221 Baker Caddesi’nden Kazancı Yokuşu'nda bir eve uzanıyoruz şimdi; Amanvermez Avni’nin, nam-ı diğer Osmanlı'nın Sherlock Holmes'unun dünyasına...
21 Mayıs 2015 03:00
Bir edebi tür olarak polisiye, popülerliğini her zaman korumuştur, İngiliz polisiyesinin eşsiz dedektif karakterlerinden Sherlock Holmes ise ünü ve etki alanı ülkesinin, döneminin ötesine geçen, 19. yüzyıldan bu yana sinema, televizyon dizisi, tiyatro ve müzikal uyarlamalarına tekrar tekrar malzeme olan ölümsüz bir karakter. Bizler şimdilerde Steven Moffat yapımı BBC uyarlaması Sherlock’un yeni sezonunu bekleyeduralım, Sir Arthur Conan Doyle’un Sherlock serilerine yeni baskılar ekleniyor, Doyle’un eserinden ve karakterinden ilham alan yepyeni romanlar yazılıyor; Sherlock’un şapkalı ve pipolu silüeti her zamankinden daha ikonik bir hal almış durumda. Doyle’un öykülerinin sıcağı sıcağına yayımlanıp okunduğu 19. yüzyılda bile meşhur dedektifin ününün İngiltere sınırlarına taşması, nevi şahsına münhasır karakter özellikleri, cinayet çözme teknikleri ve maceralarıyla Doyle’un ilham aldığı Edgar Allan Poe dedektifi Auguste Dupin’in önüne geçmesi söz konusuydu. O dönemin en tutkulu Sherlock hayranlarından birinin de II. Abdülhamid olduğunu biliyor muydunuz?
Türk edebiyatında polisiye türünün kökenleri üzerine nitelikli çalışmalar yapan Erol Üyepazarcı, Abdülhamid’in polisiye tutkusunu, Fransızcasından okuduğu ilk Sherlock Holmes macerasından sonra bilhassa Sherlock Holmes serisinin çevrilmesi için özel olarak bir tercüme bürosu kurdurduğunu, bu girişim neticesinde bugün İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan 600 polisiye roman olduğunu, 1907 yılında Sir Arthur Conan Doyle’un sultanın daveti üzerine İstanbul’a geldiğini Korkmayınız Mister Sherlock Holmes!-Türkiye’de Polisiye Romanının 125 Yıllık Öyküsü (1881-2006) adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatır. 1884 yılında Fransız dedektifi Lecoq’un maceralarından Orcival Cinayeti’nin çevrilmesi ve 1909’da çevirisi yapılan ilk Sherlock Holmes macerası Baskerville Tazısı ile çeviri polisiyeler Osmanlı okur yazarları arasında büyük beğeni toplamaya başlar. Çeviriler yaygınlık kazanırken; kadınlara güzellik önerilerinden seyahat yazılarına, adab-ı muaşeret kurallarından edebiyatın her türüne kalem oynatan dönemin kültür taşıyıcısı Ahmet Mithat Efendi ilk telif polisiye romanı olan Esrâr-ı Cinâyât’ı 1883’te tefrika olarak yayımlamıştır bile. Ancak telif polisiye roman serisi yazan bir isim vardır ki bugün dahi hakkında fazla bilgi sahibi olamadığımız bu yazar, dönemin “Sherlock zeitgeist”ının etkisiyle okuyucuları Osmanlı’nın Sherlock Holmes’u Amanvermez Avni ile tanıştırır. Ebüssüreyya Sami’nin 1913-1914 yıllarında on novella olarak yayımladığı, “on paralık öyküler” kategorisinde değerlendirilebilecek Amanvermez Avni serisi, II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı’sında hırsızlara, katillere, kalpazanlara kök söktüren ‘Mister’ Sherlock Holmes’un Osmanlılı muadili Amanvermez Avni karakterini Türk polisiyesine kazandırır.
Türk polisiye edebiyatının erken dönem örnekleri düşünülecek olduğunda genellikle akla ilk gelen örnek, Peyami Safa’nın Server Bedi mahlasıyla yazdığı Cingöz Recai serisiyken, daha erken bir dönemde yazılmış ve nitelik anlamında polisiye türünün gerekliliklerini yerine getiren Amanvermez Avni serisinin yakın zamana kadar keşfedilmemiş olması ilginçtir. Osmanlı yaşayış ve kültürüne ilginin her zamankinden yoğun, Sherlock Holmes’un bir kez daha şöhretinin tadını çıkardığı zamanlarda Erol Üyepazarcı’nın özenli çalışmasıyla bu seriyi günümüz Türkçesine çevirip polisiye literatürüne yeniden kazandırması, Amanvermez Avni’nin daha çok okuyucuyla buluşması için güzel bir fırsat aslında. 2000’li yılların başlarında çeşitli yayınevleri Amanvermez Avni’in serüvenlerini ayrı kitaplar olarak basmıştı ancak şimdilerde Palto Yayınevi, bu on kitaplık seriyi iki cilt halinde yeniden yayımladı.
Amanvermez Avni serisinin başlıca vurgusu, basıldığı yıllarda da “Osmanlı’nın Sherlock Holmes’u” olarak lanse edildiği göz önüne alınırsa, ‘yerlileştirilmiş’ bir Sherlock Holmes’un, bir Osmanlı dedektifinin maharetinin altını çizmek. Londra, Baker Caddesi 221B’deki ikametgahından kriminal dünyaya kafa tutan bir dedektifin zekasına neden Taksim, Kazancılar’ın üç odalı eski bir evinde rastlanmasın? Böylesi bir gurur vesilesine ek olarak, Avni gibi mahir dedektifler, kurmaca da olsalar Osmanlı polisine iyi bir örnek teşkil edebilirler. Ebüssüreyya Sami’nin önsözünü okuduğumuzda yazarın niyetinin bu düşüncelerle örüldüğünü görüyoruz:
Sherlock Holmes, Nat Pinkerton, Nick Carter, Lecoq, Harry gibi Batı’nın zabıta yaşamında harikalar yarattıkları söylenilen fevkalade zeki kişilere ait öykülerin ne kadar merakla okunduğunu gördükçe Doğu ülkelerinin de bu gibi zekalardan yoksun olmadığını kanıtlayacak, saklanmış ve doğru olan belgelerin yayınlanmasını ulusal ve vatani görevlerden saydım. Amerikalı bir Nat Pinkerton’un, Parisli bir Lecoq’un ellerinde var olan çok sayıdaki maddi araçlara dayanan başarılarını ısrarla alkışlayan okuyucular, hiç şüphe etmem ki bütün süregiden mahrumiyetleri içinde –yalnız sahip olduğu Doğu zekasını kullanarak- başarılar kazanan bir Türk polisini daha çok beğeneceklerdir. (s.17)
Ebüssüreyya Sami, Amanvermez Avni’nin Sherlock Holmes ve muadillerinden altta kalır yanı olmadığını belirtirken, “saklanmış ve doğru olan belgeler”e başvurararak onun gerçekten yaşamış bir dedektif olduğunu öne sürer. 19. yüzyıl yazarlarında yarattıkları dünyanın mümkün olduğunca gerçek olduğu izlenimini vermek genel bir eğilimdir ve bu durumda da Sami’nin Osmanlı’nın da pekâla bir Sherlock Holmes’u olabileceği ve Türk polislerine örnek teşkil edebileceği düşüncesini pekiştirmek adına yerinde bir uygulamadır. Öte yandan, bu gerçeklik iddiası ve yazarının ‘ulusal’ gayeleri, genelde okuyucuyu eğitme ya da belli bir ideolojiye yöneltme maksadı taşıyan edebiyat eserlerinin birçoğunda görülen anlatı aksaklıklarına yol açmaz; aksine Amanvermez Avni hikayeleri edebiyatın farklı lezzetlerinden biri olan polisiye türünün iyi örneklerinden sayılabilir.
Amanvermez Avni’nin döneminde “Osmanlı’nın Sherlock Holmes’u” olarak lanse ediliş şekli, serinin üzerine sınırlı da olsan yapılan değerlendirilmelerde kaçınılmaz olarak Sir Arthur Conan Doyle’un yapıtlarıyla karşılaştırma yoluna gidilmesine sebep olmuştur. Nitekim 2005 yılında Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde Ayşe Altınbaş Balcı tarafından yazılan “Türklerin Sherlock Holmes’u Amanvermez Avni” adlı yüksek lisans tezi de böyle bir karşılaştırma üzerinde yoğunlaşır. Balcı, tezinin sonuç kısmında “Amanvermez Avni’nin Sherlock Holmes’dan farklı bir karakter olarak çizildiğini, ama Amanvermez Avni’yi yerli kılabilecek özelliklerin ayrıntılı olarak çizilmediğini” öne sürer.
Karşılaştırmalı edebiyat söz konusu olduğundai yöntem olarak iki edebi yapıtın benzerliklerinin ve farklılıklarının ele alınması gerekir. Ne var ki karşılaştırma yöntemi izlenirken referans alınan edebi yapıtta bulunan özelliklerin –bu örnekte Doyle’un Sherlock Holmes serisi- diğer yapıtta olup olmadığının tek tek saptanması ve bunun üzerinden bir sonuca gidilmesi kolaylıkla yanıltıcı bir hal alabilir. Balcı, iki yapıtı karşılaştırırken tez boyunca Amanvermez Avni serisinin farklılıklarını, kendine özgü noktalarını, doğal olarak yerelliği ön plana çıkaran özelliklere vurgu yapıyor; bu bağlamda sonuç kısmında vardığı yargı çelişkiye yol açıyor. Oysaki Ebüssüreyya Sami’nin Amanvermez Avni serisi başarılı bir yerelleştirmenin örneği. Belki de Türk polisiye edebiyatı içindeki yerini değerlendirmek için onu yakın döneminin diğer Türk polisiye ürünleriyle karşılaştırmak daha sağlıklı bir yaklaşım olabilir.
Amanvermez Avni’nin tıpkı Sherlock Holmes’un Dr. Watson’ı gibi aynı evi paylaştıkları bir yardımcısı var ama farklı olarak, hikayelerdeki Arif, Avni’nin çırağı ve polis teşkilatından. Dr. Watson’ın Mary ile evlenişi gibi Arif de Nermin adlı bir kadınla izdivac gerçekleştiriyor. Sherlock Holmes’un davaları çözmek için yardım aldığı sokakta ve yeraltı dünyasında yaşayan Baker Caddesi Başıbozukları’na benzer bir şekilde, Avni’nin de suç dünyasından kendi cephesine ithal ettiği Anderya’sı var. Avni de en az Bay Holmes kadar esrarı mantıkla yıkan, akılcılıktan hiçbir şekilde ödün vermeyen bir karakter. Tıpkı Sherlock Holmes gibi Amanvermez Avni de alan çalışmaları yaparken sık sık kılık değiştirme yöntemine başvuruyor. Sherlock Holmes serüvenlerinde şehirle bütünleşmiş belli başlı yapıları, sokak ve semt isimleri, adresleri belirtilen binaları, pubları, parkları, köprü altlarıyla karakterin yaşadığı şehir Londra, neredeyse başlı başına bir karakter olarak ön plana çıkar. Amanvermez Avni’nin yaşadığı şehr-i İstanbul ise yazarının ayrıntılı tasvirleriyle son derece gerçekçi ve renkli bir biçimde öykülerde yer alırken, belki de Doyle’un serüvenlerinde bulunmayan tarihi ve siyasi arka planı da gözler önüne seriyor.
İki dedektif arasındaki benzerliklere daha çok örnek eklenebilir. Farklılıklara gelecek olursak, hiç de azımsanmayacak bir miktarda olduklarını söyleyebiliriz. İlk dikkati çeken, Sherlock Holmes’un İngiliz devletinde yüksek bir mevki sahibi olan ve hikayelerde sıklıkla etkin rol oynayan ağabeyi Mycroft gibi AmanvermezAvni’nin ailesinin herhangi bir ferdine rastlamamamız. Bununla birlikte, hiç sevgilisi olmayan, aseksüel olduğunu söyleyebileceğimiz Sherlock Holmes’un aksine, Amanvermez Avni’nin Karolin adlı bir sevgilisi var ve birden fazla öyküde, olayların merkezinde de yer alarak karşımıza çıkıyor. Amanvermez Avni’nin Karolin haricinde de kadınlarla ilişkisi olduğunu, onlarla flört etmeyi sevdiğini görebiliyoruz. Amanvermez Avni’nin Sherlock Holmes’un “suç dünyasının Napoléon’u” olarak nitelendirdiği, birçok serüvende azılı düşmanı olarak karşısına çıkan Profesör James Moriarty’nin muadili olabilecek belli başlı bir düşmanı yok; her serüvende yeni suçlularla mücadele ediyor. Amanvermez Avni’nin Sherlock Holmes’dan ayrılan yönlerinde otantikliğinin daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Sherlock Holmes, özellikle bir davayı çözmek için kendince istiareye yatma biçimi olan afyona başvururken, Türk polisine örnek teşkil etmesi amaçlanan Amanvermez Avni’de bu türden alışkanlıklara rastlamıyoruz. Sherlock Holmes serüvenlerinde dönemin tarihsel zemini Amanvermez Avni serisinde olduğu kadar yoğun işlenmiyor. Abdülhamid’in sultan olduğu istibdat döneminin; Teşkilat-ı Mahsusa’nın etkin bir halde işlediği ve jurnalcilik faaliyetlerinin yoğun olduğu korku atmosferinin etkileri bu öykülerde belirgin bir şekilde sergileniyor. Öyle ki Amanvermez Avni kendisine doğrudan Yıldız Sarayı’ndan gelen davalara karşı hep bir isteksizlik sergiliyor. Ayrıca Amanvermez Avni’nin diğer insanlarla girdiği diyaloglarda Ortaoyunu’nda, Karagöz-Hacivat oyunlarında ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’da rastladığımız yanlış anlaşılmalara dayalı, halk deyişleriyle bezeli mizahi öğelerin oluşu da bu seriye son derece yerel bir nitelik kazandırıyor.
Öte yandan, iki dedektifin ortak olduğu noktalarda da Amanvermez Avni cephesinde karşımıza gayet görünür kılınmış yerel ayrışmalar çıkıyor. Her iki dedektifin de olayları çözmek için kılık değiştirerek olayla alakalı insanların arasına sızdıklarını belirtmiştik. İşte bu noktada Amanvermez Avni’nin büründüğü kılıklar, 19. yüzyıl Osmanlı günlük yaşayışının, çok kültürlülüğünün kanlı canlı resimleri haline geliyorlar. Anadolu’dan İstanbul’a çalışmaya gelmiş erkekler, bıyıkları yukarı kalkık kaytan Galata palikaryaları, Acem müşteri, Ada vapurunda purosunu tüttüren bir Frenk, falcı kadın, Mısır prensi, dilenci, seyyar satıcı, hamal, tulumbacı, baca temizleyici, salepçi, Sakız Adalı bir Rum, Amanvermez Avni ile birlikte yardımcısı Arif’in girdiği türlü kılıklardan bazıları ve hikayelerdeki toplumsal atmosferi güçlendiriyorlar.
İlham aldığı model Britanya’lı bir edebi yapıt olsa da Ebüssüreyya Sami’nin Amanvermez Avni serisi ve başlıca karakteri belki de Tanzimat romanının Batı’dan ödünç alınmış karakterlerinden ve ögelerinden yer yer çok daha etkili ve ehil. Artık bu değer gün ışığına çıktığına göre bundan sonra atılacak olan adım, eseri genel olarak polisiye janrı ve Türk polisiye geleneği bağlamında incelemek olabilir. Bu adım hâlâ ‘çoksatan’ tür olması nedeniyle ‘trivialliteratur’, ucuz edebiyat olarak görülen polisiyenin de imkanlarını ve sunduklarını, kültürel, toplumsal ve tarihsel boyutlarıyla görebilmek için bir fırsat olabilir.