New York'ta kapalı bir hava, 50 kadar okur bir kitabevinde Sait Faik için toplanmış. Maureen Freely ve Edmund White konuşuyor.... Fırat Demir, New York'taki Sait Faik buluşmasından izlenimlerini K24 için yazdı...
04 Haziran 2015 14:00
Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Sonra adımlarımı hızlandırdım. Mayıs ayına tezat, kapalı bir hava. Yağmur başlamadan kitapçıya sığınmalı.
New York, Chelsea’de bulunan 192 Books kitabevindeyiz. Elli kadar okur, Sait Faik Abasıyanık için toplanmış. Şemsiyeler kapanıyor, kitaplar açılıyor. Elimizdeki kitap: Sait Faik Abasıyanık, A Useless Man: Selected Stories. Alexander Dawe ve Maureen Freely tarafından çevrilen bu derleme, geçen ay, dünya edebiyatından güncel ve klasik eserlerin İngilizce çevirileriyle öne çıkan bağımsız yayınevi Archipelago Books tarafından yayımlandı. Sait Faik’in İngilizce çevirileri arasındaki en kapsamlı, en derli toplu çalışma bu. Türk edebiyatının başka bir dilde yankısını gür ve tertemiz bir şekilde duyuran bir çalışma. Kitabın çevirmenlerinden Maureen Freely, bu yankıyı daha da çoğaltmak için yanına modern Amerikan edebiyatının “flaneur”ü Edmund White’ı almış, Sait Faik hakkında konuşacaklar. 50 kişinin kulağında bir ses; hişt, hişt!
Öncelikle etkinliğin Sait Faik anısına çok yakıştığını söylemek gerek. Maureen Freely’nin Sait Faik çevirmesi, ele eldiven geçirmek gibi bir şey. Freely, gerek kendi yazınında (onun Aydınlanma romanını akla getirelim), gerekse çevirilerinde (Orhan Pamuk’tan Kara Kitap ya da İstanbul çevirileri mesela) İstanbul’un çeperlerinde dolaşıyordu. O çeperlerden kalkıp Sait Faik’in İstanbul’unu ziyaret ettiğinde hiç yabancılık çekmemiş olmalı.
Öyle ki, A Useless Man, yalnız bir Sait Faik çevirisi değil. Freely, Alexander Dawe ile birlikte, Sait Faik’in İngilizcede kendi sesini bulmasına olanak sağlayan çok güçlü ve incelikli bir çalışmaya imza atmış. Sait Faik İngilizcede lirik, net ve ışıklar saçıyor.
Sonra Edmund White. Bana kalırsa, modern Amerikan edebiyatının en ilham verici sesi, Edmund White’tır. Pek çok romanı, biyografileri (Proust, Jean Genet ve Rimbaud biyografileri) ve anı kitapları ile dopdolu bir yazın White’inki. White, Stonewall sonrası LGBT edebiyatının meşale taşıyıcısı. Jean Genet’den Christopher Isherwood’a uzanan bir edebiyat ailesinin devamı olarak ortaya çıktı ama kısa zamanda yepyeni ve kendine ait bir kimliğin taşıyıcısı oldu. Onun kalemi açık ve yaşamsaldır, özgürleştirici ve cesurdur. Onun ismini Sait Faik’le yan yana gördüğümde bu karşılaşmayı çok uyumlu bulmuştum. Etkinlikten sonra haksız olmadığımı anladım.
Keza zihnimde Sait Faik ile Edmund White’ı, bu çok sevdiğim iki edebiyatçıyı yan yana getirebiliyorum. Eminim konuşacak çok şeyleri olurdu. Hem Edmund White 40’lı yaşlarında kısa bir süre Büyükada’da yaşamıştı, söze buradan başlarlardı. Mesela Fransız edebiyatından konuşurlardı; Proust, Andre Gide ve Jean Genet sevgilerinden. Belki Edmund White, Sait Faik’e, kendi yazdığı Jean Genet biyografisinden birkaç sayfa okurdu. Bir de onun öykülerine karşı duyduğu yakınlıktan bahsederdi. Öyle ya, Sait Faik’in çevirileri Edmund White’ın gençliğine yetişseydi, eminim, White bugün Sait Faik’i bir hoca olarak anardı. Ama White edebiyatın o sade özüne kendi kanalları üzerinden ulaştı ve okyanusun öte yanında, Sait Faik’in diline yabancı düşmeyecek romanlar, hikâyeler yazdı. White’ın en önemli romanlarından A Boy’s Own Story’de anlattığı “çocuk”, Sait Faik’in rıhtımlarında, sokaklarında kendisine dostlar bulabilirdi. Bir aşk bulabilirdi.
Peki, Sait Faik’in ışığı altında, White ve Freely, ne konuştular? Etkinlikte öne çıkan, Sait Faik’in Türkçe içerisindeki konumuydu. Bir not: Sait Faik’in ilk kitabı Semaver yayımlandığında, Türkiye Cumhuriyeti henüz 13 yaşında. Yeni bir ülkenin insanını anlattı onun edebiyatı, o insanlara bir aidiyet vermek istedi, o insanları sivilleştirdi. Sait Faik’in -geleneği göz ardı etmeyip- kendine has bir yazınsal tavır peşine düşmüş olması, tarihsel bağlamı içerisinde, Freely tarafından okurlara aktarıldı. Freely, Sait Faik’in şairlerle olan bağını da hatırlattı. Şairler: İkinci Yeni’nin köklerinden biri, Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı değil miydi?
Edmund White içinse Sait Faik ile tanışmasının en heyecan verici yanı, onun kaleminin yoksulluğu anlatmaktaki başarısıydı. Sait Faik yoksullarda kimi zaman yaşamsal bir ışık buluyor, kimi zamansa onları hayatın en katı, en karanlık katmanları üzerinde anlatıyordu. White, Sait Faik öykülerinin gündelik hayat içerisindeki gerilimleri çok iyi tespit edebildiğini, bu gerilimlerin öyküleri soyut ve kapalı, hatta yer yer gizemli okumalara dönüştürdüğünü söyledi. Sait Faik’in başka dillere çevirilerinde o dillerin okurlarına çağrıştırdığı bir isim var: Anton Çehov. Fakat White, Sait Faik’in öykücülüğünü Çehov mirasına yakın bulurken önemli bir parantez de açarak bu benzetmeyi öteye taşıdı; Sait Faik’i Çehov’la aynı ekoloji duyarlılığında birleştirdi. Bu duyarlılık üzerinden değişen İstanbul’a geldi söz: Sait Faik’in İstanbul’u, neredeydi?
Freely’ye göre, o İstanbul tasvirinin kapsayıcılığı, Sait Faik’in baskın toplumsal güçlerle çatışan bir insan olmasıydı. Ondaki anlayış, aynı zamanda, onun kendi mücadelesinden gelen bir tür öz bilgiydi. Sait Faik bu öz bilgiyle kendisine kişisel bir politik alan açabilmişti. Freely, ayrıca, Sait Faik’in sosyal normlara karşı sessizce direnen insanın güzelliğini anlatmaya çalıştığını vurguladı. Bu direnişin edebiyatta derin izler bırakması, kaçınılmazdı.
Konuşmayı dinleyici soruları takip etti. Bir buçuk saatlik etkinliğin başında Sait Faik’in “dostluğundan” bahsetmişti Freely. Dostluk hissi tekrar geldi, omuzlarımıza kondu. Dışarıda yağmur devam ederken, birkaç okur, o dostla tanışmak için bir köşeye çekilip kitaplarına gömülmüşlerdi bile.
O dost bende hep bir melek imgesi çağrıştırdı. Sait Faik göğe bir işaret çaktı, bu işaret meleğin gözünü kamaştırdı, melek yere indi, Sait Faik’in koluna girdi ve ikisi beraber, sokak sokak, ev ev gezdiler. Ta New York’a kadar geldiler. Kulağımıza eğildiler, bir şeyler söyleyip, kaçtılar: Hişt, hişt.