Bu yıl en çok b, a, r, ı, ş harflerini kullandık. Kimimiz öldürüldü bu harfler yüzünden. 2 bin 753 kere öldük... Bu yazı bu korkunç yılın son yazısı. Biz, 2016 yılında da burada olacağız. Birlikte okuyacak, birlikte yazacağız...
29 Aralık 2015 13:00
Bu yıl neler öğrendik?
Belki bir zamanlar aynı yerlerde bulunduğumuz, yanından geçtiğimiz, aynı yollarda yürüdüğümüz ama hiç tanımadığımız insanların ölümleriyle, öldürülmeleriyle kahrolmayı öğrendik. Azınlıkta da olsak, öğrendik.
Cenazeye saygının olmadığını, cesetlerin günlerce ve haftalarca beklemesinin kimsenin vicdanını sızlatmadığını öğrendik... Yas nedir, taziye nedir bilinmiyormuş, bunu da öğrendik.
Ekmek almaya giden çocuğa terörist denilebildiğini birkaç yıl önce öğrenmiştik ama yetmemiş, kalın kafamıza girmemiş demek ki bu yıl da yine ekmek almaya, bakkala giden çocukların öldürülebileceğini bir kez daha öğrendik.
Doğu’daki ölümün Batı’nın burnunun direğini sızlatmadığını yine, yine, yine öğrendik.
Bu yıl çok cümle kurduk, lanetli lanetli. Tetiğe dokunanlara, tetiğe dokunanların sırtını sıvazlayanlara inat en çok şu harflere dokundu parmaklarımız:
u, n, u, t, m, a, y, a, c, a, ğ, ı, z
v, i, c, d, a, n
a, d, a, l, e, t
d, i, r, e, n, e, c, e, ğ, i, z
ö, z, g, ü, r, l, ü, k
Ve en çok b, a, r, ı, ş harflerini kullandık. Kimimiz öldürüldü bu harfler yüzünden.
Sadece harfleri değil, rakamları da kullandık; 3, 9, 7, 34, 100 ve çoğaldı… Tabutlar, cenaze kortejlerinde yüzlerce insan… Çoğaldık. 100’lerce ölümüz oldu, 10.000’lerce kişi uğurladı.
2 bin 753 kere öldük. Fazlası var eksiği yok. Bombalı katliamlarda, iş cinayetlerinde, nefret ve kadın cinayetlerinde, polis şiddetinin şiddetiyle...
İnsan Hakları Derneği’nin 2015 raporuna göre kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 173 kişi; canlı bombalar tarafından öldürülen insan sayısı 138. Ne çok değil mi? Dahası var; 4 kişi gözaltında; 19 kişi faili meçhul, zorunlu askerlik hizmetini yaparken de en az 33 kişi yaşamını yitirdi. Mayınlı ve sahipsiz bomba patlaması sonucu beş kişi yaşamını yitirirken 22 kişi de ağır yaralandı. Daha dahası var. Fazlası yok da eksik kalanlar çok. Çocuklar öldü bu sene de. Çok çocuk çok öldü. Cizre’de Silopi’de, Şırnak’ta... Ve bir çocuk doğdu, adı: Tahir Elçi. Bir kız öldü, evinden içeri, kapısının önünde. Öldük biz bu yıl, çok öldürüldük.
Sokakta öldük, meydanda öldük, basın açıklaması yaparken, oyuncak götürürken, evin avlusunda tandırda ekmek pişirirken, damda, evde, bakkaldan dönerken, yürürken… en basit şeyleri yaparken ve en zor olan şeyi; yaşamaya çalışırken… öldürüldük.
İçimizde bir şeyler öldü. Kimi zaman yılgınlıkla, kimi zaman direnerek, kimi zaman öylesine yaşarken işte. Çoluk çocuk, teyze abla, baba amca öldürüldük. Katırlar, güvercinler hep birlikte öldürüldük. Renkli fotoğraflarımız siyah beyaz oldu.
Ölümlerin 100’üncü yılında öldürüldük. Bu yılın ölümlerinin de nice yıldönümleri olacak. Sonra yine öleceğiz. Çünkü öldürülmekle bitmeyeceğiz.
Öldürülmekle bitmediğimiz gibi dört duvara hapsedildiğimizde de bitmedik.
Yangın yerine dönen cennet vatanın savaş ateşini havuzbaşlarından izleyenler, ekranlarda konuşurken unvanına “Gazeteci” yazanlar ülkenin bir yerinden haber yapan muhabirin kafasına silah dayandığında buna ses etmeyenler... Gazeteler, televizyonlar basıldığında, gazeteciler işsiz kaldığında, gazeteciler casus, vatan haini ilan edildiğinde keh keh gülenler... Onlar da bitmedi...
Diyeceksiniz ki bu ne biçim Editörden yazısı. Haklısınız. Biz de tüm yıl boyunca ülkenin başına çöreklenen tüm kayıpların acısını yaşarken şu soruyu sorduk kendimize:
Ne biçim bir ülke olduk? Ve, biz ne yapıyoruz?
Bu haftaki söyleşimizin kimin hangi kitabıyla olduğunun ne önemi var; insanlar öldü, cesetleri sokakta, cesetleri evlerinin derin dondurucusunda. İnsanlar öldü, çok öldü.
Unutuldular bile, biz de mi unutacağız?
Bu ayki dosya konumuzu belirleyelim ama ya o arada bir felaket daha olursa, nasıl yayın yapacağız, kimin umurunda olacak?
Gazeteciler hapiste, ifade özgürlüğünden ses yok. Dokunan yanıyor. Ölen öldüğüyle kalıyor. Ve unutuyoruz.
Bu yazıyı yazarken tesadüfen bir cümle okuyorum. Giorgio Agamben’in Nesir Fikri kitabındaki “Adalet Fikri” bölümünden bir cümle: “Unutulan ne ister? Ne hafıza ne de farkındalık, sadece adalet...”
Evet, bu ne biçim bir Editörden yazısı? Bu yazı bu korkunç yılın son yazısı. Bu yıla veda edelim dedik, elveda diyelim dedik ama son bir şeyler de söyleyelim istedik.
Yekta Kopan, Figen Şakacı, Behçet Çelik, Nermin Yıldırım, Hakan Bıçakcı ve İlhami Algör’den de bu geride bıraktığımız 2015 yılına birkaç kelâm etmelerini, mektup yazmalarını istedik. Kendilerince, 2015’e ne söylemek istiyorlarsa. Yazdılar, bizim de duygularımıza tercüman oldular. Buradan okuyabilirsiniz.
2015, K24’ün yayın hayatına başladığı yıl. Tanıdıklarımızdan aldığımız destek ve yeni tanıştığımız dostlarımızla K24 çatısı altında daha iyi zamanlarda birlikte üretmeyi ve üretilene hak ettiği kıymeti vermeyi istiyoruz. Ama biz K24 olarak aynı zamanda bu ülkede insanların zulme ve haksızlığa uğramasını ve tüm bunlar olurken sessiz kalınmasını istemiyoruz. “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” cümlesi çok şeyi anlatıyor, buna inanıyoruz.
K24 ülkenin her şehrinde, her köyünde, her sokağında barış istiyor...
K24 ifade özgürlüğünü, anadil ve yaşam hakkını “ama”sız savunuyor...
K24 insanlara, güvercinlere ve katırlara yaşam hakkı istiyor...
K24 edebiyattan, kitaptan, sanattan taraf ama her şeyden önce “insan”dan taraf.
Adaletten, özgürlükten, vicdandan taraf.
Biz tüm inandıklarımızla yeni gelen 2016 yılında da burada olacağız.
Birlikte okuyacak, birlikte yazacağız, birlikte üreteceğiz.
2015’i ise hiç unutmayacağız.