Bugüne kadar herhangi bir şiir antolojisinde şiiriniz yer aldı mı ve bu sizin için nasıl bir anlam ifade etmekte? İşte yanıtlar ve yorumlar...
03 Aralık 2015 15:00
Cevat Çapan
Şimdiye kadar şiirlerim Memet Fuat’ın Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’nde, Mehmet H. Doğan’ın Yüzyılın Türk Şiiri, Ahmet Necdet’in Modern Türk Şiiri ve Feyyaz Kayacan Fergar’ın Modern Turkish Poetry başlıklı antolojilerinde çıktı. Yanılmıyorsam Orhan Kâhyaoğlu’nun yeni çıkan antolojisinde bir iki şiirim varmış. Daha görmedim. Bu şiirlerin antolojilere alınması benim için sevindirici bir şey. Demek adam yerine konuluyormuşuz duygusu diyelim. Daha fazla abartmaya değmez.
Sorularınızı yanıtlamam kolay değil. Şimdiye dek şiirimin ve öykümün çıktığı antolojilerin hesabını tutmadım. Benim için en anlamlısı diye bir şey de diyemiyorum doğrusu. Bütün antolojilere olumlu yanıt verdiğime göre, bir seçmeci tavrım da yok sanırım. Tek tesellim, “Fahriye Abla” gibi salt antolojilik şiirimin olmaması galiba.
İnsanın durumunu kurtarmak için bir toplumu –ki bu burjuva ya da yanlış tanımlanmış sosyalist olabilir– dönüştürmek gereklidir; çünkü ne olursa olsun, o ikiyüzlülüğün üstünde oturur. Ama onu değiştirebilmek için, onu sadece bilmemiz gerekmez, yalnız onun kurnaz yabancılaştırma tekniklerinin maskesini düşürebilmek için cesarete gereksinim vardır. Kişi nasıl toplumsal dengesizliğin psikolojik makyajı ortaya çıkardığını antolojilerde görebilir. Sartre’ın sözüyle “insanın psikolojisi”nden konuşmayalım ama onun otobiyografisinden ya da antololojisinden söz edelim ve böylece kişiyi özgürlüğe götüren dolaşık dertleri açmış oluruz. Ben nasıl yazı tekniğimin “reel olmayan realizm” olduğunu kendi kendime 50 yıl sonra çözmüşsem, bir antolojiden de en az bu beklenir.
Şiir antolojisi hazırlamak gerçekten zor(lu) iş: Bir dilin o alandaki toplam üretimine hâkim olmayı, tartımlı çünkü adil davranmayı, hipermetrop ya da miyop, astigmat ya da şaşı olmamayı, uzun süre iğneyle kuyu kazmayı gerektiriyor. Benim bu bağlamdaki görüşlerimi, daha önce yazdığım için, bilen biliyor: Yurtiçinde ve yurtdışında yayımlanmış bütün şiir antolojilerinde yer aldım, dolayısıyla kuyruk acım yok: Yararlarını sınırlı, zararlarını aşırı buluyorum. Konulu antolojileri önemsiyorum: Mehmet H. Doğan’ın Hece Taşları’nı, Gültekin Emre’nin Posta Şiirleri’ni sözgelişi. Kapsamlı Türk Şiiri antolojileri en çok “şiir dünyası”nda çıkardıkları kavgalar, yarattıkları hesaplaşmalar, doğmasına vesile oldukları kan davaları açısından önem taşıyorlar. En önemli sakatlıkları: Hiçbiri şiir antolojisi değil, hepsi şair antolojisi. Kitaplığımda tek bir örneğin ayrıcalıklı yeri oldu: Ümit Yaşar’ın, adı üstünde Şairlerin Seçtikleri antolojisine çıkış mantığına bağlı olarak değer veriyorum, o da dolaşımda değil nicedir. Şairler kendi şiirlerini seçerken yanılabilirler mi, belki; tek bir seçicinin bütün şairlerden seçim yaparken işin doğrusunu yapması beklenebilir mi, kesinkes hayır.
Açıkçası ilk gençlik yıllarımda antolojilerin okuru, o antolojide yer alan şairlerin bütün şiirlerine götüreceğine, böylece, şiire ilk adım atmada değerli bir kaynak olacağına inanıyordum. Ancak yıllar geçtikçe, tam bir tembellik kaynağı, kolaya kaçış, insanı emeksiz bir bilgiçliğe götüren, gittikçe birbirine benzeyen, hazırlayan bazıları için geçim kapısına dönen, nafile bir çaba olduğuna inanır oldum. İnsanlar, herhangi bir antolojide Nâzım’ın, Necatigil’in, Melih Cevdet’in, Uyar’ın, Cansever’in üç beş şiirini okuyorlar ve şiir macerası orada kalıyor. Okudukları onlara bir ömür yetiyor! Ondan sonra başlıyorlar büyük harflerle değerlendirmeler yapmaya, fikir yürütmeye, önerilerde bulunmaya... Size, şiirimizin yüz yılını bir çırpıda özetleyiveren müthiş bir bilgi birikimi! Hele de temalı olanlarını okumuşlarsa; dostluk, aşk, gökyüzü, akşam, yalnızlık, ölüm vs. vs. konularında size duygulu seslerle neler neler anlatırlar! O nedenle, Cyrano de Bergerac’tan ödünç alarak: Kalsın istemem! Sahibini anımsayamadım; hatta doğrusunun bu cümle olduğundan da kuşkuluyum ya olsun, sanırım şöyleydi söz: Ben insanı bütün gösteren aynalardan yanayım...
Antoloji bellektir. Bir dilin boy aynasıdır. Poetik serüvenimizin bizatihi kendisidir. Kimi şair bir şiirle (evet, bir şiirle!), kimi şair bir kitapla, kimi şair de poetik siluetiyle yer alır silsilede, “tekâmül zinciri”nde. Ama alır! Örneğin Mehmet H. Doğan’ın Yüzyılın Türk Şiiri Antolojisi’nde Fazıl Hüsnü yoksa, o, salt o esere ait bir eksikliktir. Okur o boşluğu doldurur. Bu Memet Fuat’ın, Orhan Kahyaoğlu’nun eserleri için de geçerlidir, şu veya bu gerekçeyle antolojiye alınmayan bütün şairler için de. Nüfus/nüfuz kütüğünden düşmek Tarih’e ait bir tasarruftur. Tarih’e, o kör karanlığa. Doğrusu ya, değil bir antolojide, bir yıllıkta, bir tematik seçkide “bulunmak” bile gönendirmiştir beni.
Sorunuz üzerine, elimde ne kadar eski antoloji ve yıllık varsa masaya yığdım. En eskisi 1952 tarihli. Gördüm ki bugün adlarını bile bilmediğimiz şairlerin sayısı, bilip okuduklarımızdan çok fazla. Her yıl ya da her dönem bu adlardan bazıları düşmüş, bazıları eklenmiş; geldik bugüne. En son Orhan Kahyaoğlu’nun epey kapsamlı çabası da bu “antoloji yapım yasası”na bağlı kalmış. Ne yapsın antoloji editörleri? Buna hepimiz aynı akılla, ortak bir beğeniyle tek bir yanıt veremeyiz. Ama vebal seçicidedir daima. Bu zorunlu öznellik yüzünden antoloji yapıcılarının uğramadığı ilenç kalmamıştır. Seçilmişler kütüğünde olmamak, kütükten düşmek, kendi zamanı içinde yok sayılmak herkese dokunur. Neden dokunsun oysa; yüz bilmem kaç yıl boyunca yaşayan Arthur Rimbaud, kitaplarını annesinin parasıyla bastırmak zorunda kalmış bir yitik şair değil miydi? Bir misal de Turgut Uyar’dan. İlk şiirini 1947’de Yedigün dergisinde yayımlatabilmişti. Uyar buna hiç sevinemediğini söyler. Çünkü o dergide başka şiirleri görünce, editörün beğenisinin pek zayıf olduğunu düşünmüş. Gönlünde Kaynak dergisi var; bir yıl boyunca ısrarla göndermiş bu dergiye ve nihayet yayımlatmış. Dahası var; döneminde baş ve hatta tek edebi yargıç Nurullah Ataç, Arz-ı Hal’i (1949) okuyunca şöyle yazmıştı: “Bilmem yanılıyor muyum Turgut Uyar’ı iyi şair saymakla. Ne olursa olsun, zarımı onun için atıyorum.” Mutlu olmuş mu şair? Turgut Uyar hep sıkılırdı böyle şeylerden.
Yer aldım tabii ki. Hiçbir özel anlam ifade etmiyor. Yer almadığım antolojilerle ilgili duygum da böyle. Antolojilerin nesnel olmasını beklemeyelim. Antolojinin şiire katkısı olacağını hiçbir zaman düşünmedim zaten. Temsil veya dışlama gücü olabileceğini de düşünmüyorum. Şiirin böyle dertleri yoktur. Antolojinin gücü şiire yetmez.
Bildiğim kadarıyla Yılmaz Odabaşı ve en son Orhan Kahyaoğlu’nun hazırladığı antolojilerde varım. İlkini tesadüfen gördüm, ikincisinden ise yayın için izin istendiğinde haberdar oldum... Ne şiir-edebiyat yıllıkları, ne ansiklopediler, ne antolojiler, doğrusu umrumda olmadı hiçbir zaman. Bunlar tarihçiler, edebiyat öğretmenleri, öğrenciler için lüzumlu şeylerdir. Eğitim-öğretim malzemesi ihtiyacına binaen... “Bir edebi kariyer olarak şairlik” ile “bir edebi kariyer kriteri olarak antoloji + yıllık + ansiklopedide yer almak”tan herhangi bir haz da, keyif de aldığımı hatırlamam. Böyle kıytırık kriterlere de ne inanır, ne de bunları önemseyenlere saygı duyarım. Şair olarak sadece ve sadece şiir yazdığım anlarda hissettiğim o derin tutkunun, Dilsel başdönmesinin, uçurum duygusunun, ana dilimin bin küsur yıllık dehası, göz kamaştırıcı görkemi içinde yüzmenin bana verdiği zihinsel hazzın dışında başka bir armağan beklentisi içinde de olmadım hiç... Ya da bunun dışında, şair olarak nasıl bir beklenti içinde olunmalı, onu da bilmem... Neyse... Allah’a, bana Türkçe’de şiir yazma yeteneği bahşettiği için teşekkür ederim. Amin.
Tematik şiir antolojilerinin (Aşk, Hüzün, Anne, Ayrılık, Çocuk, İstanbul, Kedi ) yanı sıra, yurtdışında yayımlanmış bazı almanaklarda (World Poetry, 2009; Pegasıada 2009-2010) ve Modern Türkçe Şiir Antolojisi’nde şiirlerim yer aldı. Tematik antolojiler daha çok bir proje olarak geliştiği ve belli kontenjanlar etrafında hazırlandığı için bu çalışmalarda benim yerime herhangi birinin şiiri de yer alabilirdi diye düşünüyorum. Bir antolojide, hiç değilse birkaç cümleyle sizi şiirinizle yeniden başbaşa bırakacak bazı ifadelerin olmasını beklerim. Vaktiyle bir köşede kabaran yalnızlığınızın, sesinizin birilerinin parmak uçlarına değerek bir kitabın içine taşınması sevindirici elbet ama asıl heyecan verici olan, şiirin doğasına uygun bir akış bulup yakınlıklara, ahbap çavuş ilişkilerine bulaşmadan, başka insanlara selamınızı ulaştırması. Şairliği ispata muhtaç olan ya da eleştiride güvenilir olmayan bir kalemin hazırladığı çalışmada bulunmanın benim nazarımda bir kıymeti yok. Bir antolog, rasat edeceği şiirsel alanı yakından izlemiş ya iyi bir şair yahut ölçütlerine güvenilir sağlam bir eleştirmen olmalıdır. Buradan baktığımızda, ülkemizde hazırlanmış onlarca antolojiden yalnız birkaç tanesi, üzerinde konuşulmayı hak etmektedir.
Şiirlerim, şimdiye kadar takip edebildiğim kadarıyla Abdullah Özkan ve Refik Durbaş’ın Cumhuriyet’ten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi, Yılmaz Odabaşı’nın Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi, Mehmet Çetin’in Tanzimattan Günümüze Türk Şiir Antolojisi, Metin Celal’in Türk Edebiyatından Aşk Şiirleri Antolojisi, Özgür Topyıldız’ın Eskişehir’de Yaşayan Şairler Antolojisi gibi antolojilerde yer aldı. Bu antolojilere genç yaşta alınmış olmak, elbette güdüleyici ve mutluluk vericiydi. Artık genç değilim ve açıkçası alınıp alınmadığımı pek de umursamıyorum. Hiç ummadığım bir yerden gelen okur ilgisi daha çok mutlu ediyor beni. Türkiye’de edebiyat ortamında en sık yaşanan tartışmalar, yıllıklar etrafında dönüyor sanırım; daha çok “onu almış, beni almamış” şeklinde tezahür eden tartışmalar. Gülerek izliyorum. Antolojiler, bir kurul tarafından ortaya konmadığı sürece hazırlayanın beğenisini yansıtacaktır elbette. Bu yüzden de seçilenin çok önemli, dışarda kalanın değersiz olduğu anlamına gelmez. Dışarda kalan gerçekten iyi bir şairse, o şair için değil, o antoloji için kayıptır. Şu da var: Antolojiler, külliyatla değil de “özet”le ilgili olan okuyucular içindir. Oysa sözkonusu olan şiirse, dipnotlar bile önemlidir.
Değişik şiir antolojilerinde yer aldım, ama bunu kendim ve şiirim için bir önem ve özellik olarak görmedim. Orhan Kahyaoğlu ve Ataol Behramoğlu’nun Büyük Türk Şiiri antolojileri ve ayrıca, Kemal Özer’in İstanbul Şiirleri Antolojisi gibi tematik antolojiler bunlar arasında.
Milliyet’in Genç Şairler Antolojisi sanırım ilk dâhil olduğum antolojiydi. Sonuncusuysa Ayrıntı yayınlarından geçtiğimiz günlerde çıkan Orhan Kayaoğlu’nunki. Antoloji kavramı ve hazırlanış biçimleri bizde de dünyada da tartışılan konulardan. Edebiyat tarihini her dönem yeniden yazmaya yönelik bir inşa çabası olarak görüyorum ben bunu. Kanon oluşturma ya da varolan kanonu yeniden yorumlama çabası. Böyle gördüğüm için de yer almak ya da dışında bırakılmak meselesine de buradan yaklaşıyorum. Yer almak yazınımızın çok değerli olduğunun işareti olmadığı gibi dışında kalmak da verimlerimizin değersizliğinin doğrudan işareti sayılamaz. Kimin hangi bağlamda hangi saiklerle antoloji hazırladığı elbette çalışmayı önemsememizi, sınır çizgilere, patikalara ve anayola yeniden bakmamızı sağlıyor, ama şiir yolumuzu biçimlendirip belirlemiyor.
Evet. İki binli yılların başından itibaren yayımlanmış birçok antolojide yer aldı şiirlerim. Modern şiirimize yekpare bir şekilde bakan antolojilerden ziyade, tematik olarak bir olguya odaklanmış antolojilerin şiirlerime daha fazla ev sahipliği yaptığını söyleyebilirim. Yurtdışında yayımlanmış (Word Poetry 2009/ Pegasıada-1 2010) bazı çalışmalarda da yer buldular. Bütün bunların bir anlamı vardır, olmuştur elbette. Ancak hiçbir anlam ebedi değildir. “Şiir-şair-zaman” ilişkisine dair bir üçleme algısı yaratır bu çalışmalar. Ciddi bir emek işidir ayrıca. Ancak emek ile öznesi arasında da o antolojiyi meşru ve kalıcı kılacak bir denkliğin olması gerektiğini düşünürüm. Orada olmak ya da olmamak… işte bütün mesele bu; gibi bir hissedişim ise hiç olmadı. Alana incelik göstermişsiniz dedim, almayana selam verip geçtim… Şiirime dair akışı belirledi mi, diye soruyorsanız… Hayır. Ama Gülten Akın bir antoloji yapmış olsaydı ve şiirlerimi istemeseydi, incinirdim!
Bugüne kadar yerli ve yabancı olmak üzere birçok antolojide/yıllıkta şiirlerim yer aldı. Mehmet H. Doğan, Veysel Çolak, Baki Asiltürk, Cenk Gündoğdu & Şeref Bilsel, Hüseyin Cahit Kerse, Mustafa Fırat, Fuat Çiftçi, Mustafa Aydoğan, Hakan Arslanbenzer, Turan Karataş’ın hazırladıkları gibi...
Adımı bir şiir yıllığında ilk kez gördüğümde, 17 yaşındaydım, bundan büyük mutluluk duymuş, bir anlamda kabul gördüğümü hissetmiştim. Şimdilerde ise ulaşamadığım kimi dergilerdeki bazı iyi şiirleri okuma olanağı sağlaması, haberdar olmadığım bazı yeni şiir kitapları ve önemli poetik yazılarla ilgili bilgi vermesi, birkaç yeni isimle tanıştırması açısından önemsiyorum antoloji ve yıllıkları. Eğer antoloji ve yıllıklarda beğenilen şiirlerden biri/birkaçı, okuru, o şiirin/şiirlerin şairine/şairlerine götürüyorsa; bu çalışmaların işlevlerinden biri gerçekleşmiş olur bana kalırsa. Yıllardır şiir yazan, onca kitap yayımlamış, gönderdikleri şiirler her dergide yayımlanan, “usta” diye nitelenen şairlerin antoloji ve yıllıklarda yer alıp almamayı umursamamaları gerektiğini düşünüyorum. Nedense bu konuda asıl yaygara onlar tarafından koparılıyor. Bu durum da şiire yeni başlayanların gözünde, antoloji ve yıllıklara büyük bir önem verilmesi gibi bir sonuç doğuruyor. Popüler kültür varolmayı görsellikle, görüntüyle, görünmekle özdeşleştirdiği için şair adaylarının görünme istekleri perçinleniyor böylelikle. Oysa hiçbir antoloji ya da yıllık birini şair kılmaya, yapmaya ya da yok etmeye, silmeye yetmez. Bu yüzden de rastgele, özensiz, bir bağlamdan kopuk seçimlerle anlamsız bir bütün içinde yer alıp onun bir parçası olmak, çok zamandır oldukça sevimsiz geliyor bana.
Daha evvel üzerinde antoloji yazan herhangi bir kitapta yer almadım. Fakat üzerinde şiir yıllığı yazan ve o yıl dergilerde çıkan şiirlerden derlenen kitaplarda şiirlerim yer aldı. Şiir yıllıklarında şiirlerimle karşılaşmam beni bir yandan sevindirirken, diğer yandan üzdü. Sevindim; çünkü her insan yazdıklarının değer görmesine sevinir, bir kişi tarafından bile olsa dikkate değer görülmek benim için bir neşe kaynağıdır. İki sebeple üzüldüm: Birincisi; adımla adının yanyana gelmesine öfkelendiğim isimler vardı o yıllıklarda. Şahsi bir husumetten katiyen bahsetmiyorum. Tamamen poetik bir sıkıntı. Yaşına hürmeten alınan şairler mi dersiniz, güncel edebiyattan kopuk konvansiyonel şiirler mi dersiniz, torpilliler mi dersiniz; hepsiyle aynı kitapta oluyorsunuz. Şimdi ve buradalığı gözeten, dili de mesele edinen, açık seçik şairlerle fotoğraf çektirmek varken, kendinizi bir şiir metrobüsünde buluveriyorsunuz. Üzülmemin ikinci sebebi ise bu yıllıkları hazırlayan şahısların; şairlerden izin almadan, dergilerden görüp seçtikleri şiirleri kitaba dâhil etmeleridir. Ne oluyor? Gaspçı mısın? Fikir Ve Sanat Eserleri Kanunu hükümlerini geçtim, neden nezaketsizsin, neyin travması bu? Daha evvel bu konu ile ilgili bir dilekçe örneğini bloguma koymuş fakat savcılığa vermemiştim. Şairden izin almadan herhangi bir eserini seçkiye koymak, hem terbiyesizliktir hem de suçtur.
Bildiğim kadarıyla herhangi bir antolojiye alınmadı şiirlerim. Gözümden kaçmadıysa. Şiirin kitap/dergi dışında bir mecrada daha yayımlanması dışında bir anlam ifade etmiyor. Yıllıklar ve antolojiler devri kapandı. Ülke şiiri antolojilerinin okura ve yeni yetişen şaire bilgi-görgü-meraklandırma açısından faydası dokunabilir bir parça, çevirinin yani. Belki biraz da tematik antolojilerin. Bildik Türk şiiri antolojilerinin ise bir etkisi olmaz, ortalamacılıkla ve/ya devrin değişmesiyle maluldür, yayınlardan bir yayın olmakla kalır. Antolojiyi hazırlayan köhne biri değilse (ve nezaket gösterip bana soruyorsa) şiirimi almasına izin veririm ama şiirin antolojiye alınmasına da olduğundan fazla bir anlam/değer atfetmem.
Ben antolojiler çağının sonuna yetiştim. Küçükken takip ettiğim edebiyat dergilerinde hep görürdüm antoloji kavgalarını. Bir süre merakla takip de ettim Mehmet H. Doğan’ın antolojisini. Sonradan akademik ilgi olarak Nesin Yıllığı’na, Memet Fuat’ın hazırladığı seçkilere de baktım. Ben Üç Nokta’nın seçkisinde yer aldım ama dediğim gibi benim için –ve birçokları için– antolojiler çağı geçtiğinden, çok yüksek bir sevinç duymadım. İçinde olmadığım antolojileri gördüğümde de keder duymadım. Dergilerde görünmeye başladıktan sonra YKY yıllığını Baki Ayhan T. hazırlamaya başlamıştı, onlara da şöyle bir baktım. Ama sanırım hiç alınmadı şiirim oraya. Keder duymadım, demiştim.
Kâhyaoğlu’nun sanırım inceden gürültü koparan ve bu soruşturmaya da dayanak olan antolojisini aldım. Bence faydalı ama zaman sınırlı her şeyin hudut kusuru var. Seçenin görgüsüne güveniyorsan, orada olmak mutlu ediyor. Gerisi edebiyat gürültüsü. Bence.