Karanlık Yüz yahut Fårö’de iki huysuz dâhi

"Karanlık Yüz'de Mankell resmî polis tahkikatını izleyerek refah devleti cephesinin arkasında karanlık bir şeyler olduğuna işaret ediyor. Olay örgüsünün merkezinde ise biraz alkolik, biraz kilolu, şekeri hayli yüksek, esrarı çözmeden bırakmayan, insani özelliklerini yitirmemiş, sevilen bir polis var: Kurt Wallander."

15 Nisan 2021 20:30

Henning Mankell kitapları yeniden basılıyor. Ayrıksı Kitap, İsveçli karı-koca gazeteciler Maj Sjöwall (May Şoval) ve Per Wahlöö’nün (Per Wohle) Martin Beck serisinin arkasından bir başka İsveçli yazarın, Henning Mankell’in Müfettiş Kurt Wallander serisine geçti. İlk kitap çıktı bile: Karanlık Yüz (Mörderi utan ansikte). Siz belki de onu Ölümün Karanlık Yüzü olarak biliyorsunuz. Ama eğer Martin Beck serisini izlediyseniz, özenli bir Wallander takımı da isteyebilirsiniz. Özellikle polisiyeyi ve Henning Mankell’i seviyorsanız…

Ben kitabı yıllar öncesinde okumuştum. Unutacağımı da hiç sanmazdım ama insan unutuyormuş demek. Mesela aklımda hiç her akşam içki içen, hazır yemeklerden göbeklenmiş, saçı başı darmadağın bir Kurt Wallander yoktu. Belki de onca seri ve filmin ardından, aklıma Wallander deyince ilk önce Kenneth Branagh’ın yüzü geldiği içindir. Benim kafamda canlandırdığım Wallander’e Hercule Poirot’dan daha fazla onu benzettiğim için olsa gerek. (Malum, Death on the Nile/Nil’de Ölüm’de gene o tuhaf fizikli Poirot’suyla Sir Branagh’ı izleyeceğiz.) Mankell kitaplarından uyarlanan TV dizisinin Wallander’i olan Branagh’ı çok beğeniyor. “Çok iyi, has bir iş yapıyorlar. Klasik drama olabildiğince yakın gelmişler” diyor.

Kurt Wallander rolünde Kenneth Branagh.

Britanyalı sabık jokey, at yarışı yazıları yazan Sid Halley’nin baş kahraman olduğu üç kitaplık seriyi saymazsak, serisiz olarak birbirinden iyi otuz küsur kitap yazmış ve jokeylik döneminde engelli yarışlarında kraliyet atlarına da binmiş, kimselere benzemeyen İngiliz polisiye yazarı Dick Francis, yeni kitabı basılınca doğrudan doğruya saraya, ana kraliçe ile kraliçeye birer tane gönderirmiş. Belki dedim, Mankell de böyle bir şey yapıyordur.

Henning Mankell’in üçüncü karısı, aynı zamanda yurttaşı, yönetmen Ingmar Bergman’ın kızı. Üstadın hayatındaki kadınların altı tanesinden dokuz çocuğu var. Sonradan annelerinin hepsiyle de (sırayla herhalde) evlenmiş. Yalnızca onunla yaklaşık kırk yıl birlikte çalışan aktris/senarist/yönetmen Liv Ullmann, Bergman’la evlenmek istemedi. Huysuzluğuyla maruf üstadın sinema, tiyatro ve TV yönetmeni olan kızı Eva’nın kocası Mankell’le ise arası belli ki iyiymiş. Onun bütün kitaplarını okumuş. Arada nasıl uyarlanacağı konusunda önerilerde de bulunurmuş. Acaba diyorum, o da kitabı çıkınca Bergman’a yolluyor muydu?

Onu bilmem ama yönetmenin kitapları okuduğundan yana şüphe yok. Hatta yazdığı her şeyi okurmuş. Elbette Kurt Wallander kitapları da dahil. Şöyle anlatıyor Mankell:

“Ben bazen bir kitapta Wallander’i bir odaya sokarım ve on dakika boyunca bırakırım, düşünsün. Zor olan bunu ilginç hale getirmektir. On dakika ayakta durup düşünen bir adamı ilginç göstermek. Ingmar bir keresinde, ‘Bu kitaptan nasıl film yaparsın sen? Filmde biri öyle durup on dakika düşünmez’ dediydi. ‘Böyle bir şey için nasıl oluyor da farklı ifadeler buluyorsun?’ Bunu çok açık olarak görmüştü.”

Hatta Bergman, öldüğü zaman hakkında Mankell’in bir şeyler yazmasını istemiş:

“Aslında onunla ilgili bir filmin senaryosunu yazmamı karım Eva istemişti. Bana ‘Bence onu yazmalısın Henning, başka biri yazmadan” dedi. Komik olan ise ölümünden dört ya da beş yıl önce oturmuş, onunla sohbet ederken, Ingmar’ın, ‘Ah, Henning, Tanrı aşkına, ölünce benim hakkımda yazacaksın, değil mi?’ demesi.”

Gene belli ki, Mankell lafını hiç esirgemeyen kayınpederinden azar da işitmemiş.

Sık sık tepesi atan Bergman’ın dillere destan hiddeti onu hedef edinmemiş. Başkalarına yöneldiğini de nadiren görmüş. “Bana yapmaya cesaret edemezdi, onun için de karşılıklı bağrıştığımız olmadı hiç” diyor. “Öfke konusunda pedagojik bir bakışı olduğunu kendi de söyledi sanırım. Biraz kızıp insanları korkutarak istediğini ne zaman yaptıracağını çok iyi biliyordu.”

Damat ve kayınpeder: Henning Mankell ve Ingmar Bergman

Acaba diyorum, bu sıkı dostluk şu ya da bu şekilde Wallander’in karakterine de yansıdı mı, onu etkiledi mi? Gerçi Wallander, Ingmar Bergman gibi esip kükremez, bile isteye insanların kalbini kırmaz ama arada sabrı taşar. Kötümserdir ama daha çok özel hayatında. Eh, Karanlık Yüz’de onca yıllık karısı Mona pılısını pırtısını toplayıp gitmiş, geri dönmeye de razı olmuyor. Başına buyruk kızı Linda onunla konuşmak istemiyor. Hatta yıllardır hep aynı manzarayı (bazen yabani bir horozla, bazen horozsuz olarak) çizen ressam babası bile Wallander’den şikâyetçi. İhmalle suçluyor onu.

Neredeyse hayatlarını paylaştıkları karakterleri benimsemiş polisiye yazarlarının aksine, Henning Mankell Müfettiş Wallander’e bayılmazdı. Birbirlerine aman aman benzediklerine inanmıyor. “İkimiz de işkoliğiz, opera seviyoruz, o kadar. Bunlar dışında o benden ayrı bir karakterdir,” demiş.

Mankell kendinden önceki kimi yazarların efsanevî kahramanlarına benzeyen, yazarından bağımsız bir karakter yaratmış. Müfettişi Mankell’den sağlıklı bir uzaklıkta duruyor. Bir eleştirmen (Nicholas Wroe) onun kahramanından kasvetli ve umutsuz bir dünyada yaşayan, depresif, sağlıksız bir adam olarak söz etmiş. Sonra da “Ama dünya çapında bir okur kitlesi için öyle çekici ki, 35 milyondan (artık 40 milyon) fazla kitap satmış” diyor. İsveç TV uyarlamaları ile BBC’nin Kenneth Branagh’lı Wallander’i de cabası.

Yazarın kendisi müfettişinin başarısını “değişim”le açıklıyor. Günter Kaindlstorfer’in izni ve Metin Alparslan’ın çevirisiyle “Cinai Roman”da yayınlanan söyleşide bunu açıklamanın imkânsız olduğunu söylemiş:

“Sanatta her zaman akla uygun olmayan bir taraf vardır. Bence Wallander polisiyelerinin başarısı, kahramanın değişiminden kaynaklanıyor. Dördüncü kitaptaki Wallander birinci kitaptakinin aynısı değildir. Bir romanın 30’uncu sayfasındaki Wallander ile 400’üncü sayfasındaki Wallander de farklıdır. Wallander sizin gibi, benim gibi sürekli değişir. Bu onu canlı yapar. Bu yönüyle Sherlock Holmes ya da Hercule Poirot’dan ayrılır. Onlar hep aynı kalan, stereotip karakterlerdir. Ancak bir roman karakteri canlı görünmek için değişmek zorundadır.”

Politik görüş olarak da (bundan emin olmasa bile) Wallander’in sosyal demokrat olduğunu tahmin ediyor. Eski tarz bir adam olduğunu ise inkâr etmiyor:

“Acıma, adalet ve beraberlik gibi eskimiş sayılan şeylere inanır. Wallander insan olarak her zaman iki seçeneğe sahip olduğunu bilir: Televizyon seyredersiniz ve sokakta biri imdat diye bağırır. Şimdi ya imdat sesini duymamak için televizyonun sesini açarsınız, ya da dışarı çıkıp yardım edebilir misiniz diye bakarsınız. Kurt Wallander ikinci seçeneği tercih eden insanlardandır. Bu yüzden bazen biraz muhafazakâr görünebilir.”

Doğrusu bize adil ve cesur gibi görünüyor.

Mankell polisiyelerinin temel mekânı olan İsveç kasabası Ystad da tartışılan konulardan biri. Mankell, Sjöwall-Wahlöö ikilisinden takdirle söz etse de, asıl lokomotifin kendisi olduğunu, İsveç polisiyelerinin dünya çapındaki başarısında başrolün onda olduğunu düşünüyor. Oysa o polisiyeler yurtdışında çok sayıda hayrana ilk kez o karı-koca yazar ikilisinin karakteri Martin Beck ile kavuşmamış mıydı? Beck’in çalışma alanı Stokholm’dü. Henning Mankell ise müfettişi için Ystad’ı (Uh-stad) uygun buldu. Mankell “O zamanlar her şey büyük şehirleri merkez alıyordu” diyor:

“Ben Ystad’ın kitapların oluşumunda doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Ama kırsal alanın, mevsimleri ve insanlarıyla kitaplarımda belli başlı bir rol oynamasına bilinçli olarak izin verdim.”

Mankell bu gerekçeyle kendine başkent Stockholm yerine İsveç’in güney kıyısında, Skåne ilçesindeki Ortaçağ kenti Ystad’ı mekân seçmiş. Şehir merkezinde parke sokaklar ve yarı ahşap evler var. Bir de yüzlerce yıllık Fransisken manastırı ve müzesi Klostret i Ystad. Yakınlardaki St. Mary kilisesi ise gümüş koleksiyonu ve gece bekçisinin çeyrek saatte bir çaldığı borazanla tanınıyor. Ystad, Wallander sayesinde öyle tanınmış ki, şimdi en büyük geliri turizmden. Ama ülkenin en eski sineması Biografteatern Scala, bir yapım stüdyosu ve Cineteket interaktif film müzesi de burada.

Wallander kitapları Henning Mankell’in yazdıklarının sadece yüzde 25’ini oluşturuyor aslında. Ayrıksı Kitap’tan çıkan ilk Wallander macerası Karanlık Yüz 1991’de, o 43 yaşındayken basıldı. Issızlığın ortasındaki bir çiftlik evinde yaşayan yaşlı çiftin, biricik komşularının evinden gelen bir sesle içeri girip bir kan deryasıyla karşılaşmaları ile başlıyor. Komşularının hep o saatlerde kişneyen kısrağının sesi niye çıkmıyor diye merak etmişler (kısrak kitabın kapağında yer alıyor). Sonra polis çağırılıyor ve Kurt Wallander ile ekibi olay yerine geliyor. Saldırıya uğrayan ihtiyar işkence de görmüş ve ölmüş. Karısı ise onun yanında yerde, ölümün eşiğinde yatıyor. Hastaneye yetiştiriyorlar ve ölmeden ağzından tek kelime çıkıyor: “Yabancı.” Bu kelime basına sızınca, yerel halk Ystad’daki kampta kalan mültecilere saldırmaya kalkıyor. Roman Altın Hançer ödülü almıştı. Mekân olarak Ystad’ı seçen yazar resmî polis tahkikatını izleyerek refah devleti cephesinin arkasında karanlık bir şeyler olduğuna işaret ediyordu. Bu olay örgüsünün merkezinde ise biraz alkolik, biraz kilolu, şekeri hayli yüksek, esrarı çözmeden bırakmayan, insani özelliklerini yitirmemiş, sevilen bir polis var.

Baltık Denizi’ndeki küçük ada Fårö ile aynı denize kıyısı olan Ystad’ı çeşitli sebeplerle ve şekillerde benimsemiş iki İsveçli, iki huysuz dâhi, Ingmar Bergman ile Henning Mankell, yönetmenin 1961 yapımı Through a Glass Darkly’yi (Aynanın İçinden) çekecek bir yer ararken ilk kez gittiği Baltık Denizi’ndeki minik Fårö adasında bir araya gelmiş. Bergman’ın önce yarı yarıya, 2003’ten sonra tamamen yerleştiği bu 113 kilometrekarelik ve 498 nüfuslu (2014 nüfus sayımı) adada damat ile kayınpeder toplam 130 film izleyip sık sık da sohbet etmişler. Mankell’in senaryosunu yazdığı TV filminde, sanatına tutkuyla bağlılığının ona ailesi ve yakınları açısından neye mal olduğu ele alınacakmış. (Yapımcı kanal senaryoyu hasıraltı etmiş.)

Henning Mankell “Hep çocuklarımın yanında olamadım” diyor. Yılın yarısını İsveç’te, yarısını da Mozambik’in başkenti Maputu’daki Avenida Tiyatrosu’nun sanat direktörlüğünü yaparak geçirdiği, eylemciliği elden bırakmayıp ülke ülke (Güney Afrika, İsrail) dolaştığı düşünülürse buna şaşmamak gerek. Öte yandan, Wallander gibi bir işi sona ermeden elinden bırakmadığı da bir gerçek. İnançlarını sadece lafla değil, eylemleriyle savunduğu da.

Ingmar Bergman Fårö’deki evinde 30 Temmuz 2007’de, 89 yaşında öldü. Henning Mankell ise 5 Ekim 2015’te, Göteborg’da. Karısı Eva orada bir tiyatronun başındaydı. Mankell 1998’de evlendiği üçüncü eşi Eva ile ölene kadar birlikteydi. İleri yaşlarda aşkı tarif ederken söylediği gibi, sevdiği kadının elini tutarak bu dünyayı terk ettiğini umuyoruz. Kurt Wallander’leri okumaya başlayınca onun da yalnız kalmayacağını göreceksiniz.