını bekleyen önemli bir kitlenin yanı sıra benzer işler yapanlarda da bir merak söz konusu. Banksy ise öncelikle polisle başının derde girmemesi için gizlenmeyi tercih ediyor. Çünkü kim ne derse desin sprey, çoğu zaman bir suç aleti ve Banksy’ye göre “grafiti, bir oyunun çok ötesinde!”

Güç aldığı anonimliğinin ikinci nedeni, hayatının bütün yönlerini herkese açmak istememesi. “Hayal gücünün, gerçeklikten daha iyi bir pazarlama aracı olduğuna inanması” da bir başka etken. Bunlara, organizasyonunu koruma çabasını da eklememiz lazım.

Anonim kalıp, bir eleştirmenin dediği gibi “sanat dünyasının dışında yer alarak” bir dolu organizasyona imza atması ise Banksy’nin bir diğer yeteneği. Kendisini, kalabalığın arasında unutturarak ya da silikleştirerek yaptığı işi öne çıkarması, sokak sanatının inceliğini ne denli kavradığının kanıtı aslında.

Harika, minik bir ekip 

Konunun öbür tarafında ise ekip olma hali var. Jones bununla ilgili bir dipnot düşmüş: “Dışarıdan nasıl görünürse görünsün, gerçek şuydu ki Banksy ekibi çok küçük bir ekiptir bu- etkinlikleri kontrol etmede herhangi bir ünlünün ekibi kadar kararlıdır (…) Banksy şöhretini parlatırken anonimliğini korumak zorunda; resimleri gittikçe daha çok para ederken sokaktaki itibarını koruması gerekiyor. Herkesin Banksy sergisinden haberdar olmasına çalışırken aynı anda bir gizlilik havası da yaratması gerekiyor.” Tüm bunlar da bir ekip işi sonuçta…

Banksy’nin ekibinin yaptığı başka bir şey daha var: Sokak sanatı için mümkün olduğunda denenmemiş yollardan gidip bir pazar yaratmak. Bunu başardıkları ortada çünkü mevzu, hareketten sokak sanatı piyasasına döndü: Kadınlı erkekli ekibin görünen ve görünmeyen yüzlerinin marifetinden söz ediyoruz!

Jones, ekibi araştırırken Banksy’nin itibarından ticari haklarına ve eserlerin fiyatlarını koruma işini üstlenen çekirdek bir kadronun varlığıyla yüzleşiyor. Böylece Banksy’nin dediklerini anımsıyor: “Resimlerimi kendim yaparım ama onları kurar ve yerleştirirken çok yardım alırım. Harika, minik bir ekibim var.”

Jones, bahsedilen ekibin, piyasayı hareketlendirerek şirketleşme yolunda hızla ilerlediğini söylüyor. İngiltere’de, “hemen herkesin büyükannesinin Banksy’yi tanıdığı” düşünülürse bu gayet doğal bir sonuç. Ancak şirketleşme ve markalaşma, “sanat galerilerinden şikâyet edip bir avuç dolusu milyonerin ödül dolabında olma” çelişkisini de beraberinde getiriyor.

Sanattaki duvarları yıkan adam 

Markalaşması, Banksy’nin çalışmalarını kopyalayan ve dolaşıma veren bir endüstrinin doğmasını da sağladı. Kopya Banksy’lerden birkaç tane satın alıp evinin duvarına asan Jones, burada bir ayrıntıya dikkat çekiyor: Banksy’nin tuvalleri sahte değil, sadece özgün olanların çoğaltılıp satışa sunulan şekli. Yalnız tescilli olmayanlar, yani fason tuvaller de bazen araya karışabiliyor. Bu da yetmezmiş gibi Banksy’ye özenen sahte Banksy’ler de türüyor, o da anonimliğin bir cilvesi. Jones bunlardan başka küçük bir gruptan daha söz ediyor; onlar Banksy gibi çizmekle veya boyamakla ilgilenmiyor, “dünyanın kendilerini Banksy olarak kabul etmesini istiyor: Eğer dünya onu tanımıyorsa o neden ben olmayayım ki,” diyerek sokağa çıkıyor, malları internette dolanıyor.

Banksy’nin sanatı hemen hiçbir kurama dâhil edilemezken elimizdeki zenginliklerin, çizim yaptığı ve yıkılan duvarlar gibi geçici olduğunu anlatmaya çabalıyor. Jones, Banksy’nin sanatının arkasında bir kuram olmadığını söylerken “izleyicinin gördüğü şeyle hemen bir bağ kurabildiğini” de ekliyor. Bunda esere kolayca erişebilmenin ve Banksy’yle yüz yüze gelenlerin kendisini aşağılanmış hissetmemesinin payı yadsınamaz.

Jones, Banksy’yle ilgili esas yorumunu sona saklamış: “Fiyatları yükseldikçe kaybolan isyankârlığına rağmen şimdiye kadar iki tarafı da idare etti. Çok belirgin bir altkültürden geliyor ve bir şekilde parçası olarak kalmak istediği ama başarı kazandıkça bunun imkânsızlaştığı bu altkültürde çok tuhaf bir noktaya ulaşmış görünüyor.”

İşleri binlerce sterlin eden veya resimlediği duvarların bütün halinde sökülüp taşındığı bir adamdan bahsediyoruz. Banksy sanatını sokağa taşıyanların ve sokağı sanatla boyayanların en bilinenlerinden. Peşinden giden, “onun gibi olma” hayaliyle yanıp tutuşan pek çok insan var. Bunlar bile onun ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor aslında.

Sesini duyurmaksa duyurdu, sanatını icra etmekse etti, marka olmaksa oldu… Hepsinin ötesinde gizemini kararlılıkla koruyor. Jones kitabında bütün bu süreçleri eğlenceli anılar eşliğinde aktarıyor; Banksy’nin, duvarları boyarken tıpkı Andy Warhol gibi sanattakileri nasıl yıktığını da…