Amiri Baraka: funky başkaldırı

“Baraka’nın 1972 sonrasındaki şiirinde gerçekler ısırıyordu adeta. Sadece beyazlar, siyasetçiler, kapitalistler, peygamberler almıyordu nasibini; Siyahları dua etmeyi bırakıp harekete geçmeye teşvik ediyor, ateşi de tokat gibi çarpan dizeleriyle fitillemenin yolunu arıyordu sanki.”

12 Kasım 2020 19:00

30 Mayıs 2020. Pandemiye rağmen Amerika’nın dört bir yanında sokaklar George Floyd’un katledilişine karşı protesto yürüyüşlerinin sahnesi. Neredeyse her şehirde polis sokaktaki protestoculara gazla, basınçlı suyla saldırıyor. Ama Newark’a nadir görülmüş bir sükûnet hâkim. Oysa New York’a yarım saat mesafedeki Newark tüm ABD’de sosyal eşitsizliğin en belirgin olduğu kentlerden biri. Protesto yürüyüşü belediye binasının önündeki meydandan başlıyor. Merdivenlerin hemen başında kurulan kürsüye konuşmak için çıkan, yüzünde maske, ellerinde eldiven, üzerinde mavi gömlek olan kişi ise belediye başkanının ta kendisi. Adı ise Ras Baraka. Tam 53 sene önce, 1967’de yine Newark’ta günlerce süren gösteriler sırasında polis tarafından dövülen şair Amiri Baraka’nın oğlu. Düzenin adaletsizliği karşısında değişimin kaçınılmazlığının kayda değer sembollerinden biri. İlk kez 2014’te seçilen Ras Baraka’nın en önemli icraatlarından biri de, polisin görevini kötüye kullandığına dair soruşturma ve mahkemeye celp yetkisine sahip sivillerden oluşan bir şikâyet değerlendirme kuruluna ön ayak olması. Her ne kadar Baraka polisin reflekslerini değiştirmekte büyük güçlüklerle karşılaşmış olsa da, Newark’ta gösterilerde polis şiddetinin görece az yaşanmış olmasının en önemli sebebi bunun gibi birtakım somut değişiklikler.

Tabii Ras Baraka sadece bir siyasetçi değil, babasının da son dönemde şiirlerini müzisyenler eşliğinde okuyarak merak sardığı spoken word ya da müzikli anlatı tarzında eserler üreten bir sanatçı da. Son parçası “What We Want” (“İstediğimiz Şey”) ise tam protestolardan sonra yayımlandı. Parçanın lansmanının ardından Rolling Stones’a verdiği demeç ise babasının bütün külliyatı özetliyor: “Şu anda adaletten fazlasına ihtiyacımız var – sistem baştan aşağı gözden geçirilmeli. Bu halklar ve dünya yurttaşları olarak topluluklarımızı etkileyen daha geniş çaptaki sorunları ve maruz kaldığımız adaletsizlikleri kökten değerlendirmek için bir fırsat.” Yani yıkmak ve yeniden inşa etmek.

Ras Baraka – “What We Want”

Amiri Baraka’nın 50 yılı aşkın sanatsal hayatının ilk dönemi Beat Kuşağı’nın etkisi altında geçti. Daha henüz ismini Swahili dilinde “kutsanmış prens” anlamına gelen Amiri Baraka ile değiştirmeden, LeRoi Jones adıyla kaleme aldığı şiirler bir parça soyuttu, hem de “Afrikalı” bir estetik arayışındaydı. 1965’te ise radikal bir değişiklikle Beat döneminin serkeş sanatçılarının meskeni Greenwich Village’den, Siyah sanatın ve tabii yoksulluğun merkezi Harlem’e taşındı. Malcolm X’in de katledilişiyle Pan-Afrikalılık’tan daha da beslendi. Ancak şiirindeki asıl kırılma 1967’de, Newark’ta polis tarafından tartaklanıp gözaltına alınmasından sonra yaşandı. Önce adını, ardından da edebi tarzını değiştirdi. 1969’da yayımlanan Kara Büyü bir dönüm noktasıydı onun için: Hem Soğuk Savaş’a inat ideolojik olarak açıkça Marksizmi savunuyordu şiirleri hem üslubu gitgide bileniyordu. Vezinlerinin sesini de, tıpkı Hughes gibi, estetiğini blues, jazz ve özellikle de o yılların giderek popülerleşen müziği funk’ta arıyordu. “Funk Dünyasında” şiirinde yazacağı üzere, “Eğer Elvis Presley / Kralsa” o halde James Brown kimdi? “Tanrı?” Şiirinin mabedi bundan sonra funk olacaktı.

Asıl başyapıtını ise 1972’de yayımlayacaktı: Hard Facts, “Somut Olgular” ya da mecazi anlamıyla, “Acı Gerçekler”. Lorde bir şiirinde “Hayaller ısırır” demişti. Baraka’nın 1972 sonrasındaki şiirinde ise gerçekler ısırıyordu adeta. Sadece beyazlar, siyasetçiler, kapitalistler, peygamberler almıyordu nasibini (şiirleri bazen Müslüman yazarlar tarafından da benimsendiğinden, Allah’ın da Baraka’nın sivri dilinden kurtulamadığını vurgulamak gerek). Siyahları dua etmeyi bırakıp harekete geçmeye teşvik ediyor, ateşi de tokat gibi çarpan dizeleriyle fitillemenin yolunu arıyordu sanki. Bunun belki de en çarpıcı örneği “İsa’ya ne zaman taparız” şiirinde İsa’ya gönderdiği uyarıydı: Önce düşmanlarımıza zarar ver, o zaman bakarız sana tapıp tapmayacağımıza…

tapacağız isa’ya
isa bişeyler
yaptığında
isa uçurduğunda havaya
beyaz saray’ı
ya da bombaladığında nixon’ı
isa kongreyi azlettiğinde
ya da general motors’u batırıp
kuş motors’a çevirdiğinde
isa, tapacağız isa’ya
isa yeryüzüne inip
dışarı çıkıp sarı lincoln’ünden
gömme haçlı vitraydan
penceresi & içinde siyah insanların
düşmanları olan kutuyla tapacağız isa’ya
en azından birilerini korkutacak kadar
baş belası olduğu zaman – polisler korkmuyor
isa’dan
zorbalar korkmuyor
isa’dan, kapitalistler, ırkçılar
emperyalistler korkmuyor
isa’dan hay lanet üstüne para yapıyorlar
isa’dan
tapacağız isa’ya mao
taptığında toure taptığında
haçın yerini aldığında nkrumah’ın
yıldızı
isa biraz zarar vermeli bizim
düşmanlarımıza, o zaman bakarız
ona, bütün bu bağırışlar çağırışlar
& haykırışlar ve çığlıklar hep
isa, isa hakkında konuşmalar, kırmızı
ekose kadife sarmaşıklar + 8 inç topuklarla
isa serçe parmağı
kaz yumurtası rubisi olmuş
ve gerçekten kanıyor
isa apollo’da
bacak açıyor ve yardım ediyor
nixon’a zencileri kandırmak için
isa’nın tek gözlü özbenliği
johnny carson’ı yalayıp öpüyor
arkasından
isa’yı yaka paça yakalamalı
isa’yı yere serip kırbaçlamalı
daha iyi şeyler olana kadar
isa bizim için bir şeycik yapmadı
bizi göğe bakadururken bırakmak
dışında (o ve ahbabı allah’ın
da bir ifadesini
almalı!)
tapacağız isa’ya
gelirse ak-47 ile dolu bir gemiyle
ve biraz da dinamit
ve uçurduğunda abernathy robotlarken
uçurumu
isa yaka paça yakalanmalı
biz kimseciklere tapmayacağız
ayağa kalkan zenciler dışında
yerden kalkıp
tapmayacağız isa’ya
eğer değilse kılık değiştirmiş
bir zenci kendi ırkının dışından
seçilmiş biri değilse
tapmalıyız kendimize
çünkü sen isa’ya tapıyorsun
isa yaka paça yakalanmalı (+ ifadesi
alınmalı ürkünç kardeşi
allah’ın hazır değmişken
elin)
çünkü biz tapmayacağız isa’ya

Şiirin bu ilk bölümü caz müziğindeki “jam session”ları andırıyor biraz. Farklı tellerden çalan, birbiriyle ilgisiz parçaların yan yana gelmesine benzeyen ama her yeni dizede biraz daha ahenk bulunan, melodiye bürünen farklı seslerin karışımı gibi. Baraka’nın asıl ustalığı ise şiirin ikinci bölümünde ortaya çıkıyor: John Coltrane’in en deneysel parçaları misali farklı sesler birbirleriyle bütünleşiveriyorlar ve şiir neredeyse hissettirmeden bir marşa, “halkın afyonu” dini alaşağı eden, her mısraından harekete geçme çağrısı taşan bir manifestoya dönüşüveriyor:

biz tapmayacağız
isa’ya
biz tapmayacağız
isa’ya
ta ki bir şeyler yapana
bize yardım edene kadar
dünya değişene kadar
ve o, isa, değiştiremez dünyayı
biz değiştirebiliriz
biz gericilik güçlerine karşı mücadele edebilir, biz
dünyayı değiştirebiliriz
biz mücadele edebiliriz kendimize, yavaşlığımıza karşı,
bağlarımıza karşı
zulmeden ile, bizi düşmanlarımıza bağlayan kültürel saldırının
ta kendisiyle
onların kölesi olarak.
biz değiştirebiliriz dünyayı
ve tapmayacağız isa’ya çünkü isa gerçek değil
şarkılar ve hikâyeler dışında ritüeller ve danslar dışında,
varoşlarla lekelenmiş
gözyaşları ya da tarihe uzanan trilyon dolarlık zenginlik dışında, insan
zihninin zulmü tarihi
bizler taparız sahip olduğumuz güce
bizler taparız kendimize
bizler taparız içimizdeki ışığa
bizler taparız içimizdeki sıcaklığa
bizler taparız dünyaya
bizler taparız içimizdeki sevgiye
bizler taparız kendimize
bizler taparız doğaya
bizler taparız bize
bizler taparız içimizdeki yaşama, ve bilime, ve bilgiye, ve
dönüşüme
görünen dünyanın
ama asla tapmayacağız isa’ya
meşrulaştırmayacağız cadıları ve şeytanları ve öcüleri
ve cinleri
iktidardakilerin şehvetli sözlerini bizi fanteziye ve illüzyona
zincirli tutan
hayat üzerine şarkı söyle, isa üzerine değil
devrim üzerine söyle, isa üzerine değil
isa üzerine şarkı söylemeyi bırak
yaratmak, bizim yarattıklarımız, dünyadaki hayat ve
muhteşem
tabiat onu dönüştürmek için nasıl zorlandığımız üzerine söyle, ama bizi
mağdur gibi gösterme
çarpıtarak dünyayı
isa üzerine sayıklamayı bırak, isa için terlemeyi ve ağlamayı ve hoplayıp zıplamayı
ve ölmeyi
eğer değilse adı bu inşa ettiğimiz ordunun zorlamak için
toprağın nihayet
el değiştirmesini. Ve isa demeyelim buna, derhal
uzlaşalım üzerinde,
şu siyah ateşten kasları adlandırmayalım sakın
zindandaki görünmez bir medyum
kibar görüşlü bir deli gömleklinin ardından, halkın ordusu diyelim ona ya da
wapendtizi ya da
simba
wachanga, ama isa diye adlandırmayacağız onu ne de tapacağız
isa’ya, çıkar
isa’yı aklından. yeni dünyayı inşa et gerçeklerden ve yeni
vizyonu
dünyada neler olduğunu görmeye
bu dünyada neler olduğunu anlamaya geldik!
canlandırmaya değişimi gözümüzde, ısrar etmeye değişim için.
biz devrime tapıyoruz

“İsa’ya ne zaman taparız” hem Baraka’nın edebi yolculuğunda önemli bir dönüşümü hem de üslubundaki coşkuyu, cüretkârlığı, tavizsizliği ve okurun kendini kaptırmaktan kendini alıkoyamadığı ritmik ahengi gösteren bir şiir. Bununla birlikte bir yanılgıyı da ortadan kaldırıyor: Baraka’nın “Müslüman bir şair” olduğuna dair inancı. Örneğin eğer Lacivert Dergi okuruysanız, Baraka’yı Amerikan şiirinin Muhammed Ali’si ya da –Amerikalı değil, Britanyalı olduğunu es geçmeden– Yusuf İslam’ı sanabilirsiniz. Bu yanılgı sadece Lacivert Dergi’ye mahsus değil, ABD basınında da bir hayli yaygın, bu yüzden kısmen anlaşılır. Sebebi de Baraka’nın ismini hangi gerekçelerle seçtiğinin tam anlamıyla idrak edilememesi.

Amiri Baraka

Baraka 1968’e kadar tarz olarak Beat Kuşağı’nın, ideolojik açıdan ise Pan-Afrikalılığın ve Kara Panterler’in doktrinine de yansıyan bir nevi siyah kültürel milliyetçiliğin etkisindeydi. O dönemde pek çok Siyah Amerikalı, Afrika’daki bağımsızlık hareketlerinin yarattığı özgürleşme dalgalarından da esinlenerek köleliğin mirası olarak gördükleri isimlerini, Afrikalılıklarını öne çıkaran isimlerle değiştirmeyi âdet edinmişlerdi. İslam dinine geçenler ise kendilerine Müslüman isimleri seçiyorlardı. Örneğin Malcolm X, önce soyadı yerine “kaybolan kabilesine” atıfla “X” harfini kullanmış, katledilmeden bir sene önce, Hac dönüşünde ise Hajj Malik el-Shabazz adını almıştı. Baraka’nın da birçok biyografisinde LeRoi Jones adıyla tanınırken Müslüman olup “Imamu Amiri Baraka” adını aldığı belirtilir (daha sonra Imamu, yani “imam” ismini adından çıkarır). Oysa bu adı seçen kendisi değildi. Birçok söyleşisinde izah ettiği üzere, Baraka bu adı Malcolm X’i defneden Müslüman imamdan almıştı. 1967’de Newark’taki gösterilerde tartaklandıktan sonra Malcolm X’in imamı onu görmeye gelmiş ve “Bu Amerikan ismini taşımaya ihtiyacın yok “demişti. NPR radyosunda 1986 yılında yayımlanan söyleşisinde isim değişikliğinin nasıl geliştiğini şöyle anlatıyordu Baraka: “O dönem söylediklerinin etkisi altında kaldım, çünkü kim bilir, belki de ölesiye kırbaçla dövüldüğüm içindir. Bana Arapça Amir Barakat ismini verdi. Ama Arapça bir isim istemiyordum, bu yüzden onu Swahili ve Bantuya dönüştürüp Amir’den Amiri ve Barakat’tan ise Baraka yaptım, tıpkı Tanzanya, Uganda ya da Kenya’da duyabileceğiniz isimler gibi.” İsim değişikliği tam da Baraka’nın, Swahili dilinde “Gelenek” anlamına gelen “Kawaida” doktrini benimsediği döneme geliyordu. Malcolm X, Muhammed Ali gibi figürlerin din değiştirmesi sebebiyle de İslam ile kültürel milliyetçilik iç içeydi. Baraka’nın yaşadığı Newark’ta yine 1960’ların sonunda kurulan kültür merkezi ve sadece üç plak çıkaracağı free jazz müzik şirketi de “Cihat” adını taşıyordu. Dolayısıyla Baraka’nın sadece biyografisini okursanız, Müslüman olduğuna inanmanız işten bile değil. Ancak dindar olmadığını sezmek için şiirlerini biraz olsun bilmeniz yeterli. 2008’de bir söyleşide yine karşısına çıkan, Müslüman olup olmadığına dair bir soruyu şöyle yanıtlıyordu Baraka, nezaket ve doğallıkla: “İsmim bana önemli bir imam olduğunu düşündüğüm biri tarafından verilmişti, dolayısıyla bu öğretinin çok uzağında değildim ama asla dine karşı bir ilgim olmadı. Dindar değilim, komünistim.” 1970’lerden itibaren de şiirlerinde baskın ideoloji Marksizm, din niyetine hayatına hükmeden akım funk, önlerinde saygıyla eğildiği ikonlarsa John Coltrane, James Brown, Sarah Vaughan ya da Duke Ellington olacaktı. Biyografisi kafa karıştırıcı olabilir, kabul, ama Baraka’nın “Müslüman şair” olduğunu iddia edenlerin özrü yine de kabahatlerinden büyük. Bu Baraka’nın şiirlerini okumadıklarını veya okuyup anlamadıklarını söylüyor bize. Yani şu dizeleri görünce insan en azından biraz olsun şüphe duyardı, değil mi ama?

Sadece Sosyalizm kurtaracak
Siyah Ulusu
Sadece Sosyalizm
kurtaracak Siyah Ulusu
Sadece Sosyalizm kurtaracak
Amerika’yı
Sadece Sosyalizm kurtaracak
dünyayı!

Şimdi de biraz geriye gidelim ve Baraka’nın Newark’ta polis tarafından dövülerek gözaltına alındıktan sonra yayımladığı, Pan-Afrikalılık ile Marksist dönemleri arasında bir köprü oluşturan Kara Büyü kitabından politik doğruculuk sınırlarını defalarca ihlal ettiği manifestovari “Siyah Sanat” şiirinden kesitlerde şiire bakış açısını görelim. Baraka maruz kaldığı polis şiddetine misliyle cevap veriyor Frantz Fanon’un hayaletinin gezindiği şiirinde, gerçek şiddetin karşısına temsili şiddeti çıkararak. Bu şiddete bir açık çağrı değil elbette, bir çıkış ve başkaldırı yolu olarak kısasa kısasın şiir meydanında verilmesi için bir sesleniş.

(…) Şiirleri siktir et
işe yararlardı, ateş etseler
sana gelip, seni olduğun gibi sevseler
güreşçiler gibi nefes alsalar, veya ürperseler
garip şekilde işedikten sonra. (…)
“Öldüren şiirler” istiyoruz biz.
Katil şiirler. Ateş eden şiirler
silahla. Polislerle ara sokaklarda güreşen
silahlarını alıp onları ölü halde bırakan
dillerini kesip İrlanda’ya gönderen şiirler.
(…) Uçak şiirleri, rrrrrrrrrrrrrr
rrrrrrrrrrrrrr … tatatatatatatatatatatata
… rrrrrrrrrrrrrrr … beyazcıkların kıçını
ateşe ve ölüme veren. (…)
Yazılmasın aşk şiirleri
ta ki aşk var olana kadar özgürce
ve temiz bir biçimde. Siyah İnsanlar anlasınlar ki
savaşçıların ve savaşçıların oğullarının
sevgilileri ve sevgililerinin oğulları olduklarını.
şiir & şair &
dünyadaki tüm güzellikler olduklarını
Biz siyah bir şiir istiyoruz. Ve
Siyah bir Dünya.
Dünya Siyah bir Şiir olsun
Ve Tüm Siyah İnsanlar Söylesin Bu Şiiri
Sessizce,
ya da YÜKSEK SESLE

Küçük bir parantez, Lorde ile Baraka arasındaki en büyük fark şiirin işlevselliğindeki önem. Lorde için şiir hayati bir araç, çünkü duyguları ifade etmenin çok ama çok önemli bir yolu. Şiir, sessizliğe mahkûm edilenler için olmazsa olmaz. Baraka’ya göre ise şiirin ancak ve ancak bir silah gibi kullanıldığında bir kıymeti var. Yukarıdaki şiiri şunun da farkına varmamızı sağlıyor ayrıca: Cinayetlerden tutun da, sömürgelerde uçaklarla toplulukların bombalanmasına kadar Siyahlara yıllarca reva görülen ve cezasız bırakılan şiddet sarmalının, kelimelere döküldüğü anda ne kadar da sarsıcı ve tiksindirici olduğunun… Oysa Baraka’nın geri yansıttığı şiddet, Siyahların tarih boyunca maruz kaldıklarının yanında bir kum tanesi. Bu anlamda, Baraka şiire Siyahların barışçıl aktivizminden Kara Panterler’in şiddeti benimseyen örgütsel eylemlerine kadar geniş bir yelpaze içinde bir mücadele aracı rolü biçiyor. Obama dönemine ilişkin bir parantez açarsak da, Baraka önce Obama’yı eleştirmeme kararı alırken, sonra perhizini bozup Obama’nın etkisiz kaldığını ve sistemin ortadan kalkmadığını savunacaktı.

Son döneminde ise Baraka şiirlerini hep müzikle, sesli bir şekilde tasarladı. Yine en politik şiirlerinden biri olan “Birileri Amerika’yı Havaya Uçurdu” şiirine mesela bir çeşit nakarata dönüşen “who” yani “kim” sözünün tekrarıyla şekil veriyordu.

Diyorlar ki teröristin tekiydi,
barbar bir
A Rap,
Afganistan’da,
Bizim Amerikan teröristler değildi,
Klan ya da Dazlak neo-naziler
ne de zenciyi havaya uçuranlar
Kiliseler, ya da bizi reenkarne eden Ölüm Hücrelerinde
Değildi Trent Lott
Ne de David Duke ya da Giuliani
Ne de Schundler, emekliye ayrılan Helms
Değildi kılık değiştirmiş belsoğukluğu
Beyaz örtülerin hastalıkları
Siyahları katleden
Mantığı ve aklıselimi terörize eden
İnsanlığın çoğunluğunu, diledikleri gibi

diye başlıyor şiir ve upuzun bir listeyi saymaya başlıyor. Herkes de nasibini alıyor. Herkes, hepimiz.

(…) Kim zengin oldu Ermeni soykırımından
Kimdi en büyük terörist
Kim en fazla kişi öldürdü
Kim yaptı en çok kötülüğü
Kim umursamıyor hayatta kalmayı
Kim sahip kolonilere
Kim çaldı en fazla toprağı
Kim hükmediyor dünyaya
Kim iyi olduğunu söyleyip kötülük yapıyor
Kim en büyük cellat
Kim? Kim? Kim?
Kim sahip petrole
Kim istiyor daha fazla petrol
Kim sonra yalan olduğunu anladığını şeyi düşünmenizi söyleyen
Kim? Kim? Kim? (…)

Amiri Baraka – “Somebody Blew Up America” 

Susan Sontag, Başkalarının Acılarına Bakmak adlı denemesinde toplumsal belleğin esasen bir yanılgıdan ibaret olduğunu savunur. Hatırlamak olsa olsa kişiseldir Sontag’a göre, hafıza çoğuldur, kişilerle birlikte yaşar ve ölür. “Kolektif hafıza” denen ise hatırlamaktan ziyade neyin önemli olduğunu ve olup bitenlerin nasıl yaşandığını “beyan etmek” eylemidir. Gerek Lorde’nin daha bireysel duygulardan yola çıkan metinlerinde gerekse Baraka’nın toplumu ve tarihi merkezine alan yaylım ateşlerinde geçmişte ya da o günlerde yaşananları tanımlama, adını koyma gayesini görebiliyoruz. Bu bir bakıma Siyahlara dayatılan kolektif hafızayı yıkıp yerine yenisini inşa etme çabası olarak da yorumlanabilir. Baraka’nın bitmek bilmeyen “kim?” diye isyanları kolektif hafızanın yapaylığının ipliğini pazara çıkaran bir mantraya dönüşüyor müzikli dinletisinde…

Beyazlardan bağımsız alternatif bir kolektif hafıza oluşturma gayesi de ikinci ve üçüncü kuşak Siyah şairler arasındaki en önemli bağlardan biri. Sontag, Washington’da başka topraklarda gerçekleşen insanlık suçlarına ilişkin Holokost ve Ermeni Soykırımı’nı anma müzeleri varken, köleliğe dair bir müze olmamasını vurguluyordu (2003’te kapılarını açan Ulusal Afrika-Amerikan Tarihi ve Kültürü Müzesi daimi binasına ancak 2016’da kavuşabildi, ABD’nin kölelik tarihini ele alan ilk müzesi ise New Orleans yakınlarında, Whitney Çiftliği’nde 2015’te açıldı). Yani hâlâ toplumun ortak belleğini oluşturanlar Siyahların geçmişini yok sayıyor, ırkçılığı, katliamları, adaletsizliği, Siyahların içinde yer almadığı bir Amerikan miti ile örtbas ediyorlardı. Siyahların geçmişini de dikte ederek… Bir başka deyişle Claudia Rankine’ın dediği gibi: “Haksızlıkların en büyüğü kendine ait olmadığını hissetmektir.”