Çevengur, insan ruhunun henüz çıplak olduğu, karmaşık kültürel ideolojik örüntülerle bugünkü denli gizlenmediği zamanlarda yazılmış bir metindir...
20 Eylül 2018 13:24
Andrey Platonov, Sovyetlerin en önemli romancılarından. Sovyet iktidarı ve bizzat Stalin tarafından sakıncalı bulunmuş, hayattayken pek çok bürokratik engelle karşılaşmış, neredeyse yaşamasına izin verilmemiş bir sanatçı.
Büyük romanı Çevengur ise, bize Sovyet devrim süreci içinden, Birinci Büyük Savaş ve akabinde yaşanan iç savaş henüz yer yer sürerken, Çevengur isimli ücra bir kasabada yaşanan devrim deneyimine dair ilginç bilgiler verir. Kitabı incelemek için yeterli motivasyondur bu; nihayet, tarihin bu dönemi, özellikle sol-sosyalist çevreler tarafından bütünüyle lider/ parti/ iktidar gibi dar kavramlara hapsedilerek anlaşılmaya çalışılır.
Sol hareketin sosyalizmin kuruluşu meselesini sadece bir iktidar aparatı ele geçirmek ki bu olsa olsa devlettir, olarak anlaması, yeni bir dünyanın insandan bağımsız, onun istek ve arzularından, hınç ve öfkelerinden, temelsiz istençlerinden ve aşkın eğilimlerinden de doğacak kuvvetlerle kaçınılmaz ilişkileri olacağını anlamama tutarlılığından, indirgemeci tarih okumasından ötede, derinde, temelde olarak sanat, bu noktada roman sanatı, sosyalizmin kalbinden, basit kitlelerin etkinliğinden, etkilenmelerinden, romantizmi, yaşama mücadeleleri ve çıkarcılığından yola çıkarak serimler.
İçeriğinden, en temel insan ilişkilerinden arındırılmış bir dünya için makineler, güvenli çalışmaları, tekrar eden ve sağlamlık sunan hareketleri, etrafa ısı ve koku ve yüreklendirici enerji yaymaları itibariyle güvenli ilişkileri yıkılmış savaş ve iç savaş insanları için ne kadar da sığınılası mahlûklardır. Tren tamir ve onarım atölyesinin başmakinisti, işe yeni aldığı Pavloviç’in makinelerle ilişkisini şu duygularla izler: “... Lokomotifleri öyle büyük bir acı ve kıskançlıkla seviyordu ki dehşetle izliyordu hareketlerini. Kendisine kalsa bütün lokomotifleri, cahillerin kaba ellerinde sakatlanmasınlar diye ebedi istirahata yollardı… insanlar canlıdır ve kendi başlarının çaresine bakarlar, makine ise hassas, korunmasız, kırılgan bir varlıktır…” (s. 20)
Zahar Pavloviç de benzer duygular içindedir makinelere karşı. “… Zahar Pavloviç sevgisini sessizce yaşıyordu. Kendi evini de civatalar, eski supaplar, mini vanalar ve diğer mekanik parçalarla doldurmuştu (….) makineler insandı ona göre, içinde hep birtakım duygular, düşünceler, arzular uyandırıyorlardı (...) ve eğer gelecekte de teknik böyle ilerleyecek olursa, insanlar, şüpheli başarılarından yozlaşa yozlaşa pasa dönüşeceklerdi; o zaman onları çalışkan lokomotiflerle ezmekten ve makineyi âlemde hür bırakmaktan başka çare kalmayacaktı...” (s. 38-39)
Nihayet, “Sayın başmakinist! diye seslenmişti bir keresinde Zahar Pavloviç… izninizle bir şey soracaktım: Neden insan böyle vasattır, kötü ile iyi arası bir şeydir de, makineler aynı derecede fevkaladedir?” (s. 39)
Ama metin içinde şu da beliriyor; makineleri ortaya koyan kuvvet insan emeği, aklı, bilgisi ve tekniğidir. Gerçi bu apaçık bir bilinç düzeyine tekabül edecek netlikte bir kavrayış sunmaz bize. Metinden takip edelim: “… hayvan ve ağacın yaşamı onları etkilemiyordu çünkü hiçbir insan üretimlerine katılmış değildi-bilinçli bir vuruşun, şaşmaz ustalığın izlerini taşımıyorlardı (...) bir tesviyeci ancak sarhoşken iyi konuşurdu, oysa ki lokomotifte saklı insan her zaman yüce ve korkunçtu.” (s. 40)
Fevkalade makine ve durmaksızın ölen ve öldüren, yaşama gücü elinden alınmış insanlar arasında bir tercih yapmak gerekirse, makinelerin hürlüğünü kabul etmek daha akla yakın görünür Zahar Pavloviç’e
Buraya kadar dayandığımız alıntılar üzerinde kısaca düşünmekte yarar vardır. Sosyal ortamın savaş tarafından şekillendirildiği, insanların üretim alanlarından koparılarak önce bütün cephelerde süren büyük savaşın, sonra da keskin bir iç savaşın askerlerine dönüştürüldüğü, kitabın bütününden anlaşıldığı üzere doğaya, bozkırlara yayıldığı ve yaşamak için pek büyük umutların beslenemediği zamanlardır. Anneler, bebekleri doğunca daha fazla boğaz besleyemeyeceklerini düşünerek, acı içinde ölmelerindense, yaşlı kadınların bildiği bitkisel zehirleri kullanarak yaşama acısına son verirler; karşılığında ödeme için eski giysilerini kullanarak. Bir bakıma insandan ve insan olmaktan umut kesilmiştir. Genel toplumsal fonu oluşturan bu sefalet, yoksulluk ve cehalet içinde Rus insanları, amaçsız varlıklarını bir amaca, sağlam ve dayanıklı bir eksene dayandırmak için, karşılaştıkları makinelere, lokomotif ve onu besleyen teknik süreçlere bağlılık ve hayranlık duyarlar artık. Bir bakıma kaçınılmazdır da bu. Nihayetinde ortada süregiden bir insan varlığı, onun dayanakları ve koruyuculuğu kalmamıştır. İnsan ölürken onun emek eyleminin verimleri işlemeyi sürdürmektedir. Büyük Rus bozkırına salınan lokomotifler, iyi kötü bir yaşama bandı açar ve oluştururlar sürekli. Gerek asker sevki için olsun, gerekse de gittiği her yerde yemek ve barınak arayan insanların büyük canlılıklarını saçmalarıyla ortaya çıkan türlü verimler olsun.
Eğer durum buysa, makinelerin süreklilik bakımından insanı aşan bir yanı olmalıdır. Makineler, gelecekte pasa dönüşmesi muhtemel insan varlığının yerine özgür kılınmalıdır bu bakış açısından. Fevkalade makine ve durmaksızın ölen ve öldüren, yaşama gücü elinden alınmış insanlar arasında bir tercih yapmak gerekirse, makinelerin hürlüğünü kabul etmek daha akla yakın görünür Zahar Pavloviç’e.
Bunun karşısında, hayvan ve bitki varlıkları da yeterli ve güvenli görünmez Pavloviç’e. Çünkü nihayet, basit duygu düzeyinde bir düşünmenin ötesini göremeyecek değildir insanlar. Makineler, insan emek ve eylemlerinin ürünüdürler. İçlerinde saklı insan etkinliği vardır; saklı, çünkü öylece ve kendiliğinden ortaya çıkmadıkları gibi, hangi duygusal atılımla övülürlerse övülsünler, makineler kendilerini sürdürmek için de insan emek ve etkinliğine bağımlıdırlar.
Buradaki açık çelişki, makineler dünyasını ortaya koyan insanın, yaşama düşmanca bir tutum içinde bulunmasıdır. Makineler sığınılabilecek limanlar olabilir elbette ama bu sadece günü geçirmek-kurtarmak için bir teori olabilir. Elleriyle üretip yürüttükleri makineler, kesinlik ve netlik ve sürekli tekrarlanan kuvvet döngüsü sunsa bile, bunu ona bahşeden esas varlık insandır. Bugün yeryüzünü yaşanmaz bir yere çeviren ve acımasızca bir hayat katliamına girişen insan.
Çevengur, insan ruhunun henüz çıplak olduğu, karmaşık kültürel ideolojik örüntülerle bugünkü denli gizlenmediği zamanlarda yazılmış bir metindir. Bir insanın sorumluluğunun yardım kuruluşlarına, piyasa sistemine, kendi gayretine, sosyal fonlara henüz terk edilmediği, dilenci bir oğlan çocuğu için kişisel sorumluluk hissedebildiğimiz zamanlara ait bir kitap
Zahar Pavloviç, bu basit ama sağlam bilinç düzeyini tamamıyla içselleştirecek aşamaya, yoksul köylü çocuğu, dilenci Proşka ile karşılaşınca gelecektir. Öyle ya, bir parça vicdan ve insan duygudaşlığı gerekir insana inanmak ve bağlanmak için. Proşka’nın hazin ve güvencesiz dilenci hayatı, Pavloviç için bir dönüm noktası oluşturur ve Pavloviç, Proşka karşılaşmasından sonra işe gitmek arzusunu yitirir. Durum netleşecektir: “artık lokomotiflere saygı duymuyordu.” (s. 47) Böylece, evdeki hayat alanlarını işgal eden makine parçalarının yerini, Proş’un tatlı varlığı ve yumuşak soluğu dolduracaktır.
Çevengur, insan ruhunun henüz çıplak olduğu, karmaşık kültürel ideolojik örüntülerle bugünkü denli gizlenmediği zamanlarda yazılmış bir metindir. Bir insanın sorumluluğunun yardım kuruluşlarına, piyasa sistemine, kendi gayretine, sosyal fonlara henüz terk edilmediği, dilenci bir oğlan çocuğu için kişisel sorumluluk hissedebildiğimiz zamanlara ait bir kitap. Bir alıntı gerekirse: “Temiz bir rüzgâr esmiş, Zahar Pavloviç’in içinde huzur ve güvenle yaşadığı makine sevgisinin sıcak sisini dağıtmıştı. Zahar Pavloviç’in karşısına, makinelerin yardımına güvenerek kendilerini kandırmayan çıplak insanların korunmasız, yalnız yaşamı dikilivermişti.” (s. 48)
Durmaksızın yüceltilen üretim ve üretim gereci olarak makine, bir çocuğun kurtulmasına bile hizmet edemiyorsa, sadece basit kâr ve para üretiminin ve yeniden üretiminin, insanların yoksullaşmasının ve yararsız ve işlevsiz atıklar olarak toplumdan dışlanmasının nedenleri arasında bulunuyorsa, makinelere belki de o kadar bel bağlamamak gerekir; ancak daha da temelde, üretimin basit amacının başka insanların emek-zamanından edinilen artı-değer’in el konmasına hizmet etmemesi, basitçe.
Fakat romandaki çözüm çok daha kuvvetle yükselir. Şu yüce lokomotifler, ateş yutan ve buharlar içinde çalışırken etrafında binlerce insanın taşınması gezinmesi silah ve mühimmatların ve büyük kiler vagonlarının iletilmesi yiyeceklerin yeryüzünde oradan oraya itilip çekilmesi işini yapan lokomotiflerden ikisi, bir bozkırda kafa kafaya çarpışır. Kızıl ordu lokomotifleridir bunlar. Birtakım sinyal yanlışları söz konusu olmalıdır. Ama makinelerin güvenilmezliğinden ziyade, dayanılacak varlıklar olmadıkları ileri sürülür daha ziyade. Kazanın yaşandığı yerde, lokomotiflerden birisinin içinde, Kızıl Ordu’ya yazılmış bulunan Dvanov da vardır. Zahar Pavloviç’in yüreğine dokunan dilenci çocuk. Artık topluma etki etmeye başlayan Bolşeviklerin partisine, babasının yerine yazılmış ve orduya alınarak cepheye yollanmıştır.
Peki, sosyalizm nasıl işler ve ilişkiler içinden gelecek ve egemen olacaktır topluma ve bu, toplumu tam olarak nasıl etkileyecektir? Daha da önemlisi, tek tek insanları?
Genel toplumsal huzursuzluk ortamı, toplum yaşamının pratik yanlarının kelimenin gerçek anlamıyla çökmüş olması, ne idarî ne hukukî ne bürokratik ne de ekonomik etkinliklerin artık sürdürülemez bir duruma gelmesi, Bolşevik partisi gibi diri toplumsal kuvvetlere sahip yapıları, toplumu yeniden inşa etme ve örgütleme noktasında avantajlı kılar. Elbette bundan başka güçler de kendi meşreplerince toplumsal yaşama müdahil olmaya çalışacak, hatta yer yer bununla ilgili açık çatışmalar yaşanacaktır. Ancak kitap bağlamında konuşacaksak, asıl etkinlik Bolşevik etkinliğidir ve Kızılların safına katılanlar için devrim, sosyalizmin kuruluşu gibi kavramlar, doğal olarak önemli etkenlerdendir.
Fakat işin aslı, Bolşevik partisinin eli henüz uzak kasaba ve köyleri yönetecek uzunlukta değildir. Bu durum, çeşitli tipten devrimci romantikleri toplumu örgütleme konusunda öncüler konumuna getirir. Tam da bu inşa sürecine katılan ve örgütçü olarak toplum yaşamana etki eden tek tek insanlar, kendi “kişisel” devrim algıları ve yorumlarıyla boy gösterir, ileri atılırken tuhaf ve anlaşılmaz eylemlerle belki naif ama bir o kadar da kuvvetli enerjileriyle yaşanan hayatlara şekil verirler.
Sosyalizm fikri toplumun çeşitli unsurlarına sirayet etmiş, ama onlara dokunurken kendisi olmaktan çıkarak tek tek bireylerin fantezi dünyalarıyla çarpışıp kendine has biçimler almıştır.
Bunlardan birisi, Rosa Lüksemburg’a duyduğu saplantılı hayranlıkla atlı devrimci Kopyonkin’dir. Atının adı, Proleter Gücü’dür ve bozkırda, işin aslı amaçsız, partinin dikkat ve yönetiminden tamamen azade biçimde, elde kılıç ve tabanca, olur olmaz tasarruflarla kendince karşı-devrimci gördüğü unsur ve örgütlenmelere gözü kapalı saldırarak Rus bozkırında devrimci terör estirir.
Kopyonkin, Rosa Lüksemburg’u, anlaşıldığına göre, somut toplum yaşantısının dönüştürülmesi yerine, bir idealin sapması olarak yerleştirmiştir zihnine. Değil midir ki Rosa öldürülmüştür; bu, neredeyse devrimin öldürülmesi gibi bir şeydir ona göre. Eylemlerine yön veren Rosa saplantısı, devrimin gerçekleştirilmesiyle yer değiştirmiş, onu sonsuz ve kazanılamayacak bir savaşın içine hapsetmiş gibidir. Rosa ölmüştür ve Kopyonkin’in tek somut amacı, atı Proleter Gücü’yle birlikte onun mezarına gidebilmektir.
Anlaşılan, sosyalizm fikri toplumun çeşitli unsurlarına sirayet etmiş, ama onlara dokunurken kendisi olmaktan çıkarak tek tek bireylerin fantezi dünyalarıyla çarpışıp kendine has biçimler almıştır. Rosa’nın mezarına varmak, Kopyonkin’e göre en devrimci eylem olacaktır. Resmini şapkasının içinde taşıdığı bu devrim öncüsü lider kadın karakter, onun için sosyalizmin bizzat kendisidir ve ölmüş olması, sosyalizm idealleri bakımından talihsizlik olsa bile, Kopyonkin için somut bir anlam ifade etmiyordur. Nihayet, onu bir kadın olarak da arzuladığını söyleyemeyiz. İffetli bir yücelik atfeder Rosa’ya ve oradan oraya elde kılıç atılırken, kafasının ardındaki temel plan asla değişmez: Ölmüşse mezarına ulaşılacaktır; ona göre sosyalizm ancak bu yoldan gerçekleşebilecektir. Elbette, bu, onun kişisel sosyalizm ideali olmalıdır.
Sosyalizm, Rus toplumunda kendi yolunu bulup izler. Genel olarak lider partinin egemenlik ve müdahale alanları, anlaşılan henüz sadece şehirlerde sürmektedir ve bozkıra yayılmış bulunan köy ve kasabalar, kendi sosyalizm yöntemlerini geliştirmek zorundadırlar; elbette kulaktan dolma bazı bilgilere dayanarak. Kopyonkin ve yoldaşı Dvanov Hanskiye Dvoriki köyüne uğradıklarında şöyle bir tabloyla karşılaşırlar: orada yerleşik toplum öncülerinden oluşan komite, kendi isimleri yerine beğendikleri öncü kişilerin isimlerini, kendilerinden aldıkları yetkiye dayanarak değiştirmişlerdir. Nahiye Devrim Komitesi de, durumu sakıncalı görmemiş ve Sovyet yurttaşlarını artık bu biçimde kayıt altına almıştır. Bir tanesi Fyodor Dostoyevski olmayı uygun bulmuştur. Bir tanesi Kristof Kolomb’dur artık. Bir diğeri Franz Mehring olmayı yeğlemiştir. Nahiye Devrim Komitesi’nden bilgi istenmiştir bu arada. Kolomb ve Mehring ünlü kişilerdir ancak isimleri onurlu mudur?
Ortada bir sosyalizm inancı vardır ama bununla ilgili ancak flu bir bilgiye sahiptir komiteyi teşkil edenler. Nitekim Sovyet kayıt sistemini işletmek adına, asker kaçağı bir şahsı, “şahsi soyadı edinmemiş kaytarıcı orta köylü” ismiyle vaftiz etmişlerdir.
Aslında bu bize, toplumun fertlerinin adını değiştirmek kudretini sezdiğini, bu bakımdan her şeyi istedikleri gibi değiştirebilecek bir zeminde bulunduklarını da sezdiklerini söyler. Ancak bu değişim ne yönde olacaktır? Orası sahiden meçhuldür ve genel olarak yöntem için, el yordamı ifadesi yerinde olacaktır. Bilimsel olmaya çalışmak, bilimden bihaber bu köylü nüfusunu oldukça zorlu durumlara düşürüp durur roman boyunca. Fakat değil mi ki sosyalizm bilimseldir, bunu bir yerlerden duymuş oldukları kesindir, o zaman işleri bilimsel tarzda ele almaya çalışmak, köylü bilinciyle bunun üstesinden gelmek zorundadırlar.
Bu yoldan, yapılan bazı hesaplamalara göre, ortada emir verebilecek durumda sadece, Sovyet yönetiminin pek ne yapacağını bilmediği için genel bir denetleme görevlisi olarak atayıp bozkıra saldığı Dvanov’un emriyle, köyün yakınlarındaki orman kesilecek ve o alan bütünüyle tarla olarak değerlendirilecektir; nitekim hesaplamalar matematiğe uygun, dolayısıyla bilimseldir. Bir alıntıya başvuralım: “O halde orman derhal kaldırılmalı, toprak sürülmeli! Bu ağaçlar kışlık tahılın yerini kaplıyor ancak…” ve bir diğeri; Kopyonkin seslenir: “Yaz, Saşa (Dvanov’un küçük adının samimi söylenişi) orman kesme emrini.” (s. 131)
Elbette her şey bir emirle gerçekleştirilmelidir ve bu emir, mümkün olan her durumda yazılı olmalıdır. Sanki Sovyet köylüsüne dönüşen Rus insanı, Sovyet Partisi için bürokrasi ve emir komuta zincirinin çok önemli olacağını, hatta en önemli ve kaçınılmaz olanın bu olacağını önceden kestirmiş gibi, bütün kararları ne kadar saçma olursa olsun, yazılı olarak görmek istemektedir.
Karşılaşacağımız bir diğer ilginç figür de Paşintsev’dir. Kopyonkin ve Dvanov bozkırda ilerler ve devrimci denetleme ve düzenlemelerde bulunurken karşılaşırlar onunla. Paşintsev, Dünya Komünizm Devrim Parkı kurup işleten bir yarı sosyalisttir. Parkın girişinde ki park, eski bir şatodan ve bahçesinden ibarettir ve içinde esasen savaş artığı bazı silahlardan başkaca bir şey yoktur; iki yoldaşı Fukaranın Hayrı gazetesi karşılar. İki önemli makaleye rastlarlar: Dünya Devriminin Hedefleri ve Tarlaları Kârlı Tutun, Emeğin Verimliliğini Artırın!
Kopyonkin, ilgili makalelerden yola çıkarak bir eşitlik tasavvuru ileri sürecektir ve epey aydınlatıcı bir akıl yürütmedir bu. Kısaca alıntılayalım: “… Bizde her şeye çoğunluk karar vermez mi, söyle? Neredeyse herkes de cahildir; gün gelecek, cahiller okuryazarlara harfleri unutturmayı kararlaştıracak, işte o vakit toplu eşitlik sağlanacak… Hem zaten az kişiye okuma yazmayı unutturmak herkese en baştan öğretmekten kolaydır.” (s. 141)
Esasen sosyalizmle amaçlanan eşitliktir, o kadarı açık. Nihayet, bu fikir Çin Kültür Devrimi ve Kızıl Kmerler pratiğinde kendisine vücut da bulacaktır. Soyut eşitlik ideali için gözlük kullananları, kitap okuyarak esası köylü bir toplumda ayrıcalık elde etmekle suçlayarak öldürmek bir Kmer uygulamasıdır. Kültür Devrimi için de, toplumsal ilişkilerin yıkımını ve yeniden inşasını hedefleyen ve parti bürokrasisi de dâhil olmak üzere bütün yönetici kesimlere taarruz eden bir eylemler silsilesinden söz açmak gerekir. Kopyonkin için eğitim eşitsizlik doğuruyordur ve eşitsizlik, sosyalist tahayyül açısından kabul edilebilir bir şey değildir.
“Kendi kendime çıkardığım karar der ki on dokuz senesinde bu iş bitmiştir… Ordu, iktidar, düzen kurulmuştur; bugün yine birileri halka ‘hizaya gir’, ‘pazartesi başla’ demektedir…”
Parkı işleten Paşintsev, feodal şatoya el koymuştur ve burayı kendi istirahatgahı olarak kullanıyordur. Elbette bir devrimcidir. Feodal çağlardan kalma bir zırha bürünmüştür fakat zırh tamam değildir. Bazı parçaları eksiktir bu korunma giysisinin. Dolayısıyla Paşintsev, demirden bir zırhın yarım yamalak korunması içinde, antika kaskının üzerine vidayla tutturulmuş bir Kızıl Ordu yıldızıyla karşılar gelenleri. Misafirlerini korkutmayı beceremeyince onları şatosuna alır. İçki ikram eder. Şişenin üzerinde, elbette “burjuvalara ölüm” yazıyordur. Fakat Paşintsev, süregiden iç savaştan ve Sovyet etkinliğinden kendince bazı sonuçlar çıkarmıştır. “Kendi kendime çıkardığım karar der ki on dokuz senesinde bu iş bitmiştir… Ordu, iktidar, düzen kurulmuştur; bugün yine birileri halka ‘hizaya gir’, ‘pazartesi başla’ demektedir…” (s. 145)
Durum açıktır; iktidar sorunu baş göstermiştir. Devrim tamamlanmış, ezilen sınıflar egemenleri şu ya da yoldan hayattan kovmuştur ama üretim, yerleşme ve bölüşüm işleri henüz parti denetimine girmemiştir. Fakat eğilim ve arzu bu yöndedir elbette. Bürokrasi çalışacak, her bireyi Sovyet iktidarı lehine işe koşacaktır. Şu ya da bu biçimde iktidar, tek tek insanları artı-değer üretecekleri işlere koşacak, ürüne el koyacak, uymayanları kendi iyi bildiği yöntemlerle cezalandırmaktan kaçınmayacaktır. Paşintsev 1918-19 yıllarında devrim için savaşmıştır. Ona göre devrim, zaten sosyalizmdir. Bu, bir kuruluş değildir, kurulan şey sadece yeni bir iktidardır. Ama elinde patlamayan el bombaları ve bedenini koruyan antika ve eksik zırhtan başkası yoktur. Elbette bir de kendi başına aldığı devrimci kararlar ve resmî olmayan, parti yetkilisinin votka ile yatıştırılarak dokunulmazlığını geçici olarak kazandığı bir adacık vardır elinde. Anlaşılan Paşintsev, daha şimdiden devrim zamanlarında kalarak eskimiş bir figürdür. Devrim yapılmış, sosyalizmin bürokratik kuruluşu zamanlarına gelinmiştir. Nitekim oradan oraya sürülecek ve Çevengur kasabasında bir çatışmada vurulacaktır. Devrimin zamanı geçmiş sıradan bir neferidir sadece, böylece devrimci olarak gericileşmiştir bile. Günün ihtiyacını görmekten uzak, yeni durumda hayalci ve işe yaramaz birisidir.
Bu ikilik önemli olsa gerektir. Söz konusu edilen bir karşı devrimci değil, Kızıl Ordu’da savaşmış bir askerdir. Ona göre devrim tamamlanmıştır ve insanların artık özgür biçimde, doğadan beslenerek ve içki içerek yaşamasının zamanı gelmiştir. Sosyalizm, tam böyle bir şey olmalıdır. Kurduğu parkta işlettiği komün, Sovyet iktidarının dışında konumlanmıştır. “Yönetim nedir bilmeden yaşıyorum” diye açıklar. “Harika oluyor. İktidar yan gözle bakmasın diye de burayı devrim parkı ilan ettim.” (s. 147)
Paşintsev’in yanındaki bazı insanlar, hiçbir Sovyet kaydında geçmezler. Bu, elbette bir özgürlük biçimi olmalıdır. Kayıtlı olmak, iktidarın niteliğinden bağımsız bireyi toplumun ve onu yönetenlerin tasarrufu altına almak demektir ve Paşintsev dünyasında devrim, özgürlükleri yeterince tamamlamış, sosyalizmin kurucu bağları, mümkün mertebe uzak tutulmuştur. Ancak elbette Dvanov partisi adına ve sosyalizm yararına düşünecek ve Paşintsev’i, yakındaki köylü nüfusuna parkını terk etmek ve köye yerleşmek için ikna edecektir. İskân ve tehcir, bütün iktidarlar için nüfusun yönetilmesi, artı değer yaratımı için (vergiler ve bürokrasinin beslenmesi meselelerinden azade iktidar henüz icat edilememiştir) olmazsa olmazların başında gelir.
İskân ve tehcir, Çevengur kasabası yönetimi için de kaçınılmazca başvurulacak bir etkinliktir. Nüfusun içindeki sömürücü (ortada henüz burjuva denebilecek bir sınıf olmadığına göre, toprak sahipleri, bu durumda) yerlerinden edilerek bozkıra salınırlar. Bir kısmı ise düpedüz başlarından vurularak toplumdan temizlenir. Vurulan burjuvalardan birisi kendisine ateş eden Şapov’a seslenir: “Can insan, izin ver nefes alayım, kadını çağır, vedalaşayım. Yahut elini uzatıver, uzağa gitme, korkuyorum yalnız kalmaktan.” Şapov’un elini bulamayınca bir ota sarılır, onunla yoldaşlık ederek can verir vurulan.
“Maşenka, öldürüyorlar!”
“Piyusya ve Çepurnıy bütün burjuvaları yoklamalarına rağmen öldüklerinden kesin emin olamıyorlardı… geceleyin sürünerek kaçmak, Piyusya ile diğer proleterlerin sırtından geçinmeyi sürdürmek için numara yapıyorlardı… silahlarını doldurup yerde yatan tüm zenginlerin boyunlarını… kurşunlamışlardı sırasıyla… Şimdi içimiz rahat edebilir demişti Çepurnıy. Yeryüzünde ölüden daha fakir proleter yoktur.” (s. 230-231)
Bir bakıma eşitlik idealinin gerçekleştirilmesi olarak anlayabiliriz burada işleyen bilinci.
Öte yandan Çevengur’da cumartesi karşılıksız çalışmaları esnasında, yapacak pek bir şey de olmadığı için, bu vakitlerde elbirliğiyle evlerin yerleri de bütünüyle değiştirilir. Ağaçlar yerlerinden sökülerek taşınır. Komünizm, insanların ileri doğru hareketi olmalıdır. Çevengur da ebedî yerleşikliğinden kurtarılmalıdır. Dolayısıyla kasaba ev ev harekete geçirilir. Aklıselim Luy, açıklar: “Yerleşik düzende komünizm hiçbir şekilde gerçekleşemez.” (s. 217)
Bolşevik bürokrasisinin böyle düşünmediğini artık çoktandır anlamış bulunuyoruz. Yerleşmek, üretimin artırılması, tarımsal verimlilik ve sanayi kalkınması sosyalizmin yeni hedeflerindendir. Şimdilik gözlerden uzak idealler çalışmaktadırlar.
Kopyonkin ve Dvanov yoldaşlar, atlarını sürerek yine bir bozkır köyüne dalarlar. Köy sovyetini bulurlar. Hokkayı kontrol ederler ilkin. Kurumuştur. Demek ki iktidar yeterince işlemiyordur. Mesele bu bakımdan açıklığa kavuşuyor. Hokkada mürekkep yoksa iktidar işlemiyordur. Devrim ve iktidar arasında sıkışıp kalmış, yerleşme ve hareket, doğadan beslenme ve üretim arasında kalmıştır ikili. Nitekim Kopyonkin idealleri ve devrimi, Dvanov’sa yerleşmeyi ve Sovyet iktidarını, reel sosyalizmi temsil ediyorlardır kendileri de farkında olmaksızın.
Fakat iktidar neden önemlidir? Açıklamasını, köyün yaşlılarından öğreniriz. “Kim olursa olsun razıyız, diyordu köylüler. Yoksa başımıza buyruk kalakaldık-komşu komşuyu boğazlayacak. İktidarsız olur muymuş hiç: Rüzgâr bile başsız esmez, biz sebepsiz yaşıyoruz.” (s. 161-162)
Mesele bu noktada biraz olsun açıklığa kavuşuyor. Binlerce yıllık iktidar sorunu böyle bir yazı bağlamında karara bağlanamaz elbette. Fakat yönetilen açısından iktidar, bir eksen ve istikamet belirleyicidir ve herkes kendi arzularını da bilir; komşusunu boğazlamak.
Bir de -gerçi biliyoruz ama- iktidarın nasıl konuştuğuna göz atalım. “Konuş, halkı kışkırtacak mısın? Halkı Sovyet iktidarına karşı ayaklandıracak mısın? Açıkça söyle- evet mi, hayır mı?”
Kopyonkin, aynı köyde bir bozguncuyu tek başına mahkeme ediyordur. Köylü Plotnikov durumu anlamıştır.
“Yo, bir daha hiç yapmayacağım-aynen söylüyorum.”
“İyi, beni aklından çıkarma. Mahkeme değil tenkil olurum sana…”
“İşte, işte buna adalet denir! Demek senmişsin iktidar!”
“Ne iktidarı, dedi Kopyonkin. Biz, tabiatın gücüyüz” (s. 169)
Bir başka alıntı açıklayıcı olacak belki; bu, Çevengur kasabasında yönetici olan Çepurnıy tarafından dile getirilir: “… bir şeyleri daha fazla hesaba katmamızı, milleti daha sert yönetmemizi istiyorlar.” (s. 220) Bahsedilen, Vilayetin Bolşevik yöneticileridir.
İstikametsiz kalmak istemeyen, sadece buyurucu ve despot bir sesle hizaya giren bir köylüler toplumu, ideallerle dolu birtakım devrimci unsurların özgürleşme çaba ve atılımları, Sovyet partisinin toplumu belirlenmiş teorik bir çerçeve etrafında yerleştirme ve üretime yönlendirme mücadelesi, toplumun sonsuz ölçekte görünen geri kalmışlığından yükselen derin bir iktidar ve düzen tutkusu; aslında yaşamın sürdürülebilir olması talebi de denebilir buna, iç içe ve karmaşık biçimde birbirine sarmalanmış hâldedir. Bir tür ilksel çorba gibidir bu; sosyalizmin yeşerip yeşermeyeceğinin pek çok şeye bağlı olduğu, yaşamın pamuk ipliğiyle sosyalizm ve eski sistem arasında salınımı zamanları.
Kitaba adını veren Çevengur kasabası, bu incelemeyi sürdürmek ve sosyalizmin ilk inşa çabalarının bu ham versiyonundan bazı temel bilgiler edinmek için imkânlar sunuyor.
Çevengur’un Bolşevik lideri Çepurniy, sosyalizmi inşa etmeye iyi niyetle çalışıyordur. Bu uğurda bazı anketler bile yaptırmıştır. Çevengur halkının neyle iştigal ettiği böylece bilinecektir. Verilen yanıtlar, toplumun fertlerinin aslında devrimci söylemlerden nasıl etkilenmiş olduklarını açıklar niteliktedir. “Hapishanede anahtarcılık, hayatın hakikatini bekleme, Tanrı’ya kavuşma sabırsızlığı, ölümcül yaşlılık, gezginlere yüksek sesle kitap okuma ve Sovyet iktidarına sempati” (s. 201) Çevengur halkının bazı işleri arasında sayılmıştır. Açık ki toplum, henüz sosyalizmle ilgili bir fikir sahibi değildir. Yarım yamalak, kulaktan dolma sloganlar ulaşmıştır bilinçlerine gerçi ama bilgiler bundan ibarettir. Böylece halk, kendi meşrebine göre birtakım işler uydurmuş, verimli olduğu anlaşılan ve besinleri kendiliğinden üreten toprağa dayanarak yaşayıp gitmektedir.
Fakat devrim ve devrimci kurucu bilinç durmaz. Proleter Gücü’nün sırtındaki Kopyonkin Çevengur’a ulaşmış, devrimci komiteyle işbirliği içine girmeye can atıyordur. Anlaşılır ki büyük proleter, yeryüzündeki yaşamın büyük emekçisi Güneş, toprağı ekme ve besinleri üretme işiyle görevlendirilmiştir.
“Güneşi ebedi görevine seferber ettik, toplumu ise sonsuza dek dağıttık” (s. 206) diye açıklar Çepurniy. Şu da açıklayıcı: “Yarın bir işleri ve meşguliyetleri olmayacaktı çünkü Çevengur’da herkesin yerine ve her bir kimse için evrensel proleter ilan edilen güneş çalışmaktaydı.” (s. 214)
Elbette devrim olmuşsa bunun tezleri de olacaktır. Toplumun yeniden organizasyonu, üretimin dağıtım ve bölüşümün yeni nitelikleri için harcanacak entelektüel emek bu savaşçı ve yerel güçlerde bulunmamaktadır. Dolayısıyla yönetemedikleri her şeyi yaşamlarının dışına sürmek keyiflerine kalmıştır ki nitekim öyle yaparlar. Bunun yerine kendi tezlerine sahip olabilirler elbette: Güneş, su, toprak ve rüzgâr.
Güneş çalışıyor, emek dışlanarak çalışmak yasaklanıyor, kendileriyle ne yapılacağı bilinmeyen unsurlar sürülüyor ya da düpedüz öldürülüyor, bu yoldan sosyalizm ideallerine yaklaşıldığı sanılıyordur.
İşlerin gerçekten el yordamı ve insan eğilimlerinin iyi nitelikli olanlarıyla işletilmeye çalıştığı, partinin kurucu güçlerinin henüz bunlardan bihaber olduğu, sadece şehirlerdeki açlık ve düzensizlikle başa çıkılabildiği zamanlarda Çevengur, insan doğasının ortaya çıktığı bir laboratuar işlemi görüyordur. Güneş çalışıyor, emek dışlanarak çalışmak yasaklanıyor, kendileriyle ne yapılacağı bilinmeyen unsurlar sürülüyor ya da düpedüz öldürülüyor, bu yoldan sosyalizm ideallerine yaklaşıldığı sanılıyordur. İnsan doğasının temel yapı taşları hakkında bilgilenmekle, bu doğanın yarım yamalak devrimci bilinçle ilişkilenmesini ve onu içinden çıkılamaz biçimde karmaşıklaştırmasını izleriz metin boyunca.
Çevengur yöneticisi Çepurnıy’ın sosyalizm anlayışı için belki “doğal sosyalizm” denebilir. “Kitabî açıdan bir teorik bilinçleri bulunmayan bu insanlar için sosyalizm, belki de sosyalizmin en saf özüne işaret ediyordur; bir kesinlemeye varmak mümkün görünmüyor. Bir alıntı: “Çepurnıy bir dulavratotunu yoklamıştı; onun istediği de komünizmdi: Bütün bu muzır otlar canlı bitkilerin dostluğuna delaletti. Oysaki çiçekler, küçük bahçeler, bir de tarhlar kesinlikle alçaklara ait fidelerdi, sökmeyi ve ebediyen ezmeyi unutmamalıydı bunları Çevengur’da: Sokaklarda hayatın sıcaklarına da, ölümün karlarına da proletaryayla birlikte katlanacak hür otlar büyüsündü.” (s. 246)
Eğer doğa durumu bir sosyalizm fikrine tekabül ediyorsa…
Öte yandan teori de hiç işlemiyor değildir. Çepurnıy ve Prokofiy komünizmi netleştirmek üzere tartışırlar. Çepurnıy’a göre komünizm gerçekten de gelmiştir ve Çevengur’da artık yaşanan odur. “Prokofiy devrimin aşamalı yavaşlığını ve Sovyet iktidarının uzun süren hareketsizliğini kanıtlamak için Marx’ın yazdıklarını ezberden aktarmaya başlar başlamaz Çepurnıy... (...) Marx’ın sözünden çıkamam yoldaş Çepurnıy demişti Prokofiy mütevazı bir fikri itaatle, kitapta bu şekilde basıldığına göre, bizim de teoriyi harfiyen izlememiz gerekir.” (s. 250)
Bu tıpkı, Türkiye’de, 1970’li yıllarda yaşanan, Bölge Komitesi’nden gelen raporu okuyunca “Teorimize uymuyor, düzeltin” diyerek geri yollayan Marksist bir grubun liderlerinin tepkisini hatırlatır.
İki sosyalizm yorumu apaçık çelişmeye ve çarpışmaya başlamıştır. Bir yanda doğanın kuvvetlerine yaslanan ve ondan ilham alan bir doğal sosyalist yorum ki bu artık Çevengur’da yerleşmiş sayılmalıdır; öte yandan Marxist teoriyi bilen ve işlerin tabiatının buna uyumlu olması gerektiğini savunan parti teorisi; bu noktada da, hayatın teoriye uyması bir talep ve zarurettir. Bu tıpkı, Türkiye’de, 1970’li yıllarda yaşanan, Bölge Komitesi’nden gelen raporu okuyunca “Teorimize uymuyor, düzeltin” diyerek geri yollayan Marksist bir grubun liderlerinin tepkisini hatırlatır. Önemli olan yaşanan hayatlar değil, bu hayatların ve bunların içinde bulunduğu hayat ortamının Marksist teoriye uyup uymamasıdır. Sosyalizm gerçek insanlar için olmaktan çok, sosyalizm idealinin gerçekleşmesine hizmet etmelidir; bunun, o kadar düşman olunan idealizmi pek çağrıştırması ise, göz ardı edilebilir bir ayrıntıdan ibarettir.
Kolayca karara bağlanamamasının sebebi bu iki fikri okulun çatışmasının, birbirlerine karşı şiddet uygulamayı henüz akıl edememeleridir. Nihayet bu şiddet, parti merkezi organları tarafından adım adım uygulanacak ve karar yükselerek ortaya çıkacaktır: Komünizm insanların tabiatta bulunma hâllerinden kalkışmayacaktır, o, bürokrasinin taleplerinin eseri olacaktır. Ama henüz Çevengur, bu naif tartışmalar için uygun bir bitekliğe sahip bir topraktır.
Çevengur’dan burjuva unsurlar kovulmuştur kovulmasına ama ortada sadece partili 11 kişi kalır bu sürgün sonrasında. Kesin olarak sosyalist olduklarına emin olunacak bu 11 kişi, işte Çevengur’da komünizmi diledikleri gibi başlatabilirler. Bu noktada zengin ailelerin evlerindeki yiyecekler, içkiler, eşya ve yataklar örtülerek koruma altına alınır. Çünkü bilmedikleri bir yerden proletarya gelecektir komünist Çevengur’a. Çünkü yine teoriye göre, sosyalizm proletaryanın iktidarıdır.
Emek süreçleri, proleter güneşe havale edilerek yasaklanmıştır. Fakat emek satan konumundaki proletarya, teorinin gereği olarak beklenmektedir. Elbette ortada bir yerlerden gelecek bir proletarya bulunmamaktadır fakat komünist neferlerin canı pek sıkılır bu insansız kasabada. Çepurnıy, karşılaştığı köpek ve kuşlara, burada serbestçe yaşayabilecekleri yolunda güvenceler vermekten geri durmaz. Öyle ya, henüz burjuvaziden arındırılmış, aslında bütün nüfusu şu veya bu gerekçeyle kovulmuş ıssız Çevengur’un yeni ve risk üretmeyen sakinleri hayvanlar olabilir ancak. Açıkçası bu, düşünülünce, gerçekten epey garantili bir yöntemdir; insana güvenilemiyorsa ve bu ıssız kasaba çok kasvetliyse, kuş ve köpekler yeni yoldaşlar olmalıdır.
Sık sık doğa elemanlarına sosyalizm atfedilmesi bir vakıadır. Güneş evrensel proleterdir. Ay, bir yoldaş gibi geceleri onlara yardım eder. Kendiliğinden biten otlar, komünistlerin yoldaşı olmaya layıktır; elbette ekilip dikilenler burjuva olmalıdır. Hayvanlar, belki de iktidarı tehdit edecek bir yönleri olmadığı için Çevengur’un sosyalist topraklarında kendilerine bir yer bulacaklardır.
Nihayet bunun bu şekilde yürümeyeceği anlaşılarak Prokofiy görevlendirilir; proleter bulup kasabaya getirecektir. Bir de pankart hazırlanarak kasaba girişine asılır: “Fukara yoldaşlar. Yeryüzündeki her türlü rahatlığı ve eşyayı yapan sizsiniz, şimdi de hepsini yıktınız ve daha iyisini arzuluyorsunuz: birbirinizi. O nedenle civar yollardan Çevengur’a yoldaş alınmaktadır.” (s. 265)
Savaş zafere ulaşmış, bütün burjuvalar bertaraf edilmiş, çalışma yasaklanarak kasabadan kovulmuş, bütünüyle sosyalist bir toplum için zemin kazanılmış ve uygun hâle getirilmiştir. Yolunda olmayan tek şey ise, teoriye uygun proleterlere sahip olmamaktır. Ama gelecekten kuşku duyulamaz. Çepurnıy bozkırda yere uzanmış yıldızlara bakarak düşünür: “Artık her tür iyilik gelip bizi bulacak… Yıldızlar da bize uçacak, yoldaşlar da inecek oradan, kuşlar da dirilen çocuklar gibi dile gelecek-komünizm şaka değil, kıyametin ta kendisidir!” (s. 269)
Sosyalizmin bir din gibi yaşanması ve algılanmasından söz açmak gerek belki. Bazı köylerde devrim komitesinin çalışma karargâhı kilise mihrabının bulunduğu yerdir. Ortodoks halk, Lenin ismini bilir ve ona Babamız diye hitap eder. Bir adım sonrasında zaten devrim liderleri tamamen mistisize edilecek ve sözleri de kutsal kitapların sorgulanmaksızın ezberlenmesi gereken ayetlerine dönüşecektir. Çevengur lideri Çepurnıy için de devrim, bilinen türden olmasa bile bir tür aşkınlıktır. Komünizm bir kıyamet, yani tarihin sonu olmalıdır. Elbette hayvanlar dile gelir ve yıldızlar yeryüzünü, proleterleri de yanlarına alarak doldurur.
Bu noktada, kıyamet ya da tarihin sonu fikrine kısa da olsa bakmakta yarar var. Metinde sıkça karşılaşılan bir fikirdir; sosyalizm tarihin artık sonlanışı olmalıdır. Bir örnek: “Okusan fena olmaz, sevgili yoldaş: Tarih bitti sen farkında değilsin.” (s. 204)
Tarihin bittiği, artık yeni şeylerin olmayacağı bir düzlükte son bulduğuna dair tezler sadece sosyalistlerin fikri dünyasından yükselmiş değil. Fukuyama da 1989’da, Duvar’ın yıkılmasının ardından Tarihin bittiğini, sonsuza kadar kapitalizmin egemen olacağını ve yeni bir dünya tahayyül etmenin imkânsızlığını ileri süren ünlü “tez”ini ileri sürmüştü.
Sosyalizm içinse, artık her şeyin mümkün olacağı bir eşiktir aşılan. Tarih gerçekten de bitmiştir ve ölümden sonraki yaşam türünden mucizelere hazırlamalıdır kendini insan. Hasta bir kadına yardım edilmeye çalışılırken, şu sosyalizm de nerede kaldı, kadın ölecek, türünden bir beklenti ileri sürülmüştür. Belki de bir büyük savaşa ve iç savaşa milyonlarca canını veren bir toplumun kuvvetle yaşama isteğidir söz konusu olan ve dini referansları çok güçlü bir toplum açısından bu kadarı normal karşılanmalıdır.
Sosyalizm, reel türden içine sığılabilecek bir giysi değildir Sovyet insanının bu zamanlarında. Çevengur’un amaçsız ama çalışkan sakinleri ilk yağmurda eriyecek kilden heykeller, güneş ışığını kullanarak elektrik üretecek cihazlar (elbette üretilemez o elektrik) ağaçtan tavalar, kemikten kılıç, demirden düğmeler, sacdan bayrak, saat çarklarından hareketli makineler yaparlar fakat hiçbirinin somut bir amacı ve işlevi yoktur. “Biz fayda için değil birbirimiz için çalışırız” (s. 379) diye açıklarlar durumu, parti yetkilisinin hoşuna gitmese de.
Yüce başlangıç, kutsal bir final, çaresizliklerin kapı dışarı edileceği bir dinsel krallık, bilimin sınırsız aydınlığı, sonsuz emeksiz yaşam, hastalıkların şifası, ölümün işlemeyeceği bir yeni dünya, ne dersek diyelim, kitleler için ve işin aslı, devrim için savaşanlar açısından da böyledir, sosyalizm her şeyin çözümü olarak istenmiş, bütün insani arzuların tek karşılığı olarak ele geçirilmiştir. Ancak ele geçirilen şey, arzuların karşılanmasını bırakın, kendisiyle ne yapılacağını bile bilmedikleri bir tür iktidardır. İnsan emeğinin anlamsız araç gereçlere can vermesi, sanırım bu boşunalığı, bu amaçsız beyhudeliği pek güzel açıklar. Eşitlik ve özgürlük ideali, bununla ne yapabileceklerine dair hiçbir fikri olmayanların elinde, tuhaf kılıklara bürünmekten kurtulamaz; sadece metinde alttan alta güçlü biçimde işleyen, devrimin hay huyu içinde yükselip insanları ele geçiremeyen bir özlem kalır geriye elimizde; o da yoldaşlara duyulan, insana duyulan özlemdir. On bir Çevengur devrimcisinin kadınları özlemesi, Kopyonkin’in Dvanov’u özlemesi, yücelttiği Rosa’yı özlemekten daha somut ve gerçek, yanı başında ölümcül savaşlara atılmak isteyerek özlemesi, Sofya Aleksandrova’nın Saşa’sını yıllarca unutmaması ve Serbinov’dan onu bulursa selamını söylemesini istemesi gibi, geriye, elimizde ne büyük idealler, ne başarılmış ve kazanılmış savaşlar kalır; Platonov, insandan yanadır. Büyük bir insansever olarak iktidar sorunlarını çözüm ve karara bağlamaya çalışmaksızın, işleme ve ilişkilenme yollarını gösterir ve sahneyi, Rus insanının, aslında insanın sadeliği için hazırlar, bu kadar.