David Parkinson Sinemayı Değiştiren 100 Fikir’i yüzlerce örnekten, onlarca kaynaktan yola çıkarak eğlenceli ve zekice kaleme almış. Kitap, başlangıcından bu yana sinemayı şekillendiren en etkili konuları içeriyor
17 Aralık 2015 12:30
Sinemanın köklerinde “büyülü fener”ler var; gelişmemiş bir porojeksiyon sistemi olan bu fenerler 1700’lerden 1860’lara kadar, Avrupa’da soyluları ve halkları şaşkına çevirmiş. Lumière kardeşler henüz ortada yok ama şimdiden baktığımızda “sinema” geliyorum diyor! Lumière kardeşlerin Grand Kafe’deki (Paris, 28 Aralık 1895) gösterimini “milat” olarak alırsak, sinema, inanılmaz bir hızla gelişim gösterdi. Aslında hız sözcüğü (“kavramı”) yirminci yüzyılın neredeyse şiarıydı, iyi ya da kötü!
Literatür Yayınları, “100 Fikir Dizisi” diye tanımlanan yeni bir diziye başladı ve bu dizinin ilk kitabı da: Sinemayı Değiştiren 100 Fikir (David Parkinson, çev. Yeşim Bulur). Büyük Britanya yayını olan bu dizi Türkçe’de, özgün kitapların özellikleriyle birebir yayınlanıyor. Özenli hatta görkemli bir basım da diyebiliriz buna. Kuşe kapak, iç kâğıt, büyük boy, âdeta bir “tarih”i gözlerimizin önüne getiren renkli ve siyah–beyaz fotoğraflar, görseller; ayrıca kitabın arkasında “Sözlük,” “Okuma Önerileri” ve “Dizin” bölümleri de yer alıyor.
Bu 100 Fikir doğal olarak sinemanın yâni ele aldığı sanat dalının içerdiği konuları, sorunları da oluşturuyor; bu dizideki kitapları birer “tematik” tarih olarak da görebiliriz. Ayrıca ansiklopedik bir özellliği de var kitapların. Her konu (madde) işlenirken gönderme yaptığı öteki konular (başlıklar) siyah (bold) ile verilmiş örneğin. Hem sık sık gönderme yapması hem gönderme biçimiyle, üstelik, yukarıda söz ettiğim kitap arkası bölümleriyle. Ancak yalnızca “akademik” bir yapıt olarak da değerlendirmemek gerek. Yer yer “metafor”ların kullanıldığı “mecazlı bir anlatımı”n olduğunu, popüler konu ve eğimlerin de ele alındığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu dizi, bir başvuru, kaynak olmakla birlikte yalnızca konunun uzmanlarına, öğretim üyelerine, örneğin sinefillere vb.’ye değil, çok daha geniş bir kitleye hitap ediyor.
Nelerdir bu Sinema’nın değiştirici 100 Fikri? Birkaç örnek verelim: Projeksiyon, Bakış Açısı Planları, Kovalamaca Sekansları, Devamlılık Kurgusu, Hayal Sarayları, Çekim Senaryoları, Dublörler, Star Sistemi, Çocuk Starlar, Yapay Aydınlatma, Siyah Beyaz, Montaj, Deneysel Sinema, Şiirsel Gerçekçilik, Geriye Dönüşler, Kara Film, Metot Oyunculuğu, Cannes, Pornografi Devam Filmleri, Video, Dijital Video vb. Böylesine yüz fikir ya da başlık var. Dolayısıyla her biri bir “bölüm” de aynı zamanda. Estetik özelliğiyle birlikte görseller, fotoğraflar konuyu zenginleştiriyor; ayrıca fotoğraf altı yazıları, işlevselliğinin yanı sıra ana metni destekliyor.
David Parkinson kitabı, yüzlerce örnekten, onlarca kaynaktan yola çıkarak eğlenceli ve zekice kaleme almış. Sinemayı Değiştiren 100 Fikir, başlangıcından bu yana Sinema’yı şekillendiren en etkili konuları içeriyor. Sinemanın gelişimini tarihsel sırayla gösteriyor; fikirleri, yenilikçi kavramları, çekim tekniklerini, ekolleri, oyunculuk biçimlerini vb. ele alıyor. Gişe rekoru kıran filmlerden sanat filmlerine, sessiz sinemanın başyapıtlarından bilgisayar efektleriyle donanmış son dönem medyatik yapıtlara uzanan Sinema’nın serüvenini (tarih) içeriyor.
Kuşkusuz sinema dediğimizde aklımıza ilk önce Hollywood geliyor. İster istemez böyle. Özcesi “görsel birikimimizin büyük kısmı ona ait” de diyebiliriz. Sinema’nın kökeninin Kıta Avrupası’nda olmasına karşın, iki dünya savaşının merkezinin hem de peş peşe Kıta Avrupası’nda olması, büyük yıkıntının Kıta Avrupası’nda gerçekleşmesi ABD için dolayısıyla Hoollywood için büyük “fırsat”a, bir avantaja dönüşüyor. İtiraf etmek gerekir ki Hollywood da bu fırsatı kaçırmıyor. Çoğu zaman, ABD merkez devlet anlayışının Hollywood’a, özellikle ideolojik olarak şekil verdiğini söylemeye gerek yok.
Bununla birlikte David Parkinson, Hollywood’un dünya sinemasının üzerindeki hegemonyasının kilometre taşlarını, nesnel bir bakışla tartışırken eleştirilerini de sakınmıyor. Amerikan Bağımsız Sineması da bu fikirlerden, başlıklardan biri; yâni onu da ihmal etmemiş. Sık sık yaşanan “Sansür,” McCarthy döneminin “Kara Liste”si gibi başlıklar da var. Avrupa sınırlarında olan ülkemizden bir film ile bir yönetmen var. Ne yazık ki “Sansür” başlığında geçiyor. Çok küçük olmayan ama büyük de olmayan bir kare var Yol filminden. Tarık Akan’ın Şerif Sezer’i sırtladığı bir sahne bu. Resim altında şöyle yazıyor: “Hapisteyken Yılmaz Güney, (1982) Yol gibi kendisinin talimatları doğrultusunda Şerif Gören ve Zeki Ökten tarafından çekilen pek çok senaryo yazdı.” (s. 102) Metinde de şöyle geçiyor: “… Sergey Paradjanov ve Yılmaz Güney sisteme uyum sağlamayı reddettikleri için Sovyet ve Türk otoriteleri tarafından hapsedildiler.” (s. 103)
Kısaca anımsarsak. Yılmaz Güney (1937-1984) büyük bir yönetmendi ve gerçekten sistemle uyuşmuyordu, solcuydu ama ikinci kez içeri girmesi basit bir tartışma sonrasında meydana gelen “cinayet suçu”ndandı. Yılmaz Güney, önce 1972 yılında “devrimcilere yardım ve yataklık yaptığı” gerekçesiyle iki yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. 1974’te cezaevinden çıktı. Endişe adlı filmi çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı ve on dokuz yıl hapis cezasına çarptırıldı (1976). Beş yıl hapis yattıktan sonra 9 Ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden firar ederek yurtdışına çıktı.
Sergey Paradjanov (1924-1990), Gürcü bir yönetmen, yıllar önce 1989’taki Uluslarası İstanbul Film Festivali’nde Âşık Garib adlı bir filmini izlemiştim, evet bir “Sovyet filmi”ydi. O yıl yarışmada mansiyon almıştı. Daha sonra Perdelerden Caddelere Dökülüvermiş (1995) kitabımda da yer alan günlüklerimde şöyle yazmışım:
“Âşık Garib bir Sovyet filmi. Gürcü yönetmen Sergey Paradjanov için Tarkovski oldukça önemli şöyler söylemiş. Film cesurca çekilmiş; yerginin en güzel örneklerinden biri. Bunun yanı sıra Azeri geleneği etrafında oluşturulmuş bir masal, özgürlük imajı veren bir masal. Nitekim filmin sonunda da Tarkovski’ye adanmış oluşu, bu bağlamda oldukça önemli.” (s. 66)
Yanılmıyorsam Sergey Paradjanov’u o yılın Kapanış töreninde görmüştüm. Bu, sanırım ödülünü almak için sahneye çağrıldığındaydı. Ya da film gösterimi öncesinde (belki sonrasında) yönetmenle kısa bir söyleşi oluyordu, o zamandı. Çünkü internette fotoğrafını gördüğümde hemen anımsadım. Belki de belleğim beni çok yanıltıyor: o yılın kataloğunda fotoğrafı olmalı! Kim bilir, tam anımsayamıyorum ama filmini biraz biraz anımsıyorum; düşsel bir özelliği vardı, dans-müzik (Kafkas) vardı, günlüğüme not düştüğüm gibi masalsıydı, vb.
100 Fikir’e dönecek olursak, her şeye karşın Hollywood’un sinemaya büyük etkisini (büyük katkısını) göz ardı edemeyiz; zaten yazar da etmemiş. Öte yandan, sinemayı değiştiren fikirler olarak özellikle Kıta Avrupası sinemasına ve akımlarına geniş yer vermiş: dışavurumculuk, auteur kuramı, Gerçek Sinema, Fransız Sinematek vb. Benzer şekilde “üçüncü dünya” sinemasından da örnekler var; Güney Amerika, Kuzey Afrika vb.
Sinema, “sanat mı, yoksa eğlence dünyasının bir ürünü mü” gibi tartışmalara hep açıktır; bu tartışmalar da süregelmiştir. Dolayısıyla sinema, milyonlarca izleyeniyle; büyük, görkemli, teknolojik, dijital ve entelektüel yapımlarıyla nereye gidiyor? Bunu yanıtlamak kuşkusuz ki çok güç. Ancak Sinemayı Değiştiren 100 Fikir, tarihsel bir süreci yapı taşlarıyla birlikte ele aldığı için, bu konuda bir varsayım oluşturmamıza da olanak sağlıyor. Nitekim David Parkinson da kitabın başındaki “Giriş” yazısını şöyle bitiriyor:
“Bundan on sene sonra sinemanın nerede olacağını tahmin etmek imkânsız. Bilgisayar oyunlarındaki devrim, interaktifliğin toplu bir zaman geçirme biçimi olarak sinemaya gitmenin sonunu getirdiğine dair söylentilere yol açtı. Ancak sinema birbirinden tamamen ayrı uygulamaya dayalı ve entelektüel formatlara ayrılsa bile, sinemanın içeriği ve biçimi geçtiğimiz yüzyıl boyunca esasen aynı kaldığı için burada tartışılan fikirlerin çoğu da anlamlı olmaya devam edecektir. Tarzlar, teknikler ve süreçler gelir geçer. Ama filmler evrensel duygulara hitap etmeye devam eder ve ister gündelik hayatı yansıtsın isterse ondan bir kaçış sunsun, izleyicilere meydan okumaya, onları büyülemeye ve teselli etmeye daha uzun süre devam edeceğini umuyoruz.” (s. 7)
Bu dizinin ikinci kitabı da Fotoğrafçılığı Değiştiren 100 Fikir (Mary Warner Marien, çev. Göksu Şimşek). Sinema için yukarıda saydığım aynı özellikleri taşıyor kitap; hem içerik (hazırlanış) hem biçim (basım) olarak. Yine belleğimizi zenginleştiren, anlamı destekleyen görseller, fotoğraflar, yine gelişim süreci, yine bir tarih! Yazar –her kitapta olduğu gibi– bu kitabın Giriş’ini şöyle bitiriyor:
“Her gün yeni bir fotoğraf teknolojisi doğsa da, fotoğrafı biz yaratıyor, tanımlıyoruz, tersi söz konusu değil.” (s. 7)
Buradaki 100 Fikir’den de yâni kitabın başlıklarından (konu) da birkaç örnek verelim: Negatif/Pozitif, Mercek, Karanlık Oda, Hareketli Resimler, Agrandisman, Kartvizit Fotoğraf, Arka Plan, Fotoğraf Paylaşımı, Kartpostal, Yapay Işık, Noktalı Resim, Hava fotoğrafçılığı, Halkın Sanatı, Çoklu Pozlama, Kes-Yapıştır, Otoportre, Sokak, Polaroit, Foto-Gerçekçilik, Şipşak Estetiği, Kameralı Fotoğraflar, Dijital Fotoğrafçılık vb.
Son olarak, yayınevinin duyurduğu bu diziden çıkacak öteki kitapları sıralayalım: Mimarlığı Değiştiren 100 Fikir (Richard Weston, çev. Neslihan Şık), Grafiği Değiştiren 100 Fikir (Steven Heller-Veronique Vienne, çev. Bengisu Bayrak), Modayı Değiştiren 100 Fikir (Harriet Worsley, çev. Begüm Başoğlu), Sanatı Değiştiren 100 Fikir (Michael Bird, çev. Deniz Öztok). Şunu da eklemek gerek: bu kitapların (şu ân elimizde iki kitap var), yayınlanacak olanların dolayısıyla dizinin temelini oluşturan 100 sayısı ya da başlık, söz konusu sanat dallarını (disiplin) düşünürsek, çok daha fazlası olabilir. Zaten yazarları da bunu itiraf ediyor!