Zamanın ruhu, oluş ve bozuluş

Pi Sayısı ve Özgürlük, hem Ergün Günçe'nin zihnini daha yakından tanımak hem de yazıldığı zamanın ruhuyla doğrudan yüz yüze gelmek açısından önemli bir olanak...

13 Eylül 2018 13:25

Eşsiz şair Ergin Günçe’nin yazılarını içeren Pi Sayısı ve Özgürlük kitabını okuyup üstüne epeydir yolumun düşmediği Ravel’in Bolero’sunu dinleyince zihnimde o ezelî “oluş ve bozuluş” kavram çifti canlandı, tabii bazı güncel bozuluşların yarattığı birikimle. Günçe, ruhundaki bütün çocuk tazeliğiyle, 68’in yaşça ağabey kuşağındandır. 60’larda biz öğrenciyken onlar genç akademisyenlerdi. “Gencölmek”[1] gerçekliği nedeniyle, onun “bozuluş” sürecini bilemiyoruz. Yaşasa ve öyle bir süreç gerçekleşse, bu büyük olasılıkla yalnızca fiziksel düzlemde kalırdı. Yine de hiç belli olmuyor tabii.

Pi Sayısı ve Özgürlük, hem şairin zihnini daha yakından tanımak hem de yazıldığı zamanın ruhuyla doğrudan yüz yüze gelmek açısından önemli bir olanak. Önemli, çünkü dönemin tipik bazı yanları kadar, tipik olmayan yanlarını da düşündürüyor. Şair Günçe, bakış açısı ve söylemiyle zaten başlı başına bir dünyadır. Denemeci Günçe de öyle. İktisat yazıları ise, 60’ların ilk yarısını hayli tipik bir biçimde temsil ediyor. Bunları kitabın sonraki bölümünde buluyoruz. İlk bölümde Günçe’nin “elimizdeki” son yazıları olan, 1970’lerin başlarına ait denemeler var. Bu ters sıralama sayesinde, zihnin olağanüstü cevvalliğini ve eşine az rastlanır sorgulamacılığını ilk andan itibaren görebiliyoruz. 60’lı yılların yazıları ne de olsa Günçe’nin çoğumuz gibi sosyalist hareketin artan ivmesine ayak uydurmayı öncelikli erdem bildiği bir döneme ait yazılar. Tipik Günçe cevvalliğinden yoksun olmamakla birlikte, sosyalist siyasetin ve akademinin dayattığı belirli kalıpları az çok yansıtıyor bu yazılar.

AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi yıllarındanO zamanın ruhu, yani egemen düşünsel bakış açısı, reel sosyalizm temeline dayalı. Belirtmekte yarar olabilir: Batı’da ve Çin’de 60’ların devrimci ruhu daha çok gençliğin Gezivari isyancılığını yükseltirken, Türkiye’de ve benzer “azgelişmiş, geri bıraktırılmış” ülkelerde reel sosyalizmin zihni ön plandaydı. 1961’de Türkiye için bir mucize gibi yasal olarak kurulan sosyalist parti (TİP), “toprak reformu, sanayileşme, planlı ekonomi, devletçilik, devlet müdahalesi” gibi kavramlarla tanımlanan politikaları savunuyordu. Günçe’nin yazılarında, 60’ların ilk üç çeyreğine egemen olan bu ruhun en net belirtilerini kalıplarıyla görebiliyoruz: “emekçi halkımızın kendi öz partisi” (s. 86), “halktan öğrenmek ve ona öğretmek” (s. 93), “halkla beraber halk için” (s. 125) ve iktisat alanında, kapalı ekonomi anlayışına dayalı “kalkınma sorunumuz”[2] (s. 118) vb. Söylemin diğer bileşenlerini de buluyoruz Günçe’de: “Mücadele” sözcüğünün yerine tepe tepe “savaş” sözcüğünü kullanıyor ve bundan rahatsızlık duyduğuna ilişkin bir işaret yok. Rahatsızlık belki içten içe birikmiştir, sonradan başgösteriyor: 1972 tarihli, kitaba da adını veren yazısında, “başkasının aklı ile düşünmenin ne kadar sınırlayıcı ve aksak bir iş olduğunu...” diyor (s. 9). 1965 sonrasında güncel yazı yayımlamaya ara vermiş olmasının nedenlerinden biri buysa, bir diğeri de sosyalist cenahta ortaya çıkan sorunlardan duyduğu sıkıntı olabilir: Reel sosyalizm artık eskisi gibi tekparça değildir. En genel planda, Maoculuk ve Lenincilik/Sovyetçilik olmak üzere birbirinin hasmı iki “siyaset” vardır. Sovyetçi cenahta oluşan bir eleştirel kanat, Doğu Avrupa ülkeleri ve Afganistan yönündeki devrim ihracını reddetmekte, demokratik (bizde “güler yüzlü” –Mehmet Ali Aybar) sosyalizmi savunmaktadır. Küba devrimi bile, bir yanda reelleşen Castro, diğer yanda gerilla Che olmak üzere ikizleşmiş haldedir: Her kertede berbat sonuçlar vermeye yatkın, akıldışı bir parçalanma süreci ve bunun Türkiye’deki yansımaları. Hiçbiri Günçe gibi bir zihne uygun değil. O ancak kendi fikrine en yakın görüneni, gereğince göstermek için yola çıkabilir. “Metafizik sanılan konuları fiziki boyutlara indir”mek çerçevesinde, “Tanrının varlığı”na ilişkin, yaratıcı dile dayalı nefis önerileri gibi: “Tanrı vardır, bir kurumdur, fonksiyonları vardır ve zamanla değişiyor” (s. 57 vd.).

Pi Sayısı ve Özgürlük, Ergin Günçe, Edebi ŞeylerGünçe’nin yazıları boyunca izlediğimiz zihin, yalnızca kendi içinde değil, kuşaktaşları arasında da bazı karşılaştırmaları çağırıyor: Yaratıcı yazarlar olarak Günçe ile Sevgi Soysal, iktisatçı siyaset yazarları olarak Günçe ile ilk dönemlerin Yalçın Küçük’ü gibi.

Özellikle 70’li yılların tarihini taşıyan Pi Sayısı yazıları, poz vermeyen özgüvenleri, ilgilerinin hakikiliği, ilk dönemlerdeki sadakatin yerini giderek özerkliğin alması ve asla gevezelik etmeyen şen mizahıyla, Günçe’nin çağdaşı Sevgi S.’nin yazılarını çağrıştırıyor. İkisinin yazıları da belirli yıllarla sınırlı ve Günçe’de iki döneme ayrılsa bile uzun yıllar değil bunlar. Sevgi S.’de bir tür mahalle mensupluğu duygusunu düşündüren tek tük popülist söylem örnekleri, Günçe’de ise paranteze alınmamış “ulus gerçeği” vurgusu (s. 44), zamanın ruhuna dahil. Şair, şiirlerini de dikkate alan bir bütünlük içinde baktığımızda, zıt özelliklerin insanı. Bir yandan kesinleyici bir söyleme yaslanıyor, bir yandan da söyleminde bir yetmezlik duygusu var: Yazılarında arada sanatlı bir söz ediyor ya da bir sözcüğü sanatlı bir biçimde kullanıyor, ancak bunu hemen bir açıklamayla desteklemek ihtiyacını hissedebiliyor. Sözgelimi, yaşasaydı bizlerle birlikte mutlaka onun da karşılaşacağı “çeviri hayatlar” gibi bir deyim henüz doğmadığından ya da yaygınlaşmadığından olmalı, “Toplumu bir çeviri kitaptan alıp başka bir çeviri kitaba kadar ilerletebilirler en çok bu tip adamlar” derken dipnot düşüp çeviriye karşı olmadığını açıklamak gereğini duyuyor (s. 64). Açıklama sırasında bir kez daha tartışma götürür sözler ederek: “Benim karşı olduğum çeviri politika, çeviri sanat, çeviri felsefe ile bir iş yapmaya kalkmak.” Büsbütün yersiz olmayan, ancak yeterli de olamayan açıklamalar. Belki hocalığın, belki yanlış anlama oranları konusunda eşi bulunmayan bir topluma sesleniyor olmanın etkisi. “Ölçülülük” kavramını vurgulaması da aynı nedenlere dayanıyor olabilir. Dar anlamda yol açıcı olmayan, kişisel kalan, ancak buram buram Ergin Günçe şiiri kokan bazı hamleleri, denemelerine damga vuruyor: “Hesap” ve “boyut” sözcüklerini “Pi Sayısı” başlıklı yazısındaki gibi özelleştirmesi, “yüzeysel” anlamını yüklediği “üstten tutma” deyimi ya da “gericilik” kavramı temelinde “gerileme” imalarıyla ruhbilim alanına da uzanma hamlesi vb. Şiiriyle düzyazısının iç içe rüzgârlar estirdiği metinler. Bazıları insanın içini bir tür sevinçle dolduran bir düşünsellik sunuyor. Bugün ve herhalde her zaman hazla okunacak.

Ergin Günce, Yalçın Küçük ile hem yaşıt hem de aynı yollardan geçerek başlamış hayatına. İkisinin de yolu, Mülkiye, planlama uzmanlığı, siyasî iktisat yazarlığı ve TİP’ten geçiyor. Ancak, benzerlikler buraya kadar. Belki bir de, önceleri yazılarını az çok standart sosyalist ve akademik dille yazarlarken, giderek her biri kendine özgü, ama birbirinden apayrı biçemler oluşturduklarına işaret etmek gerekir, hepsi bu. Günçe bir kesintisiz “oluş” insanı, tıpkı Sevgi S. gibi. Bunu “Gencölmek”lerine borçlu olup olmadıklarını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ama bize bıraktıklarıyla görüyoruz ki hep “oluş” insanı olmanın gizilgücüyle doludurlar. Yazılarındaki bir iki benmerkezciliği saymazsak, bozuluş felaketini akla getirecek öğe görmüyoruz Günçe’de, sonuna kadar, okuyabildiğimiz kadar. Belki Şehirli Şairler Antolojisi adlı şiirindeki, küçültmecilik-kışkırtıcılık arası biçem bu çerçevede tartışılabilir. Aynı tartışma, bugün güncel bazı bozuluş işaretlerini düşününce de geçiyor aklımdan. Her durumda, yaratıcı bir kışkırtıcılığın izlerini bulmak, onların belirleyici olduğuna inanmak istiyor insan.

Son olarak, Günçe’yle ilgili yazıların toplandığı “Yüreğinde Bir Çiçek” kitabı gibi “Pi Sayısı ve Özgürlük”ü de tutkulu bir çalışmayla yayıma hazırlayan Ali Özgür Özkarcı’nın kitabın sonunda yer verdiği sunuşa değinmeliyim. Özkarcı’nın bu sunuşta söyledikleriyle benim yukarıda söylediklerim birbirinin yakınından geçmekle birlikte, ince ince noktalarda farklılaşıyor. Özkarcı ayrıca, Günçe’nin şiirleri konusunda da genel bir değerlendirme yapmış. Diyeceğim şu ki, editör şair bu konuda “yeni toplumculuk” kavramını önemser ve bakışını bu yönde geliştirirken, ufukta kendi şiirini de görüyor olabilir. “Türkiye Kadar Bir Çiçek”ten büsbütün kopuk bir şiir denemez çünkü Özkarcı şiiri için.

 

[1] Günçe’nin bir şiiri ve şiir kitabı, 1964. Kendisi de genç öldü, bir uçak kazasında, 1983 yılında.
[2] Turgut Özal dönemine kadar, “iktisat/ekonomi” dendiğinde herkesin aklına kalkınmayla ilgili konular gelirdi. Geniş kitleler zaten bunlarla da ilgilenmezdi, sosyalist kesim ilgilenirdi yalnızca. Özal’la birlikte, “iktisat/ekonomi” sözcüğü “para” anlamına gelmeye başladı ve geniş kitlelerin gündelik yaşamına dahil oldu. “Ekonomimiz dışa açıldı” ve eskiden tehlike olarak gördüğümüz yabancı sermaye, artık yeni yatırımlar ve iş alanları için ülkenin ve aslında neredeyse tüm ülkelerin başlıca gözdesi haline geldi. Kısacası Günçe’nin iktisat yazıları dönemin ruhunu bu yönüyle de dolaysız olarak görmek için bire bir.