Yaşanan zamanın tanıklığı

Kemal Özer için geçmiş sürekli göz önünde bulundurulmalıdır. Üç kitabını uzun yıllar yayınlamaması, onların altına imza atmak istemeyişinden değil, “fırsat”ının gelmeyişindendir

18 Mayıs 2017 14:02

Kalemin Ucu-29

“Aklımdayken gençlere hatırlatıvereyim, günlük olayları başarıyla şiire yansıtmak, Türkiye’nin tarihini şiirle yazmak Kemal Özer’in hüneriydi. Yalnız bizim iklimimiz, yakın coğrafyayla yetinmez Olimpiyat stadyumlarına uzanırdı. Kırk günlük yolda yaprak kıpırdasa duyardı.

“Kemal Özer (1935, İstanbul - 30 Haziran 2009, İstanbul), çocukları, göçleri, işçileri yazarken fotoğrafları da kullanırdı.”1 diye kaleme getirmiş bir yazısında Sennur Sezer.

Kemal Özer’in toplu şiirlerinin ikinci basımı kısa bir zaman önce yayınlandı.2 Böylesine kapsamlı bir kitabın yayınlanması önemli, emeği geçen herkese teşekkür etmek gerek. K. Özer’in bütün kitaplarını birlikte görüyoruz. Ancak birini, İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle’yi şâir yaşarken toplu şiirlerinin ilk basımına, almamış. Gerçi 1985’te çıkan bir “toplu şiirleri” daha var.3 O tarihe kadar yayınlanan kitaplardır, hatta uzun yıllar sonra ikinci yeni doğrultusundaki ilk üç kitabı bu basımda yer alır. Anımsatmak gerekir, kitapta “seçme şiirleri” yazmaktadır. K. Özer’in ikinci yeni öncesi şiirleri yoktur. Onları hiç görmedik, sanırım birini, “Bir Yer Var”ı ölümünden sonra başka bir vesileyle okumuş olduk.4 Sayı olarak bildiğim kadarıyla fazla değil. Ayrıca “seçme şiirler”de “Sınırlamıyor Beni Sevda” başlığında yeni şiirler de vardı. Daha sonra K. Özer bu bölümü, başka şiirlerle birlikte aynı adla kitap olarak yayınladı.5 Hazırladığı şiir antolojisinin başındaki girişte Memet Fuat şâiri şöyle değerlendiriyor:

“Kemal Özer İkinci Yeni’den öncesi olmayan, biçime aşırı düşkün bir şairdi. ‘Şiirde anlam rastlansaldır’ diyenlere yakın görünüyor, anlamı salt bir güzellik öğesi olarak ele alıyordu. Her sözcüğünü özenle seçen tam bir dize şairiydi. İlk üç kitabında bu anlayışı sürdürdükten sonra, İkinci Yeni akımının etkisini yitirdiği, bu akımla gelen ustaların kendi kişiliklerini yansıtan şiirlerle birbirlerinden uzaklaşmaya başladıkları günlerde, Kemal Özer birdenbire sustu. Yıllarca şiir yayımlamadı. 1970’lerde yeniden dergilerde göründüğünde şiirini değiştirme yoluna girmişti. Önceleri, öbür İkinci Yeni şairleri gibi, toplumsal sorunlara, yıllarca geliştirip ustası olduğu anlayışla yaklaştı. Giderek büsbütün arındı, İkinci Yeni’ye çok uzak bir şairden, Brecht’ten esinlenen şiirler yazmaya koyuldu. Bu doğrultuda geliştirdiği şiiriyle 1970 sonrasının toplumsalcı şairleri arasında yer aldı.”6

Diyalektik bir gelişim

Kemal Özer’in şiir serüveninde iki dönem var. Arada uzun süre şiir yayınlanmamış. İlk döneminde, “başlangıç”taki (ilk basamak) şiirlerden vazgeçip ikinci yeni doğrultusunda şiir yazıyor, bu doğrultuda üç kitap yayınladıktan sonra, uzun bir süre şiir sessizliğine gömülüyor. Sonrasında toplumcu gerçekçi diye tanımladığımız bir estetik anlayışla yazıyor. Ömrünün sonuna kadar kitaplar belli aralıklarla geliyor. Yâni 1963- 1970 arasındaki suskunluk yok. Böylece su yolunu bulmuş oluyor. Enver Ercan’ın yıllar önce sorularını yanıtlarken bu suskunluğun dahası bu dönüşümün nedenlerini açıklıyor:

“Şimdi, şu aşamada, bir saptama yapmak gerek. Andığınız ilk üç kitapta ben varım, benim yaşantım var. Ama o zamanki bilgi ve yöntemle tanıyabildiğim ben ve benim yaşantım. Soyut, kapalı, bireyci vb. bir şiir diye nitelemek gerekiyorsa o dönemi, o gün kendimi böyle kavrayabilmiş, öyle yansıtabilmiş olmamla ilgili.

“c) 1970’ten sonrası için söyleneceklerin başında ise şu var: Şiirim değiştiyse, kendimi kavrayışım değiştiği için. Bunu sağlayan da, 1960’larda edindiğim bilgi ve yöntemdi. Bu çağdaş bilgi ve yöntemle baktığımda artık kendimi (dolayısıyla yaşamı, toplumu, dünyayı) başka türlü kavrayabiliyordum. Bu yüzden şiirlerimin nesnel karşılığı olarak arkasında ben’im, benim yaşantım’ın bulunması olgusu değişmedi; kendimi ve kendi yaşantımı kavrayışım değişti.”7

Kemal Özer için geçmiş sürekli göz önünde bulundurulmalıdır. Üç kitabını uzun yıllar yayınlamaması, onların altına imza atmak istemeyişinden değil, “fırsat”ının gelmeyişindendir. Her şeyden önce şâir için onların, kendi gelişiminde vazgeçilmez bir yeri vardır:

“İlk üç kitabımı tek ciltte bir araya getirmemin nedeni, olumlu-olumsuz yanlarıyla değerlendirdiğim kapanmış bir dönemi ortak özellikleriyle topluca göstermek. Kitapların tek tek basılmak için yeterli sayıda şiir içermemesi (birinde 16, birinde 10 şiir var) bir başka etken oldu.”8

Hilmi Yavuz’un belirlemesiyle “Bu değişiklik, ozanın dünya görüşünde, ideolojik olandan bilimsel olana doğru kesin bir kopma ile gerçekleşen bir geçiş niteliğindedir.”9 Enver Ercan’ın yaptığı iki söyleşide Kemal Özer’in bu değişim, geçiş, dönüşüm yılları dolayısıyla toplumcu gerçekçilik çok açıkça şâirin sözleriyle ortaya koyulur.10

Kemal Özer’in sorunu daha çok anlamla ilgilidir. Bu bizi maddeci estetiğin ilk örneklerinden Diderot’ya kadar götürür. Bu filozofun etkisi vardır, yoktur ayrı bir konu ama K. Özer, yukarıda da alıntıladığım sözleriyle diyebiliriz ki “derinlikli bir okuma”, “irdeleyen bir okuma” sürecinden sonra kendi ben’in değişimiyle ya da seçimiyle şiirinin de değişmesi dolayısıyla poetik seçimi ortaya çıkar. Diyalektik olan da budur. Yaralı Karanfil bize büyük bir olanak sağlıyor. Baştan sona serüven elimizin altında. Birkaç özel kavrama da değinmek gerek. Başta Sennur Sezer’den alıntıladığım tanıklık meselesi. Bu K. Özer şiirinin temel özelliklerden biri. Dolayısıyla “güncellik” sorunu karşımıza çıkar; bunu da yine Ercan’ı yanıtlarken şöyle açıklıyor:

“... Güncel, gündelik olaylardan kaynaklanmak anlamına gelmiyor bana göre. Hatta gündelik olayları yazmak, her zaman güncellik anlamına gelmiyor da diyebilirim. Buna karşılık, tarihsel bir olayı ya da gelecek için yapılacak bir kurgulamayı güncelin kapsamı içinde görebiliriz. Aslolan, güncelin bir bakış biçimi olduğu. Şöyle demişim bir yanıtta: ‘Neyi ele alırsak alalım ona bugün’den bakmak, günün koşulları içinde konuşmak önemli.’”11

Çocukları öldürülen anaların, fâili meçhullerin, hakkını arayanların, solcuların, işçilerin, sıradan insanın; ya da bir başka ülkedeki bir sokağın, izlencenin, vb. tanıklığı. Şâir olarak, sesini çıkaramayanların sesi olur böylece; öte yandan teknik olarak (şiiri söyleyen) da onların ağzından yazar. Birçok şiirinde böylesine bir tanıklığı okuruz. Şunu da ekleyeyim, Enver Ercan ile yapılan söyleşi, yalnızca dönüşüm dönemi meselesini açıklamıyor –dolayısıyla sonrasındaki– K. Özer’in poetikasından da önemli ipuçları veriyor. Bu bağlamda, şâirin günlüklerinin ve öteki yazılarının da kitaplaşmasını dileyelim.

Göç ve “mesâfe” koyabilmek

Bir göç sorunu var. Tikel ile genel birlikte. Sanki, bazen zorunluluğun getirdiği –ki bu siyâsî bir baskı– bireysel dram- trajedi, bazen buradan açılarak evrensel olarak ele alınışı. Bu aynı zamanda Sezer’in altını çizdiği “tanıklık”. Öte yandan, şâirin bilinçdışında kendisiyle (baba) ilintili bir göç sorunu olduğunu düşünüyorum. İstanbul doğumludur, ancak baba Sıvas’ın Karaözü Köyü’nden (şimdi Kayseri’ye bağlı) askerlik dolayısıyla çıkmış İstanbul’u mesken tutmuştur. Anılarında vardır, K. Özer 12 yaşlarındayken aile Karaözü’ne gider; çok özel karşılanır; bu özel oluş ve babaevi (köy) belli ki unutulmamıştır. Babaya şiirler vardır, tema zaman zaman bazı şiirlerin içine girer falan da Araya Giren Görüntüler’deki (1983) “Taş Kesince” adlı şiiri, bu konu için alıntılamalıyım:

Kızılırmak’ı düşünüyorum.

Görmüştüm bir kez çocukluğumda
altından geçiyordu selsiz köpüksüz
Sinan’dan kalma bir kemerli köprünün.

Kızılırmak’ı düşünüyorum.

Görmüştüm bir kez Sivas yolunda
ne dağları ufalayan hıncı belliydi
ne kayaları sürükleyen hızı.

Kızılırmak’ı düşünüyorum.

eli elime değince akşamın
karartınca kaygılar gözlerimi
taş kesince sığındığım kapılar.

Kuşkusuz metin (şiirler, kitap) ile arama mesâfe koymalıyım ama bu kolay olmuyor, okudukça, anılar da hücum ediyor belleğe. Karaözü’nün ortasından Kızılırmak’ın geçtiğini belirtmekle birlikte o yıllarda Kemal Özer’in bu köyle ilgisine birkaç vesileyle tanık olmuştum. Sanırım ilk dönemdeki Tutsak Kan’da yer alan “Ürkek Göçebe” şiirini de anımsatmak gerek.

Başka bir tanıklığım da Sınırlamıyor Beni Sevda kitabının yazılma (yayınlanma) süreci. Çağdaş ve Boyun Eğmeyen’de bir bölümü yer alan bu şiirler de şâirin yine “köklü değişimi” olarak algılanmıştı, neredeyse “asıl şimdi şiiri buldu”ya getirilmişti! Bana göre öyle değildi. Yâni ikinci yeni ile toplumcu gerçekçilik gibi sert bir ayrım yoktu; kuşkusuz bir “gelişme” söz konusuydu.

Otuz yıl önce yazılmış bu şiirlere dönecek olursam, değişmeden söz edilebilir kuşkusuz ancak bu “değişme” bireyin “ruhsal” durumunu içermiyor. Yâni bireycilik yüklü bir ruhsallığın şiirini yazmıyor. Kuşkusuz, yeni bir ruh durumunun içinde bulunduğu ortamın verileri var. Şöyle denilebilir, içinde bulunduğu durum, burada duygusal/ ruhsal durum içerik ise, bir bilinç biçimi olarak tanımlayacağımız edebiyatın bir yaratım alanı olan şiir de biçimin ta kendisi. Yeni içerik, yeni biçim oluşturuyor; ruh durumu, söyleşiye etki ediyor. Ama bu, Kemal Özer’in düşüncesinin, görüşünün, sanat anlayışının, şiir anlayışının niteliksel olarak değiştiğini göstermiyor. Yine “birebir” diyebileceğimiz bir anlatım var; imge anlayışı var:

“Bulamayacaklar beni sevgilim
senin sınırlar ve engeller aşan
yüreğinin çarpmadığı yerde,”

O zaman söz konusu edinilen –bunların aşk şiirleri oluşu nedeniyle daha çok– K. Özer’in büyük bir yanıyla içinde bulunduğu ruh durumuydu. K. Özer genellikle, insanı ama toplum içindeki insanı, toplum ve hareketini, dünyayı, özgürlüğü, barışı, savaş karşıtlığını, evrenselliği yazdı. Buradaki fark da bu. Ama hayat bir bütün ve bu bütünlüğü oluşturan toplumsal yaşamın kendisi. Bu da öznel süreçlerle besleniyor; ve süreci etkiliyor. K. Özer’in şâir olarak kimlik değiştirdiği düşüncesi doğru değildi. Yeni bir “duygu” durumundaydı her zaman “değişme”nin bilincinde olarak. Belki epeyce öznel bir yargı oldu ama yine benzer şeyleri düşünüyorum.12

Aslında gelmek istediğim yer, 2005’te yayınladığı Sevdalı Buluşma. K. Özer yetmiş yaşındadır, ancak son derece diri, genç bir şiirdir bu kitaptakiler. Sınırlamıyor Beni Sevda’nın sanki, otuz yıl sonra daha bilgeleşerek “yazılması”dır. Kitabın ikinci şiiri olan “Işığın Nabzı”nın başlangıç dizeleri şöyle:

Türküde ürperen coşkuyla yine cop
ezginin dolaştığı yollara yine sis bombası

Şiir güncele (dönemine, çağına) “tanıklık”la sürer, birkaç dize sonra, parantez içinde (bu önemli) şu dizeyi okuruz:

(Ne işi var şiirin şimdi bunlarla
diyenler yine kıvıracak burunlarını)

Bunlar, biraz da K. Özer şiirinin ipucu olarak gösterebileceğimiz dizelerdendir. Sonrasında da seslenişle şiir noktalanır:

Oysa bir an bile susmuş değil sevgilim
her Mayıs olduğu gibi yine alanlarda ışığın nabzı

Yine binlerce ağızdan, yine arınmış bir yürekle
doruğa çıkarak yine sevdalı buluşmayı

1 Mayıs tanıklığı, başka şiirlerde, başka kitaplarda da yer alır. Kanlı 1 Mayıs 1977 de! Yine bu kitapta “İlk 1 Mayıs” adlı bir şiir var. Bu şiirin “öykü”sünü şiir yayınlandıktan sonra günlükten okuruz, bu da bizim şâire ve şiirin oluşumuna ilişkin bir çeşit tanıklığımızdır:

“5 Mayıs 2000 “… Karım, Türkiye’ye yerleşeli ilk kez 1 Mayıs’a katılmak istedi. TYS üyesi olarak bizimle, yazarlarla birlikte yürüdü. Yitirdiğimiz üyelerin fotoğraflarını taşıdık. Benim elimde Asım Bezirci, onunkinde Sabahattin Ali vardı. Böylece hem biz omuz omuza idik, hem onlar. Çabaları birbirleriyle ilişkileri ve ölümleri arasındaki bağlantı düşünülürse, Bezirci ve S. Ali’nin yan yana gelmeleri ne kadar anlamlı. Bizimki de öyle değil mi?”13

Şiir de şöyle:

1 Mayıs değil miydi, açılan bayraklarla yine
bir büyük bayrama dönüştüren gökyüzünü,
1 Mayıs değil miydi, alanlara doğru yayılan
yeni bir gökkuşağı altında ilk kez
yürüyüşe çıkanların, çıkaranların coşkusu
ellerinden tutup da çocuklarını. İlk değil miydi
hem çıkanlar için o gün, hem çıkaranlar için.

Biz de tanıştık o coşkuyla, ilk kez ve birlikte
1 Mayıs yürüyüşüne katıldığımız gün, sen
sabahattin ali’yi tutarak elinde, ben asım bezirci’yi.

Çarpıcı başlangıç, kreşendo son!

Gül Yordamı 1959’da yayınlanıyor ve övgüler alıyor, genç şâir ilk kitabıyla edebiyat ortamına “kendini kanıtlıyor”. Çok örnek var da hocası Mehmet Kaplan’ın kitaptaki ilk şiirle ilgili (“Meryem”) yazdığı yazı önemli. K. Özer, ilk yıllarında hocaları Tanpınar ile Kaplan’ın sanatsal etkisini de belirtir. M. Kaplan’ın yazısını ikinci yeni döneminde çıkan üç kitabın birlikte basımının sonuna koymuş. M. Kaplan, bütünlük ve düzen açısından bakarak “Meryem” şiirini estetik bakımdan çözümler ve güzel bulur:

“Hangi tarzda yazılırsa yazılsın, şiirde güzelliği temin eden en mühim prensip bütünlüktür.

(…)

“… şiire dağılmış olan unsurlar, Meryem’in tipi, şahsiyeti, ırkı, halihazır durumu, ruhu, özleyişi hakkında insicamlı bir fikir veriyor. Kapalılık ve karışıklık tamamiyle sathi ilk bakıştan doğan bir intibadır. Derinleşince şiirin bir bütün teşkil ettiği açıkça görülür.”14

Son kitabı Temmuz İçin Yaralı Semah-Yangın Şiirleri15 bir kreşendodur onun şiir serüveninde ve de edebiyatımızda. 2 Temmuz 1993’teki dehşetengiz Sıvas katliamının şiiridir. Yine çağına tanıklıktır. Çarpıcı başladığı, irdeleyerek yol aldığı bu süreci görkemli bitiriştir. Bu “bitiriş” kuşkusuz istemsiz, hayatın akışı içinde olur, bir yıl sonra Kemal Özer bize vedâ eder. Bu yapıtta ister istemez, yukarıda sözünü ettiğim Sıvas’a ilişkin ilintiyi, ilgiyi de sözcüklerin altında hatta şâirin “bilinçdışı”nda ararız!

Artık yalınlığın estetiği, dil yetkinliği –ki tüm bu öğeler hep olumlamayla evrilmiştir– doruktadır. “Sıvas katliamı”nı ancak 15 yıl sonra yazabilmiştir; şâirin asla unutulmamasını istediği tarihî trajedi’nin kapısı şöyle açılır:

Dilini düğümleyen sessizlikti bunca yıl
söyleyecek olduğun sözü çünkü
damarlarında taşımalıydın ey ozan,
ve daha sen uyanmadan sona ermeliydi gece
ilk dize daha eline kalemi almadan
kaldırmalıydı uykudan seni

Ancak o zaman bakabilirdin yüzüne
bir yangından payına düşen o derisi
isle kararmış, o bezi küle kesmiş sabahın,
her ağız sussa bile ancak o zaman
göze alabilirdin konuşmayı, belli belirsiz
bir ürperti kalsa bile alevlerden geriye

Çözüldü işte düğüm, söz hazır dile gelmeye

 

1 “Göçler ve Kemal Özer”, Evrensel, 6.9.2015.
2 Yaralı Karanfil, Mylos Kitap, Nisan 2017, 673 sayfa. Birinci basım Kırmızı Yay, 2009.
3 Çağdaş ve Boyun Eğmeyen, Can Yay.
4 “Kendi Anlatımayla Yaşam Öyküsü”, Öykü Dergisi, 1976; (iktibas) Özgür Edebiyat, Eylül-Ekim 2009. Dolayısıyla o şiirler yayınlandıkları dergilerde kalmış oldu.
5 Cem yay. 1987.
6 Memet Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yay. 1. cilt, genişletilmiş birinci basım Temmuz 1999, s. 48/9. İlk basım 1985’tedir.
7 Enver Ercan, Şair Çünkü Onlar, söyleşi, Kavram Yay., 1990, s. 188/9.
8 A.g.y. s. 88.
9 A.g.y. s. 87.
10 Bkz. a.g.y. ve Şiir Uçar Söz Olur, söyleşi, Yön Yay. 1994.
11 Şair Çünkü Onlar, s.193.
12 Bkz. A. Birkiye, “10 Kasım 1984”, Bir Sonbahar Güncesi, Özgür Yay. 1995, s.50-52.
13 “Günlerle Yolculuk”, Özgür Edebiyat, Kasım-Aralık 2008, s.79.
14 “Meryem”, Gül Yordamı-Ölü Bir Yaz-Tusak Kan, s. 93, 95.
15 Yordam Kitap, 2008.