13 Mart 2020: Haftanın bazı kitapları

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...

13 Mart 2020 15:29

13 Mart 2020: Her zaman olduğu gibi bu hafta da dikkatimizi çeken kitaplardan bazılarını öne çıkardık; gözden kaçırmayın, hemen almasanız da aklınızın bir köşesinde bulunsun diye... Kimileri yeni kimileri yepyeni bu kitaplardan bazılarına dair önümüzdeki günlerde K24'te yazı ve eleştiriler de yayınlanacak. Şimdilik Vitrindekiler köşesinde, her bir kitabı –içinden küçük bir alıntıyla– zihnimizin raflarına yerleştirmekle yetiniyoruz. Buraya göz atmayı da unuturum derseniz, sosyal medyada K24'ü izleyebilirsiniz. 

Paulina Flores
Ne Rezalet
çev. Zeynep Çelikel
Notos Kitap, 2020
234 s. 

“Annem akıllı ve hırslı bir kadındı. Arkasında bıraktıkları için kaygılanmaksızın daima önüne bakardı. Yoksul geçen çocukluğuna, zorlukların üstesinden nasıl geldiğine dair hikâyelerinden biliyorum bunu. Annem düştüğü yerden kalkıp üstündeki toprağı silkeleyen biri gibi geçmişinden hızlı, kolay, şipşak kurtulabileceğine inanırdı. Çalışkandı, bir dönem iyimserdi de. İnsanın tam olarak ne istediğini bilmesi yeterli diye düşünürdü. Galiba babamla tanıştığında onu işinsanı sanmıştı, planları da her seferinde bir engele takılıyordu. Hamile kalınca evlenmek zorunda kaldı. Eşinin tüm projelerinde ona destek oldu ama eşi işsiz kaldıktan bir süre sonra evliliklerinin de başarısızlığa uğradığının farkına vardı. Tabii annem asla, en azından o dönemde, babamdan ayrılmayı düşünmedi. Bir yandan oldukça muhafazakârdı, diğer yandan yenilgiyi kabullenmek onun için yenilmekten beterdi.”
(s.101)

 

Andrew Salmon
Kore Nasıl Kore Oldu?
çev. Cansen Mavituna
Metropolis Yayınları, 2020
152 s. 

“Kore daima cüsseli yabancı güçlerin gölgesinde kaldı; halkı işbirliği ile direniş arasında sürüklendi durdu. Modern Kore’deki hizipleşmelerin büyük bölümü, yabancı güçler ve akımlara yönelik tutumlardan kaynaklanıyor: karşı mısın, yandaş mısın? Eğer onların yanındaysan hangi güçle ittifak kuracak, hangi akımı benimseyeceksin? Kore Yarımadası ilk olarak Çin’deki Tang hanedanıyla ittifak kurup Koguryo’yu alt ettikten sonra Tang’e sırt çeviren Şilla tarafından birleştirildi. Bugün Koreli öğrencilere dünyada en çok yabancı istilasına uğramış ülke oldukları öğretilse de, Joseon egemenliğinde geçen 600 yıl boyunca -16. Yüzyıldaki Japonların korkunç saldırısını ve 17. Yüzyıldaki iki Mançurya istilasını saymazsak- yarımadaya büyük ölçüde barış ve huzur hâkimdi. Kore’nin muhtemelen en travmatik dönemi 20. yüzyıldı ve sömürgecilik, bölünme ve savaş kurbanı olan Koreliler arasında milliyetçilik hayli sağlam bir zemin buldu. Savaş sonrasında rakip Kore devletleri dış dünyaya yönelik birbirine zıt tutumlar benimsediler: Birisi bütünleşme sayesinde zenginleşirken, diğeri içe kapanma yüzünden fakirleşti.”
(s. 28)

 

Hüseyin Yurtdaş
Terpiştiriyordu
Encore Yayınları, 2020
120 s.

“Kar yağıyordu. Bir türlü ilerlenemiyorduk. Üç yandan top ateşi. Kulak kopuyor, kalp yerinden oynuyor gibiydi. Donmak istemiyorduk, koşarak uzaklara gitmek istiyorduk. Kuşatma yarılmak içindir. Sıcak yuvalar özlüyorduk. Ocak. En güzel şeydir. Komutan bir çare olsun bulunsun diye dileniyorduk. Bir anda hücuma geçildi.”  (54)

“Bitti. Her şey bitti. Sona gelindi. Program on iki dakka sürecek olup Sevgilim beni terk eyledi. Yoksa. Sevgisizlikler cehennemi. Öl öl öl ulan. Deli. Sizleri deliliğe çıkardılar. Güneşli bir gündü, yoğuşuyorduk. Kasmayınız. Mutsuzsunuz. Şefkat diye bir şey vardı. Hepinizi seviyorum. Beni sizler mahv eylediniz.” (1)

 

Ben Lerner
Sanat Yok
çev. Donat Bayer
160. Kilometre, 2020
67 s.

“Eğer duvarda asılıysa resimdir. Yerde duruyorsa heykeldir. Çok büyük veya çok küçükse kavramsaldır. Duvarın bir parçasıysa, yerin bir parçasıysa mimari yapıdır. Bilet alman gerekiyorsa moderndir. Halihazırda içinde geziyorsan ve dışarı çıkmak için para ödemen gerekiyorsa daha da moderndir. Eğer para ödemeden içine girebiliyorsan tuzaktır. Hareket ediyorsa modası geçmiştir. Eğer kafanı kaldırıp bakman gerekiyorsa dinidir. Bakman için kafanı eğmen gerekiyorsa gerçekçidir. Eğer satılmışsa yere-özel sanat eseridir. Görmek için metal detektöründen geçmen gerekiyorsa, halka açıktır.”
(s. 49)

  

Leslie Kern
Feminist Şehir
çev. Beyza Sumer Aydaş
Sel Yayınları, 2020
197 s.

“Bir kadın olarak şehirde tam bir anonimlik veya görünmezlik hissi benim için asla tam olarak mümkün olmamıştı. Sürekli taciz beklentisi, kalabalıktan biri olarak akıp gitme becerisinin her zaman geçici olduğu anlamına geliyordu. Yine de, beyaz ten ve sakat olmama gibi ayrıcalıklar bana bir miktar görünmezlik sağlıyordu. Kent kalabalığına görünmeden karışıp gitmek, sokaklarda serbestçe dolaşmak ve müstakil ama kadirşinas bir izleyiciliğe girişmek, sanayi şehirlerinin patlayıp büyümesinden beri hakiki kent idealleri olarak görülmektedir. Charles Baudelaire’in eserlerinde sürekli ortaya çıkan flanör figürü, “kalabalıkla tek beden”, hareketin merkezinde ama yine de görünmez olmaya çalışan, şehrin “tutkulu izleyicisi” olan bir beyefendidir. Filozof ve kent hayatı yazarı Walter Benjamin flanörü, modern şehirde olmazsa olmaz bir kentli karakter olarak daha da kristalleştirirken, Georg Simmel gibi kent sosyologları, “bıkkınlık” gibi özellikleri ve anonimlik becerisini, yeni kent psikolojisinin ayrılmaz parçaları olarak saptadı. Bu yazarların bakış açısı göz önüne alındığında, flanörün her daim bir erkek olarak düşünülmesi şaşırtıcı değil; beyaz olduğunu ve sakat olmadığını söylemeye gerek bile yok.”
(s. 39)

 

Maurice Dumas
Kadın Düşmanlığı
çev. Barış Behramoğlu
Kırmızı Kedi, 2020
225 s.

“Bir temsil boyutu ve ideolojik bir aracı olmadan iktidar kurulamaz. Kadınlara yapıştırılmış olumsuz stereotipler, kadın düşmanı bir ideolojiden, bir inanış sisteminden söz etmemize yetecek kadar eski, çeşitli ve benzerdir. Yabancı düşmanlığı gibi kadın düşmanlığı da gizli ve yaygın bir duygu olarak koşullar tarafından tetiklenerek feminizm karşıtlığına dönüşür. Irkçılık da koşulsallaşmış, tarihselleşmiş bir ideolojidir: Siyahlara karşı köle ticareti sırasında ortaya çıkmış ve onu meşrulaştırmaya yaramıştır. Karşılaştırma burada noktalanıyor çünkü söz konusu ırkçılık olduğunda bir “öncesi” daima vardır: “Negro” sözcüğünün kötü anlamda kullanılmadığı bir dönem oldu; Yunanlılar ve Türkler gibi Yahudiler ve Arapların da Akdeniz’de bir arada yaşadıkları bir “nefret öncesi” dönem oldu. Oysa kadın düşmanlığının bir “öncesi” bulunmaz. Erkek baskısının var olmadığı bir altın çağ asla yaşanmadı.”
(s. 165)

 

Giray Kömürcü
Nasıl Bir Gelecek?
Aganta Kitap, 2020
247 s.

“Birleşmiş Milletler Göç Ajansı’nın verilerine göre 2018 yılının ilk yedi ayında aralarında kadın ve çocukların da yoğun olarak yer aldığı 3000 göçmen ülkelerinden kaçış sürecinde yaşamını yitirdi. Bu insanların yarıdan fazlası Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken Akdeniz’de boğularak hayata veda etti. 1993 yılından beri 27 binden fazla insanın Akdeniz’de bu akıbeti paylaştığı biliniyor. Ölümler maalesef bunlarla da sınırlı değil. Varmak istedikleri ülkeye varsalar bile kamplarda, polis merkezlerinde, hapishanelerde ya da toplum içinde gördükleri kötü muamele birçoğuna yaşam imkânı tanımıyor. Suriye’deki savaşın sonucunda Akdeniz’de yaşanan facianın boyutlarının bu derece büyümesinde Avrupa ülkelerinin uyguladığı göçmen karşıtı politikaların da payı büyük elbette. Yasadışı göçmen taşıyan ve batmak üzere olan teknelerin askeri tedbirlerle AB ülkelerinin karasularına sokulmamasının ardından can kayıplarıyla sonuçlanan çok sayıda olay gerçekleşti. Kıyıya vuran cesetler dönem dönem kamuoyu vicdanını sarssa da insani bir yaklaşımdan söz etmek çok güç.” (s .47)

 •