Özlemin mihenkleri barok ağaçlar âleminde

Recoleta Meydanı’nda tarihî mezarlık ile bir o kadar ünlü kahve La Biela çaprazında yükselen, köklerine iliştiğim anıt ombu beş yüz yıldır mı orada...

07 Mart 2019 11:00

Gerçeklerin ironik çıkışlar, tuhaf süprizlerle içiçe geçmiş karmaşık biçimine ancak romanlarla erişiriz; ama şimdi roman yazmanın ne sırası, ne yeri. Neyse ki gerçeklerin zenginliğini kavramak için tek çıkar yol romanlar değil, anılar da var. Anıların doğasını oluşturan şey olayların çeşitliliği değil, tek tek ayrıntıların sürekliliğidir.
Evaristo Carriego

Giderek eskidiğimi düşünüyorum. Lokanta eleştiri yazılarım yayımlanmaya başladığında heyecanla çıkar Cağoloğlu yokuşunu yaşlı ağaçların gölgesinde serinleyen Nuruosmaniye’ye saptığımda çarpıntı artar, elle yazdığım metinleri elden teslim etmeye giderken gazeteye, kaygılanırdım. El yazım yeterince okunaklı mı, dizgi hatası olmaksızın basılabilecek mi; beynimi kemiren itiş kakış sorular adımlarıma dolanırdı yazı işlerinden içeri girerken. Çok geçmedi, sözcük işlemli daktiloya sahip oldum. Mucize bununla kalmadı devasa masaüstü bilgisayar, bir o kadar kocaman yazıcı girdi hayatıma, faks makinası geldi ardından. Masaüstü dizüstüyle, tarayıcı faksla yer değiştirdi peşi sıra harici bellekler, mobil wi-fi aleti derken masa daraldı, yazı odası kalabalıklaştı, prizler yetmez oldu, çoğaldı uzatma kabloları. Şikâyetçi sayılmam zamana ayak uydurabilmekten, yazı masasının üzerinde bir dolu adaptör, kablo biribirlerine, ellerime dolanmasa.

Taşa tahtaya, çamura hamura yazmaktan bu yana, çok değil, topu topu birkaç bin yıl geçti. Son on yıllarda ekrana yazıyor, ekrandan okuyoruz. Olabildiğince çıktı almıyor, sayfalarca yazım hatası dolu kâğıt buruşturup çöpe atmıyor, defterler dolusu not, anı biriktirip kâğıt tüketmediğimizle gururlanıyoruz ağaç katliamına katkıda bulunmadığımız için. Ne ki, ben hâlâ kitapları makina ekranından okumayı kabullenemeyengillerdenim. Kitaba dönüşmüş, beden ısısındaki kırık beyaz kâğıda dokunmanın yumuşak sıcaklığında bilgiye erişmenin keyfini ekrana değişmiyorum. Yasak meyve elma mı, ayva mıydı tartışıladursun, bilgiyi ağaçtan tüketmeyi sürdürüyor, gövdesine yaslanıp gölgesinde okumayı pek bir seviyorum.

İlk kâğıt, malum, papirüs, ardından şimdilerde pek bir hayatımıza giren bambu hamurundan, derken yaklaşık birinci yüzyılda dut ağacından- söylenceye göre, Çinli yasa adamı Cai Lun tarafından üretilmiş. Dut ağacından kindle’a gelene porsuktan okaliptüse nice ağaç türü–hâlâ, kâğıt yapımında kullanılmakta. Yakın zamanlarda da ağaç katliamına katkıda bulunmakszın, dönüştürülmüş, doğayı kirletmeyen organik kâğıt üzerine asit içermeyen mürekkeple basılan kitapların üretildiğini bilmek az biraz vicdan rahatlatıyor.

Monumento a Eva Peron, Riccardo Giannetti

Kitabı elime aldığımda bir ağaca dokunurum. Ağacın hangi coğrafyadan geldiğini, kâğıdın ne tür ağaçtan üretildiğini bilmeksizin, yazarın ülkesindeyimdir okurken. Sayfaları çevirir, kokusu, konusu, konumuna göre ülkenin sokaklarında, kırsalında dolanır, ağaçlarını kucaklar, börtü böceklerinle yarenlik, satır aralarında yazarla sohbet eder zamanda gezinirim. Bu kez Arjantin’deyim: Buenos Aires sokaklarının anıtsal boyutlardaki ağaçlarına dokunuyor, köklerine ilişiyorum gerisin geri düşmemek için boynumu gidebildiğince arkaya yatırırken bulutlara uzanan dalları, ağacın bütününü görmeye çalışıyorum. Nafile. Sığmıyor merceğe ayrıntılar, anılar.

Ağaçtan yapılmanın ötesinde her bir kitabın içeriğinden içre de bir öyküsü olduğuna inanırım: Yazar, ağaç, kitap başlı başına bir âlemdir. Bu üçlü bütün, bir kültürün sacayağı, kökleri geçmişten geleceğe– yerine göre, gelecekten geçmişe uzanan zamansız bir duruşun da öyküsüdür. “Hayatta dikili bir ağacı olmak” deyişinin günümüz obur tüketim kültürüne pek uygun anlamının aksine, dikili bir ağaç derin ve geniş anlamıyla köklerle ilişkilidir: Kök hücre, kök salmak, sağlam köklere sahip olmaktan, köklü bir geleneğe, kültüre uzayan çetrefil bir ağ. Kök saldıkça derinlere güçlenir ağaç, sonsuzluğun zeminine demir atar.

İşte, Recoleta Meydanı’nda tarihî mezarlık ile bir o kadar ünlü kahve La Biela çaprazında yükselen, köklerine iliştiğim anıt ombu (Phytolacca dioica); beş yüz yıldır mı orada? Neler gördü yaşadı sözcüklere dökebilseydi o görkemli kökler dünyanın çeperini birkaç kez dolanacak uzunlukta bir kitaba dönüşürdü ola ki. Çocukluğunda kimler oturdu, tırmandı, ne büyülü düşler kurdu zamana tutunurcasına yılankavi yayılan fantastik formlara dokunurken, neler esinledi kim bilir. Ernesto Sabato El Túnel’de ruhuna işkence eden kurgu kahramanından Nunca Más editörlüğüne giden tünellerde kaybedilenlerin işkence izlerini, “kirli savaşlar” diktatörlüğünün kanlı belgelerini derlerken ürkünç köklü ağacın fısıltılarına kulak vermiş miydi?  Ola ki, mezarlıkların efendisi hayaletler yontusal ombu köklerinin karanlıklarından Sobre héroes y tumbas ve Abaddón El Exterminador kahramanlarını doğurmuştur.

Ombu ağacı, Buenos Aires

Beş bir yana uzattığı güçlü kollarını taşımakta zorlanan, beton destekler ve yakın zamanlarda bir dalı göksel cennetleri sonsuzluğa taşıyan Atlas heykeline yaslatılan az ötedeki gomero (Ficus Macrophylla) çocukken mi Borges’in labirentlerde yolunu aramasına esin kaynağı olmuştu? Yoksa, ombu köklerinin kıvrımları mı tetiklemişti kurgu büyücüsünün gerçekle gerçek dışı ara boyutundaki çetrefil metinlerini, kahramanlarını? Evaristo Carriegoda mahallesi Palermo’yu anlatırken gomero ile akraba pek çok incir (Ficus carica) vardır sokaklarda, bahçelerde. Kırsaldan hoşlanmadığı bilinir ama bahçeli evde büyüdüğü, çocukluğunda bakıcısı veya annesiyle, yaşadığı Palermo mahallesindeki “sessiz bir ağaç deposu, başkentteki tüm gezintilere ev sahipliği eden” Jardín Botánico ve en çok da tutkulu olduğu kaplanı görmeye, O günlerde Yabani Hayvanlar diye adlandırılan Hayvanat Bahçesi’ne sık gittikleri bilinir.[1]  O bahçeler ki muhteşem ağaçların gölgesinde gezilir, görmezden gelmesi, çocukluğundan itibaren etkilenmemiş, ilerleyen zamanda esinlenmemiş olması düşünülemez.

Neredeyse durağan bir zaman dilimi olan bu tarih öncesini –Buenos Aires’in, yüz yıllar boyunca ülkenin sırt çevirdiği, bomboş, bataklık bir arazi olan Palermo’ya doğru yorgun ilerleyişinin farklı evreleri- yeniden yakalamaya kalkışmak, bir önemsiz olaylar tarihi örmek kadar anlamsız bir uğraş olurdu. Burada önerilecek en doğru yol, sinema sanatında kullanılan yöntemi kullanmak ve yavaş yavaş uzaklaşarak yok olan imgeler sıralamak:[2]

Zaman özlemdir Evaristo Carriego’da; betimlediği Palermo ve Borges hayranlığı etkili oldu Palermo Viejo’yu seçmemde. Mahalle hâlâ bıçakların ve gitarların Palermo’su[3] idi, namından ötürü kalburüstü dostlar davetlerimi kabul etmekten çekinirdi. Sabaha karşı milongadan dönerken taksinin önüne atlayan karnaval giysili travestileri kollayalı nice sular aktı Eski Palermo’ya yerleşmemin üzerinden; göz açıp kapayana kadar dört kapısı, lastikleri çalınmış arabalar görece seyreldi sokaklarında. Yaklaşık yüz elli yıllık evin düz damından içeri yağan yağmura çanak, çömlek, leğen yetişmeyeli dönüştü, seçkin mahalle oldu bıçkınların mekânı; kibrit kutusu boyutlarında beton yapılar, butik otel, bar, lokantalar, trafik, gasp arttı terk etme zamanı geldiğinde. Yazı masamdan bir çeyrek kafamı çevirdiğimde görüntüye giren cılız ginkgo biloba damın hizasını aştı; azman boyutlara ulaşan ficus benjamin olmayan temellere musallat olalı ters yüz etti avlu bahçenin geçmiş kokan yosunlu tuğla döşemelerini, pis su giderlerinden beslenmeye başladığında kökleri zorlandım “ben görmeyeyim, gittiğimde kesilsin ficus” kararını vermekte. Hayatımda ilk ve son olsun bir ağacı kestirtmek, amin. Küpe oldu kulağıma bir ağacın türünü ve yerini doğru seçmek.

Köklüdür dostlukları Borges, Alfredo Bioy Casares, Silvina ve Victoria Ocampo kardeşlerin, ilk gençliklerine uzanır. Victoria, kıta Amerika’sının en uzun soluklu edebiyat dergisi Sur’u yayımlarken, bir yanağı kentin San Isidro mahallesine dayalı Rio de La Plata ile Paraná Nehri’nin okşaştığı kıyıdaki Villa Ocampo’nun muhteşem bahçesini gölgeleyen ulu ağaçların altında nice “gerçek(lik) ne” tartışmaları yapmışlardır dönemin ünlü uluslararası yazar, şair, besteci, düşünürleriyle: Sur’un danışmanlar kurulu üyesidir çoğu, yazın dünyasının anıt ağaçları.

Gomero ağacının bir dalı

Ombu köklerince kunt Katolik disiplin 19’uncu yüzyıl sonu, 20’nci yüzyıl başı hızla yaşamlara sızan modernizm karşısında varoluşsal eğilimler yeni(yi) arayışlarla sarsılırken, yerli kültürün kurgusallığı, pagan inançlar, doğaüstücülüğün etkilerine eşlik eden fantastik bitki örtüsü yeni dünyanın çok çeşitli köklerden gelen insanlarının bireysel, toplumsal kimlik oluşumunun biçimlenmesinde rol alır. Coğrafyanın iklimi, bol su, bereketli topraklarda yetişen azman ağaçlar, yarı-tropik bitkiler barok bir cennet yaratmıştır; bu büyülü tasarımdan etkilenmemek olanaksızdır. 

On dokuz yaşında, otuz yaşındaki Silvina Ocampo ile evlenen Alfredo Bioy Casares ve Borges’in en sevdikleri oyundur fantastik kurgular tasarlamak; eğlenmek için yazarlar. Birlikteliklerinden yeni bir kimlik filizlenir; ata soyadlarından türetilen H. Bustos Domecq mahlası altında bolca Buenos Aires argosu lunfardo kullanarak çetrefil bir dil yaratırlar. Tipa (Tipuana tipu) dalları giriftliğinde, ombu köklerince dolambaçlı dilde yazılanlar fazla okuyucu bulmaz. Yeni eğlence arayışları bir Bioy başyapıtı olan novella doğurur: La Invención de Morel. Borges’in öndeyişi, kız kardeşi Norah Borges de Torre’nin palmiye ağaçları, egzotik bitkilerle bezeli desenleriyle yayımlanır. Irak ve ıssız adada gelecek geçmişe uzanır, şimdi yansıma-yanılsamalar bütünüdür, gerçek ve gerçek dışı içiçe geçer, zamana dolanır öykü; çiçek dürbününce kırılır algı kalıpları.

Yaratıcı yaşamında şiir, öykü yazmaya başlamazdan önce müzik, ardından resimle ilgilenen -Chirico, Léger ve Lhote’den resim dersleri alan Silvina Ocampo’nun öyküleri zalimlik labirentlerinde yol alırken aynada gündelik yaşamın güzel ve şiddet içeren yüzü belirir, şiirleriyle dengeler acımasızlığı(nı). Halk dilinde “sarhoş sopa” anlamına gelen çarpık gövdeli Palo Borracho (Ceiba speciosa) duruşludur Silvina’nın yazdıkları: Yaprakları döküldüğünde de fotosentez yapabilen ağaçlara özgü çarpıcı yeşil gövdesini koruyan kirli kızıl kahve renginde sivri iri tırnaklı zırh, dalların uçlarında zambak iriliğinde beyaz veya pembe çiçekler açar sonbaharda; yaşamsal zıtlıkların simgesidir. Leandros (Kız) Kulesi efsanesi esinli zırva edebiyat türündeki La torre sin fin adınca sonsuzuklara uzatır boyunu, şişerken gövdesi göbekli bir şişe misali, küçülür insan “minnacık” kalır kocaman ağacın yanında.

Gomero kollarınca kıta ve okyanus ötesine uzanan ilişkileri öncü kadın Victoria Ocampo’nun sürekli mektuplaşmasını gerektirir. Bir yandan da edebî, siyasî makaleler yazar. Yalnızca Sur’a değil, dünyanın beş bir köşesinden gelen taleplere yazı yetiştirir. Yanısıra durmaksızın günlük tutar. Sadece öz yaşam öyküsü –Autobíografias altı cilt, mektuplar, günlükler ve denemelerinin toplamı Testimonias on cilttir. Kıtalararası seyahat eder, okyanus ötelerinden konuklar ağırlar; entellektüel dünya vatandaşı bir kültür elçisidir. Gelenekler Rabindranath Tagore’un Villa Ocampo’da konaklamasına aykırı düştüğünde komşu villa kiralanır. Sağlık sorunlarından ötürü uzun konukluğu boyunca bahçedeki tipa ağacı altında tefekküre dalışlarıyla belleklerde iz bırakır Tagore. Nehir kıyısındaki bahçenin ağaçları altında geçirdikleri geniş zamanlar karşılıklı etkileyicidir; dönüşünde Tagore’un resimleri ve şarkı olarak nitelediği şiirlerine yansır Villa Miralrío’nun huzurlu ortamı ve Victoria.

Rabindranath Tagore & Victoria Ocampo

İtalyan anne, Prusyalı göçmen babanın ilk kuşak Arjantinli oğlu Roberto Arlt Buenos Aires’in Flores mahallesinde doğar. Evde Almanca konuşulsa da köksüzdür, ne bir Prusyalı ne İtalyan ne de tam bir Arjantinlidir henüz; bocalar. Yoksul ailenin tiran babasından gördüğü baskı ilkokul disipliniyle buluştuğunda isyan körüklenir, okuldan uzaklaş(tırıl)ır. Yoksullukların gölgelediği sokaklarda sürdürür eğitimini; kütüphanelere düşkündür, Dostoyevski, Tolstoy okuyarak geliştirir kendini. Zamanının çoğunu aralarında geçirdiği hırsız, katil, orospu, anarşist, bıçkınların dili lunfardo’yu, Buenos Aires Kastilya İspanyolcası porteño ile harmanladığında tipa ağaçlarının derin gölgeleri, kıvrımlı dallarının giriftliğinden çıkmışcasına karmaşık bir dile dönüşür eserlerinde: Düzen ve edebiyat karşıtı edebiyat yapıtlarının çevirilerinde zorlanılır. Ürkünç, grotesk, çılgındır yazdıkları; Yedi Deli Adam özgün örneklerindendir.

Tipa çiçeğe durduğunda güneş çıldırmışcasına gökyüzü sarıya boyanır, kökleriyle ters yüz ettiği kaldırımlar sapsarı kesilir. İlkbaharda tükürük böceklerinin (Cercopoidea) istilasına uğradığından altında oturanları, yürüyenleri tükürük yağmuruna boğar. Retiro mahallesinin oksijen odası San Martin Meydanı’nı gizemli gölge oyunlarına bulayan tipa ağaçlarının altında, kıvrım kıvrım biribirlerinin içine geçmiş dallara hayran kalmaksızın bir ciğara içimlik de olsa mola almadan geçmek büyülü bir gerçeklikten yoksun kalmak olur. Büyük şehrin ziyadesiyle bahşettiği trafik, kirlilik, yapı kakafonisi bir anda yerini birkaç notalık bir senfoniye terk eder; rahmin yalıtılmışlığında durur zaman.

Oynak dalların alacalı gölgelerinde seksek oynamış mıdır Cortázar San Martin Meydanı’nda; yoksa, bir banka oturup dudaklarının kıyısına sıkıştırdığı sigarası, elinde yazarlığının mihenk taşı Cocteau’nun Opium’unun satır aralarına mı dalmıştır? Arjantinli ve Latin’dir ama Fransızlık bulaşır Parisli yaşamın etkisiyle; yazınsal melezlik çetin yapıtlar doğurmuştur.  Bir tür yaşamı kullanma kılavuzu tadında kısa metinler içeren Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı “Cortázar’a giriş” niteliğiyle en sevilen çok okunan eseridir. Seksek ve onu izleyen 62 Modelo para armar’da yaşam, yazın yapı-söküme uğratılmışcasına didiklenir, okur tipa dallarının kıvrımlarına dolanır, palo borracho tırnakları kanırtır kalıpları.

Çünkü Buenos Aires engin bir kent, ne zaman bir düş kırıklığı ya da üzüntüyle kendimi sokaklarına atsam hiç beklenmedik bir teselli çıktı karşıma, kimi zaman bir gerçekdışılık duygusu, kimi zaman bir avludan gelen gitar sesi, kimi zaman farklı yaşamlarla buluşma.[4]

Mimosafolia ailesinden jacaranda ağacı çiçeğe durduğunda mor şölen başlar Buenos Aires’te. Yer gök morlara bürünür haftalarca; kıskanır tüm öteki ağaçlar ilahi rengin Meryem mavisi semâ ile oynaşmasını. Saçar fütursuzca çiçeklerini, silinir geçmiş; buğulu renkle sarmalanır şimdi: Büyülenir zaman. Basmaya kıyamaz insan, gözleriyle okşar, ruhuyla içer renklerin en ecesini. Farfara, oynak, şırıltılı Latin duruş özgürdür yaşama inat. Gerçekliğin geleceği, tünelin sonundaki ışıktır jacaranda. Çok tohum atar, naz yapmaz filizleniverir; bir telaş diker başını yükseklere yayar tacını aldırmaz sığ köklerine, serpilir uzama.

Jacaranda ağaçları, Buenos Aires

Devasa caddelerdendir Avenida del Libertador, kilometrelerce kat eder şehri, kaldırımları da bir o kadar geniş. Plaza Evita Peron ile komşudur Biblioteca Nacional Mariano Moreno; girmezden önce parkın uzantısı kaldırımda ulu ombunun köklerine oturuyor, korkunçluğu anlamlandırmayı deniyorum. Evita heykelinin üzerinde yükselen bilimkurgusal brutalist yapıdan ürpertiler yayılıyor, kaçırılıp 20 yıl kadar kayıplara karışan Evita cesedine bulaşıyor yalpalayan zaman buharlaşırken; ağacın tacı boğuyor caddenin homurtusunu, süzüyor yapışkan sıcağı.

Kısa buluşmamızda soramadığımı soruyorum -yapının üç mimarının elebaşısı, Clorindo Testa’ya: “Ne hakla bunca ucube bir yapıyı uygun gördünüz kitaplara?” Vermedi yanıt; bu gelişimden birkaç ay önce ölmüş. Yapımı on yıllar süren çirkin ötesi yapıya arkamı dönüyorum, caddenin üzerini sundurma yoğunluğunda gölgeleyen jacarandalarla sohbet ediyor düşünceler. O ağaçlar ki Buenos Aires’i dünya güzeli kentler arasına taşır, edebiyattan sanatın her türüne esintiler fısıldar, çetrefil bir kültüre soluk verir, bu yapı neyin nesi! Kitaplar bir yana ağaçlara hakaret. Kollarımı sonuna dek açıp sarılıyorum ombu’nun gövdesine: Fısıldıyor, “haklısın, ne kadar yükseklere uzasam da yetişemiyorum kirlilikleri örtmeye”; okşuyorum gövdesini vedalaşırken, reddediyorum faşist yapıyı.

Eğer zaman olayların sıralanışıysa, ne kadar çok olay yaşanılırsa o kadar çok zaman geçeceğini kabul etmeliyiz; ve dünyanın bu önemsiz bölgesinde zamandan bol şey yoktur. (...)  Zaman –uzun bir tarihi olanların baş tacı ettikleri ve taptıkları, Avrupalı bir duygu- bu Yeni Dünya ülkelerinde daha pervasızca dolaşıyor.[5]

Kayıplara karışanlar diyarı Arjantin’de yok olmaz ağaçlar, anılar ve çok yüzlü zaman; özlemdir ombu köklerine dolanan, gomero dallarınca yayılan, palo borracho tırnaklarıyla cebelleşen, jacaranda morundan damıtılan, tipa dallarınca girift, yaşayan fosil gingko yapraklarınca ikiz. Anı üzerine anı, zaman üzerine zaman biriktiren barok ağaçlar deposunda yakalamaya çalışıyorum çetrefil büyülü gerçekler âleminin sonsuz durağan zamanlarını, sıralanıyor imgeler:

Şimdi palo borrachoların çiçeğe durma zamanıdır Buenos Aires’te.

 

[1] Evaristo Carriego; Jorge Luis Borges; Çev. Peral Bayaz Charum; Toplu Eserleri 9, İletişim, 2002, İstanbul; s. 21

[2] a.g.e. s. 16

[3] a.g.e. s. 11

[4] a.g.e. s.27

[5] a.g.e. s.20