Ömer Kavur: Sınırları bulandıran zamanlar ve mekânlar hâlâ öksüz

"Kendi içlerine doğru yol kat etmeye çabalayan saat ustaları, şoförler, otelciler... Ömer Kavur filmlerinin karakterleri mekânlara veya zamana asılı kalmış gibidir, söz konusu mekân ve zamanlara eğreti dururlar, yabancılaşmaları ve bu eğretilik karşılıklı çalışır. İçsel arayışları, mutsuzlukları, başka bir hayatın peşinde oluşları bitmez."

30 Temmuz 2020 13:38

Eski fotoğraflar, uzun, mütereddit otobüs ve tren yolculukları, tedirgin gece ışıkları, kesif otel odaları, gezgin saat tamircileri, bir görünüp bir kaybolan kadın karakterler, kendilerine anlamlar arayan yüzler, bozulup tamir edilen saatler, kaybolan ve bir türlü hatırlanamayan rüyalar, zamanın kendisiyle ve saatlerle derdi olan kahramanlar, yolculuklarla değişen, arayışlarla gelişen karakterler: Ömer Kavur sineması.

Kırık Bir Aşk Hikâyesi’nde Ayvalık, Anayurt Oteli’nde Nazilli, Karşılaşma’da Bozcaada, Göl’de Eğirdir, Akrebin Yolculuğu’nda Gölköy, Gece Yolculuğu’nda Fethiye-Kayaköy… Zaman ve mekân kavramının kendisi esas kahramana dönüşür yönetmenin filmlerinde. Küçük kasabalar, hafızayı tedirgin eden göller, insanın peşini bırakmayan saat kuleleri... Her filminde tek bir fotoğrafın başka bir kısmını gösteriyor gibidir. Arızalar çıkaran, hatalar üreten, sınırları bulandıran zamanların ustasıdır Kavur; hep derdi vardır zaman kavramıyla. Ve de elbette yol ve bizzat yolculukların ustasıdır… Sinemamızın az sayıdaki auteur (kendine has bir sinema dili olan) yönetmenlerden biri olan Ömer Kavur 12 Mayıs 2005’te kesif, dönüşsüz bir yolculuğa çıktı. Auteursineması, kıymetli düşünceleri, yetiştirdiği insanlar kaldı şimdi o yolculuktan geride…

18 Haziran 1944’te Ankara’da doğar Ömer Kavur. İlkokulun ilk iki senesini Ankara’da okur. İkinci yıl annesi babası ayrılır. Bu beklenmedik ayrılığın ardından küçük Ömer’i anneannesinin yanına, İstanbul’a gönderirler. İlkokulu Kızıltoprak’ta tamamlar. Bu arada babası vazife icabı Yugoslavya’dadır ve Ömer’i yanına ister. Ortaokulu İngilizce eğitim yapan bir okulda, Yugoslavya’da bitirir. Hemen sonra Türkiye’ye geri döner. Yugoslavya’da aldığı eğitimi Türkiye’de kabul etmezler. Ortaokula birinci sınıftan yeniden başlar. Robert Koleji’nin ortaokul kısmını bitirir.

Biyoloji dersini hiçbir şekilde geçemeyince Robert Koleji’nden lise ikide ayrılır. Derken Kabataş Erkek Lisesi’ne gider ve mezuniyeti oradan olur.

Malum, yaşadığımız her durumun iki yüzü olur. Hem iyi hem kötü… Kavur bu seyyar okul macerasından da yıllar sonra böyle bahsedecektir. “İyi” der, çünkü birçok yerde bulunma tecrübesi elde etmiştir, bu da hayatını zenginleştirir. “Kötü” der, çünkü ev ve aile güvensizliği gibi bir sıkıntıya da sebep olmuştur bunca göç.

Sinemaya karşı aşırı ilgisi ta ilkokul yıllarından başlar. Herhangi bir çocuğa kıyasla 2-3 misli daha fazla sinemaya gittiğini anlatacaktır sonraları. O zamanlar komedi ve aksiyon filmlerine yatkınlığı vardır. Vadiler Aslanı’ndan etkilenir mesela. George Stevens’ın yönettiği 1953 ABD yapımı film western türünün en başarılı örneklerinden biridir.

Ama Ömer Kavur’u gerçekten sinemacı yapacak, derinden etkileyen yönetmen, esas Antonioni’dir. Gece (La Notte) ve Batan Güneş (L’Eclisse), yönetmenin gelecekte yapacağı filmleri, sinema anlayışını enikonu etkiler. O filmleri o zaman çok iyi anlayamaz fakat onlarda “çok farklı bir şey” olduğunu hisseder.

Uzun bir yolculuk

Sıkı bir Galatasaray taraftarıdır, hiçbir maçını kaçırmaz. Vefatından bir hafta önce oyuncu Aytaç Arman’la görüşür. Çok keyifli görünür, hatta oyuncuya moral bile verir. Sürekli kahkahalar atar, “Ben çok iyiyim, sadece ayaklarımdan sorunum var” der Arman’a.

Orta ve lise öğreniminden sonra, 1965’te Paris’e gider. Sinema öğreniminin yanında Yüksek Gazetecilik Okulu ve Sosyal Bilimler Okulu’nu bitirir. Sorbonne’da Sinema Tarihi bölümündeki yüksek lisansını tamamlamadan yurda döner. Fransa’da kaldığı süre içinde Bryan Forbes’un Chaillot’lu Deli ve Alain Robbe-Grillet’nin Yalan Söyleyen Adam filmlerinde stajyer asistanlık yapar.


Serdar Gökhan ile Necla Nazır Yatık Emine'de.

Refik Halid Karay’ın aynı adlı kitabından yola çıkarak Yatık Emine’yi çeker ilk uzun metrajlı filmi olarak. Yönetmen Yavuz Özkan ve Atıf Yılmaz’la beraber Ada isimli bir film şirketi kurar 1980 yılında. Sinema ile edebiyatı en çok bir araya getiren yönetmenlerimizden biridir, hatta belki de en çok bir araya getiren yönetmenimizdir: Yusuf ile Kenan’da Onat Kutlar’la, Ah Güzel İstanbul’da Füruzan’la, Kırık Bir Aşk Hikâyesi ve Göl’de Selim İleri’yle, Amansız Yol ve Körebe’de Barış Pirhasan’la, Anayurt Oteli’nde Yusuf Atılgan’la, Gizli Yüz’de Orhan Pamuk’la, Akrebin Yolculuğu’nda Macit Koper’le (çekemediği Kardeş filminin senaryosunu da Macit Koper’le yazmıştır), Melekler Evi’nde ise Feride Çiçekoğlu’yla birlikte çalışır.

2005 yılında, 61 yaşında hayata gözlerini yuman Ömer Kavur 10 senedir lenf kanseriyle boğuşuyordu.


Gizli Yüz filminin setinde Ömer Kavur, Orhan Pamuk, Fikret Kuşkan ve Zuhal Olcay. Yıl 1991.

“Otelde yer yok”

Ömer Kavur filmlerinde sıradan kasabalar bile karakterlerin ruh hallerini anlatacak kadar dile gelirler adeta. Karakterlerin iç yolculukları, arayışları ancak bu kasabalar vesilesiyle sinema perdesine yansıyabilecek gibidir. Kendilerine bile yabancılaşmış –hatta en çok da kendilerine yabancılaşmış– ve yalnızlaşmış karakterler uzun uzadıya, bitmek bilmeyen, “amansız” yollarla bütünleşirler. Ömer Kavur sinemasının en önemli mekânlarından biri de otellerdir. Yönetmen birçok röportajında bu hususun sebebi olarak gençlik yıllarında Fransa’da eğitim görürken otellerde çalışmasını ve oralarda insan ilişkilerine şahit olmasını gösterir. Kavur’un filmlerinde uzun yollar otellere çıksa da, oteller hiçbir zaman gerçek bir varış noktası olamazlar. Karakterlerin içsel bunalımlarını, yabancılaşmalarını, yalnızlıklarını kendi üzerlerine katlayan oteller, kahramanları daha da çıkışsız bırakır; aslında hiçbir yere gidilememekte, varılamamaktadır. Anayurt Oteli ve Akrebin Yolculuğu filmlerinde tekrarlanan “Otelde yer yok” sözü de bu durumu vurgular niteliktedir.

Kendi içlerine doğru yol kat etmeye çabalayan saat ustaları, şoförler, otelciler... Ömer Kavur filmlerinin karakterleri mekânlara veya zamana asılı kalmış gibidir, söz konusu mekân ve zamanlara eğreti dururlar, yabancılaşmaları ve bu eğretilik karşılıklı çalışır. İçsel arayışları, mutsuzlukları, başka bir hayatın peşinde oluşları bitmez. Zaman kavramını şimdi, geçmiş ve gelecek arasındaki sınırları karıştırarak (birçok filminde sık sık geçmişe dönüşler yaparak düz-çizgisel zamanı bozar) sorgulatan Kavur, karakterlerini bu vesileyle de bir tür kısırdöngüye hapseder.


Akrebin Yolculuğu'nda (1997) Şahika Tekand ile Mehmet Aslantuğ.

Yeni filmleri için mekân bulmak üzere yola koyulan yönetmen Ali ve senarist Yavuz’un yolculuğunu anlatan Gece Yolculuğu, Ömer Kavur sinemasının bir tür nüvesi, özü gibidir. Geçmişlerine bir türlü sınır çekemeyen karakterleriyle, bu karakterlerin içsel hesaplaşmalarıyla uğraşan film, bir başka düzlemde ise ‘80’li yılların darbe ertesi toplumsal ve siyasi koşullarına dair bir tablo da sunar. Yolculuk esnasında gördüğümüz lokantalar, oteller, kasabalar filmin gerçekçiliği hanesinde ilerlese bile, Kavur filmde yer yer gerçeklik-düşsellik ikilemini de kurcalar. Gerçek nedir, gerçeğin bitip düşselliğin başladığı yer neresidir?

Göl, mezar, otel, saat kulesi, orman vd. mekânlarıyla Akrebin Yolculuğu da Kavur’un en özgün ve tipik filmlerinden biridir. Gerçek-gerçekdışı, yaşam-ölüm, görme-görmeme ikiliklerini izleyiciye sorgulatan film, gezgin saat tamircisi Kerem ile kasabanın saat kulesinin sahibi Agâh ve karısı Esra arasında yaşananları anlatır. Kerem’in ölümünden önceki ve sonraki zamanını sürekli birbirine karıştırarak sunan Kavur, izleyicisine hem zamanın hem de ölümün hudutlarını tekrar tekrar çizdirir. Kerem’in “Akıp giden renkler, akıp giden mevsimleri hatırlatır bana. Karanlıkla aydınlığı, gece ile gündüzü ve içinde artık olmadığım zamanı hatırlattığı gibi. Yaşamımda artık yer almayan her şey gibi. Bir boşlukta savruluyorum durmadan” sözleri bir açıdan hem filmi hem de Kavur’un genel olarak zaman kavramına bakışını açar. Bir açıdan Kerem ve Esra arasındaki aşkı merkezine alan film, Kavur’un özgün sinema diliyle çok derinlikli sorgulamalar eşliğinde ilerler.

Kasabanın gazinosuna yeni gelen şarkıcı Nalan Şeyda’yı ölen karısı Sabiha’ya benzeten Murat Bey’in öyküsünü anlatan Göl  filminde ise şimdiki zaman ve geçmiş Murat Bey’in hafızasında sık sık yer değiştirir.


Gizli Yüz'de Rutkay Aziz ile Fikret Kuşkan (1991).

Fotoğraflardaki bir suretin peşinden giden bir karakterin yolculuğunu anlatan Gizli Yüz’de bulunan yüz elbette bir saat tamircisinindir. Fotoğraf Ömer Kavur’un zaman ve mekân sorgulamaları için çok elverişli bir ayna, hatta bir turnusol kâğıdı gibidir; çünkü sadece fotoğrafta zaman ve mekân donar, sabitlenir, bir çerçeve içerisine hapsedilir. Fotoğrafta “o an”ı ve “ora”yı görürüz. Fotoğrafların peşinde savrulup duran film karakteri belki de bu sabitliğin peşindedir. Gerçek hayatta zamanlar ve mekânlarda sınırlar belirsizken, fotoğraflar zamanı ve mekânı hapseder. Fotoğraf sayesinde zaman kendi üzerine kapanır durur, geçmiş şimdinin üzerine örtülür.

Kemoterapi esnasında tanışan Mahmut ve Sinan’ın başkarakterleri olduğu Karşılaşma’da ise kahramanların geçmişteki yüklerinin şimdiki zamana ağırlıklarıyla mücadelelerini izleriz. Geçmişte olanlar vicdanlarını, hafızalarını bir türlü rahat bırakmamakta, şimdiki zamanda ağırlıksız adım atamamaktadırlar.

Kişisel, yoğun, bütünlüklü bir sinemayı oluşturur Ömer Kavur’un filmleri… Yalnızlık, iletişimsizlik, arayış ve yolculuk: İşte Ömer Kavur sineması, bu kavramlar etrafında dolanır hep. Zaman kavramının kendisini bu kadar yakinen sorgulayan az sayıda yönetmenimiz var; Kavur da onlardan biri. Arızalar çıkaran, hatalar üreten, hudutları bulandıran zamanları filmlerine konu etti; tersine çevirdi, irdeledi… Kavur’un işlediği sorunlu, sınır-karıştıran zamanlar 15 yıldır hâlâ öksüz...

• 

KAYNAKÇA
Esen, Şükran Kuyucak, Ömer Kavur, Sinemamızda Bir Auteur, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2002.