Yeryüzünün farklı coğrafyalarına savrulmuş ruhların bir an için karşılaşıp birbirlerine göz kırptıkları bir kardeşlik de söz konusudur. Herkesin kendi yoluna gitmesi kardeşliği yok etmez; aksine güçlendirir...
04 Ocak 2018 14:06
İlk kez 1997 senesinde yayımlanan Tezer Özlü’ye Armağan kitabının giriş yazısı “Kız Kardeşim ve Ben”, Özlü’nün kız kardeşi Sezer Duru tarafından kaleme alınmıştır. Sezer Duru bu giriş yazısında üç kardeşin (Demir Özlü, Tezer Özlü ve Sezer Duru) nasıl bir aileye doğduklarını, büyüdükleri iklimi, çocukluk ve gençlik anılarını incelikli bir dil ile okura aktarmaktadır. Sezer’in aktarımı üç kardeşin aileleriyle birlikte Simav’dan Ödemiş’e, Ödemiş’ten Gerede’ye yolculuk ederek büyüdüklerini, Anadolu coğrafyasından da bu coğrafyadaki yaşam kadar memleket hakikatlerinden de haberdar, bu gerçekliklerle iç içe bir çocukluk geçirdiklerini ortaya koyar niteliktedir. Bu uzun göç günlerinin ardından aile İstanbul’a döner. Tezer ile Sezer aynı ilkokulu bitirir, ardından da Avusturya Kız Lisesi St. Georg’a gönderilirler. Yakın bir ilişkidir onlarınki; arkadaşları, günlük yaşamları büyük ölçüde ortaktır. Öyle ki hem kardeşleri hem de birçok ortak arkadaşları daha sonraki senelerde Tezer Özlü’nün edebiyatında sık sık anılacak, Özlü’nün günlük yaşamına olduğu kadar edebî metinlerine de yoldaşlık edeceklerdir. Göçebe bir yaşam sürecek olan Tezer Özlü, Sezer ve Demir’in manevi varlıklarını gittiği her yere yanında götürmüş gibidir. Tezer gibi Demir Özlü’nün de edebiyatçı olması üç kardeşin daha ziyade sanat ve edebiyat etrafında örülmüş arkadaşlıklar kurduklarını gösterir bize. Bu arkadaşlıklar da kardeşliğe, bir tür ruhdaşlık ve kader birliğine işaret etmektedir. Sezer Duru, büyük kardeş Demir Özlü’nün arkadaşlarının zaman içerisinde iki kız kardeşin de dostları hâline geldiklerini ifade eder giriş yazısında. “Babam nasıl hepsinin babası gibi olduysa biz de hepsinin kız kardeşi gibi olduk.” (13) Bu kardeşlik biraz da edebiyat gönüldaşlığı, dönem Türkiye’sinin ağır siyasî sorunları, yeni nesillerin bu ağır yük ile yüzleşmeleri, çare üretmeye çalışmaları etrafında örülmüştür: Söz konusu olan bir nesil ve o neslin haklı endişelerinin kardeşliğidir aynı zamanda.
Tezer ve Sezer 1961 yazında ilk kez ayrı ayrı yurtdışına gider ve Viyana’da buluşurlar. Böylece Tezer Özlü’nün ölümüne kadar devam edecek olan göçebeliği de çocukluk senelerinden sonra bir kez daha başlamış olur. 1962’de Tezer, Almanya ve Hollanda’ya yolculuk eder. 1963 senesinde iki kardeş otostop ile Paris’e giderler. Tezer Özlü Paris’i çok sever. Daha sonraki senelerde “tam bize göre bir yer” dediği Paris’e sık sık gidecektir. Tezer Özlü’nün Ankara’da yaşadığı senelerde iki kardeş fiziksel olarak ayrı düşseler de Sezer Duru’nun aktarımından da anlaşılacağı üzere sürekli haberleşir, birbirlerinin yaşamlarından haberdar kalırlar. Sezer Duru’nun aktarımlarından anladığımız kadarıyla iki kardeşi birbirine bağlayan yalnızca kan bağı değildir: arkadaş olmayı seçmiş, bunu başarmış iki kız kardeştir onlar. Tezer Özlü’nün kısa yaşam yolculuğunda Sezer Duru’nun önemli bir yeri olmuştur. Tezer Özlü yaşama veda ettiğinde Sezer Duru pasaportunu alıp Tezer’in yanına gitmek için koşturmaktadır. Tezer Özlü 25 Şubat 1986’da Aşiyan’dan uğurlanır.
Tezer Özlü edebiyatında kardeşlik biraz da ölmüş edebiyatçı dostlarla, yazarlarla kardeşliktir. Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta Kafka, Pavese ve Svevo’nun doğdukları, yaşadıkları kentlere gider. Çoktan yitip gitmiş bu dostlarıyla metinleri aracılığıyla ilişki kurar, bu deneyimi okura aktarırken Özlü için burada söz konusu olanın ruhsal ve zamandan muaf bir kardeşlik olduğunu fark ederiz. Onlar, Özlü’nün de yakından tanıdığı “dünyada olma acısı”nı bilen, sözde “akıldışı olanın” sınırlarında gezinmekten korkmayan, böylesi bir benlik yıkımını güne özgü ağdalı bir şiirselliğe dökme, bundan beslenme ihtiyacı duymayan, ömürlerini her an yaşamda olmanın acısını hissederek geçirmiş “zamansız/ mekânsız” kardeşleridir bir bakıma. Özlü ölesiye sever bu kardeşliği. Dahası bu kardeşlikte dünyanın tüm acısına rağmen okurun ağzına bir lokma bal çalan umuda da yer yoktur. “Dünya böyle bir yerdir işte.” Sevgili yazarları ile kardeşliği biraz da her türlü yapmacıktan uzak bu varoluşu Özlü’nün derinden hissetmesinden geçer. Belki bu nedenle de Özlü, hem arkadaşlıklarında hem de kardeşlik bağlarında belirli bir kalıbın içine sıkıştırılıp kalmaktan hoşlanmaz. Onun yolculukları bir bakıma da toplumun dayattığı her türlü rolden kurtulmanın, bir süre için de olsa hiç tanımadığı yepyeni insanlar ile birlikte yeniden varolmanın ihtiyacıdır. Özlü hangi siyasî görüşten olursa olsun baskın burjuva değerlerinin insanın benlik algısına, kendini kamusalda sunuşuna kolaylıkla sirayet edebileceğini bilir. Onun savaşı bu yolla gelebilecek bir yenilgiye karşıdır da. Kendini yıkıp yeniden yapmaktan usanmaz Özlü. Bu yıkış ve yapış laftan ibaret değildir. Yaşamına her yönüyle sirayet etmiş, kendine acımayan bir sorgulamadır onunkisi. Her vakit kazanılacak bir savaş olmasa da sevgili edebiyatçı kardeşlerinin metinlerini bir bellek gibi kullanır. Ona yaşamın acısını sürekli anımsatan bir bellektir bu. Özlü, yeni insanlar ile tanışmayı da sever; ancak bu tanışıklıklar geçici olmalı, herhangi bağlayıcı, köleleştirici bir nüveye olanak tanımamalıdır. Bu bağlamda yeryüzünün farklı coğrafyalarına savrulmuş ruhların bir an için karşılaşıp birbirlerine göz kırptıkları bir kardeşlik de söz konusudur. Herkesin kendi yoluna gitmesi kardeşliği yok etmez; aksine güçlendirir.
Özlü’nün anlatılarında kız kardeşlik karşımıza birçok farklı boyutta çıkar. Kız kardeşlik ve bu, türlü zenginlik barındıran ilişki biçiminin dinamikleriyse birçok psikolog, sosyolog, edebiyatçı ve düşünür tarafından ele alınmıştır. Luisa Dillner’ın kaleme aldığı The Complete Book of Sisters1 dünya tarihinin tanınan kimi isimlerinin kız kardeşleri ile kurdukları ilişkiler üzerinden ilerleyen bir çalışmadır. Buradaki odak noktası tanınmış kız kardeşlerden yola çıkarak kız kardeş olmanın psikolojisi neleri içerir sorusu üzerinde durmaktır. Dillner’ın gözlemine göre kız kardeşler bir an sevgiyle birbirlerine sarılıp bir diğer an hararetli bir tartışmaya tutulabilen, bu tartışmanın hemen ardındansa yeniden az önceki sevgi dolu hâllerine geri dönebilen psikolojik bir dinamiğin taraflarıdır. Kitabı yazma aşamasında araştırmasına konu olan tarihte tanınmış kız kardeşler kadar konuyu soruşturma esnasında iletişime geçtiği kız kardeşler de bu ilişkinin çetrefil doğasına dair tespiti onaylamaktadır. Bir yönüyle kız kardeşlik biricik bir ilişki kurma biçimidir. Ne de olsa günlük yaşam ve bu yaşamın getirdiği türlü deneyim iki kız kardeş arasında özel bir ilişki kurulması anlamına gelmektedir. Özellikle anne ve babaya dair deneyim bu özel bağı oluşturan öncelikli unsurlar arasında yer alır. Kendi kökensel varoluş dinamiklerini sorgulayan her insanın bir ölçüde çocukluğuna, anne ve babasının nasıl insanlar olduklarına ve yine aynı anne ve babanın çocuğa davranış biçimine; yani anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkinin dinamiklerine; ilişkide nelerin ters gittiğine ya da nelerin sağlıklı ilerlediğine geriye dönük bir bakışla yöneldiklerini ve bu ilişkilerin nitelikleri üzerine kafa yorduklarını anımsadığımızda böylesi kurucu bir ilişki biçiminin iki kardeş arasındaki ortak paydayı belirleyen belki de en önemli paylaşılmışlıklardan biri olduğunu da fark ederiz. Kardeşlik, özellikle bir arada büyüyen, aynı anne ve baba ile ortak bir yaşamı paylaşmış çocuklar için o ilişki örgüsünün kendine has psikolojik dinamiklerini belirleyen bir zamanı paylaşmış olmak anlamına gelir. Eğer birbirini en çok affedebilen insanlar yine birbirini en iyi tanıyan ve birbirlerindeki türlü hasar ve zenginliğin oluşum sürecine; yani hem kökenine hem de gelişimine şahitlik etmiş olan insanlar ise yaşamda böylesi bir ortaklığa en sık kardeşler arasında rastlanır diyebiliriz. Kızılan, görüşülmeyen kardeşler bile biraz düşünüldüğünde anlaşılabilir, kabul edilebilir bir nitelik kazanırlar. Dillner kitabında hem birbiriyle çok yakın ilişki kurmuş hem de zaman içerisinde kardeşinden uzaklaşmış birçok kız kardeşin yaşamına ışık tutarken bu dinamiğin altını sık sık çizer. Kız kardeşler arasında kaçınılmaz bir rekabet ile ölçülemez bir sevgi ve bağlılık bir arada bulunur. Bir diğer ifadeyle kız kardeşlik zıt duyguların aynı potada bir arada var olduğu bir ilişkilenme biçimidir. Anne ve baba deneyiminin ortaklığı aynı zamanda bir yoldaşlık anlamına da gelir. Kardeşlik bu anlamda yerliyurtluluktur, nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmektir. Annesiz ve babasız kalındığında ise kız kardeş ailedir. Kardeş sahibi olmak biraz da yaşamda yalnız kalmamak anlamına gelir. Kız kardeş “sen”i, “sen”in “ben” olma hâlini, o “ben”in oluşma sürecini, yarasını, sevincini bilendir. Judy Dann’ın yaptığı bir araştırmaya göre erken yaşlarda kardeşler arasındaki ilişki keyif, şefkat, düşmanlık, saldırganlık, sevgi, rekabet, hayranlık gibi zıt duygular arasında salınıp durur. Ergenlikte ise ilişki çoğunlukla yeniden tanımlanır ve kardeşler birbirlerini yeni bir göz ile görmeye başlar. Ancak çocukluk yıllarında kurulan bu bağın hakikatli bir nitelik kazanması çoğunlukla kardeşlerin olgunluk döneminde gerçekleşir.
Edebiyat tarihinde de Emily, Anne ve Charlotte Brontë gibi iyi anlaşan, birbirlerinin edebî üretimine katkıda bulunan kız kardeşler olduğu gibi biri edebiyata bağlanan diğeri ise ona destek veren Jane Austen ve kardeşi Cassandra gibi birçok kız kardeş bulunmaktadır. Osmanlı Kuruluş Dönemi kadın edebiyatında da karşımıza Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye, Halide Nusret Zorlutuna ve İsmet Öz, Halide Edip Adıvar ve Belkıs Sami Boyar gibi her ikisi de yazar kimliğine sahip, Kuruluş Dönemi romanına katkıda bulunmuş isimler çıkmaktadır. Kan bağı ile olmasa da Halide Nusret Zorlutuna, Şukufe Nihal, İsmet Öz ve Nezihe Muhiddin örneğinde ya da Safiye Erol ve Samiha Ayverdi örneğinde olduğu gibi Osmanlı Kadın Hareketi’nin içinde yer almış birçok isim ortak hedeflerine duydukları inanç sayesinde neredeyse birer kız kardeş gibi birbirlerine bağlanmıştır. Özlü içinse bu kardeşler herkesten önce “sevgili yazarları”dır.
Diğer taraftan edebiyat bize kız kardeşliği anlatan kahramanlarla doludur. İyi bilinen örneklerden biri Louisa May Alcott’un Küçük Kadınlar romanında karşımıza çıkan, birbirlerinden bütünüyle farklı karakterlere sahip olmalarına rağmen her türlü yaşam mücadelesinde birbirine destek olan dört kız kardeştir. Benzer biçimde Jane Austen’ın Emma’sı da tek çocuk olmasına rağmen yakın çevresinde kendine yoldaşlık edebilecek manevi bir kız kardeşin arayışı içindedir. Edebiyat eserindeki kız kardeşlik kimi vakit de bir ikiz ya da zıt ikiz aracılığı ile belirir. Tezer Özlü’nün ölümünde sonra yayımlanan Kalanlar dikkatli okunduğunda böyle bir kız kardeşliğin izini sürebileceğimiz fragmanlar barındırır. Özlü’nün yazılarından hazırlanan bu derlemede yazar sık sık F. Scott Fitzgerald’ın Tender is the Night2 isimli romanına, romanın İngilizce adıyla göndermede bulunur. Bilindiği üzere Tender is the Night bir yandan yaklaşık altı senelik bir evlilikten sonra giderek birbirinden uzaklaşan Nicole ile Dick’in evliliğini, bu evlilik aracılığıyla şahitlik ettiğimiz yeni erkek ile yeni kadın arasındaki dinamikleri gözler önüne sererken diğer yandan da vaktini Avrupa’da geçiren Amerikalılar’ın Eski Dünya’da birbirleriyle kurdukları ilişkiler üzerinden Amerikan yaşam biçimini ve bu yaşamın ürettiği insan modelini/ modellerini mercek altına alır. Dick’in yeni yeni kendine bir isim yapan genç aktris Rosemary ile yaşadığı yasak ilişki Nicole ile evliliğinin çözülmesinde önemli bir yer tutacaktır. Bu esnada Nicole’ün belirli aralıklar ile psikiyatrik tedavi gördüğünü ve Dick ile de genç adam doktoruyken tanıştığını öğreniriz. Fitzgerald romanda Dick’in hem erkek hem de psikiyatr kimliği ile Nicole’ü denetimi altına alışını, genç kadının ise zaman içerisinde kendine has bir uyanış yaşayışını ustalıklı bir dil ile anlatır. Ancak Nicole bu uyanıştan özgürleşerek çıkamayacak ve ikinci bir evlilik yapacaktır. Nicole, Dick ile boşanması gerçekleşmeden önce, yaşamının son altı-yedi senesinde aklını, akıl ile alması gereken kararların tamamını, hatta benliğini deneyimleme biçiminden kamusal alanda bu benliği nasıl temsil ettiğine kadar kendine dair hemen her şeyi Dick’e bıraktığını; bir diğer ifadeyle kendi varoluş pratiğine dair eylem ve kararları bütünüyle Dick’in sorumluluğuna terk ettiğini fark eder. Bu hataya bir kez daha düşmeyecektir. Oysa Tommy ile yaptığı ikinci evlilik gerçekleşmeden önce yaşanan dramatik bir sahnede Tommy’nin hiç zaman kaybetmeden ipleri nasıl eline aldığına şahitlik ederiz. Yeni sevgili ve müstakbel ikinci eş Tommy, Nicole’e Dick ile konuşma ve boşanma kararını haber verme şansını bile tanımayacaktır. Üçlü arasında geçen tuhaf denebilecek bir konuşmada Nicole’ün hayatına dair bu kritik kararı Tommy ve Dick birlikte alırlar. Nicole’e kalan ise bu karar doğrultusunda hareket etmektir. Bilindiği üzere Tezer Özlü de psikiyatrik tedaviye “maruz kalmış” (Özlü’nün anlatımında bu bir maruz kalma hâlidir), bu dönemin deneyim ve izlenimleri yazarın edebiyatında etkili olmuştur. “Sayısız parçalara bölünüşü”nü, evlenme ve boşanmalarını, uzun yolculuklarını, edebî kardeşleri ile onların şehirlerinde buluşma, iz sürme gayretini anlatırken Özlü bir tarafıyla Nicole’ü anımsatır.
Kalanlar’daki Tender is the Night alıntıları iki kadın arasındaki tanışıklığı açık hâle getirir. Bir kız kardeşliktir onlarınki; ancak bu kız kardeşlikte Özlü daha dirençli çıkan, hayata tutunan, yaşamı kendi bildiği biçimde deneyimlemekte ısrar eden, ehlileşmeyen kız kardeştir. Nicole’den farklı olarak onun edebiyatı, kelimeleri vardır. Direnme gücünün önemli bir kısmını buradan alır Özlü. Yine de Kalanlar’da bütün dürüstlüğü ile şöyle demektedir.
“Ben gene iki BENLER oluyorlar bir BEN kaldırımda durmuş, yüksek yapıya bakıyor. İkinci ben tepeden ölümlere uçuyor. Diğer benler nerelerde? Bilemiyorum. Tüm benlerimi toplayıp uçmak.
Tramvayı aksi yönde beklediğimi anlayıp, caddenin karşısına ölümlere geçiyorum.” (18)
Özlü kendi toplumundaki düzenin kendisi gibileri yaşamdan vazgeçmeye zorladığından söz eder. O bir kez aklını yitirmiştir. Böyle söyler. Ancak kendini bir kez yeniden ele geçirdikten sonra artık daha güçlüdür. Yaşam mücadelesinde kimseyle özdeşleşmediği gibi annesiyle de özdeşleşmez Özlü; kendi acısını annesinin varlığı üzerinden açıklamaya çalışmaz asla. Yine de babasından söz ederken onu huysuz bir adam olarak tanımlar; “Huysuz. Çirkin. Ölene kadar hepimizin burnundan getirecek. Özellikle onunla evlendiği için ömür boyu idam cezasına çarptırılmış annemin.” (35) Yaşamda ölmek ve yaşarken ölmek temaları Özlü edebiyatının leitmotifleridir. Hatta diyebiliriz ki sürekli karşımıza çıkan bu iki tema onun Kafka, Pavese ve Svevo ile kardeşliğini kuran temel unsurlardır.
Tezer Özlü her ne kadar köklerinden kopmuş olduğunu söylese de anne-babasına ve kendi psikiyatrik tedavi günlerine yaptığı göndermelerde el yordamıyla da olsa toplumsal çarpıklıklar ile kendi mikro deneyimi arasındaki bağlantıların izini sürer. Pavese, Kafka ve Svevo onun sevgili yazarlarıdır demiştik; evet ama öyle görünmektedir ki Tender is the Night’ın kahramanlarından Nicole de onun sevgili karakteri, kız kardeşidir: Kalanlar’da romandan şu iki alıntıyı yapar Özlü:
Gene hep dostlar buluyorsun. Johann Sebastian Bach. Scott Fitzgerald. Tender is the Night. Dışarıda dostun, dev kent Berlin. ‘Eskiden hep on sekizine kadar sayılmaz bir şey sanırdım,’ dedi Mary. ‘Doğru’, dedi Abe ona katılarak. ‘Ama sonra da hep aynı.’ (Tender is the Night)
Dün Tender is the Night’ı bitirdim. Kitabı okumam iki gün sürdü. Birinci gece bırakmak istedim. Kitap çok güzel, çok duygulu, çok yumuşak, çok zarif, çok acıklı, çok büyük. Kaldırıp ilerde İstanbul’daki can sıkıcı gecelerde okumak istedim. (49)
Özlü, Nicole’ün deliliğinde, bu deliliğin hakikat ile ilişkilenmesinde kendi deneyimini görmüş müdür? Ben Özlü’nün delilik üzerine yazdığından daha fazla düşündüğü kanısındayım. Delilik onun eserlerinde ya fragman ya da suskunluk olarak belirir çoğunlukla. Kendinin kaydını da tutar bir taraftan. Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde yaptığı gibi benliğinin, bu benliğin farklı veçhelerinin izini sürer. Ancak delilik ile yaftalanmamışların aksine Özlü, benliğinin sabit bir yapı, değişmez ve tamamlanmış bir bütün olmadığının bilgisine sahiptir. Deliliğe ikna biraz da çevrenin telkinleri ile ilişkilidir.
Tezer Özlü için kardeşlik, bu kardeş ister kız ister erkek olsun belki de en çok sevdiği çoktan yitip gitmiş sanatçı ve edebiyatçılarda ve bu edebiyatçıların yarattığı karakterlerde sezilir. Dünya ile dostluğunu kendi belirlediği mesafeler aracılığıyla kurmuş olan Tezer Özlü günümüz kadın yazınında ismi sık anılması lazım gelen sürprizlerle dolu önemli bir kız kardeştir.