Sezer'in ilk kitabından son kitabına, son şiirlerine kadar hem bir tanıklık vardır, hem de direnç. Dersim'den kalkar, Filistin'den geçer And Dağları'na gideriz. Barışçıdır şiiri ve “Doğu”nun bitmez acısı farklı biçimlerde dile gelir!
22 Mart 2018 14:00
Sennur Sezer’in (1943-2015) bütün şiirleri Direnç adıyla Manos Kitap’tan Eylül 2017’de yayınlandı.1 Kitap, ölümünden sonra eşi Adnan Özyalçıner ile Özgür Doğan editörlüğünde hazırlanmış. Direnç, sağlığında yayınlanan sekiz kitap (Gecekondu, 1964; Yasak, 1966; Direnç, 1977; Sesimi Arıyorum, 1982; Bu Resimde Kimler Var, 1986; Afiş, 1991; Kirlenmiş Kâğıtlar, 1999; Akşam Haberleri, 2006, İzi Kalsın, 2011) ile “Kitaplarda Yer Almayan Şiirler”i kapsıyor.
Sennur Sezer önce şâirdi kuşkusuz; aynı zamanda Selim İleri’nin de tanımladığı gibi “çağdaş edebiyatımızın yılmaz koruyucusu”ydu. Dolayısıyla okura, sonraki kuşaklara da edebiyatı-yazarları-yapıtları tanıttı, sevdirdi. Evet, ömrünün sonuna kadar kalemiyle geçinen bir edebiyat işçisiydi, iğneyle kuyu kazanlardan. Zâten kökeni de emekçiydi. Üniversite falan bitirmemişti, kaynaklar liseyi de yarım bıraktığını söyler ama yakından tanıyanlar bilirler ki inanılmaz derecede bilgili bir şâirdi, yazardı. Bu yığma bir bilgi değil, paylaşılan ve başka düzlemlere sıçrama yapan bir bilgiydi. Özyalçıner ile hazırladıkları özellikle İstanbul’a ilişkin yapıtlar bunun göstergelerindendir. Öğrenme eylemi, merak etme de hiç durmadı. Ölümünden sonra Ülkü Tamer’in şu sözü çok şeyi açıklıyor: “Sennur sanatsız yapamayacağını bilen değerli bir ustaydı.”
Politik bilinciyle de toplumsal sorumluğunu hep yerine getirmiştir Sennur Sezer. Yine ölümünün ardından Eray Canberk bu özelliği de şöyle özetliyor: “Sennur bizim kuşağın şairiydi. Onun şairliği dışında kadın hareketine yandaş tavrı bizi çok etkilemiş ve şaşırtmıştı. Çünkü ’60’lı yılların başında kadın hareketi pek cılızdı. Ben Sennur’u hem şair arkadaşım olarak nitelerdim, aynı zamanda bizim kuşağın yiğit kadınlardan biriydi, derdim.” Sennur Sezer’i eylemde de görürdünüz; o eylemde fiilen yer aldığı gibi, şiirini de yazmıştı.
Kemal Özer’in toplu şiirleri Yaralı Karanfil için bu köşede 17 Mayıs 2017’de yayınlanan “Yaşanan Zamanın Tanıklığı” başlıklı yazımda Sennur Sezer’in bir yazısından da alıntı yapmıştım:
“Aklımdayken gençlere hatırlatıvereyim, günlük olayları başarıyla şiire yansıtmak, Türkiye’nin tarihini şiirle yazmak Kemal Özer’in hüneriydi. Yalnız bizim iklimimiz, yakın coğrafyayla yetinmez Olimpiyat stadyumlarına uzanırdı. Kırk günlük yolda yaprak kıpırdasa duyardı.
“Kemal Özer (1935, İstanbul - 30 Haziran 2009, İstanbul), çocukları, göçleri, işçileri yazarken fotoğrafları da kullanırdı.2”
Benzer sözleri Sennur Sezer şiiri için de söyleyebilirsiniz. Dahası yine o yazıda Özer için söylediğim şunlar da Sezer için söylenebilir:
“Çocukları öldürülen anaların, fâili meçhullerin, hakkını arayanların, solcuların, işçilerin, sıradan insanın; ya da bir başka ülkedeki bir sokağın, izlencenin, vb. tanıklığı. Şâir olarak, sesini çıkaramayanların sesi olur böylece; öte yandan teknik olarak (şiiri söyleyen) da onların ağzından yazar. Birçok şiirinde böylesine bir tanıklığı okuruz.”
Aynı şiiri yazıyorlar anlamında söylemiyorum. Şâir ve birey olarak toplumda yer alma bilinci, dünya görüşü (Marksist), benimsenmiş estetik anlayış (sosyalist gerçekçi) böyle bir akrabalık kuruyor gibi geliyor bana.
Direnç’in başında iki yazı yer alıyor. Biri, Sennur Sezer’in yazdığı “Şiir Çağının Yankısıdır” başlıklı 2012 Dünya Şiir Günü Bildirisi’dir ve onun şiir anlayışına ilişkin ipuçları verir:
“Şiir, çağının seslerinin yankısını taşır: Kahkahalar, çığlıklar, ıslıklar... Aşk şarkılarına marşlar karışır, ağıtlara çocuk sesleri. Çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra.
“Şairler hükümdarlara övgüler yazsalar da bu sesleri şiirin orkestrasına ekleyemezler. Bir yıl geçmeden yıpranır gider o övgülerin kumaşı.
“Eskimeyen yaşamaya övgüdür, adalete, aşka.
“Bir de diktatörlere yazılmış alaylar eskimez, binyıllarca.”
(...)
“Şiir, çağının seslerinin yakınsıdır. Sokaklardan kopup gelen seslerin uğultusudur. Zafer şiirlerinde ölen askerlerin analarının ağıdı duyulur. Aç çocuk ağlayışları ve dul kadın çığlıkları. Bu yüzden ürperir bu şiirleri okuyanlar.” (s. 13)
Öteki de Adnan Özyalçıner’in Sezer’in şiirine ilişkin “Çoğunluğun Sesidir Şiir” başlıklı denemesi. Burada da Sezer’in şiirinin bir bakıma özetini bulabilirsiniz. Onca yıllık birliktelik vardır; birçok şiirin üretimi, yaratımı, oluşumu sırasında Sezer’in yanında olan Özyalçıner “Bütün olumsuzluklara karşı yaşamaktır şiir” diyor. Gerçekten de Sezer’in şiirinde genelgeçerli olan, Nâzım Hikmet’in altını çizdiği hiç “ölünmeyecek gibi yaşanacak” şiârıdır. Bir de, Orhan Kemal’in hikâyede-romanda yaptıkları ile Sennur Sezer’in şiirinin bir hısımlığı var gibi geliyor bana.
Sennur Sezer’in ilk şiirleri yoğun olarak Varlık dergisinde çıkmış 1960’lı yılların başında. O yıllarda da Varlık Yayınları’nda düzeltmen olarak çalışıyor, dolayısıyla artık bir Babıâli emekçisidir Sezer. Kaynaklarda ilk yayınlanan şiiri olarak Sanat Dünyası’nda (Temmuz 1958) çıkan “Gece Ve...” başlıklı şiir görünüyor. Ne var ki ilk kitabı, sanırım, kendinden önce ve sonraki kuşak şâirlerin “yazgısı”nı paylaşarak kendi olanaklarıyla yayınlattığı Gecekondu’da bu başlıklı şiir olmadığı gibi “Kitaplarda Yer Almayan Şiirler” bölümünde de yok. (Bilmiyorum, başka bir adla “yeniden” mi yazdı!)
Sezer’in ilk kitabından son kitabına, son şiirlerine kadar hem bir tanıklık vardır, hem de direnç. Dersim’den kalkar, Filistin’den geçer And Dağları’na gideriz. Tarlada zor koşularda doğum yapan emekçi köylü genç kadın da vardır; büyük şehrin, İstanbul’un arka sokaklarındaki parasız, ezilen işçi de! Che’yi buluruz, Rosa Luxemburg’u da; Metin Göktepe’yi, Rakel Dink’i vb. buluruz. Haksızlığın sergilenişi vardır ki bu evrensel bir temadır. Barışçıdır şiiri ve “Doğu”nun bitmez acısı farklı biçimlerde dile gelir!
Benzer şekilde kim/ne eziyorsa ona karşı durur; bu duruşu şiirlerinde okunur. Gözünü hiç kapamaz, görür; gördüğünü de çekinmeden yazar. 13.12.1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Toplum Polisine Mektup” adlı şiir bunlardan biridir:
Bu soğuk günlerde
Evinize dönünce
Ya da kışlalarınıza
Çıkarınca postallarınızı elinize bulaşacak kan.
Nitekim, “Kitaplarda Yer Almayan Şiirler” bölümündeki bu şiirden dolayı yayınlandığı dönemde Sezer’in hakkında “güvenlik güçlerini tahkirden” soruşturma açılmış ama tâkipsizlik kararı verilmiş.
Yine kitaplarında olmayan “22. Kilometre Şiirleri”nde, 23-24 Temuz 1979’da İlerici Kadınlar Derneği’nin kapatılmasını protesto etmek için Ankara’ya yürüyen kadınlar konu edilir. Yürüyüşçü kadınlar, Ankara’ya 22 kilometre kala ıssız bir benzincide polis tarafından durdurulmuş. Polislerin sayısı kadınların iki misliymiş. Kadınlardan bir heyet dönemin içişleri bakanı Fehmi Güneş tarfından kabul edilmiş. Ancak arkadaşlarını ıssız benzinlikte bekleyen öteki kadınlara polis, sözlü saldırıyla yetinmemiş yanı sıra fiilî olarak da saldırmış, darp etmiş! Yâni hep olan şeyler. Sezer bu olayı şiire döker:
...
Küçük bir benzin istasyonu
Suyu yok gölgeliği yok
Telefonu yok
Uğramaz otobüsler
Görürsünüz Ankara’ya girerken
Çarpar iki yüz kadının sesi
Konakladıkları günden
Herhangi bir halayda
Barış dostluk dayanışma.
...
Öyle işledi ki asfalta
Ayak izlerimiz
Bu yoldan faşizm geçemez
Göreceksiniz.
Bu şiirin bir kısmı Kadınların Sesi dergisinin Ağustos 1979 sayısında yayınlanmış (bkz. tustav.org). Yukarıda belirttiğim gibi Özyalçıner’in yazısı, Sennur Sezer şiirinin ışıltılarını, başlıklarını, özelliklerini veren lirik bir deneme:
“Çoğunluğun sesidir şiir. Halkın sesi soluğu. Onun için halkın yaşadıklarını ona yaşatılanları sorgulamalıdır. Bu yüzden eşitsizliğe, özgürlüğe, savaşa karşı çıkar, başkaldırır. Emeğin emekçinin kendi elleriyle yarattığı uygarlığın zenginlikleriyle güzelliklerini eşitçe paylaşmanın düşüdür şiir. Barışa, kardeşliğe uzanan yolun kestirmesidir. Gece ay ve yıldızlarla el ele vererek karanlığı aydınlatandır. Gündüzleri güneşin parlaklığını yansıtır. Kuytulukları, gölgelikleri ışıtır. Bütün bu olumsuzluklara karşı yaşamaktır şiir.” (s.14)
Deneme böyle başlar ve birtakım “şiir tanımları”yla sürer:
“Tanıklıktır şiir.”
“Bir bakış açısıdır şiir.”
“Anaçtır şiir.”
“Dildir şiir. Dilin özüdür.”
Bu tanımların açılımını da kısaca yapan Özyalçıner sözünü bir “imge”yle bitirir:
“Sennur Sezer’in şiirlerinde bütün bunlar yazılıdır. Kitaplara sığmaz. İnsanların belleklerine kazınmıştır. Dağlar, ovalar, ırmaklar boyu akıp gider.
“Onun için bütün bir kış çiçek açar Sennur Sezer’in şiiri.” (s. 15)
Sesimi Arıyorum 1982’de YAZKO’dan yayınlanıyor. Sezer’in dürdüncü şiir kitabı. Yaş da kırka gelmiş. 1958’i başlangıç olarak kabul edersek, edebiyat ediminde de çeyrek yüzyıla yaklaşılmış. Kitapta yer alan şiirlerin birçoğu, kuşkusuz o yılın değil daha öncesinin, 12 Eylül öncesinin şiirleri.
Bir ses arıyorum
Yeni bir şiire başlamak için
Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz
Çocuğun ilk ağlayışınca güzel
Bir ses
Diye başlıyor kitaba adını veren “Sesimi Arıyorum” şiiri. Bu şiirin kitabın adı oluşu, yalnızca o şiirin tikel boyutuyla ilgili değil; bence daha geniş bir anlam içeriyor. “Ses” kuşkusuz hem bir mecaz hem de kendi anlamı. Hem içerikle ilgili hem de biçimle. İç içe geçmiş de diyebiliriz. Ancak, asıl üzerinde durmak istediğim, bu kitapla birlikte ve sonra yazılan şiirlerde “ses”e önceki döneme göre daha “önem” verildiği. Şiirdeki melodinin, ezginin giderek, ustalaşarak yazılmış oluşu ya da “yakalanışı” da diyebilirim. Yer yer karşımıza çıkan kafiye düzeninde de somutlanabilir sanıyorum.
Son yıllardaki şiirlerinden, “ses”e gösterilen özeni örnekleyecek bir şiir de kitaplara girmemiş, herhangi bir yerde yayınlanmamış (galiba) ama altında 27 Ocak 2010 tarihi olan, beş öbekli “Bir Kocamışın Notları” (sanki modern bir ilâhî) adlı şiir:
IV
Mor çiçekleri vardır Dersim dağlarının. Çingene
sepetlerinde düşer Beyoğlu caddelerine “mis kokulu
lavanta”. Yastığı için toplanmış sanılır gurbetçilerin,
gönülsüz. Parfüm çığlıklarına karışır fısıltıları:
“yurdumuz Dersim, yurdumuz Dersim dağları...”
Beyoğlu caddelerinde dağ otları dağ otları
Bu Resimde Kimler Var şâirin beşinci şiir kitabı. 1986’da Çınar Yayınları’ndan çıkıyor. Kitaptaki şiirlerde aynı başlıklı bir şiir yok. Birinci basımının kapağında bir fotoğraf yer alıyordu. Altmışlı yıllar olmalı, bir “şiir matinesi”ndeki (ya da “edebiyat matinesi”ndeki) dinleyicilerden bir kesit. Kareye girenlerin hepsi genç; belki bir kısmı şâir, yazar oldu, tanıdıklarımız oldu, bilemiyorum ama genç Sennur Sezer bir köşede oturuyordu. Yolun başında belli ki.
Bu kitabın yayınlandığı zaman, Sennur Sezer’in edebiyat dünyasındaki yazarlık-şâirlik serüveni, yolculuğu otuz yıla yaklaşmakta. Onca şiirin yanı sıra bir edebiyat emekçisi olarak, yaşamak için özcesi yazı, röportaj, redaksiyondan geçen, düzeltilen olmak üzere binlerce sayfa var veriminde. Bu noktada, bir başka özelliğe sıçrama yapayım: Sadık Gürbüz, Metin Bükey, Ekrem Ataer tarafından şiirleri bestelenmiş; ancak Teoman Alpay’ın bestelediği “Buruk Acı” şarkısının sözleri de Sezer’e aittir. Bu pek bilinmez. Bunlar da kitabın sonunda yer alıyor.
Şâir bazı şiirlerini kitaplarına almıyor. Bunun birçok nedeni olabilir. Bu birçok neden aslında bütün şâirler için de geçerli olabilir. İlk akla gelen kendi “beğeni süzgeci”nden geçemeyiş. Ama illâ böyledir diyemeyiz. Teknik, biçimsel nedenler de olabilir. Anlam kardeşliği, akrabalık-hısımlık meselesinin göz önüne alınması da olabilir. İlk akla gelen nedeni yâni “beğeni süzgeci” paradigmasını kabul edecek olursam, diyebilirim ki “Kitaplarında Yer Almayan Şiirler” bölümdeki birçok şiir pekâlâ kitaplara girebilirdi.
Bu bölümde yer alan şiirlerin bir kısmında tarih ve yayınlandığı dergi adı var. 1960’larda yazılmış epeyce şiir var; bunlar çoğunlukla Varlık’ta çıkmış. Son yıllardakiler de Sincan İstasyonu, Evrensel Kültür, İnsancıl dergilerinde. Sezer’in son kitabının 2011’de yayınlanması, 2011 sonrası, o tarihli ya da ondan birkaç yıl önceki şiirlerin kitaplarda yer almayışı bir “ömrün” yetmeyişinden olsa gerek! “Bütün şiirleri”nin basımıyla onları da okumuş olduk.
Yine bu bölümün sonunda tarihsiz şiirler de yer alıyor. Bunlar anlaşılan herhangi bir yerde yayınlanmamış; zâten dergi adı falan da konmamış. Büyük bir olasılıkla şâirin beklettiği, dinlendirdiği şiirler. Bu bölümde yer alan “Rengarenk Özgürlük” başlıklı şiirin ilk öbeği şöyle:
Güneşti. Özgürlüktü sanki. Erkeğimin eli rüzgarı
bize çevirmişti. Oğlum “topaç mı, misket mi yahşi...
çember çevirsem, uçurtma mı uçurtsam”
kaygısındaydı. Sınırı geçmişiz.
“Çarşafını, burkanı çıkart” dediler “bahar geldi.”
Bu örnek vesilesiyle de Sezer’in söyleyişindeki bir özelliğe kısaca değineyim. Birçok şiirinde, şiiri söyleyen (anlatıcı) başka bir karakter (“dramatik persona”) olarak karşımıza çıkar. Bu bazen eril bazen dişil bir söyleyiştir. Ancak bu dişil olan her zaman kendisi değildir, bazen bir başkasıdır. Başka bir kadının “öyküsü/durumu”dur. Onun ağzından söylenmiştir. Dolayısıyla kendisi ile şiir arasına mesafe koyar. Yine Kemal Özer gibi, bazen Brecht’le de ilgi kurabiliriz...
Sennur Sezer’in son şiir kitabı İzi Kalsın3. Ali Öz’ün fotoğrafları üzerine yazılmış şiirlerden oluşuyor. Fotoğraflarla birlikte basıma hazırlanmış, bir anlamda “ortak bir çalışma”. Ali Öz’ün eylemi, dramı, trajediyi, –nâdir de olsa– sevinci yâni insan hâllerini yakaladığı an’lar var. Sezer de o an’ları şiir ile kaleme getiriyor. Bu fotoğraflardan biri de Rakel Dink’e ait. Büyük bir olasılıkla Hrant Dink’in cenazesinde çekilmiş. Bakışı, yüzü, ifâdesi yakalanmış; omuzdaki beyaz şalın bir kısmı da görünüyor. O fotoğraf için Sennur Sezer “O Seven Kadınlardan Yalnızca Biri” başlıklı şiiri yazmış:
Sevmek, ölmeyi göze almadan, yüreğin acıdan,
özlemden yarılarak sevmek.
Kadınlara biçilen ceza mı sevdiğini yitirdiğini bilerek
yaşamak... Direnmek.
(...)
Bekliyorum. Duy beni. Bekliyorum. Nereden
çarpacağını bilmeden gövdeme gövdenin ılıklığını.
Boynuma sarılmanı, saçlarını bir daha dağıtmak,
elimle karıştırmak için omzuma yaslanmanı...
Beklemek kadınlar için biçilmiş...