Tarkanlar ve oyunbozanlar: İzmir, Woodstock ve Copacabana

"Festivaller ve konserler, ithal ettiğimiz romantizm baharatlı tüketim histerisi Sevgililer Günü gibi bazı neo-geleneklerin aksine, nedenlerini bilmemiz ve önemsememiz gereken ritüellerdendir. Düzen ve düzenliliğe karşı olma duygusu kısa bir süreliğine yaşanır, sonra herkes rutine döner ama orada yaşanan özgürlük hissi bir yaşandı mı unutulmaz."

15 Eylül 2022 21:30

Bir gün olsun sıkılmamıza izin vermeyen bir ülkede yaşamanın kıymetini bilelim, gündem dakika geçmeksizin daldan dala sekebilir, hatta aynı minvalde, başlığından da anlayacağınız gibi Tarkan’dan, doksanlardan, müzikten, Ortaçağ’dan, ve Rio da Janeiro’dan aynı anda söz edebilen bir yazı yazdırabilir ve sadece bununla kalmayabilir.

Bu ülkede hayatımız sahiden de sürprizlerle dolu. Tam da benzer bir yazıda[1] ilk kez ismim Tarkan’la anıldığında bile bugünlerin geleceğini, değerli sanatçımızın başlıkta göründüğü bir yazıyı bizzat yazacağımı aklıma getiremezdim. O yazıyı yazan Sevilay Çelenk’ten söz etmeye başlayınca bile içi en baştan bir neşeyle doluyor, hatta “mizahı tutuyor” insanın, farklı ilhamlar üşüşüyor başına, gördüğünüz gibi. Kendisinin medya ve kültürün çeşitli alanları üzerinde çalışan değerli bir sosyal bilimciyken, bir gün KHK’lı olup üniversite öğrencilerini değil, halkı eğitmeye başlayan önemli bir yazarımız olduğunu biliyorsunuzdur. Bu sayede yazılarıyla ülkenin üzerine kapanan şu kasveti biraz olsun dağıtabilme yeteneği de ortaya çıkmıştır. Bir tık uzaklığında öyle güzel, nüktedan yazıları varken[2] kim okuyacaktı yazdığı onca makaleyi, kitabı?

Şu kitap okumak zor iş zaten, halkımız boş yere kitap okumayı sevmiyor. Neyse ki, konumuz Tarkan olunca, ilk kez bir yazıyı yazarken kitap, yazı okumaya, araştırma yapmaya pek gerek yok! Bu ülke halkının bir parçasıysak, onun neler yaptığını, şarkılarını ne zaman çıkardığını, videolarının en çok hangisinin sevildiğini, ne zaman evlendiğini vesaire araştırmak için hiç orayı burayı karıştırmamız gerekmez, bilfiil yaşamışızdır olanı biteni. Şu yaşayan tarih olma hali, Tarkan söz konusuyken oldukça güzel bir duygudur; bunun için de hayranıyızdır – aksi örnekler çoğunlukta olunca bu duyguya sıkı sıkı sarılırız.

Neşeli bir şeyler yazmak amacındaki bu yazı duygusallaşmaya başladığı için hemen tornistan: Yüzü, sesi ve kalbi güzel Tarkan kimsenin yapamayacağını yapmış,  koskoca bir ülkenin, kıvırmayı ayıplayan erkeklerini, erkek sanatçılarını ve tüm müzik endüstrisini değiştirmiştir. Doksanların sonuna gelindiğinde, Avrupa listelerinde ilk ona girebilmiş ilk şarkıcımız olmuş, diğer müzisyenlerden başlayarak, birçok insana umut aşılamıştır. Tam o dönemde inanmayacaksınız ama bu ülkeden küresel markaların nasıl çıkacağı konuşulur, giderek varsıllaşan bir kısım halk küresel turizmin daha iyi işleyebilmesi için gidilmesi gereken ülkeler uzun uzun listelenirdi. Dünyayla eşitlendiğine inanılan kozmopolit hayat tarzlarında markalar gani gani tüketilir, yurtdışına açılır, sabahlara dek partilenir ama ismine partilenme denmezdi. Farklı zamanlardı. Doksanlar bitip Tarkan beynelmilel bir yıldız olduğunda ve kimse onu ilk küresel markamız olarak tanımlamadığında, her muazzam kültürel ikona olduğu gibi, Tarkan’ın da türevleri türedi ve onun parsasını çokça yedi. Yalnız her türev gibi sadece alındıklarıyla kaldılar. Şimdi nostaljisine doyulamadığından kötü yüzleri unutulan şen şakrak doksanlardan söz etmek güzel de, türev, matematik, küreselleşme dedikçe keder basıyor, Sevilay Çelenk’e koşarak gelen neşeli ilham perileri, maalesef topuklayıp gidiyor.

Gerçi geçtiğimiz haftalarda bir diğer pop müzik şarkıcısı Gülşen tutuklandığında bazı aydınlarımızın yazdığı, “Açıkçası kendisini tanımam, dinlemem ama yapılan bir haksızlıktır,” minvalindeki sosyal medya beyanatları kadar komik şeyleri, değil Sevilay Çelenk, Aziz Nesin’in bile yazamayacağı kesin. Ancak bunun arka planı hakkında bir çift laf edilebilir. Pop müziğin, pop’unun popülerden, halka ait olmaktan geldiğini unutanlar, topyekun o müziği azımsarlar, aşağı görürler ve asla dinlemediklerini iddia etmek zorunda hissederler. Bizim kültürümüzde bunun bir de yerli-yabancı ayrımlı versiyonları vardır ama onları şimdilik geçelim. Dünyada da bazı önemli müzik türleri, ki aralarında, pop olmadığını iddia ederek tüm dünyayı sallayan rock da var, tüm bu ilginç ideolojinin bir parçasıdırlar. Yüksek sanat, pop sanat, bu konulara tabii ki girmeyeceğiz, bu son derece hafif yazıya uymadıkları için; sadece, “ben çok asi olduğumdan pop değilim” diyen rock ideolojisi üzerine çok yazılıp çizildiğini[3] ekleyelim.


Solda Copacabana 2006, sağda İzmir 2022. 

Pop müzik deyince, hangi konuya gireceğimizi tahmin etmişsinizdir. Tarkan geçenlerde ülkenin gördüğü en muhteşem konseri verdi. Üç şarkıdan sonra kesilen naklen yayın, Instagram’daki hikâyelerde devam etti, sonra videoları elden ele dolaştı. Şehir efsanelerinin yaşı tutan yazarları bunu Rolling Stones’un ünlü 2006 Copacabana konseriyle bile karşılaştırıp üşenmeden tablolar hazırladılar. Rio da Janeiro’ya 1.5 milyon kişiyi akın ettirmiş rock’n roll tarihinin gördüğü en kalabalık konserdi bu. Yalnız, o konserden iki misli kalabalık, aynı yerde ve on iki yıl öncesinde gerçekleşen Rod Stewart konserini, rock değil de pop müzik olduğu için adamdan saymamışlardı – tekrar edelim rock da bir pop müziktir. Neticede tablolar düzeltildi. Nüfus ve konser alanı söz konusu olunca, kalabalığın milyona bile ulaşması zordu ama burada zaten önemli olan sayı değildi. Oradan ya da internetten alkışlayanlardan kaçının vaktiyle onu “popçu” olarak küçümsemiş olabileceği hiç değildi. Önemli olan, sadece Tarkan konserinin çok kalabalık, coşkulu ve görkemli olduğu ve bir de tam nerede gerçekleştiğiydi. “Bunu bilemeyecek ne var, tabii ki İzmir’de,” diyorsanız, cevabınız yanlış. Doğrusu şu: Gece yarısından sonra müzisyenlerin çalışamadığı, müzik çalan mekanların kapandığı, özetle müziğin bir gerekçe gösterilmeksizin susturulduğu bir ülkede. Doksanları stadyum konserleriyle açan, iki binlerin başındaki rock müzik patlamasıyla rock festivalleri[4] de düzenlenmeye başlanan bir yerken, şimdi festivallerin, şarkıcının, grubun siyasi görüşüne hatta ismine göre konserlerin de yasaklandığı bir ülkede. Tatsız konular bunlar, geçelim, tekrar neşeli doksanlara dönelim.

 

Çoğu kişinin Şıkıdım dediği Hepsi Senin mi? 1994 yılında çıktığı ânı unutmak ne mümkün? Ülkedeki otomobillerde, barlarda, en rocker'larımızın bile kasetinde, teybinde, neredeyse her yerde, çıstak basları iyice açılmış, senelerce dinlendiğini hatırlamamak hele imkan dahilinde değil. Tarkan’ın nasıl ünlü fotoğrafçılarla çalıştığını, şimdi yaşı benzemesin, George Michael tarzı bir müziği olduğunu anlatan şu her sanatçıya nasip olmayan tam sayfa Kelebek haberi onun dünya çıkartmasının sadece küçük bir yansımasıydı. Şimdi bir hayli farklı olan medya algısıyla değerlendirilmemesi gerekir bu haber birkaç gün Twitter’da tt olmuş falan demek yaşı tutmayanlar için, bizler içinse Uzay 1999! Yine de iki binlerin başında bile doksanlardaki şarkılarının sıkıcı gelmemesi, Şımarık’la küresel olarak dinlenişi, yalan yok, kimseye gelecekle ilgili bir mesaj vermedi. Bunun sebebi ilk kez bu satırlarda açıklanıyor – buyrunuz: Çünkü o sıralarda, Jacques Attali’nin ta 1977’de yazdığı ünlü Bruits: Essai sur l’économie politique de la musique[5] isimli, seksenlerde İngilizceye anca çevrilen[6] eseri dilimize çevrilmemişti. Anca yirmi yıl önce gürültü yalnız kalmasın, müziği de ekleyelim diyerek, Gürültüden Müziğe: Müziğin Ekonomi Politiği [7] çevrildi, sonra da neler neler oldu. O yirmi yıla hiç girmeyelim. The Yirmi Yıl.

Neticede, doksanlardayken Attali’nin müziğe dünyanın pusulası dediğini, hiçbir devletin müziksiz var olamayacağını söylediğini duyamadık; dünya tarihinde üretim biçimlerinden başlayarak, kaydedilen değişikliklerin hepsini müziğin öncelediğini söylediğini okuyamadık. Malum müzik, eğlence, ciddi olmayan işlerdendir kültürümüzde, kitapları, yazıları zaten pek okunmaz[8] ama eğer illa peşindeyseniz kendisinin, buyurun azami ciddiyet: Attali, Fransa’da sosyalist bir partiden seçilen ilk Cumhurbaşkanı Mitterand’ın uzunca bir süre danışmanı, ciddi bir ekonomistti. Ta yetmişlerde, internet bile yokken, streaming’i öngörmüş, müziğe ayrılacak paranın gelecekte yok denecek kadar azalacağını söylemişti. Kehanet olarak görülen öngörüleri teker teker gerçekleşti, müzik gerçekten de tüm dünyanın örgüt yapısının, üretim ilişkilerinin, aslında tümden ekonomi-politiğinin değişmesine öncülük etti. İlk küresel metalar, markalar hep müzikten çıktı ve diğerlerine yol gösterdi.[9]

Anlayacağınız, Şıkıdım’ın ta Brezilyalarda bile çalınacağını, tüm dünyanın neredeyse Tarkan dinleyeceğini hiçbirimiz zaten tahmin edemezdik, hayalini bile kuramazdık. İki binlerin başında Tarkan’ın ilk küresel markamız haline geldiğini anlasaydık bile bununla ne yapacağımızı bilmiyorduk. Şimdi Attali okumuş ve o uzun yirmi yılı geçirmiş halimizle, bunca yasakla gönenmiş ülkeye gövde gösterisi yapan şu Tarkan konseri neleri tetikleyecek, ileride acaba neler değiştirecek tahminlerini yapmaya çalışıyor, bunda bile tökezliyoruz. Yeteri kadar coşamayanlara ya da ilelebet kötümser olanlara takılıp, balık hafızalı şu âlemde bu konser de unutulup gidecek diyebilir, tarihle yüzleşmeden eğlenmeyi yasaklayanlara –cendereye alışmaya başladığımızdan– hak verebiliriz. Kesin olan şu sadece: Konserden sonra İzmir’e böyle bir kutlamayı reva görmeyenlerle, bu konserin ikinci bir Samsun’a çıkma harekâtı olduğunu iddia edenler arasında dönüp dolaşan hararetli tartışmalar, bize çatışma olmadan ilerlemenin mümkün olmadığını anlatıyor; uzlaşmacı siyasetçilerin kulağına küpe olsun dedirtiyor. Hep siyaset, hep mesaj kaygısı, daha güzel şeylerden söz edelim, dediğinizi duyar gibiyim. Madem farklı bir tür deniyoruz, doksanlar partisini devam ettirip konser öncesindeki helikopter danslarının var olan tüm Zihni Sinir procelerine ve kitsch enstantanelerine gol attığını yazalım, güzel konumuza geri dönelim.

Tarkan’ın, aynı zamanda, Sezgin Burak’ın Mars’ın Kılıcı çizgi romanından uyarlanan, Kartal Tibet’in canlandırdığı önemli bir sinema kahramanımız olduğunu biliyorsunuz değil mi? Kılıcı ele geçirenin aynı zamanda dünyanın hâkimi olduğu hikâyede Tarkan, her kahraman gibi kötülerle savaşır ve ne iyidir ki, hep kazanır! Yanında gezdirdiği kurdun da bir o kadar ünlü olduğu Tarkan öyle sevilir ki, yetmişli yıllarda doğan erkek çocuklarına bu isim çok konur. Tarkan ilk çıktığında herkesin aklına tek kanallı televizyonun da gösterdiği filmlerin geldiğini tahmin etmek zor değil. Bir savaş kahramanıydı ilk Tarkan ama olsun, her güzel kokan çiçeğin adını gül koyamayız, değil mi?

Tarkan isminin aslında Zakkum isminden daha tehlikeli olduğunu anladınız, gülün adındaki Umberto Eco imâsını fark ettiniz ama sakın Ortaçağ bahsine girdiğimiz sanılmasın, önce Rönesans var. Attali’nin kitabının Türkçe baskıya reva görülmeyen İngilizce ve Fransızca baskılarındaki kapak resmini takdirle anmamız şart: Brueghel’in ünlü Karnaval ve Perhiz Arasındaki Savaş tablosundan bir parça.

Pieter Bruegel, Karnaval ve Perhiz Arasındaki Savaş, 1559. Viyana Sanat Tarihi Müzesi.

Sanat tarihi bilmenizle hiç ilgilenmeden sadece ismiyle bize yeterli bilgi verme alicenaplığını gösteren bir başyapıttır bu tablo. Karnavallarda yaşanan başı boşluk ve özgürlük duygusunun, taassubun dikte ettiği perhizin tam tersi olduğu ve bunların yarattığı çatışma resmedilir. Diyeceksiniz ki, ne âlâka, karnaval kültürümüze yabancıdır. Ancak geçen yüzyılın ortalarından sonra yavaş yavaş yaygınlaşan, sonra 1969’da Woodstock’la[10] rock müziğin hegemonyasına girer gibi yapıp diğer müzik türlerine de sirayet eden şu festival ve konserler, kaotik, sınıfına bakmaksızın maskesini takan herkesin aynı yerde eğlendiği, özgürlükçü ve hedonist –ve evet şimdi– Ortaçağ karnavallarından türemişlerdir. Genlerindeki düzenle uzlaşamamak bunun için vardır. Müziğin nasıl harekete geçirdiğini bolca anlatmıştım, zoraki ve çaresiz self-citation[11].

Festival ve konserler, ithal ettiğimiz romantizm baharatlı tüketim histerisi Sevgililer Günü gibi bazı neo-geleneklerin aksine, nedenlerini bilmemiz ve önemsememiz gereken ritüellerdendir. Düzen ve düzenliliğe karşı olma duygusu kısa bir süreliğine yaşanır, sonra herkes rutine döner ama orada yaşanan özgürlük hissi bir yaşandı mı unutulmaz. Festivallerde, konserlerde yaşanan duygular, deneyimler, haydi tam ismini koyalım, ihlâl, aslında tam da olmak istenen hallerdir. Örf ve ananelerimize aykırı oldukları için değil, esas bunun için tehlikelidirler. Bir çıkar ki meydana, gel de uyma şeytana...[12]

Sabırla beklediğiniz samba, Ipanema, Copacabana’lı Brezilya’ya geri dönüyor ve Rio Karnavalı hakkında yazılan şu manidar kitabı okuyoruz: Roberto DaMatta, Karnavallar, Oyunbozanlar ve Kahramanlar[13]. Karnavalda yapılan araştırmada toplumun her türlü yüzü, her katmanı gözlemlenir ve şu ilginç bilgi bulunur: Bizden çok uzaklardaki şu Brezilya halkı nedense otoriteye âşıktır. Hiyerarşi ve ötekileştirmenin at koşturduğu ülkelerinde, yolsuzluklardan başını alamayan halk, bir yandan da eşitlik, demokrasi ve huzur arayışını bırakmaz.

DaMatta’nın en ilginç bulgusu şu: Meğer karnavallara esas heyecan katan öyle renkli kıyafetler, çıplak dansçılar değil de, oyunbozanlarmış. Onların yarattığı çekişmeler, intikamlar, sürtüşmeler olmazsa, koskoca karnaval sadece bir geçit töreni olarak kalacaktır; oyunbozanlar sayesinde farklı anlam, anlamlar kazanır; tekdüzelikten kurtulur ve değişimin bir parçası olur. Özetle, karnaval türevi festivallerin en şaşaalısı Woodstock da yasaklanmayıp zamanın oyunbozucu ve Vietnam istilacı iktidarıyla o denli ters düşmeseydi bugünkü efsanevi konumunda olmazdı. (Bu konuyu, Woodstock’ın popülaritesinden yola çıkarak, Tarkan’ın konseri ekseninde çözümleyip bir kompozisyon yazınız ve lütfen Sevilay Çelenk’e iletiniz.)

Satırların sonuna gelirken, sorumuz şu olabilir: Ülkemizde boş yere mi sonsuza kadar alınacak türevleriyle meşhur olmaya başlamış yasaklar var? Belki de esas şunu sormak gerek, bugünün Türkiye’sinde olmasak Sevilay Çelenk üniversite kürsülerinden uzaklaşıp, değme mizah yazarlarına taş çıkartabilir miydi? Peki, Tarkan trolleri, savcıları mıknatıs gibi çeken kahramanlık müessesiyle uğraşmak zorunda kalmayıp, bol bol beste yapıp konser vererek ismiyle müsemma olma fırsatını kaçırmaz mıydı? Kimse tabii ki bunları düşünemiyor. O zaman cevabı vermek de bu yazıya düşüyor: Hayır, boş yere değil o yasaklar. Hatta yasaklar iyi ki var, çünkü her işte bir hayır var. Ve bitmek tükenmek bilmeyen oyunbozanlar.

 

NOTLAR:


[1] Sevilay Çelenk (2022), "Yalnız Bir Şey Başardın, Sana Şarkılar Yazdık"Medyascope

[2] Sevilay Çelenk’in yazıları için bkz. Gazete Duvar ve Medyascope

[3] Şu yazının referanslarında epeyce bilgi var: Taçlı Yazıcıoğlu (2018), Adana, Freddie ve Müslüm, Birikim Güncel

[4] Taçlı Yazıcıoğlu ve A. Fuat Fırat (2007), “Glocal Rock Festivals as Mirrors to the Future of Culture(s),” Consumer Culture Theory, Russell W. Belk ve John Sherry (Der.), Vol. 11, Elsevier, sa: 85-102.

[5] Jacques Attali (1977), Bruits: Essai sur l’économie politique de la musique, Le Livre de Poche.

[6] Jacques Attali (1985), Noise: The Political Economy of Music, University of Minnesota Press.

[7] Jacques Attali (2001), Gürültüden Müziğe: Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine, çev. Gülüş Türkmen Gülcügil, Ayrıntı Yayınları

[8] Murat Meriç’in, Can Öktemer’le söyleşisi (Ahmet Ertegün’ün biyografisinin bu denli az önemsenmesi): "Yapacak Bir şey yok, Türkiye'de Müzik kitabı Satmıyor", Agos

[9] Koskoca milliyetçiliği bile müzikten yola çıkarak anlatmayı deneyenler var: Taçlı Yazıcıoğlu (2021), “Milliyetsiz Alanlar,” Ne Mutlu Eşitim Diyene: Milliyetçilik Tartışmaları, Yasemin Çongar, Mustafa Arslantunalı (Der.). Kıraathane Kitapları, sa: 339-354. 

[10] Taçlı Yazıcıoğlu (2019), "Woodstock “Ruhu”Birikim Güncel

[11] Taçlı Yazıcıoğlu, "Marslı Rocklı Ayak Sesleri"

[12] Sevgili Tarkan, eğer okursan bunu Öp klibini en çok izleyen hayranın kesin benim.

[13] Roberto DaMatta (1992), Carnivals, Rogues and Heroes: An Interpretation of the Brazilian Dilemma, University of Notre Dame Press.