"“O Kırılan Senin Oyuncağındı”, aşırı estetize edilmiş içi boş eserlerle anlatımcı, abartılmış tasvirler içinde sunulan bir sergi değil; Avşar Gürpınar düşüncelerimize ve hayal gücümüze alan bırakan, özgür bırakıldığımız bir kapıdan içeri sokuyor bizleri."
14 Mart 2020 18:20
Boş bir oda.
Ortalıkta dolaşan, birbirinin farkında olmayan, ses çıkaran otomatlar. Kimi bir robot, kimi ördek, kimi Pepe, kimi Caillou.
“Ben ve arkadaşlarım bütün gece uyanıktık…” diye konuşan bir tanesi geçer önümüzden.
Bir başkası, diğer taraftan, şöyle söylenerek gelir:
O Kırılan Senin Oyuncağındı Sergisi’ni tanımlayan sergi metninin ilk sözleri bunlar. Adeta bir oda tiyatrosunu andıran tek bir alana yayılmış üç temel konseptten oluşan sergi, fütürist ve sürrealist manifestonun ekseninde tinsel ve düşünsel bir derinleşme yaratmak üzere hazırlanmış hissi veriyor.
Duvarda karşılaştığımız çeşitli düşünür ve sanatçılardan alıntılar aslında serginin düşünsel odağının brief cümleleri şeklinde karşımıza çıkıyor. Her bir ifadeyi açtığımızda varacağımız dünya; üzerine sayfalarca metinler oluşturabileceğimiz ve saatlerce, belki günlerce tartışabileceğimiz önermelere dönüşüyor.
“Sadece yamyamlık bizi birleştirir
sosyal açıdan
ekonomik açıdan
felsefi açıdan”
(Yamyamlık Manifestosu, 1928, Oswald de Andrade.)
İnsanın primitif gerçeklerinden sanata uzanan pek çok kavramı tartışan bir sergiyle karşı karşıyayız. Sanatçının da temelde ortaya çıkarmak istediği şeyin; bizi bu düşünsel tartışmaya yalın, anlatımcı unsurlardan uzak bir şekilde açık bir davet yaratmak olduğunu görüyoruz.
Sergi alanının ortasında 2 metrelik bir oyun alanında sınırlanmış, dünyadaki çeşitli sanat ve düşünce akımlarından cümleleri dile getirerek dolaşan gündelik oyuncaklar görüyoruz. Oyuncaklar birbirlerinden bağımsız dile getirdikleri cümlelerle iç seslerini dışa vururcasına dolaşıyorlar. Sokakta kendi kendine konuşan, düşünceleri içinde kaybolmuş insanlar gibi bir köşeden bir köşeye konuşarak ilerliyor ve zaman zaman çerçevenin oluşturduğu bariyerde sıkışıp kalıyorlar. Tamamen manifestolardan temellenmiş bu oda sergisinin yarattığı etki ilginç. Bir küpün içinde dikey ve yatay uzamda, mekânın bağlamından kopmamıza neden olacak bir düşünce kutusundaymışız hissini veriyor.
Bu düşünce kutusunda serginin odağına oturan manifestolar belki de dünyanın geldiği her yeni dönemi yorumlamamız için birer formül olarak kodlanabilir. Özellikle son dönemlerde düşünsel ve tinsel yanımızdan uzaklaşmış olan bizler, yaşadığımız travmatik afetlerle realist dünyanın gerçekleri içine sıkışıyoruz. Belki de bu yüzden; insana, insan olmaya ve içsel yolculuğumuza, üretimimize, var olma biçimlerimize sorular yönelten ve düşünceler öneriyormuş gibi yapan sıradanlıklardan, klişelerden, tekrarlardan uzaklaşmak için durmalı ve bir çeşit aydınlanma tetikleyicisi olarak da değerlendirilebilecek manifestolara yeniden başvurmalıyız.
Bunu söylerken sıcak gündemleri de işin içine katıyorum. İçinde bulunduğumuz dönemi kişileştirdiğimizde dönemin doğasının ve ruhunun tamamen manifestoların önermelerine uygun şekilde yıkıcı, cesaretli ve hayal gücünü zorlayıcı bir şekilde davrandığını söyleyebiliriz.
Örneğin Fütürizm Bildirgesi’nde Marinetti, "Saldırgan, yıkıcı olmayan hiçbir eser şaheser olamaz" savını ileri sürer ve "Biz, şiirlerimizde tehlike tutkusunu, enerji ve ataklık alışkanlığını dile getirmek istiyoruz" diyerek tehlikeyi ve buradan köklenen cesareti, deneyciliği ve alternatifi aramayı teşvik eder.
“Bizi, hayal gücü bayrağını yarıya indirmeye zorlayan, delilik korkusu değildir” diyerek realizme yaslanan repetetif, kuralcı bir bakış açısının yerine hayal gücünü koyan sürrealist manifesto da bizi ezber bozmaya davet eder.
Buradan baktığımızda şunu söyleyebiliriz; “O Kırılan Senin Oyuncağındı”, aşırı estetize edilmiş içi boş eserler ile anlatımcı, abartılmış tasvirler içinde sunulan bir sergi değil; Avşar Gürpınar düşüncelerimize ve hayal gücümüze alan bırakan, özgür bırakıldığımız bir kapıdan içeri sokuyor bizleri.
Manifestolarda olduğu gibi ilk kişisel sergisinde Avşar Gürpınar da cesaretli bir tavır sergiliyor. Sanat izleyicileriyle ilk karşılaşmasında klişelerden uzak, beklenmedik ve aslında ilk kişisel sergi için riskli diyebileceğimiz, şaşırtıcı derecede sade görünen fakat diğer yandan düşünsel ve tinsel anlamda güçlü bir derinlik sunuyor.
Sergi 22 Marta kadar Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi'nde açık.