Toni Morrison kötü şeyler yapan iyi siyah kahramanlarının üzerinde beyaz gözler dolaştırmaz, beyaz icadı yargı ve vicdandan bağımsız olarak anlatır hikâyelerini...
Toni Morrison’ın ardından yas tutmayı hak etmeliyiz. Beyaz gözlerimizi belki ilk kez belki bir kez daha Afrika kökenli Amerikalı siyahların[1] mitlerini anlattığı satırlara usulca, yarattığı edebî evreni bozmadan değdirmeli; karanlığında kaybolmadan, bataklığına gömülmeden, üzerine vıcık vıcık beyazlığımızı sıçratmadan bu mite tanıklık etmeye cesaret etmeliyiz. Beyaz gözler için yazmadığını söyleyen Toni Morrison, Sevilen’nin son satırında, yarattığı edebî evrenin kapısına kilit vurur: “This is not a story to pass on.” “Bu başkalarına aktarılacak bir hikâye değildir” diye bir uyarı olarak da okunabilir, “Bu geçiştirilecek bir hikâye değildir” diye bir nasihat olarak da. Bu son cümle, Toni Morrison’ın ardından gerçek anlamını buldu belki de: “Bu ölüp gidecek bir hikâye değildir.”
Toni Morrison’ın ölümü -farklı nedenlerle de olsa Philip Roth’un ölümü gibi- Amerikan Edebiyatı’nda çağ kapatan bir kayıp. Üstün beyaz ırk söyleminin sloganlaşmış kulakları kanatan buyruğu “Geldiğin yere dön!”, en sert cevabı onun edebiyatında bulur. Siyahların geldikleri yer -Sula’daki cehennemin dibi Bottom kasabasından ta ana rahminin derinliklerine kadar- Toni Morrison’ın evrenidir.
Toni Morrison, yaşayan siyah edebiyatın bilge ve acı dilli hikâye anlatıcı annesiydi. Romanları gerçeklikten efsaneye ve doğaüstüne doğru uzaklaşsa da, kurduğu bu anne dili onu her zaman inandırıcı kıldı. Bilinçli olarak kutsal anneliğe aykırı karakterler yarattığında ve anneliği, dolayısıyla “gelinen yeri” lanetle yerle bir ettiğinde bile, Morrison’ın anne dilinde şefkat buldu okur.
Siyah bir beden içinde var olmak ve sürekli bedeninin siyahlığını hissetmek beyaz toplum tarafından değersizleştirilmenin ve insan-dışı varlık muamelesi görmenin kanıtı gibidir. Bu siyah beden ve taşıdığı tarihsel yaralar anneden geçer.
Siyah feminist düşüncenin kadınların güçlenmesinde “öfke” duygusuna yükledikleri anlam ve aciliyet Toni Morrison’ın siyah anne karakterlerine başka bir perspektiften bakmamızı sağlayacaktır. Anneden çocuğa aktarılan öfke, çocuğu kurbanlaştırsa da aslında bir başkaldırıdır ve pasifize edici bir travma değildir. Anneliği patriyarkal gidişattan ayırma çabası olarak görebiliriz Morrison romanlarındaki siyah anne portrelerini. Anneden tipik olarak beklenen sevgi, koruma, fedakârlık, topluma uyumlu çocuklar yetiştirme sadece annenin kölelikle başlayan ırkçılıkla devam eden kaderinin devam ettirilmesi demek olacaktır.
Siyah annenin evladıyla fiziksel bağını koparması bu döngüye vurulan bir darbe. Böylece siyah kadının hikâyesi ırkçı düzeni devam ettirmeye ayarlı annelik yerine, düzeni bozarak hayatta kalma mücadelesine dönüşür. Sevilen’de Sethe’nin kendi kızının boğazını keserek, kişisel tarihinin ve talihinin tekrarını durdurması bunun en önemli örneğiydi. En Mavi Göz’de Pecola’nın uğradığı tecavüz sonrası bebeğinin ölü doğması da. Sula’da büyükanne Eva’nın sigortadan para alabilmek için kendi bacağını trene koparttırması, çocuklarını ateşe vermesi de. Anne evlat arasındaki fiziksel/dünyevi bağ kopuyor, bu kopuştan geride kalan ruhani bağ, kadınların gücünü bulması ve kullanmasının tetikleyici mitine dönüşüyor.
Her Morrison romanında tekrarlanan anne evlat arası ilişkinin yıkılmasından ve kadın karakterler arasında kurulan görünmez ortak bilinçten siyah feminist eleştiri referanslarını alacaktır. Toni Morrison için siyah feminizmin başlangıcında siyah kadın mitini parçalamak vardır. Bu nedenle siyah anneliği romantize etmeyecek, sorun çıkaran ve düzen bozan yıkıcı bir güce dönüştürecektir. Sula’nın annesi kızına onu her anne kadar sevdiğini ama onu beğenmediğini söylediğinde reddedilmiş hisseden Sula, karşılığında eş ve anne olmayı reddedecek ve bağımsızlığı seçecektir. Aileyi devam ettirmeyen Sula’yı büyülü gerçekçiliğe yakın tasvirlerle cadılaştırır Toni Morrison.
Süleyman’ın Şarkısı’nda karşımıza Toni Morrison’ın “anakonda sevgi” kavramı çıkar. Bu hem duygusal hem fiziksel zarar verecek kadar boğucu ve sıkıştıran bir sevgidir. Sevilen, sevgi nesnesi olarak kendiliğini, iradesini, arzusunu, yaşam hakkını teslim ettikçe ancak o vakit seven güçlenir, sonunda anormal, birbirine mecbur tek bir varlığa dönüşürler. Anakonda sevgi, yılanın kurbanının bedenine dolanıp yaşamını elinden alana kadar devam eder. Farklı karakterler arasındaki sağlıksız ilişki kenetlenmesi olarak neredeyse bütün Morrison romanlarında anakonda sevginin izini sürebiliriz. Sevilen’de evlat katli, En Mavi Göz’de ensest ve tecavüz, Caz’da aşk üçgeni cinayeti olarak peydahlanır anakonda ve ölü genç kızın yüzünü keser. Sula ve Katran Bebek’te ise aidiyet, arkadaşlık ve sadakat baskısına dönüşür. Karakterler hep “geldikleri yere geri dönme” yönünde ilerlerler.
Toni Morrison kötü şeyler yapan iyi siyah kahramanlarının üzerinde beyaz gözler dolaştırmaz, beyaz icadı yargı ve vicdandan bağımsız olarak anlatır hikâyelerini. Beyaz gözün eksikliği bir araç Morrison öyküleminde. Kölelik, zalimlik, şiddet, ötekileştirme, toplumsal ayrıştırma ve ırkçılık sonucu kendi içine dönmüş siyahlar. Özgürlük ve iradenin kaybının travması anakonda sevgi olarak kendini gösteriyor. Siyah kahramanlar arasındaki mesafesiz, otonomisiz, nefes aldırmayan, koşullanılmış sadakat da bu sevginin bir parçası. İnsan insanın sahibidir dayatması, ırkçılığın siyahları kendi kendilerinin tutsağı hâline getirmesi, iyilerden yılanlar yaratıyor.
Sevgi ve nefret duygularının en uç noktalarını anlatma fırsatı veriyor anakonda metaforu Morrison’a. Romanlarında beyaz gözlerin bakış açısına izin verdiği yer siyahların kendi bedenlerine dair algılarını tasvirlediği yerler. En Mavi Göz’de Pecola’nın sevilmeye layık olmak için sarı saçlara ve mavi gözlere sahip olmayı istemesi onu gerçekle bağlantısını yitirmeye sürükler. Sakat ayağını ve eksik dişlerini hayran olduğu film yıldızlarıyla kıyaslayan annesinini durumu da farklı değildir. Babasının tecavüzüne uğrayan Pecola bunu çirkinliğinin, insan-dışı, değersiz varoluşunun kanıtı gibi görür.
Edebî maharetinin az yazarak çok şey söylemek ve okura alan açmak olduğunu söylemiş Toni Morrison. Siyah tarihin bir parçası olmayan okur bu alana saygıyla, anlayışla ve kolektif bir suçlulukla girmeli. Toni Morrison’ın açtığı yoldan ilerleyen pek çok siyah kadın yazar var. Romanlarını kızlarına okutan ve onları hayata Morrison edebiyatıyla hazırlayan siyah kadınlar var. Onu tanrıçalaştırmak ve ölümsüzleştirmek bu kadınların hakkı. Toni Morrison onlara, siyah tarihe, siyah feminizme ait.
Toni Morrison siyah yaşamlara anlamlarını ve biricikliklerini geri verdi. Ölüleri ve yaşayanları, görünenleri ve görünmezleri, aklı başındalığı ve deliliği, kötücüllüğü ve iyicilliği, doğru ve yanlışı tıpkı dilden dile dolaşan efsanelerde olduğu gibi aynı yerde ve aynı anda var etmeyi başardı yazarak. Bütün bu edebi seçimler Toni Morrison romanlarını Nobel Ödülü’ne layık bir sofistikeliğe yükseltirken aynı zamanda içgüdüsel bir mesel naifliğini ve zamansızlığını koruyor.
Amacı siyahları görünür kılmaktı. Toni Morrison okuduktan sonra suçlu beyaz gözlere düşen, ırkçılığın gözünün içine bakıp tamamen yok olana kadar reddetmek.
Güç içinde kal Toni Morrison.
[1] Toni Morrison çocukken kendisinin ve kız kardeşinin derilerinin renginin yeterince koyu olmadığı için büyükannesi tarafından saf siyah sayılmadıklarını, siyahlar arasındaki renk hiyerarşisini ilk kez böyle öğrendiğini anlatır. Türkçede genelde kullanılan siyahî sözcüğünü bu nedenle tercih etmedim, siyahtan onu eksiltmeden söz etmek için.