Veba Geceleri ve romanda ölçüt sorunu

"Veba Geceleri’nde Pamuk tarihî olayları romandaki iç dengeyi bozacak kadar uzun uzadıya anlatıyor. Anlatıcının tarihçi ve “amatör” bir romancı olması ise ne yazık ki durumu kurtaramıyor."

15 Nisan 2021 17:00

Romanda ölçüt sorunu ya da daha özelleştirirsem Türk romanında ölçüt sorunu Berna Moran, Fethi Naci gibi hayatını edebiyata vakfetmiş ünlü eleştirmenler için metni değerlendirirken bir metodoloji bulma arayışıydı aynı zamanda. Fethi Naci o kendine has, cesur üslubuyla nesnel ölçütlerin yanında daha öznel bir beğeninin de önemine dikkat çekiyor ve okur için esas ölçütün okuduğu bir romanı yeniden okuma isteği olduğunu söylüyordu. Sonra da üzücü ama gerçekçi o soruyu soruyordu: “Hangi Türk romanını okuduktan sonra bir kez daha okuma isteğini duydunuz?” Hemen ardından Naci sadece tek bir romancıda bu isteği duyduğunu da açıklıkla ifade ediyordu: Ahmet Hamdi Tanpınar. Fethi Naci bu yazıyı[1] 1980 yılında yazmıştı. Elbette Türk romanı esas nicel ve nitel patlamayı daha sonra yapacaktı. Fethi Naci bir yıl sonra yazdığı yazıda ölçüt konusunu öznel ve duygusal çerçeveden çıkarıp daha evrensel bir perspektife yerleştirmişti. “Türk romanı kendi öncülleriyle kıyaslanmamalıdır, romanın milleti olamaz, her roman diğer büyük romanlarla kıyaslanmalıdır” demişti. Bu yaklaşım ister istemez Goethe’nin “weltliteratur” kavramını akla getiriyor. Her ne kadar kavram afili olsa da, unutmamak gerekir ki dünya edebiyatı Goethe için sadece Batı edebiyatından ibaretti.

Berna Moran ölçüt sorununa daha nesnel ve sistematik bir pencereden bakmıştı.[2] Metnin düzenli ve sağlam bir yapısı olması, tutarlı bir şekilde kurgulanması gerektiğini söylemiş, ardından tıpkı Naci gibi yeniden okunma isteğinin üzerinde durmuştu. Ama Moran hemen burada metnin yeniden okuma isteğine hizmet edecek yapıda, karmaşıklıkta ve yoğunlukta olması gerektiğini de eklemişti. Bu yeniden okuma arzusu akla Pamuk’un Sessiz Ev  romanının son cümlesini getirmektedir.

"Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna bitince yeniden başlayamazsın, ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun, o kitap, bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin…"

Orhan Pamuk’un Veba Geceleri romanını okurken bu ölçüt sorunu meselesi ister istemez akla geliyor. Fethi Naci polemikçi yazılarında Türk romanının iç tüketime yönelik olduğunu, evrensel pazarda geçer akçe olmadığını söylemişti. Bir yönüyle doğru olan bu yaklaşım elbette fazlasıyla indirgemeciydi. Orhan Pamuk Türk edebiyatının açık ara en fazla çevrilen, tanınan, okunan yazarı. Külliyatını baştan aldığınız zaman roman sanatının tarihsel gelişiminin bütün duraklarının, izleklerinin, biçimsel oyunlarının izleri onun yapıtlarında kolaylıkla sürülebilir. Sabırla ve titizlikle yazdığı ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları 19. yüzyıl romanının bütün özelliklerini taşır ve bir gelişim ve çağ romanıdır. Sadece Işıkçı ailesini üç kuşak boyunca anlatmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun belirli bir tarihsel dönemindeki dönüşümünü de gözler önüne serer. Abdülhamid’e yapılan suikast girişimi, Jön Türkler, askerî muhtıra, dönemin aydınlarının Doğu-Batı sorunsalı etrafındaki tutumları, devrin bürokrasisi ve siyasi hayatı romanın panoramasını oluşturan unsurlardan yalnızca birkaçıdır. Roman yaklaşık 70 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Pamuk’un son dönem romanları da bir yönüyle kallavi klasik romana dönüş olarak okunabilir. Masumiyet Müzesi, Kafamda bir Tuhaflık ve Veba Geceleri  büyük, kapsamlı, panoramik romanlardır. Ancak Pamuk çapında sabırlı, adanmış, titiz bir romancının yazabileceği romanlardır.

Veba Geceleri dönem olarak üç bölüme ayrılmış Cevdet Bey ve Oğulları'nın ilk bölümünü akla getirmektedir. Cevdet Bey ve Oğulları’nın ilk bölümünde, Abdülhamid döneminde Müslüman tüccar Cevdet Bey’i evlilik hazırlıkları içinde tanırız. Evlenmek, büyük bir aile içinde yaşamak, ev sahibi olmak heyecanı içindedir. Okuduğu romanlardaki büyük ailelerden birini kuracaktır. Yıl 1905’tir ve Cevdet Bey’in bir nalburiye dükkânı vardır. İşlerini büyütmek, zengin biri olmak ve tıpkı bir Batılı gibi modern bir hayat yaşamak istemektedir. Görücü usulü olan evliliği de bu düşüne uygun bir proje evliliğidir zaten. Müstakbel eşi Nigan Hanım batı terbiyesi almış, iyi ve soylu bir ailenin kızıdır. Cevdet Bey’in ve ondan sonra çocuklarının da ortak amaçları kendi hayatları için bir anlam arayışıdır. Pamuk çok genç yaşta, kahramanlarının tutkularıyla Türkiye’de ulusal burjuvazinin doğuşu ve gelişmesini koşut bir şekilde anlatarak, başta Fethi Naci olmak üzere dönemin birçok eleştirmenini şaşırtan bir roman yazmıştır.

Pamuk son romanıyla bir anlamda aynı döneme bir daha dönüyor. Veba Geceleri tarihî bir roman olarak lanse edildi. Tarih ve edebiyat arasındaki problematik ilişki tarihin kurgusallık boyutunu ön plana çıkardığından tarihçiler açısından farklı değerlendirilirken, edebiyat penceresinden ise başka açmazları içeriyor. Tarihsel gerçeklik nedir, tarihsel gerçekliğin anlatılmasında romancının nasıl bir işlevi vardır, romanlardan tarihi öğrenebilir miyiz, romancının tarihe bakış açısı metni olduğu kadar tarihsel gerçekliği de biçimlendirmemekte midir gibi sorular tarihin temsil boyutuyla ilgili ve esasen edebiyatın zerre meşgul olmayacağı sorular... Romancı eğer bunları dert ediyorsa, ki bu olabilir, son kertede bu edebi değil, ahlaki bir sorundur. Edebiyatın kıstası daha farklıdır. Sonuçta tarihî ya da değil, elimizde tuttuğumuz bir roman: Mekanizması çok daha farklı çalışmakta.

Pamuk romanı kurgularken üstkurmaca tekniğini kullanıyor ve doktorasını Cambridge Üniversitesi’nde, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Girit ve Minger Adaları üzerine yapmış kurgu kişisi Mîna Mingerli’yi anlatıcı olarak belirliyor. Anlatıcı aynı zamanda Minger “kraliçesine” dönüşen bir Osmanlı sultanının torunu. Veba Geceleri onun 33. Osmanlı Padişahı V. Murat’ın üçüncü kızı Pakize Sultan’ın 1901-1913 yılları arasında ablası Hatice Sultan’a yazdığı 113 mektubu yayına hazırlarken yazdığı önsözün genişleyerek bir romana dönüşmesinden oluşuyor. Anlatıdaki hadiseler kurgulanmış Minger Adası’nda geçiyor. Pamuk tıpkı Kar romanındaki gibi dış unsurlardan yalıtılmış bir mikro evren yaratıyor. Romanda anlatılan ve Osmanlı döneminde cereyan eden birçok olay gerçek ve V. Murat, II. Abdülhamid, Hatice Sultan gibi kişiler tarih sahnesinde yer alırken, Vali Sami Paşa, Marika, Zeynep, Pakize Sultan ve Kolağası gibi romanın önemli kişileri ise kurgu karakterler olarak karşımıza çıkıyor.

Roman bir tarihçinin ağzından anlatılmakta. Daha dolaysız ve çoğu yerde rapor eden bir üslup kullanılmış. Bunun teknik yararları var elbet. Örneğin Pamuk’un tüm tabloyu sakin bir dille ortaya koymasını, her şeyi ayrıntılı bir şekilde, zaman zaman da bir çırpıda söyleyivermesini sağlıyor. Ancak yine bu sakinlik ve yer yer mesafeli anlatım tarzı, bir edebiyat eserinde gerilimin arttığı dramatik anların vuruculuğunu azaltıyor. Bir ölüm ya da silahlı bir çatışma bazı yerlerde bu anlatım nedeniyle okuyucuda beklenen etkiyi yaratamıyor. Pamuk anlatıcı olarak bir tarihçiyi seçerek romanın iç tutarlılığı bağlamında tarih-kurgu ilişkisi sorunsalından kaynaklanabilecek birçok açmazı kapatmaya çalışıyor. En azından niyeti bu. Ancak edebi perspektiften tutarlı olsa da maalesef romanda dengenin –muhtemelen anlatmanın şevkiyle– bozulmasına engel olamıyor bu seçim.

Öncelikle romanın ilk yarısı diyebileceğimiz bölümünde anlatıcı o kadar çok tarihî olaylar üzerinde odaklanıyor ki, zaman zaman elimizde tuttuğumuz metnin bir roman olduğunu unutuyoruz. Aslında tarih ve bir hastalık/korku unsuru olarak veba konusu Pamuk’un romanlarında daha önce de epeyce yer bulmuştu kendine. Özellikle Pamuk’a uluslararası ünü de getiren, efendi-köle diyalektiği bağlamında Doğu-Batı sorununu merkeze alan Beyaz Kale’de iki farklı kültürün hastalığa yaklaşımını ortaya koyan veba küçük ama önemli bir yere sahip. Keza Benim Adım Kırmızı romanında polisiye bir kurguyla çoksesli bir anlatı tercih edilerek, Osmanlı minyatür sanatı bağlamında Doğu-Batı, modernlik-gelenek, cemaat-birey gibi birçok tema tarihsel anlatının içinde başarıyla tartışılmıştır. Yukarıda bahsettiğim Cevdet Bey ve Oğulları romanında da tarih değil, kahramanların tutkusu öndedir, ama tarihsel koşulların şekillendirdiği kahramanlardır bunlar. Ancak Veba Geceleri’nde Pamuk tarihî olayları romandaki iç dengeyi bozacak kadar uzun uzadıya anlatıyor. Anlatıcının tarihçi ve “amatör” bir romancı olması ise ne yazık ki durumu kurtaramıyor.

Romandaki bir diğer açmaz ise yaşadığımız pandemi döneminden kaynaklanıyor. Maalesef bu konuda Pamuk art niyetli kimi siyasi çevrelerce haksız yere suçlandı. Ismarlama bir roman yazdığı, pandemi dönemini fırsata çevirdiği yönündeki suçlamalar ciddiyetten uzak – en azından yazım sürecini baz alırsak beş yıllık bir emeği hiçe sayıyor. Ayrıca kimilerine göre şans olan şey, yani pandemiyi bizzat deneyimleyen okuyuculara başka bir salgının anlatılması, aslında son derece riskli bir durumdur. Kanıksanmış bir salgın olgusunun romanda uzun uzun, kimi zaman bürokratik bir hikâyeye dönüşecek kadar uzun uzun anlatılması gene romandaki denge unsurunu sarsmakta. Aslında Pamuk da bunun farkında, verdiği röportajda bu korkusunu dile getirdi:

“Özellikle karantina kararlarının alınışını anlatırken 'acaba Veba Geceleri bir devlet ve bürokrasi romanı mı oluyor' diye düşünürdüm. Ama şehrin gündelik hayatını anlatmak istiyordum. Yalnızca korkakları ve kahramanları göstermek değildi amacım. Sıradan hayatın, beslenmenin, toplumsal hayatın dönüşümleri vardı aklımda.” [3]

Bürokrasinin yavaşlığı, devletin salgını siyasi bir mesele olarak görmesi, karantina uygulamalarının teknik ve tıbbi boyutu, farklı dinî kesimlerin tutumları romanın okurları için zaten canlı olarak deneyimlenen bir durumken, Veba Geceleri’nin bu konuları uzun uzun anlatması yine anlatının önüne geçiyor, romanda merkez kaymasına yol açıyor.

Romanın ikinci bölümünde ise bir ihtilal hikâyesi anlatılıyor. Pamuk sokaklarıyla, devlet binalarıyla, taşra bürokratlarıyla, kurumlarıyla, memurlarıyla, halkıyla, son derece ayrıntılı bir şekilde tasvir ettiği hayalî Minger Adası’nda tesadüfler ve çokça yanlış anlamalar sonucu gerçekleşen bir ihtilali anlatıyor. Öyle ki, bazı mizahi durumlar akla Aziz Nesin hikâyelerini getirmiyor değil. Ancak bu ihtilalin hızı, sembolik unsurları romanı bir anda ulusal bir alegoriye dönüştürüyor. Pamuk ulusal alegori yazmak istemediğini söylese de, Sami Paşa ile Marika’nın aşkı, Vali paşanın görevi ve aşkı arasındaki insani sıkışmışlığı, Kolağası Kamil’in Zeynep’e duyduğu aşk bu alegorinin gölgesinde kalmaktan kurtulamıyor ne yazık ki. Kolağası Kâmil ile Mustafa Kemal, Ramiz ile Çerkez Ethem arasındaki benzerlik, Düvel-i Muazzama’nın adayı abluka altına alması gibi sembolik öğeler ise romanı daha yüzeysel bir perspektife çekiyor.

Romandaki polisiye kurguya değinecek olursak, Bonkowski Paşa’nın öldürülmesi, Abdülhamid’in polisiye roman okuru olmasına yapılan vurgu ve cinayet soruşturmalarındaki yöntem tartışmaları gibi konular okuyucuda Benim Adım Kırmızı romanındakine benzer bir polisiye kurgu beklentisi yaratıyor. Başlarda bu beklentiyi besleyen unsurlar olsa da, sonuç itibariyle Pamuk bunu bekleyen okurlarına sadece göz kırpmakla yetiniyor.

Yazının başında değindiğim ölçüt sorununa dönelim: Salgın romanlarının belki de en ünlüsü Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk adlı romanıdır. Her ne kadar romanın isminde kolera salgını geçse de roman salgını değil, sabırla, umutla ve şefkatle beklenen bir aşkı anlatır; tam da bu yüzden unutulmazdır zaten. Marquez kahramanlarının tutkusunu salgının ve anlattığı dönemin önüne koymuştur. Pamuk da birçok romanında kahramanlarının tutkusunun peşi sıra sürüklemişti okurunu. Veba Geceleri’nde ise durum biraz daha farklı şekilleniyor. Bu romanın olağanüstü ve saygıdeğer bir çalışmanın ve araştırmanın ürünü olduğu her satırından belli. Ancak Pamuk’un titizlikle bulduğu ve kıyamadığı her ilginç ayrıntı ya da anlatılmak istenen konu romanda devamlı bir merkez kaymasına yol açıyor, temsil çabası ise bazı karakterlerin bireyselliğini yok ediyor. Belki de bunda romanın yazılma sürecinin pandemi dönemine denk gelmesinin ve ülkede yaşanan siyasi tıkanmışlığın etkisi büyüktür.

 

NOTLAR:


[1] Fethi Naci, “Türkiye’de Roman Var mı?”, Türk Romanında Ölçüt Sorunu Eleştiri Günlüğü I (1980-1986), YKY.

[2] Berna Moran, “Estetik Yargılar”, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları.

[3] “Orhan Pamuk, Veba Geceleri’ni anlattı”, Gazete Duvar, 08/04/2021.