Edebiyatımız arkadaşlığa sırtını çevirmiş. İnsan ilişkilerinin düz bir okumasından ileriye gidememiş. Arkadaşlık teması hep kutsal kalmış. Eserlerde arkadaşlar, hep arka planda ikincil karakterler
02 Temmuz 2015 03:00
Düşüncelerim tutmayabilir.
Birbirlerinden farklı arkadaşlarım gibi.
Arkadaşsız bir dönemden geçiyorum.
Geçici olup olmadığını bilmiyorum.
Aramıyorum.
Özlemiyorum.
Tek tük arkadaşlarım var.
Eskisi gibi görüşmüyor, araşmıyoruz.
“Sakla samanı gelir zamanı” mı diye, bencilliğimizden mi tutuyoruz birbirimizi?
Olmasalar, yalnız hisseder miyim?
Yalnız hissedersem daha çok sarılır mıyım kitaba, kelimeye, o anda ne ilgimi çekiyorsa ona.
Yeni farkına varıyorum arkadaşsızlığın özgürlük olduğuna.
Bencillik değil özgürlük.
İlkokul, komşu, iş ilişkileri, bittikten sonra da, sırf bir zamanlar arkadaştık diye, görüşsek de, görüşmesek de, sürdürüyoruz “arkadaşlık”la tanımlanan konumumuzu.
Adını koyamadığım bir ikiyüzlülüğümüz var.
Eski kocam, eski sevgilim, eski karım sözleri dilimize yerleşmişken, geçmişte kaldı anlamında kullanılan, “eski arkadaşım” diyeni duymadım pek.
Ender rastladığımızda, tekrar görüşmeye niyetimiz olmadığını bile bile, görüşelim deyip sırtımızı geçmişe çevirsek de, o hâlâ arkadaş.
Arkadaşsızlık, Türkiye gibi korku rejimlerinin egemen olduğu ülkelerde zor. Arkadaşlıkların çoğu, birlikte yaşanan çile sonucu kader birliği dedikleri ilişkiler.
Hapishane arkadaşlığı, okul arkadaşlığı pek farklı şeyler değil. Ezildiğiniz, hakaret edilen ceberut bir sistemde, edilgensiniz. Edilgenliğinizde, başınıza gelenlerin dış güçler tarafından belirlenen ortak çilesinde, dost oluyorsunuz.
Şuna şüphe yok ki görüşmediğimiz o eski arkadaşların sayısı, kalıcı gözüyle baktığımız günümüz arkadaşlarından kat kat fazla. Zamanla onlar sizi, sizde onları bırakacaksınız. Koşullara göre hızla değişiyor arkadaşlar.
Bir de üstünde bile durmayacağım, hemşerilik, futbol takımı tutmak, mahalleli olmak gibi, aynı aitlik üniformalarımızı giymemizden kaynaklanan “arkadaşlıklar” var. Bunlar “alışkanlık arkadaşları.”
Telaffuz edilmemiş bir yalanı yaşıyoruz.
Ömür boyu birliktelikleri üzerine yemin edip sonra boşanan karı kocalar gibiyiz.
Arkadaşlığın da geçici olabileceğinin kabulünün huzurunda olabilsek.
Bunu bilerek o sürecin keyfini çıkarabilsek.
Tersine, totaliter bir sahiplenme.
Sonuç hüsran.
Küçük yaştan “küstüm” diye mızmızlanıyor, yetmiyormuş gibi gideni, arkasından kötülüyoruz.
Edebiyatımız arkadaşlığa sırtını çevirmiş. İnsan ilişkilerinin düz bir okumasından ileriye gidememiş. Arkadaşlık teması hep kutsal kalmış.
Gönül isterdi ki, aşk, ölüm, hırs, gibi arkadaşlığı da iyi kötü ayrımına mahkum etmeden edebiyatımızda yer verebilseydik. Eserlerde arkadaşlar, hep arka planda ikincil karakterler. Temel bir ilişki biçimi olarak tüm dinamikleriyle ele alınmıyor. Shakespeare’da bile yok. Felsefeciler? Çeşitli kategorik tanımlamalar dışında, en çok Aristo’ya atfedilen, “Arkadaş, arkadaş yoktur,” cümlesine takılmış, en son Derrida, bu sözlerin okuma hatasından kaynaklandığını, aslının “Çok arkadaşı olanın arkadaşı yoktur,” olması gerektiği yorumuyla, tartışmayı günümüz erkek egemen siyaset hegemonyasına oturtmuş.
Günümüzde çoğu dostluğun kırılma noktası demokrasi sirklerimizde taraf tutmamızda. Arkadaşlar olarak, ideolojik uyuşmazlığın üstesinden gelebilsek de, öbürleri verir veriştirir, aramızı bozmak için elinden geleni yapar. Bu durumda ya onlardan gizlercesine sürdürürüz dostluğumuzu, ya da, siyasetin ve siyasilerin kaypaklığının tarihte defalarca kanıtlanmasına rağmen, güne kulluğumuzda terk ederiz birbirimizi.
Türkçe’de mahalle baskısı diye bir laf çıktı.
Ya dost baskısı?
Diyelim seninkiler imza topluyor. Bir kaç kişi gene vicdan önderliğine soyunuyor. İçimizden gelmese de gene basıyoruz imzayı. İş eyleme gelince daha da kötü.
Bu ülkede kaç kişi hapishaneyi boyladı, işkence gördü, inanmadığı, içinden gelmediği halde arkadaşlarına uydu diye? Üstelik o arkadaş grubuna sızmış ajan provokatörlerden de söz etmiyorum. Onlara gerek kalmıyor aklımıza uymayan şeylerin peşinden koşmamız için.
Tarihimiz boyunca egemen düzenin gücü bizi bölüp yönetmesinden kaynaklanmış. Krallar, diktatörler, hele günümüzde her zamankinden çok kapitalizmin hizmetinde parlamenter sistemler.
Gezegenimizin sorunları belli. Küresel ısınma. Gelir dağılımında adaletsizlikten kaynaklanan fırsat eşitsizliği. Dünya nüfusunun %1’inin belki servetin %30-40’ını da kontrol ettiğini, kendi rakamları açıklıyor. Eeee, niçin yekvücut değiliz o zaman? Krala karşıyım diyenler, kraldan çok, kraldan yana olanlara karşı. Onları krala karşı ikna edeceğine, onlara karşı seferber.
Peki, arkadaşlık nasıl olmalı?
Kızın, erkeğin “Beni niçin seviyorsun?” sorusunu arkadaşlarımızda tekrarlayarak. Eğer ikimiz de falanca tarafı tutuyoruz diye arkadaşsak, bu çıkar ilişkisine dayalı, arkadaşlık vasfını hak etmeyen sınırlı bir ilişki demek.
Arkadaşlıklarını, karısını, kocasını, başka arkadaşlarını şikâyet etmek için kullananlara ne demeli? Hemen teşneyiz bize tek taraflı anlatılan olaylarda, arkadaştan yana çıkmaya. Buna arkadaş dalkavukluğu diyebilir miyiz?
En çok yaptığımız da bu değil mi? Sevgilisi mi terk etti? Hemen bizimkinden yana çıkar, terk edeni açık arttırmayla kötüleriz. Arkadaşımızın gizli sevgilisi mi var? Sırdaşı olur, karısından, kocasından saklar, ikiyüzlü yalanının mimarlığına soyunur, evimizi, anahtarımızı veririz. Arkadaşlığın raconudur yüzsüzlük ve yalancılık.
Diğer yandan, arkadaşınızdır, zamanla, ya da baştan beri, ona cinsel arzu da duymuşsunuzdur; okşamak, öpmek, dokunmak, sarılmak istersiniz ona. Ayıp olur, yanlış anlaşılır diye, belki bir an, belki ömür boyu yaşadığınız bu duyguyu, arzuyu, arkadaşınızdan saklar, o sevgiyi öldürür, daha yaşanmadan, yaşatmadan gömersiniz.
Ben çok yaptım. Siz yapmayın.
Arkadaşlığın şiarlarından biri “dost acı söyler” olmalı. Yoksa sonu yok aynalarımızda sürekli kendimize söylediğimiz yalanların.
Tabii arkadaşlarımızdan eleştiri almak, onları bizi eleştirmeye teşvik etmekte bir tür bencillik. Alan biz, veren onlar. Üstelik eleştirmek o kadar kolay değil. Her şeyden önce sorumluluk ister. Arkadaşını eleştirmeden, “acı söylemeden” önce kendini de sorgulaman gerekir, acaba söylediklerim doğru mu diye. Yoksa onu kıskançlığımdan, kendi komplekslerimden, korkularımdan eleştiriyor olabilir miyim? Ben korktuğum için mi ona şunu, bunu, yapma diyorum? Onu eleştirmek, eleştirebilmek bana güç mü veriyor? Gizli bir sadizmimi besliyor? Ayrıcalıktır arkadaşını eleştirebilmek. Desturla girilecek bir kapıdır. Kaş yaparken gözün çıkabileceği aklımızda olmalıdır. Yoksa yıkımı olur arkadaşımızın.
Ya kutsamak derecesinde abartılan o sadık dost deyimi. Yaptığımız her şeyi beğenen, teşvik eden, aferinlerinin ardı arkası kesilmeyen, sen her şeyin en iyisine layıksın diyen o sadık dostumuz? “İmdat” derim, “kurtarın beni ondan!” Bu tür arkadaşlar değil mi bizi tembelleştiren, kendimizin çeşitli yüzlerini görebilmemizden uzaklaştıran?
Onlar, Pamuk Prenses’te kötü kraliçenin her baktığında “En güzel sensin,” diyen aynası gibi. Hele, kim olursak olalım, cennetlerine gidelim diye bizim için dua edenlerimiz yok mu? Nasıl da tav oluyoruz, kabulleniyoruz, sesimizi çıkarmıyoruz cennetlerine davetiye çıkaranlara. İnanıyormuşuz riyakarlığında susuyoruz.
Satranç ta sizi yenmek isteyen, güçlü ve zayıf yönlerinizi anlamaya seferber olan, ondan öğrenebileceğiniz çok şeyiniz olan düşmanınızı seçmek istemez misiniz dostum diye? Çocukluktan itibaren beynimizi yıkattıran “en iyi arkadaş” yerine “ en kötü arkadaşlarımız teşvik edilseydi, ikizlerimizle el ele tutuşacağımıza.
Evrensel çapta yazar, çizer, müzisyen arkadaşlığın en geçer akçe olduğu toplumlardan pek çıkmaz. Var mı onlarca saat hasbihal etmek dururken, işim var, çalışacağım demek? Arkadaş dediğin senin için saçını süpürge eden, her aradığında işini gücünü bırakıp seni dinleyendir. Hem de saatlerce. Kaçımız, arkadaşımıza telefon ettiğimizde, “Müsait misin?” diye sorarız?
Sosyal dayanışma anlamında güçlü arkadaşlıklar, en çok insanların hiçe sayıldığı, ezildiği toplumlarda olur. Vatandaşın hakkının çiğnendiği, korkunun egemen olduğu rüşvetin kol gezdiği toplumlarda torpil ve riyakarlık esastır. Torpilin esas olduğu toplumlardaysa kuvvetli dostluklar. O denli ki, ne olur ne olmaz bir gün ihtiyacım olur diye hafiften yağ da çeker, dostum diye şapur şupur öperiz olmadık insanları. Sonra da, bunlardan dost olmaz ne soğuk insanlar diye, trenlerin her vagonunda tekerlekli sandalyeler için kaldıraç yok diye hükümetlerin düştüğü İskandinavya’nın sosyal devletlerinin insanlarını eleştiririz. Hastanede torpil, ilkokulda torpil, mezarlıkta torpil aranır. Torpil toplumlarında herkes birbirine gebedir. Hal böyle olunca Nasreddin Hoca’nın Timur Leng’e’ filini şikâyet etmeye gitmesi misali, sesini çıkarmaktan, haksızlığı eleştirmekten korkar torpil bağımlı toplumların insanları.
Birbirimizi yenme hırslarının doruğunda arkadaşlık birlikteliklerine ne demeli?
Masa tenisinde yenmek, iddiaya tutuştuğumuzda kazanmak, hele poker masasında blöf yaparken gözünün içine baka baka yalan söylemek... Birisine arkadaşım deyip, ona yalan söylemek, onu yenmek üzerine kurulu bir ilişkiyi sürdürmemizi doğal sayıyoruz. Pokerde, iddiada parasını alıp, sonra da ona borç vermeyi de.
Belki de en az istismar ettiklerimiz, onlarla ilişkimizi tanımlarken arkadaşım kelimesini kullanmasakta, evimizde beraber olduğumuz kediler, köpekler, bitkiler. Ancak saatler boyu onları dört duvar arasında yalnız bırakan da biziz.
Arkadaşımda aradığım bana ufuk açması. Onun bana kendisini tanımama izin vererek, perdelerini indirerek tanıyabilmeme olanak tanıması. Müzik, edebiyat, resim bizi etkileyen sanat eserleri insanın, yaşamın çok boyutluluğuna davet etmiyor mu? Arkadaşlık, bir başkasının gözünden yaşam tanıma yolculuğu. Yeter ki kendimizi olduğumuz gibi gösterebilelim.
“Sosyal Darwinizm”i esas olan kapitalizmin rekabet kültüründe bağımsızlaştıkça, kendi kendimize yeterli olmamız, lider olmamız vurgulandıkça, her ne demekse idealize ettiğimiz arkadaşlığın, içini boşaltmaya başladık. Günümüzde bu anlamda arkadaşlığın belki en büyük düşmanı, dünyanın her tarafında milyonlarca takipçisi olan Facebook. Sayılarla ölçülen “facebook arkadaşlığı” ne kadar çok kişiyle birleştiklerini, ne kadar çok arkadaşları olduklarını zannedenlerin, yalnızlaşmalarının, zavallılaşmalarının ifadesi. Burada ideal arkadaş olmak değil, arkadaş saymak. Facebook’un bize sunduğu pornografik bir arkadaşlık orjisi.
Belki arkadaşlıkla ilgili en başta sorulacak soru, türümüzde böyle bir ilişki biçiminin neden icap ettiği. Tür olarak doğada var olabilme mücadelemizde arkadaşlığın yeri, yiyecek bulmak, kendimizi başka türlere yiyecek olmaktan koruyabilmemizle ilgili olabilir mi? Kişiler arasında dayanışma olmasaydı, rekabet içinde olduğumuz başka türlere göre zayıf olan homo sapiens, hiç bugüne çıkamayabilir, yok olup gidebilirdi. Gruplarda dostluk ve dayanışma, hayatımızı idame ettirebilmemizden öte, başka türlere karşı güçlenebilmemiz için de önemli olmuş. Dostluk, dayanışma, kan bağı olmadıklarımız için özveri, baştan beri türümüzün önemli özelliklerinden. Arkadaşlık kalıtımımızda var.
Türümüzün çıkarı için gerekliydi. Çıkarlar ötesi arkadaşlıklar kurabilmekse günümüz insanı için artık mümkün. Sorun, ne kadarını yapabildiğimiz.
Arkadaşlık deyince en çok annemin anlattığı aklımda.
İki dost önceden kararlaştıkları saat ve yerde buluşurlar. Bir kaç saat sonra, aralarında tek kelime konuşmaksızın ayrılmadan önce, karşılıklı, “Ne güzel vakit geçirdik” derler.