Pornografiye karşı, erotik için

Byung- Chul Han, Şeffaflık Toplumu'nda hâkim toplumsal bakış biçimini alan şeffaflığın totaliter bir yapıya kavuştuğunu söyler

15 Haziran 2017 14:18

Toplumlara isim vermek, özellikle kısa 20’inci yüzyılın sonlarından itibaren sosyal bilimler alanında moda hâline geldi. Pek çok düşünür ve toplumbilimci, toplumları bir bütün olarak ele alarak onlara ad verdiği tek bir kelimeyle nitelemeye başladı. Hız toplumu, enformasyon toplumu, aşırılıklar toplumu vb. Söz konusu tanımların ortak özelliği ise, toplumda hâlihazırda ortaya çıkmakta ve belirginleşmekte olan bir boyutun ön plana çıkarılması ve dünyanın tamamının tek bir nosyon etrafında açımlanması.

Her ne kadar bu tür isimlendirmeler pek çok diğer boyutu gözden kaçırıyormuş ya da göz ardı ediyormuş gibi görünüyor olsa da, farklı dinamiklerin bir bileşkesi olan anahtar kavramlar sunmayı başarmış gibi duruyorlar. En geniş anlamıyla toplumu tanımlamanın birbirine taban tabana zıt iki sebep ve sonucu var. İlk olarak, bir topluma ad vermek güçtür çünkü bu adlandırma toplumsal yapının sert çekirdeğini, yani Gerçek’ini Simgesel bir düzene çekerek onu dilimizin döneceği ve idrak edebileceğimiz bir soyut bir varlık hâline getirmeyi gerektirir. Son derece iddialı ve bir o kadar da riskli bir şeydir bu. İkinci olarak da toplumun tek bir nosyona bağlı olarak tanımlanması kaçınılmaz olarak bir genellemeyi gerektirir ve devinim hâlindeki toplumsal yapının bir noktada dondurulması anlamına gelir. Üzeride ileri düzey tartışmaları beraberinde getiriyor olsa da, bunun da riski beraberinde getirdiğini akılda tutmak lazım.

Şeffaflık Toplumu, Byung- Chul Han, Çeviri: Haluk Barışcan, Metis YayıncılıkKoreli yazar Byung-Chul Han ise toplumu şeffaflık üzerinden tanımlıyor. Şeffaflık kavramı duyulur duyulmaz akla ilk gelen ise Gianni Vattimo’nun Şeffaf Toplum'u oluyor. Vattimo’nunkine benzer bir biçimde Han da, aslında kitle iletişiminin, ki günümüzde bunun yerini sosyal medya aldı, gerçeklik algımızın boyutunu çarpıttığını ve her şeyi tek bir perspektiften gördüğümüzü öne sürüyor.

Bununla birlikte Han, toplumun şeffaflık niteliğini farklı alttoplum tanımlarına dayanarak çeşitlendiriyor da: Olumluluk toplumu, teşhircilik toplumu, apaçıklık toplumu, porno toplumu, ivme toplumu, teklifsizlik toplumu, enformasyon toplumu, ifşa toplumu ve kontrol toplumu. Bu çeşitlilik, şeffaflığın farklı veçhelerde insanları nasıl etkilediğini ve hangi sonuçlara yol açtığını anlamak için kolaylık sağlıyor.

Gelgelelim kitapta şeffaflık toplumunun ne olduğuna dair her ne kadar tanım bulmakta güçlük çekmek söz konusu dahi olmasa da, tanımların çeşitliliği toplumun hangi özelliğinin merkezî önemde olduğunu güçleştiriyor. Gerçekten de kitapta şu tür cümleleri sıklıkla okumak mümkün: Şeffaflık toplumu camlaştırır, asimetrik ilişkileri ortadan kaldırır, rayihası yoktur vb. Aynı şekilde yazarın şeffaflık toplumunu altbaşlıklarla sık sık özdeş tuttuğunu da akılda tutmak gerek. Dolayısıyla tanım ve net biçimde yargı içeren kısa cümlelerin yer aldığı Şeffaflık Toplumu'nda bileşkenin nereye vardığını bulmak için okurun da çaba göstermesi gerekiyor.

Bir süredir herkesçe yüceltilen şeffaflık, demokratik bir yapı oluşturmaktan ziyade onu tamamen yok eder ve insanların kendi kendilerini kontrol ettikleri bir kontrol toplumuna dönüştürür.

Şaşırtıcı olmaktan epey uzak bir biçimde, Han’ın şeffaflık kavramıyla kastettiği şeyin olumlu bir niteliği yok. Han’a göre anlam bakımından negatif bir nosyon olan şeffaflık, bu özelliğini tümüyle olumlama üzerine kurulu olmasından alıyor. “Olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edilerek yerine olumluluğun konduğu bir topluma dönüşmektedir.” (s. 15) Elbette yazar bu varsayımı dile getirirken soyut felsefî çıkarımlardan ziyade, günümüz toplumunun gerçekliğine vurgu yapıyor. Her şeyin şeffaf olması gerektiğinin sürekli farklı kurumlar, kişiler ve gözle görülmeyen toplumsal kodlar üzerinden insanlara dikte edildiğini ve daha da önemlisi, insanların bunu gönüllü bir şekilde benimsediğini belirten Han, temel olarak şu örnekleri referans alıyor: Sivil toplum kuruluşlarının şeffaf olmayı ahlakî bir edim olarak ön plana çıkarması, bireylerin gizlisinin saklısının olmasının gitgide daha da ayıplanır hâle gelmesi ve tabii ki, sosyal medyanın insanı bir çıplaklık formu olarak kurgulaması.

Han’ın kitabın başından beri çıplaklık sözcüğünü kullanması elbette tesadüf değil. Han, Agamben’in teolojik aygıttan kurtulup dünyevileşmiş ve yeni bir kullanıma açık hâle geldiği için olumladığı çıplaklığın aslında sürekli göz önünde olarak ve böylece şeffaflaşarak onu bütün anlamından yoksun bıraktığını söyler: “Kapitalizm her şeyi meta olarak sergileyip aşırı-görünürlüğe teslim ederek toplumun pornografikleşmesini en uca götürür.” (s. 41)

Erotik ve pornografik arasındaki ayrımın kitabın en can alıcı noktası olduğunu söylemek mümkün. Han bu ayrımla, şeffaf olanla saklı olan ve öyle kalması gerektiğini söylediği şeyi net biçimde ortaya koyar. Zira pornografik olan her şeyi tüm açıklığıyla ortaya koyar ve pornodaki bakış izleyicinin kaçışına asla izin vermez. Her şeyi bir performans olarak izleyiciye sunan porno, tamamen teşhiri ve aşırı uyarılmayı temel aldığından sözde cinsel eylemi olması gerektiğinden daha da şeffaf kılar. Bu da izleyicinin hayal gücünü hiçbir şekilde devreye sokmasına izin vermez. Zaten her şey ortadadır ve izleyici pornonun gösterisine kendisini kaptırmıştır. Onda artık tanımlanamayan hiçbir şey yoktur ve izleyicinin zihni zorla ifade öncesine çekilir. Dolayısıyla pornografik olan “bize dokunabilecek, bizi yaralayabilecek hiçbir şeye sahip değildir.” (s. 43)

Han’ın pornografik diye niteleyerek olumsuzluk atfettiği şeyin cinsel bir yanı kaçınılmaz olarak bulunmasına karşın, bunun gündelik hayatta cinsel olmayan karşılıklarının olduğu da aşikârdır. Tabii, her eylemin ucundan kıyısından cinselliğe dokunduğunu akılda tutmak kaydıyla. Örneğin, internetin yaygınlaşmaya başladığı ilk yıllarda kullanıcılar rumuz kullanmaya meyilliyken, Facebook’un ortaya çıkmasının ardından herkes ismi, fotoğrafları, nelerden hoşlanıp hoşlanmadıkları, nasıl insanlarla cinsel ya da daha arkadaşça boyutlarda birlikte olmayı tercih ettikleri gibi bilgileri paylaşmaya başladı ve buna olumlu bir değer atfedildi. Facebook’ta olmayanların yok sayılması bir internet özdeyişi olmasının ötesinde epey sert bir gerçekliğe sahiptir.

Bunun çok açık sonucu ise kişiler hakkındaki bilgilerin verileştirilebilmesidir. Han buna işlemleştirme adını verir ve bu konu üzerine çok da eğilmez. Onun için önemli olan, bilgilerin herkesçe erişilebilir hâle gelmesi ve kullanıcıların her şeylerini teşhir etmelerini olumlayıcı bir nitelik olarak kabul etmeleridir. Şirketlerin, insanların sosyal medya hareketleri üzerinden nasıl reklam optimizasyonları yaptığı gibi daha karmaşık sonuçları bir kenara bırakalım. Twitter’ı örnek gösterecek olursak, aslında her şeyin nasıl rakamlaştığını ve verileştirilebilir olduğunu görebiliriz. Tweet aktivitesi sekmesinden, yazılanın kaç kişi tarafından görüntülendiğini, beğenildiğini, retweet edildiğini, bu tweet'i gören kaç kullanıcının beni takip ettiğini, yazılana detaylıca bakılıp bakılmadığını öğrenebilirim. Buradaki rakamlar her şeyden önce kendimi sayılabilir bir persona olarak algılamama yol açar ve Twitter’da yazıp çizmem gereken şeyleri ona göre belirlerim. Bunu bir nevi sosyal sermayenin rakamlaştırılmış hâli olarak da düşünmek mümkün.

Han da, sosyal medyaya önem vermesine karşın kitabında bu konudaki içgörüsünü çok net ve detaylı bir biçimde ortaya koymaz. Bunun yerine teklifsizlik kavramını ortaya atarak, internetin mesafeyi nasıl ortadan kaldırdığı sorununa dolaylı bir biçimde değinir. Ona göre teklifsizlik, insanın kendisiyle karşılaşmasının önüne geçebilecek olan mesafeyi yok ettiği için, insanın baktığı her şeyde kendisini görmesini beraberinde getirir. Sosyal medyanın kamusal kullanımı elbette vardır, ancak işleyiş biçimi açısından her mecra kişinin kendisine dönmesini ve sadece kendisi için bir şeyler paylaşmasını buyurur.

Bu konuda Han’ın son derece açıklayıcı cümlelerine kulak vermek gerekir: “Sosyal medya ve kişiselleştirilmiş arama motorları internete dışarısının ortadan kaldırılmış olduğu mutlak bir yakın alan oluşturur. Burada insan yalnızca kendisi ve kendisi gibi olanlarla karşılaşır. Değişimi mümkün kılacak hiçbir olumsuzluk yoktur artık. Bu dijital mahalle insana sadece hoşuna gideceği kesimlerini sunar dünyanın. Böylelikle de kamusal alanı, kamusal ve hatta eleştirel bilinci ortadan kaldırarak dünyayı özelleştirir. İnternet mahrem bir alana, rahatlık ortamına dönüşür. Her türlü uzaklıktan arınmış yakınlık da şeffaflığın dışavurum biçimlerinden biridir.” (s. 54)

Kitabın temeli olduğunu söylediğimiz pornografik ve erotik arasındaki ayrıma geri dönecek olursak, Han’ın pornografik olanın zarafeti ve anlamlı olanı nasıl yok ettiğine yönelik ifadelerini daha iyi idrak edebiliriz.

Şeffaf Toplum, Gianni Vattimo, Çeviri: Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayıncılık

Roland Barthes, bir şeyin erotik olması için o şeyin örtük olması gerektiğini söyler. Ancak o örtülük sayesinde açıklık üzerinde erotik bir fantazi kurmak mümkündür. Tam da bakışa açık olmayan şeyler insana dokunur ve onu yaralayabilir. Barthes’a göre, bedenin erotik yeri tam da giysinin aralandığı yerdir. Örneğin, eldivenle yenin arasında parlayan yerdir. Bunu sağlayan şey de, açık olanın bir gönürüp bir kaybolmasındaki gerilimdir. Barthes’ın bu söylemlerinin ışığında Han da günümüzde erotik olana yer bırakılmadığını ve her şeyin şeffaflaştırılarak pornografikleştirildiğini savunur. Ona göre, günümüzün şeffaflık toplumunda erotik çekicilikteki mahrumiyetin olumsuzluğu yoktur, bunun yerine gösterinin tekdüzeliği vardır ve bu da heyecandan yoksundur. Çünkü kişiler hakkındaki, bazı konular hakkındaki bilginin tantalizing bir yönü kalmamıştır. Her şey doğrudan bir yüzey fantazisine dönüşmüş durumdadır. Her şey zaten ifşa edilmiştir ve mesafeli kalmak kaydıyla keşfetmenin yerini saf erişilebilirlik almıştır. Han’a göre, bu durumda heyecan başta olmak üzere erotik olana dair hiçbir niteliğin anlamı kalmamıştır.

Han’ın bu ayrım temelinde yazdığı Şeffaflık Toplumu aslında erotik olanla aynı şekilde örtük olanın siyasetini savunur. Bunun için bir harita vermemesine rağmen, Jeremy Bentham’ın panoptikonuyla analoji kurarak günümüz politikasının perspektifsizliğini ortaya koymaya çalışır: “Şu an panoptikonun sonunu değil, tümüyle yeni, perspektifsiz bir panoptikonun başlangıcını yaşıyoruz.” (s. 67) Ona göre, bu panoptikonda bir merkez yoktur ve aşırı iletişim vasıtasıyla panoptikonun içindekiler ağlar kurarak kişiler kendilerini kontrole feda etmektedirler. Bu durumu lafı uzatmadan “kontrol toplumu” diye niteleyen Han, şu çıkarımı yapar: “Kontrol toplumu, öznesi dış bir zorlama sonucu değil kendi ihtiyacı nedeniyle soyunduğunda, özel ve mahrem alanı yitirme korkusu bunları utanmazsa teşhir etme ihtiyacına yenik düştüğünde mükemmelliğe ulaşır.” (s. 68)

Dolayısıyla bir süredir herkesçe yüceltilen şeffaflık, demokratik bir yapı oluşturmaktan ziyade onu tamamen yok eder ve insanların kendi kendilerini kontrol ettikleri bir kontrol toplumuna dönüştürür. Bunun artık toplumsal bir buyruk hâlini alarak çöken ahlakın yerine geçtiğini söyleyen Han, aynı zamanda siyasette güveni ortadan kaldırdığını belirtir. Çünkü bir kişiye güvenebilmem için onun hakkında bilmediğim bir şeyin, dahası, öngöremediğim bazı şeylerin olması ve ona karşı bir teslimiyet hâlinde olmam gerekir. Ancak şeffaflık, günümüzde güvenin anlamını da değiştirerek, her şeyin bilindiği ve şeffaf olduğu bir durumda güvenin tesis edilebileceğini vurgular. Bu da kategorik olarak zaten mümkün değildir.

Han, Şeffaflık Toplumu'nda hâkim toplumsal bakış biçimini alan şeffaflığın totaliter bir yapıya kavuştuğunu söyler. Bu görüş, daha önce tekno-kötümserler tarafından da sıklıkla dile getirilmiştir. Ancak sosyal medya üzerine iletişim çalışmalarının ilk çıktığı dönemde, sosyal medya radikal biçimde olumlanmış ve özgürleştirici ve demokratikleştirici bir sistemin habercisi olduğu öne sürülmüştü. Ancak günümüze gelindiğinde bunun gerçekliğinin sert biçimde sorgulandığını ve savunucusunun giderek azaldığını görüyoruz. Han’ın da okurlara tam olarak anlatmak istediği bu.

Gelgelelim, kitaptaki tanımların muğlaklıkları ve çıkarımların kısa cümlelerle peş peşe gelmesi Han’ın derdini anlatmasını zorlaştırıyor – daha önce de söyledik, bir toplumu tanımlamak zor, riskli ve iddialı bir iştir. Dolayısıyla Şeffaflık Toplumu'nu akademik ya da okura doğrudan bilgi veren bir kitap olmaktan ziyade, bir manifesto olarak görmek mümkün.