“Hayatımı yazdıklarımla karşılaştırmak saçmalığın ta kendisi. Hakikatteki beni ben bile daha kimseye göstermedim; gösterir miyim, ondan da pek emin değilim..."
15 Şubat 2018 13:49
Eserleri on yıllarca Sovyetler Birliği’nde yasaklandıktan sonra ancak 1990’larda yeniden basılan Andrey Platonov’un kitapları hak ettikleri ilgiyi de bundan sonra görebildi, kısa zamanda pek çok dilde yayımlandı, biz de 2000’lerin sonundan itibaren büyük bölümünü Türkçede okuma imkânı bulabildik. Geçtiğimiz günlerde de Platonov’un mektuplarından oluşan bir seçki Birbirimiz İçin Yaşayacağız adıyla yayımlandı. Platonov’un çileli hayatına dair birinci elden ayrıntılı bilgiler içeren bu mektuplarda 1920-1950 arasındaki SSCB’nin politik ve düşünsel iklimine dair önemli ipuçları bulmak da mümkün. Ama önce hayat hikâyesine kısaca bir bakmakta fayda var.
Gerçek adı Andrey Platonoviç Klimentov olan Platonov ilk öykülerini 1918’te demiryolu işçilerinin gazetesinde yayımladıktan sonra 1920’de Voronej’deki bazı Bolşevik gazetelerin yayın kurulunda yer almıştır. Birbirimiz İçin Yaşayacağız’da bu yıllarda bu gazetelere gönderilen ürünlerle ilgili kısa ve vurucu yorumlarını içeren mektuplar da bulunuyor. Ekim 1920’de Moskova’da toplanan Proleter Yazarlar Birliği toplantısına katılan Voronejli iki yazardan biri olan Platonov burada kendisine hangi edebî harekete sempati duyduğu sorulduğunda, “Kendiminki” yanıtını vermiştir. 1920 yılı aynı zamanda Platonov’un Komünist Parti'ye üye olduğu yıldır, ne var ki ertesi sene partiden ayrılır. Platonov, sadece edebiyatla uğraşmıyordur o yıllarda, mühendis ve arazi ıslah uzmanıdır. 1922’de arazi ıslahıyla ilgili üstlendiği işler nedeniyle gazetelerdeki görevlerinden ayrılır, 1924’te Voronej’deki bütün ıslah ve sulama işlerinden sorumlu olunca edebiyatı bütünüyle bırakmak zorunda kalır. Gelgelelim, genç bir uzmandır ve karşı karşıya kaldığı bürokrasiyle baş edemez, arazi ıslahıyla ilgili görevlerinden ayrılıp yeniden edebiyata yoğunlaşır. Muhteşem Vahşi Dünya’da yer alan “Yepifan Savakları” ve “Elektriğin Yurdu” öykülerini bu yıllarda yazmıştır ve konuları itibariyle Platonov’un uzmanlığının izleri hemen fark edilir. 1927’de Yepifan Savakları adlı öykü kitabı yayımlanır; bu kitaptaki öyküler dönemin en önemli edebî otoritelerinden olan Maksim Gorki’den övgü alır. Başyapıtı sayılan Çevengur’u da Platonov’un edebiyata döndüğü bu dönemde yazmaya başladığı ve 1928’te tamamladığı sanılıyor. Ne var ki daha önce bazı bölümleri öykü olarak yayınlanmış olan Çevengur, devrimi yanlış resmettiği gerekçesiyle reddedilir. Platonov, Gorki’ye mektup yazarak romanın bütününün karşıdevrimci olarak anlaşıldığını, oysa kendisinin amacının komünist toplumun başlangıcının dürüst bir resmini çizme girişimi olduğunu belirtir. Gorki’nin yanıtı olumlu olmaz, onun kanaati de Çevengur’un sansür kurulları için kabul edilemez olduğu yönündedir. Bu olumsuz gelişmeyi 1929’da yayınladığı ve bürokrasinin eleştirildiği bir hiciv olan “Şüpheli Makar” öyküsü üzerine kopan fırtına izler. Proleter Rus Yazarlar Derneği (RAPP)’nin başında bulunan Leopold Averbah bu öykünün Platonov’un kulak sloganlarını dillendiren bir küçük burjuva ve önemsiz bir anarşistleşmiş metafizikçi olduğunu bas bas bağırdığını söyler. Hatta bu dönemde bizzat Stalin’in de eleştirisine uğrar. Platonov’un öykülerinden yapılan The Fierce and Beautiful World başlıklı seçkinin sunuşunda Yevtuşenko, Platonov’un 1931’de Krasnaya Nov’da bir öykü yayınladığını ve bütün dergilerin sıkı bir takipçisi olan Stalin’in, Platonov’un bu öyküsünü okuduktan sonra derginin üzerine kırmızı kalemle, “cüruf” yazdığını belirtiyor.
Stalin’den gelen bu eleştiriye rağmen 1930’ların sonundaki tutuklamalar döneminde tutuklanmaz. Yevtuşenko’ya göre bu Şolohov ve Fadeyev sayesinde olmuştur. Fakat bu dönemde, 1938’de henüz on beş yaşında olan tek oğlu karşıdevrimci komploculuk suçlamasıyla tutuklanır ve Norilsk’teki çalışma kampına gönderilir –aynı yıl Anna Ahmatova’nın oğlu Lev Gumilev de ikinci kez tutuklanmıştır. Oğlunun tutuklanması üzerine Platonov hayli yırtınır, pek çok kişinin eşiğini aşındırır, ama sonuç alamaz. Bu arada Stalin’e de bir mektup yazar. O sıralarda kendi akrabalarının benzer sorunları için Moskova’ya gelen Şolohov, Stalin’le görüşmesinde ahbabı Platonov’un oğlundan da söz eder. 1941 başında Platonov’un oğlu muhtemelen Şolohov’un devreye girmesiyle salıverilir, ancak verem olmuştur ve iki yıl sonra 1943 başında ölür. Bu arada Platonov 1942’de Kresnaya Zvezda (Kızıl Yıldız) gazetesinde savaş muhabirliği yapmaya başlamıştır. 1946’da Dönüş isminde bir öykü kitabı yayınlanır, ama edebiyat ve yayın dünyasına hâkim çevrelerden gene olur olmaz eleştiriler gelir. Savaştan dönmüş bir askeri anlattığı “Dönüş” öyküsüyle Sovyet ailesine iftira atmakla eleştirilir. Literaturnaya Gazeta editörü Ermilov, “Sovyet halkı komünizmde kahramanca çok çalışma ve yaratıcılık havasını solurken Platonov’un kahramanlarının kirli ve korkunç dünyası tiksinçtir ve Sovyet halkına düşmanlık beslemektedir” diye yazar. Bu dönemde bir kez daha Şolohov’dan yardım görür; Şolohov azınlık masallarının Rusçaya çevrildiği bir kitap dizisinin baş editörüdür o zamanlar, Orta Asya’ya özel bir ilgisi olan, daha önce iki kez Aşkabat’a giden Platonov’dan Başkurt masallarıyla ilgili cildi hazırlamasını ister. Bu kitabın ilgi görmesinin ardından Platonov eski Rus halk masallarını yeniden yazmaya başlar. Onun kaleminden çıkmış masalların bazısı kimin yazdığına dair hiçbir bilgi verilmeksizin milyonlarca ders kitabında yer alır. Bu son başarısı olur Platonov’un, 1951’de oğlundan kaptığı veremi ilerler ve vefat eder.
Birbirimiz İçin Yaşayacağız’ın büyük bölümünde Platonov’un çalışmak için ailesinden ayrıldığı yıllarda eşi Mariya’ya yazdığı mektuplar yer alıyor. Henüz oğlu Platon bir-iki yaşındayken arazi ıslah çalışmaları için gittiği Tambov’dan yazdığı mektuplarda özlem duygusunun yanı sıra, belki ondan da fazla geçim sıkıntısı yer alıyor, ayrıca eşi Mariya’yla birbirlerini hayli kıskandıklarına dair cümleler, paragraflar da hiç az değil. Platonov’un çalıştığı yerdeki insanlarla başı pek hoş olmamış, yapmak istedikleri engellenmiş, karşısına zorluklar çıkarılmış, dedikodular, ayak oyunları gırla gitmiş. Bir mektubunda “bürokratik bağırsakta çaresizim aslında” diye yazdığını belirtmek yeterli olur sanırım. Petro zamanında İngiltere’den Rusya’ya gelmiş, Don ile Volga arasında bir kanal açma işini üstlenmiş bir mühendisin başından geçenleri anlattığı “Yepifan Savakları” öyküsünü (Türkçede Muhteşem Vahşi Dünya başlıklı öykü derlemesinde yer alıyor) o yıllarda yazmış. Mariya’ya yazdığı mektuplarda bu öyküden de söz ediyor. Öykünün başkahramanını neden İngiliz ve öykünün geçtiği dönemin de neden Petro zamanı olduğu açık. Platonov, Çevengur ve Çukur romanlarında da bürokratizme ağır eleştiriler yöneltmiştir; arazi ıslah çalışmaları sırasında yaşadıklarının, tanık olduklarının bu romanların yazılışında etkili olduğunu düşünebiliriz.
“İlgiliye” hitabıyla Ağustos 1927’de İnşaatçılar Birliği ve Orman İşçileri Merkez Komitesinde yaşadıklarını anlattığı mektubunda büyük bir açık sözlülükle şunları yazmış Platonov.
“İnsanla dalga geçip ona eziyet eden bürokrasinin son numarası değil mi bu? Bunlar kendilerine insan mı, yoldaş mı diyorlar? Bunlar cellat. Ben böyle başkanı olan sendikadan kendim giderim. Onlar o uzaklardaki büyük kalabalıkları düşünmeye alışmışlar, ancak o kalabalığın kanlı canlı üyesi karşılarına çıktığında ona kolayca ve acımadan silkeleyip atabilecekleri bir toz tanesi muamelesi yapıyorlar. […] Ben ‘uzm.’ değil uzmanım, en az MK [İnşaatçılar Birliği ve Orman İşçileri Merkez Komitesi] kadar proleterim. Bir tesisatçının oğluyum (babam hayatta ve otuz yıldır çalışıyor); 1917’ye kadar işçi olarak çalıştım, dökümcülük ve elektrikçilik yaptım.”
Öfkeli ve kendine güveninin yüksek olduğu dikkat çekmiş olmalı. Sonuçta devrimi görmüş, devrimi yaşamış kuşaktandır Platonov, sonraları karşıdevrimci olmakla suçlanacak olsa da devrimci ruhunu yitirmemiş, aksine bürokrasiyle mücadeleyi hep göze almıştır. Tambov yıllarında canını dişine takarak çalıştığını anlatır mektuplarında; evet, geçim derdi vardır, orada kazanacağı paraları önemser, ama bir şeyler de yapmak ister. Buna imkânı olduğunu düşünür. Umutludur Tambov’a geldiğinde, beklentileri vardır. “Moskova’da insanlar tükenip gidiyor, burada hiç olmazsa güç de, emek de damla damla karşılığını buluyor” diye yazar Mariya’ya. Çok çalışıp didinir, kötü gittiğini gördüğü uygulamalara son vermeye, hataları düzeltmeye, çalışmadan maaş alanların çalışacakları yerlere gönderilmelerinin sağlanmasına çalışır. Bir mektubunda, “İki ateş arasındayım” diye özetler içinde bulunduğu durumu, “sana duyduğum özlem ve işimde başarı mücadelem.” Emeğin damla damla karşılığını bulduğunu iddia ettikten çok değil, iki-üç ay sonra umutsuz satırlarla doludur yazdığı mektup: “Tambov’da daha fazla çalışamam. Tüm enerjime ve çabama, soğukkanlılığıma ve tecrübeme rağmen burada zehirliyorlar beni. Neden, ne uğruna bu kadar yoruyorum kendimi?”
Yazar mektuplarını okurken ister istemez yapıtlarıyla yazarın hayatı arasında bir ilişki olup olmadığını düşünüp sorgularız. “Yepifan Savakları”nın Tambov’da yaşadıklarıyla doğrudan ilgili olduğunu Platonov da belirtiyor. Bir mektubunda “Burada bitiriyorum, Petro’nun Don Volga kanalındaki işim beni bekliyor” diyor. Bununla birlikte, Mariya’nın bir başka öyküdeki adamla kendisi arasında kurduğu bağa ise itiraz eder Platonov – mektubun içeriğinden Mariya’nın kıskançlığının bu açıklamayı yapmaya ittiği anlaşılıyor.
“Hepsinden önce şuna açıklık getireyim, ben Kirpiçnikov [Platonov’un “Doğa Yolu” öyküsünün başkahramanı] değilim. Gelelim nedenine. Benim ideallerim tek tip ve kalıcı. Sadece değişmeyen fikirlerimi yazarsam bir edebiyatçı olamam. Beni okumazlar o zaman. Ayakları üzerinde duran edebi eserler yaratmak için kendi düşüncelerimi olabildiğince bayağılaştırmalı ve değiştirmeliyim. Tam anlamıyla bayağılaştırmalıyım! [Vurgu metinde.] […] Hayatımı yazdıklarımla karşılaştırmak saçmalığın ta kendisi. Hakikatteki beni ben bile daha kimseye göstermedim; gösterir miyim, ondan da pek emin değilim. Bunun için de birçok geçerli sebebim var ama en önemlisi kimsenin gerçek anlamda ilgisini çekmeyeceğim.”
Geçim sıkıntısından ve bürokrasiden söz ettim, mektuplarda sıkça değinilen bir husus daha var bunlarla ilgili. Platonov, sık sık Mariya’dan yazmış olduğu öykülerden birini bir dergi ya da gazeteye götürmesini istiyor, o öykünün telifini alabilmesi için neler yapması gerektiğini de ayrıntılı olarak anlatıyor. Mektuplardan aldığı maaşın büyük bölümünü eşine gönderdiği, ailesine daha fazla para gönderebilmek için Tambov’daki harcamalarını kıstığı anlaşılıyor, ciddi bir geçim sıkıntısı çekiyorlar (mektupların yazıldığı her dönemde devam ediyor üstelik bu sıkıntı) ve yazdıklarının karşılığında alacağı teliflerle bir parça daha rahatlayacaklarını umuyor. Ne var ki çoğu kez işler umduğu gibi gitmiyor. Yayın dünyasının da ayrı bir bürokrasisi var.
Yayın dünyasındaki bürokrasi sadece ödemeler, kitabın nasıl ve ne zaman basılacağı konularda sorun çıkarmamaktadır Platonov için; bürokrasinin en önemli mekanizması sansür kuruludur ve Platonov’un daha önce içerisinden bazı bölümleri yayımlanan Çevengur isimli romanı 1929’da reddedilir. Bu red kararından Gorki’yi haberdar ederken, kendisine “romanının karşıdevrimci bir roman olarak dahi anlaşılabileceği[nin]” söylendiğini belirtir. Kitaptaki dipnotta ise KGB’nin öncülü OGPU’nun raporunda Çevengur'un, “nadir görülür keskinlikte ve nadir görülür zararda bir eser” olarak nitelendirildiği belirtiliyor. OGPU’nun önerisi de ilginçtir: “Yapılabilecek en iyi şey romanın haklarını yazardan satın almak ve bir on yıl kadar bekletmek.”
Platonov’un bu romanın yayımlanması için yardım istediği Gorki, bir yandan Platonov’u över: “Yetenekli bir insansınız, bunda şüpheye mahal yok, şüphesiz kabul edilebilecek bir başka gerçekse özgün bir dilinizin olduğudur”, bir yandan da romanın teknik eksiklerini sıralar: “gereksiz uzun, diyalogları fazla, olay örgüsü kapalı, fazlaca üzerinden geçilmiş.” Peşinden sansür kurulunun neden bu romanın yayımlanmasını istememiş olacağına dair düşüncesini ifade eder:
“İşinizin tartışılmaz yetkinliği bir yana, basılabileceğini düşünmek hayli zor. En önemli engel anarşik düşünce yapınız, belli ki bu ‘ruhunuzun’ doğasında olup biten bir şey. İsteseniz de istemeseniz de bu böyle: lirik-satirik bir karakteri tüm yönleriyle aydınlatmışsınız, bu da bizim sansür kurulunun hoşuna gitmemiş belli ki. Tüm karakterlere karşı ne kadar zarif olursanız olun, son hatları bir ironi ile çizilmiş sanki, okur karşısında devrimci diye ‘çatlakları’ ve ‘yarım akıllıları’ görüyor.”
Gorki, o dönem Sovyetler Birliği’nde çok önemsenen bir edebiyatçı, ama sene 1929’dur ve Stalin’in mutlak iktidarı başlamış, muhalifler üzerindeki baskı artmıştır. Böyle bir dönemde gizli polis teşkilatının karşısına çıkmak istemediği anlaşılıyor Gorki’nin. Gerçi hakkını yemeyelim, Birbirimiz İçin Yaşayacağız’daki bir başka dipnottan, Gorki’nin Moskova Akademik Sanat Tiyatrosuyla görüştüğünü Çevengur’un belirli bölümlerinin komedi olarak sahneye konulabileceğini belirttiğini öğreniyoruz. (Hangi bölümlerin? Daha doğrusu Gorki’nin hangi bölümlerin olmaması gerektiğini düşündüğünü insan merak ediyor!) Ne var ki Gorki’nin tavsiyesine rağmen Moskova Akademik Sanat Tiyatrosu, oyun olarak aynı tadı vermeyeceğini gerekçe göstererek oyunu sahneye koymamış. Platonov, Çevengur’u okuduktan sonra yazdıkları için Gorki’ye minnettarlığını şöyle ifade ediyor:
“Birçok insan kolektivist bilince sahip, ancak içlerinden çok azında kolektivist hissiyat ve eylem var. Bu yüzden böylesi –maalesef– nadir görülen bir anlayışa sahip olduğunuz için de teşekkür ederim. Belki de çok yakında, Sovyetler Birliği’nde karşılıklı arkadaşlık hissiyatı ‘somutlaşır’, böylesi daha güzel olacaktır. Yazdıklarım bu fikre adanmış şeylerdi, basılamayacak olmaları tam da bu yüzden ağır geliyor.”
Platonov’un yapıtlarında, özellikle Çevengur’da dostluk çok önemli bir yer tutar. Tanıl Bora bir yazısında bu bahsi etraflıca ele almıştı, şu hususun altını çizer Bora: “Gariban ve cahil Çevengurlular[ın] ‘komünizme yer açmak’ için yaptıkları en temiz iş, arkadaşlıklarına sarılmak, komünist ütopyaya ‘ermek’ için geliştirdikleri en sağlam düşünce, ‘birbirleri için fikir olmak’tır.” Platonov’un ütopyasında komünizm aynı zamanda bir dostluk rejimiyken (kolektivizmi bir bilinç meselesi olmaktan önce bir duygu ve eylem meselesi olduğunu vurgulaması da dolaylı olarak bunu gösterir), gerçek yaşamda karşılaştığı tam tersidir: Bir bürokrasi rejimiyle karşılaşmış, ters düşmüş, çatışmak durumunda kalmıştır.
Sonraki yıllarda edebiyat ve yayın dünyasında işleri daha da zorlaşır Platonov’un. Yazının başında hayat hikâyesini özetlerken belirttiğim gibi önce “Şüpheli Makar” öyküsü sonra da Krasnaya Nov’da yayımlanan “İlerisi İçin” başlıklı öykü başına iş açar. Bu dönemde bir kez daha öykü kişisi ile yazarın aynı kişi olmadığının altını çizme ihtiyacı duyar; daha öncekinde Mariya’nın kıskançlığı söz konusuydu; bu kez Pravda’da yayınlanan Averbah’ın eleştirisi nedeniyle gazetenin yazı işlerine edebiyatın bu en temel meselesini anlatmaya çalışır:
“Makar’ın duygu ve düşüncelerinin bana atfedilmesi edebi eleştirinin ötesine geçen bir şeydir, kendi öykümün kahramanı ben değilim, ben sadece okur onları daha iyi görebilsin, kendisini daha çok öykünün içinde hissetsin diye tasvir ettiğim kahramanlara bütünüyle ‘iradelerini’ teslim eden bir yazarım.”
Daha fenası “İlerisi İçin” yayınlandığında sadece edebiyat bürokratlarının değil Stalin’in de şimşeklerini çeker. Platonov’un kullandığı bazı kelime ve ifadelerin altını çizer ve gazete yazı işlerine gönderdiği notta onu “düşmanlarımızın ajanı”; öyküyü de “kolhoz hareketinin motivasyonunu bozmak için yazılmış” diye nitelendirir. Bu dönemde Platonov Stalin’e, Pravda ve Literaturnaya Gazeta’ya özeleştiri mektupları yazmak zorunda kalır. Stalin’e yazdığından bir bölüm:
“Her biri gerçek birer Bolşevik olan en iyi yoldaşlarımın ideolojik yardımları sonucunda, ben de önceden yazmış olduğum eserleri sanatsal anlamda içten içe reddettim; politik anlamda da reddedilmeyi hak eden eserler onlar, ortadan kaldırılmayı ya da gün yüzü görmemeyi hak ediyorlar.”
Doğrudan Stalin’e mektup yazan ilk edebiyatçı değildir Platonov. Ondan 10-15 yaş büyük, bir önceki kuşaktan sayılabilecek iki yazar, Zamyatin (doğumu 1884) ve Bulgakov’un (doğumu 1891) da Stalin’e yazdıkları mektuplar mevcuttur. Onların mektupları Platonov’dan farklı olarak birer özeleştiri metni değil, yurtdışına çıkmaları için izin verilmesi hakkındadır. Her ikisi de 1920’lerin sonu ve 1930’ların başında ciddi baskı altındadırlar. Bulgakov’un eserlerinin yayınlanması ya da oynanması sürekli olarak yasaklanmaktadır, bütün yapıtları da kötüleme kampanyalarıyla karşı karşıyadır. Bunun üzerine ülkeden ayrılmaya karar verir, ama resmi mercilerden yurtdışına çıkış için istediği izinler verilmez. Bunun üzerine Bulgakov son çare olarak Stalin’e mektup yazar. Stalin’e Mektuplar’ın önsözünü yazan Marianne Gourg, Stalin’e mektup yazmanın Bulgakov’da tutku hâlini aldığını belirtir –çoğunu göndermemiştir. Ancak 28 Mart 1930 tarihli olanın özel bir önemi vardır. Bu mektubunda Bulgakov, kendi edebî portresini izah ettikten sonra Stalin’den yurt dışına çıkmasına izin verilmesini ya da kendisine bir iş verilmesini talep eder, mektubunu, “sahneleyici olarak atanmazsam bir figüranlık işi istiyorum. Ve eğer ben figüran da olamazsam bana beden gücü kullanacağım bir iş verilsin. Ve eğer bu da olanaksızsa, Sovyet hükümetinden benim için ne uygun görürse onu yapmasını, fakat kımıldamasını istiyorum; beş piyes yazarı, Sovyetler Birliği’nde ve dışarıda tanınan bir tiyatro yazarı bugün sefaletle, sokakla, ölümle karşı karşıya bulunmaktadır,” diye bitirir. Bu mektubun gönderilmesinden üç hafta kadar sonra Stalin, Bulgakov’a telefon açar ve iş konusunda yeniden istekte bulunmasını söyler. “Bana öyle görünüyor ki, bu kez, kabul edecekler,” dedikten sonra yakında yüz yüze de görüşebileceklerini ima eder. Gourg, Bulgakov’un “uzun süre yeni bir konuşma olanağına” inanıp mucize beklediğini ve “çok sonra bu tutumunda yanıldığını, ‘bütün kusurların en kötüsü’ olan gevşekliğini ortaya koyduğunu anla[mış]” ve bunu Usta ile Margarita’da yazmış olduğunu belirtiyor. Stalin’e Mektuplar’daki dipnotlardan birinde ayrıca Stalin’in telefon açtığı tarihin Mayakovski’nin intiharından sadece 4 gün sonra olmasına da dikkat çekilir.
Zamyatin de Stalin’e gönderdiği mektubunda son zamanlarda başına gelenleri yazmıştır, kitaplarının dağıtımının engellenmesi, dört yıl sürekli dolu oynayan Pire piyesinin programdan çekilmesi, yönetici olduğu yazar örgütünden ayrılmaya zorlanması vs. Ancak Zamyatin mektubunu Bulgakov’dan çok farklı bir stratejiyle kaleme almıştır.
“Sovyet ceza yasası idamdan daha ağır bir ceza öngörüyor: Suçlunun yurttaşlık haklarından yoksun bırakılması ve ülke dışına çıkarılması. Eğer ben gerçekten suçlu isem ve cezayı hak ediyorsam, kanım odur ki, edebiyatta öldürme söz konusu olmamalıdır, bu nedenle sizden eşimle birlikte Sovyetler Birliği topraklarından çıkarılma cezasına çarptırılmak istiyorum. Eğer suçlu değilsem geçici bir müddet için karımın ve benim yurtdışına gitmemize izin verilmesi isteğinde bulunuyorum.”
Bu mektubun tarihi Haziran 1931; Platonov’un özeleştiri mektubunun tarihinin de 8 Haziran 1931 olması ilginç. Zamyatin, belli ki Bulgakov’un bir yıl önceki hatasından ders çıkarmıştır. Daha sonra Bulgakov’a bir mektubunda şöyle yazar Zamyatin: “Bir yanlışlık yaptınız, o nedenle bir redle karşılaştınız. Mektubunuzu kötü tasarladınız, devrim, evrim, yerme üzerine gözlemlerinizi yazdınız… Halbuki açık ve kesin olarak, sizin sadece yurtdışına gitmek istediğinizi yazmanız gerekiyordu, nokta!”
Platonov’un Bulgakov ve Zamyatin’inki gibi talepleri yok mektuplarında, özeleştiri veriyor ve önceki davranışlarını telafi edeceğini taahhüt ediyor. Tabii, onun mektubunda başka talepler saklı. Yaşama hakkının ve yazar olma hakkının tanınması, korunması. Stalin’e ve gazetelere mektup yazdıktan bir-iki gün sonra Mariya’ya yazdığı mektubun satır arasında bunları görmek mümkün.
“Kıvranarak da olsa, her şeyi etraflıca düşünüp taşındıktan sonra […] edebi geçmişime sünger çekmeye ve yeni bir hayata başlamaya karar verdim. […] Görüştüğümüz zaman sana açıklayacağım, sen de anlayacaksın bunun nasıl bir cesaret gerektirdiğini. Başka bir çıkış yolu yok. Tabii ölümü saymazsak. Tüm bunlar benim için en zor zamanların geldiğine işaret ediyor. Hiçbir zaman şartlar benim için şimdi olduğu kadar ağırlaşmamıştı. Üstelik tamamen yalnızım. Tüm arkadaşlarım sahteymiş meğer, şu aralar hiçbirine lazım değilim.”
Sonraki yılların zorluğunun örnekleri de var mektuplar arasında. 1932’de Gorki’ye ve Stalin’e sahnelenemeyen bir piyesine izin verilmesi için devreye girmelerini talep ettiği mektuplar yazmış. Durumunu Stalin’e olanca açıklığıyla açıklamaya çalıştığı görülüyor.
“Kısacası şimdilerde hiç kimse benim yazdığım hiçbir şeyi yayımlamaya cesaret edemiyor, çünkü sizin bana olumsuz yaklaştığınıza dair bir algı var. Bir tek ben böyle düşünmüyorum, çünkü kendimi ‘İlerisi İçin’den ve diğer sakıncalı eserlerimden soyutlayabildiğimi düşünüyorum. Her şey bir kenara sizi ‘Platonov’dan nefret eden bir adam’ diye tasavvur etmek aptalca bir şey olurdu. Bu sizi hiç tanımamak, tasavvur dahi edememek anlamına geliyor olmalı.”
Gorki’ye 1933 Mayıs’ında yazdığı mektuptaki şu satırlar hayli umutsuz ve kederli: “Sizden günün birinde bir Sovyet yazarı olma ihtimalimin olup olmadığını öğrenmek, bu konuda tavsiye almak istiyorum.”
1934 ve 1935’te iki kez Türkmenistan’a gider Platonov. Birbirimiz İçin Yaşayacağız’da her iki seyahatinden Mariya’ya ve oğlu Platon’a yazdığı mektuplar yer alıyor. 1934’teki gidişi kalabalık bir yazar topluluğuyla birliktedir. Onlardan pek hoşnut değildir. “Yazar kardeşler birbirlerini bıktırdı” der bir mektubunda. Platonov’a da iyi davranmadıklarını anlarız –ne de olsa 1931’deki “Şüpheli Makar” ve “İlerisi İçin” vakaları biliniyordur, ona yakın olmak rejimin şimşeklerini kendi üzerine de çekmek riski barındırmaktadır. “Bana karşı sürekli senin de bildiğin tarzda davranıyorlar, ama ben çok önemsemiyorum. Ciddi bir iş yapmak üzere buraya geldim, çöl için ve Asya için.” Platonov’un Can romanını okuyanlar orada çölün ve çöldeki hayatın nasıl müthiş bir dille ve ayrıntılı tasvirlerle anlatıldığını bilirler. Türkmenistan gezilerindeki gözlemlerinin bazılarını mektuplarında eşine ve oğluna da aktarmış. Çöldeki bir gezisinden söz ederken, “İlk yıldızlar belirene kadar kaldık. Yıldızların altında çöl inanılmaz bir izlenim bıraktı bende. Daha önce anlamadığım şeyleri anladım sanki” diye yazar. Gerçekten de Can’daki bakış açısı önceki yapıtlarından farklıdır; var olmaya, var kalmaya başka bir yerden, daha yukarılardan ya da yıldızların ışığı altında bakıyordur.
Platonov’un Sovyetler Birliği zamanında yayınlanamayan eserleri 1991 sonrasında ya ilk kez ya da sansürsüz yayınlanırken, onun başyapıtlarından sayılan Can, ilginç biçimde sansüre uğramıştır. Platonov’un yapıtlarını İngilizceye çeviren Robert Chandler, Soul and Other Stories için kaleme aldığı giriş yazısında, Can'ın Rusya’da ancak 1999’da sansürsüz yayınlanabildiğini belirtir. Stalin sonrası, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov dönemlerinde, bazı cinsellik içeren sahneler ile Stalin’den övgüyle söz edilen cümleler (Çagatayev, çölde terk edilmiş, kimsesiz bir çocukken kendisini “bir çoban ve Sovyet iktidarı sahiplen[diğini]; yabancı bir adamın, Stalin’in karnını doyur[duğunu]” söyler mesela) hep sansürlenmiş. Stalin övgüsünün liberal editörleri ürkütmüş olabileceğini yazan Chandler, bu övgülerin güvenilmez olduğunu, Stalin’e görünüşte yapılan övgülerin metnin bütünündeki anti-Stalinist hücumu gizlemediğini de vurgular.
Beri yandan, 1930’ların başında önceki kitaplarından ötürü özeleştiri verirken geçmiş hatalarını telafi edeceğini belirten Platonov’un bu romandaki Stalin övgüleriyle bunu mu amaçladığı sorusu akla gelebilir. Chandler de haklı, çünkü romandaki komünist figür alabildiğine bürokratik bir tiptir –çöldeki Can halkının var kalabileceğine asla inanmaz ve onların kayıtlarını bir an önce silme isteğini dışavurmaktan çekinmez. Belki şöyle bir spekülasyon yapılabilir. Stalin’i övmesi gerektiğini düşünmesine rağmen Platonov’un kalemi gördüklerinin, yaşadıklarının gerçekçi bir resmini çizmekten geri duramamıştır. Her durumda 1931’de Mariya’ya Samara’dan yazdığı mektupta samimi olduğunu düşünebiliriz. “Musya, bir görsen insanlar ne zor şartlar altında yaşıyorlar, tek kurtuluş sosyalizm, yolumuz da inşa yolu, zamanı etkili kullanma yolu, doğru olan da bu.”
İkinci kez gittiği Aşkabat’tan dönmesinden birkaç ay sonra Mariya’ya şöyle yazar Platonov: “Birileri bana Stalin’in güya artık hakkımda iyi şeyler düşündüğünü söyledi. Bir hayli bilgiye sahip birileri söyledi bunu. Olması muhtemel.” Ne var ki aradan üç yıl geçmeden hayatının en büyük felaketiyle karşılaşır Platonov, oğlu tutuklanır. Sene 1938’dir. Pek çok muhalif siyasetçi ve aydının yanında İzak Babel ve Boris Plyniak gibi edebiyatçıların da idam edildikleri “Büyük Terör” zamanıdır. Bu dönemde ulaşabildiği her yere mektuplar yazarak (aralarında Stalin de vardır) 15 yaşında oğluna yöneltilen suçlamaların saçmalığını anlatmaya çalışır, tahliyesini sağlayamıyorlarsa, en azından babasıyla annesinin Platon’u görebilmelerinin sağlanmasını ister. Mümkünse oğlunun yerine kendisini tutuklamaları talep eder, ama bu bile gerçekleşmez.
Birbirimiz İçin Yaşayacağız’daki dipnotta bu dönemde Platonov’un Şolohov’un tavsiyesi üzerine bu mektupları yazdığı, ilk mektubu bizzat kendisinin Stalin’e teslim etme sözünü verdiği belirtiliyor. İlk mektuba cevap alamayınca Şolohov ikinci mektubu Sovyet Güvenlik Sekreteri ve Gizli Polis şefi olan Beriya aracılığıyla Stalin’e iletme girişiminde bulunmuştur. Yazının başındaki özette belirttiğim üzere Platonov’un oğlu 1941’de serbest bırakılır, ancak cezaevi ve çalışma kampı koşullarında verem olmuştur, 1943 başında hayatını kaybeder.
Bu büyük yıkımın ardından Platonov yazmayı sürdürür, para kazanmak ve ailesini geçindirmek için elinden gelen odur. Bu arada bir kızları olur, onun yanı sıra Platon’un oğlunun velayetini de almak ister, ama alamaz. Peşinden oğlundan kaptığı verem onun da ölümüne neden olur.
Andrey Platonov, 13 Şubat 1927’de karısı Mariya’ya, “Biliyor musun aklıma ne geldi: Eğer senin ve benim mektuplarımızı bir araya getirirsek, şöyle bir düzene sokarsak, belli yerlerini baştan yazarsak, belki ilginç bir roman çıkabilir ortaya” diye yazmıştır. Birbirimiz İçin Yaşayacağız’daki dipnotta Platonov’un “bu proje[yi] Bir Zamanlar Âşıklar adlı romanda gerçekleştirmeye çalıştı[ğı] ancak romanın yarım kaldı[ğı]” belirtiliyor. Birbirimiz İçin Yaşayacağız’ın sonuna bu roman projesinden dokuz-on sayfalık bir bölüm eklenmiş. Buradaki metinler kitapta yer alan bazı mektuplarla aşağı yukarı aynı. Platonov, küçük ekleme ve çıkarmalar yapmış. Ara başlıktaki cümle –“Sanki canlı canlı yaşanan bir romanın içindeyim”– eklediklerinden. Orijinal mektupta çalışırken yaşadığı zorluklara değindikten sonra oradaki yaşam koşulları nedeniyle karısının yanına gelmesini isteyemeyeceğini belirtiyor. Bu cümleleri oldukları gibi Bir Zamanlar Âşıklar projesine de aktarmış, ama araya bu cümleyi de sıkıştırmış.
Platonov, burada hakiki mektuplardan oluşan metni romana benzetmemiş, bunun romandan da öte bir şey olacağını belirtmiş, imkânsız bir nitelik eklediği: “canlı canlı yaşanan”. Edebiyat yapıtlarının yazarın yaşadıkları ve gözlemledikleriyle arasındaki derin bağ inkâr edilmemekle birlikte yaşanma ânıyla yazılma ânı arasına zaman girmesinin kaçınılmaz olduğu hatırlatılmıyor mu burada? Oysa mektuplarda bu ikisi eşzamanlı gibidir, yaşanırken yazılmış gibidir – “canlı canlı”dır. Ayrıca Platonov bu önsözün girişinde, “Bana kalırsa insanların mektuplarını sadece toplayıp basmak bile dünya çapında yepyeni bir edebiyat doğuracaktır” diye yazmıştır, “Edebiyat elbette insanları gözlemlemenin sonucunda ortaya çıkar. Onları gözlemlemek için de mektuplarından daha iyi bir yer olabilir mi?”
Birbirimiz İçin Yaşayacağız’da Platonov’un trajik hayat hikâyesini gözlemleyebiliyoruz. “Hayatımı yazdıklarımla karşılaştırmak saçmalığın ta kendisi. Hakikatteki beni ben bile daha kimseye göstermedim; gösterir miyim, ondan da pek emin değilim" demiş olsa da, bu “yazdıklarına” mektupları dâhil değil, Mariya’ya yazdıkları elbette. Yapıp ettikleri, yazıp çizdikleri değil iç dünyası da satır aralarında görünüyor, aşkı, öfkesi, özlemleri, derinlerdeki yalnızlığı, tutkuları, korkuları, gelgitleri, kendine güveni ve güvensizlikleri. Bir Zamanlar Âşıklar’ın önsözündeki şu cümle de özeti gibi bu mektupların.
“İnsanın güçlü organizması kendi içinde nasıl debelenip duruyor, biteviye desteklenen o canlı güç, yaratmak için çırpınarak nasıl kuduruyor, yaratmak için çırpınarak nasıl kuduruyor, karşısına çıkan acımasız felaketlere nasıl dimdik başkaldırıyor göreceksiniz.”