Yalnızken bile bir kabile "ile" - Kabile "ile" dahi yalnız - Başlangıç ile... - İle’deki dostluğun keşfi "ile"... - Yaratımın yaratımı olarak yeniden-başlangıç ile...
07 Aralık 2017 14:45
Başlangıçlar üzerine düşünmek, gündelik hayat bilgeliğinin ve sözde bir samimiyet temsilinin sağduyuyu öğütleyen çürümüş ağlarından sıyrılıp bir yaratım sorunsalına bağlanmak zorundadır. Bir estetin yaratım üzerine sürdürdüğü kaygıyı yaşamlarımızdaki başlangıçlar üzerine odaklamak gerekmektedir. Günümüzün semio-teknik aygıtı sinik bir hazcılığın yüzeyselliğiyle politik tasavvurumuzu, aşklarımızı her türden yaşamsal kaygımızı ayartalı epey oldu. Artık kötü şairlerin dizelerinde romantize ettiğimiz başlangıçlara dair yetersizliğimizi yaratım sorunsalına ve öznelliğin biyo-psişik üretimine dayanarak ele almamız gerekiyor.
Her birimiz olumlanması oldukça güç bir etik talim sürecini gerektiren katatonik bir töze sahibiz. Hepimiz birer çölüz. Durmaksızın küçük hazların tüketici sarmallarında üstünden atladığımız ve durmaksızın yüzleşmekten kaçındığımız o yalnızlığı nasıl göğüsleyip bir yaratımın kökenine dönüştüreceğiz? Bir eksilme anlamına gelmeyen opak bir yüzey ya da doldurulmayı bekleyen bir boşluk olarak öznelliğimizin tabula rasa’sı olan o çölü kucaklamakta güçlük çekiyoruz. Boşluk ve karanlıkla mücadelemizde kaosu yaşanabilir bir yeryurda dönüştürecek etik bir kaygı bize bir şey ifade etmiyor artık. İnsana bahşedilen verili yeryurdlarla yetinip başımıza gelen olayı üstlenecek atılımı gösteremeden gerisin geri bu yeryurdlara dönüyoruz. Kendi üçüncü dünyamızla karşılaşmak bizi çıldırtıyor. Peki, çölde saklı yaratımın kökeni olan o vahayı ya da okyanuslardaki ıssız adaları nasıl keşfedeceğiz? Thanatos’un Eros’a aşkını nasıl kendi tarzımızda üreteceğiz? Anti-üretimi üretimin yanı sıra dizilmiş bir olumlama varyantına nasıl dönüştüreceğiz?
Bize tahsis edilen sözde aşkın-kökensel yeryurdu terk etmek, narsisistik hazzın çukurunda kendi üstüne kapanmış bedenimizin ikonik bir temsili olan yüzümüzü sökmek ve yaratımın yaratımı anlamına gelen tekil bir köken yaratmak. Gilles Deleuze’ün hatırlattığı gibi okyanus denilen o çölün yanı sıra varolan bir ıssız adayı yani öznelliğin kozmik yumurtasını yaratmak. İşte bu kozmik yumurta keşif sürecine ardıl bir icada konudur. Sözgelimi Amerika kıtası keşfedilmiştir. Ancak ampülün icat edildiğinden bahsederiz. Keşif bir yaratım değildir. Yaratım bir icattır. Ancak keşiften yaratım bağlamında icada önsel zaruri bir süreç olarak bahsetmek mümkündür. Bize Tanrıların, Büyük Öteki’nin vs. tahsis ettiği sözde aşkın kökeni reddedip yolculuğa çıktığımızda keşif içkin bir yaratım sürecine önsel malzemeyi sağlayan tutarlılık düzlemini keşfetmemiz anlamına gelir. Keşif bir Exodus hikâyesi gibidir. Nihayeti kestirilemez ya içkin gerçek bir köken olarak icada doğru ilerler ya da yavanlaşarak gerisin geri verili yeryurduna döner. Keşif aslında sarmalına kapandığımız kapalı döngüsellikten çıkıp kaosla karşılaşmaktır. Toprağın yerleşik güçlerinin bizi sabitlediği katmanlardaki yaylaları yani muhtemel yersizyurtsuzlaşma çizgilerini keşfetmek, okyanus denilen çölde bir ıssız ada aramaya koyulmak; yalnızlığımızın baş edemediğimiz çölüyle karşılaşmaktır. Mesele hiçbir zaman kaos ile kapalı döngüsellikler arasındaki bir tercih meselesi değildir. Önemli olan bedeni ikisinin arasındaki bir karar-verilemez mıntıkaya yerleştirmektir. Bizi düzen ve kaos arasında dışlayıcı bir tercih yapmaya zorlayan cendereyi kırmaktır. Başlangıç ancak kaosla düzen arasındaki sınırda sürekli tetikte olmakla mümkündür. Bu sebepten bedenin bir imkânlar silsilesi olarak keşfi dünyanın mastar hâlindeki doğasına açık kalmamızı ancak yine de kaosun sarhoşluğuna kendimizi tam anlamıyla bırakmamızı engelleyen bu karar-verilemez sınır çizgisinde dengede kalabilmektir. Çölümüzdeki bir avareliği değil bir seyyahlığı deneyimleyebilmek yani icat edebilmek için önce bu çizgiyi keşfetmemiz elzemdir. Bir ölüm-çizgisine dönüşme potansiyeli taşıyan bu çizgide dengede kalmak yoğun bir etik talim gerektirir. Örneğin Antonin Artaud bu çizgi üzerinde intihar etmiştir. Vincent Van Gogh bu çizgi üzerinde gördüğü renklere yaklaşırken delirmiştir. İşte icat ancak böylesi tehlikeli bir çizgide dünyamızın tutarlılık düzlemini, onun mastar hâlindeki sonsuz doğasını temaşa edebileceğimiz bu önsel keşifle imkân kazanmaya başlar. Sabuklamalarımızla kozmik oyun arasındaki dengeyi bulabilmemiz için yaratmak gerekmektedir. Çünkü aksi takdirde ya kapalı bir döngüsellik içinde dünyayı olumsuzlayan sarmallara ya da kaosun karmaşık akımları içine düşmüş ölü bir yaprağa dönüşmek kaçınılmazdır. Başlamak eksilme anlamına gelmeyen bir ıssızlığın bize sağladığı imkânlara yaklaşmaya başlamaktır. Bu başlangıç yalnızca uzun bir temaşa sonucunda keşfedilen kaosu nasıl duyumsanabilir kılabileceğimizi gösteren kozmik yumurtayı yaratmaya başlamaktır. Çünkü başlangıç sahte kökeni terk edip yalnızca yaratımla ortaya çıkartabileceğimiz gerçek-içkin bir kökenin imkân sağladığı bir yeniden-başlangıçtan başka bir şey değildir. Adalar ıssızdır çünkü içkin-gerçek bir köken yaratmamızı sağlayan başlangıcın imgeleridirler. Ne kadar keşfedilse de sabit bir harita oluşturmaya direnen yeni mağaraları ve güzergahları vardır. Ne kadar keşfedilirse keşfedilsin ıssız kalırlar. Çünkü bir icat anlamına gelecek içkin bir yaratımın kozmik yumurtasıdır adalar... Bu sebepten ıssız adalar bir icada konudur. Issız adalar keşfedilmez; icat edilir. Okyanusu keşfetmek yetmez; her seferinde ıssız kalacak bir ada icat etmek gerekir. Okyanus isimli çölün 0 derecesinden itibaren yaratmamıza imkân tanıyan yani 0 derecesine akımları ekleyen kozmik bir yumurtadır ıssız adalar... Çünkü her seferinde yeniden başlamak istiyorsak eğer adamız ıssız kalmak zorundadır. Bu çevresindeki çölü yeni güzergahlar için olumlamak anlamında ihtiyaç duyulan her seferinde yeniden atılıma içkin bir sebep olan ıssızlıktır. Çünkü her başlangıç bir yeniden-başlangıçtır. “Yeniden-başlamak” artık unuttuğumuz kudretimize dair bir bağlamdır. Issız bir ada bedenimizin üçüncü dünyası, otonom bölgesi ve metruk uzamıdır. Issız ada, uzay isimli bir çölün orta yerinde filizlenen kozmik bir yumurta olarak dünyamızın mikro-sonsuzundaki bir başka kozmik yumurtadan başka bir şey değildir.
“Issız adadan hareketle oluşan şeyin, yaratma değil yeniden-yaratma, başlangıç değil yeniden-başlangıç olduğu doğrudur. Ada kökendir, ama ikincil kökendir. Ondan itibaren her şey yeniden başlar. Ada bu yeniden başlangıç için asgari koşuldur, ilk kökenden geriye kalan malzeme, her şeyi yeniden-üretmeye yetmesi gereken çekirdek ya da yayılan yumurtadır.” (Deleuze, 2009, s. 23.)
Issız adalar yeniden-başlangıcın okyanus ortasındaki kutsal topraklarıdır. Kendimize ve dünyaya dair mitsel bir yaratımın etik varyantı ve organsız bedenidir. Başlamak verili yeryurddan çıkma cesareti göstermek, organizmayı parçalamak ve bir insan-dışı oluş keşfetmektir. Başlamak insanî kategorilerin verili sınırlarını aşındırmak ve bedenden bir insan-dışı oluş işlevi yaratmaktır. Gilles Deleuze 1988-1989 yılları arasında Claire Parnet’yle gerçekleştirdiği “Alfabe” röportajında bir hayvanı tanımlayan özelliğin onun her zaman tetikte olması olduğunu belirtiyor ve bir filozof ya da yazar için de durumun farklı olmadığını ekliyordu. Yaratmaya başlamak için bedeni insan ve insan-olmayan arasındaki bir sınırda tetikte tutmak, içkinliği sürekli olarak kendi sınırlarını aşma ve kendini yenme şeklinde yani sürekli yeniden-başlama cesareti ve sürekli yeniden-farklanma kudreti şeklinde bir çeşit öz-aşkınlık olarak icra edebilmek için kaosla düzen arasındaki karar-verilemez ve oynak çizgide dengede kalabilmek gerekir. Tetikte olmanın anlamı budur. Başlama cüretkarlığını gösterebilmek için şeyleri ve dünyamızın açık seçik olmayan kaosunu her türden verili yeryurd ve kanaatin dışında tehlikeli bir çizgi üzerinde temaşa edebilmek...
Bedenin nöro-plastik esnekliğini küçük edilgen hazların sarmalında katılaştıran onu ölü bir et parçasına dönüştüren katmanların içindeki yaylaları bulmak bu yaylalardaki gizli kozmik yumurtaları icat etmek gerekir. İcat, bir yayla üzerindeki sonu gelmeyen akışta sürekli yeniden-başlayan içkin bir üretimdir. Sonu gelmez; ne kadar üretirse üretsin hazza ve doyuma ulaşmayan bir iştahtır. Sürekli yeniden-başlangıç, sürekli yeniden-üretim. Yeniden-başlamak insan-ötesi bir oluş, bir canavarlık ve bir hain-oluş gerektirir. Tanınmamızı sağlayan verili bir yeryurddan koparak tanınamaz oluncaya dek kaosu işlemek ve tekil bir biçim yaratmaktır. Minör-oluş yeniden-başlayarak gerçek içkin bir köken üreten hainlerin yaşama yeni güç dereceleri atfeden yaratımlarıdır. Bu ıssız ama bir o kadar çoğul olabilen bir köstebeklik halidir. Kalabalık ortasında algılanamaz-oluşa girebilmek ve yaşamın gizil akışıyla hemhâl olabilmektir. Öte yandan sürünün yekpare olmaya yönelik özdeşliğin sefil ekonomisine tabi olan köle biçimli arzusuna karşın bir bedende bile çoğullaşabilme gücüdür. Başlangıç her zaman bir çölün orta yerinde yeni bir harita çizmeye başlamak anlamındadır. Başlarken yalnızızdır ama bir o kadar da çoğul... Çoğul olanı dışlamayan ne kadar çoğul olursa olsun yine de yeni olanın yaratımı için bizi harekete geçiren bir ıssızlıktır bu. Kişinin bir kişiyken bile bir kabile ‘ile’ olabilme ihtimalidir. Yalnızlık kurucu yarılmanın değil, kurucu çeşitlenmenin ıssız bir araziye serilen çokluğudur. Tek kişiyken bile bir kabile olmaktan bahsediyorsak eğer amacımız her şeyden önce yalnızlığın izole olmakla hiç alakası olmadığını hatırlatmaktır. Başlangıç tam da yalnızlığı izole oluştan ayıran edimdir. Yalnızlık eksilmeden ziyade yaratıcı çoğalmanın kişinin kendisiyle kuracağı üretken bir ilişkinin; dünyayı olumlayan bir kıvrılmanın yani yeniden-başlamanın içkin etik varyantıdır. Yalnız kalmayı bilmeyenlerin unuttuğu bir bağlamı hatırlatmaktır. Yalnızlık, söylem öncesi libidinal çoğulluğu yeniden kullanmanın suskun bir tarzını keşfetmektir. İnsanî bir dilin ötesinde konuşmanın yeni bir sözcelem düzenlemesi yaratmanın temel çekirdeği sadece yalnızken dahi kabile olabilmemizi sağlayan o içkin etik-tözü keşfetmektir. Yalnızlık izole olmakla alakasız bir çoğalma deneyimidir. Yalnızlık biraz olsun anonimleşmeyi ve ıssızlaşmayı, biraz olsun ölüm anlamına gelmeyen bir yok olmayı öğrenmenin yaşamın gizli akışını mütevazı bir tarzda kullanmayı öğrenmenin yani sanatçı-oluşun imkânını sunar. Sabit bir öznelliğe işaret etmeyen, bir yüze sahip olmayan yani kişisel olmayan yaşamın işlevini keşfetmek ve bu akışları işleyerek bir şey icat etmek yani yaratmak önemlidir. Bir parça dinginlik gerekir. Kaosu duyumsamak için biraz sessizlik ve onu bir yaratıma dönüştürmek için biraz köstebeklik gerekir. Bu dostluğu ya da aşkı olumsuzlamak değildir. Gerçek dostlar beraberken yalnız olmayı, suskun olmayı bilirler. Her şeyin başladığı o çölü yani yoğunluğun 0 derecesini kullanmayı öğrenmek için beraberce 0 derecesine inmeyi yani çöle ulaşmayı bilirler; ve sürekli tetikte kalmamızı sağlayan o tehlikeli ve oynak çizgide dengede kalabiliyorsak eğer bu dostluğun sağladığı bir kozmik yumurta sayesindedir. Dost ‘ile’ olmanın pek çok farklı çeşidi söz konusudur. Bir politik dava, bir aşk, bir yazar yahut filozofa ait kavramsal bir arayüz oluşturan her türden açılım bu dostluğun olumlandığı ilişki imkânları sunar.
Yeniden-başlangıç her zaman için bir sona bağlıdır. Kaçınılmaz olarak her oluşun vardığı bir ölüm-oluş vardır. Yaşamın akımı kestiği noktada beliren ölümün gayri-şahsiliğinde hissedilen bir son, bir deneyim olarak ölüm vardır.
“Her yoğunluk, kendi yaşamında ölüm deneyimini yönetir ve onu sarmalar. Ve kuşkusuz ki her yoğunluk burada nihayete ulaşır, her oluş ölüm-oluş haline gelir!” (Deleuze ve Guattari, 2014, s. 475.)
Ölmek anlamına gelmeyen bir yok-oluş deneyimi, bir ıssızlaşma potansiyeli yani bir ölüm-deneyimidir söz konusu olan. Dost ‘ile’ olmak, yalnızken bile bir kabile ‘ile’ olmak dostun varlığında verili yeryurdumun çözüldüğünü, kimliğimin ölümü bedeniminse canlanışı duyumsadığını fark edebilmektir. Dost ‘ile’ olmak yaşama diriltici ölümler bahşetmektir. Bedenin kapalı döngüselliğinin sona ermesi anlamında bir ölüm, erekselleşerek yavanlaşan bir oluş çizgisinin sona ermesi anlamında bir ölüm... Çünkü bir yeniden-başlangıç öncelikle çözülme ve gayri-şahsi anlamdaki ölümü göğüsleyebilme, kaosla bir an olsun kırılgan bir çıplaklık içinde karşılaşarak yalnızlığımız çölüyle barışma potansiyeli sayesinde mümkündür. Narsisistik hazzın çukurunda kutsallaştırdığımız ve bir kimlik anlatısı oluşturup dünyayı olumsuzlamak ve ona kapanmak için kullandığımız yaralarımızı nevrotik sızlanmanın ötesinde bir atılım için kullanabilmektir yeniden-başlamak... Bedenin yara bere içindeki yüzeyine ve onun dünyanın açık seçik olmayan kaosunun altındaki kırılganlığına kimliklerimizin konforunun dışında bir çıplaklık içinde cesurca baktığımız özel bir anın sağladığı atılımdır başlamak... Düşünce ve eylem (ki ikisini ayırt etmek imkânsızdır) kendimize ve dünyaya dair kanaat ve klişelerimizden, kimliğin narsisitik hazzının bayağılığından uzaklaşarak nörolojik tıkanmaya sebebiyet veren her türden tortunun tam bir küretajıyla başlar. Duygu repertuvarımıza kazınmış nevrotik döngülerin ve kanaatlerin tam bir temizliğiyle öznelliğin ıssızlaştığı bu an yeniden başlangıç için bize mümkün etik açıklığı sağlar. Kudret bu sürecin ardından kaçınılmaz olarak gelecektir. Kanaatlerimizin dünyayı kuşatmaya yetersiz olduğunu keşfettiğimiz bu ânda mütevazı bir şekilde düşünmeye ve eylemeye dair acizliğimizi olumlamak yani dünyanın yalnızca kanaatlerimizden kaçtığı takdirde gerçekten bir varoluşa sahip olduğunu fark etmek önemlidir. Düşünce ve eylem, kanaatlerimizi şiddetli bir tepkisellik içinde dünyaya uygulamak yani dünyayı kuşatmak için değildir. Aksine düşünce ve eylem, dünyayı yaşanabilir kılmak için, kendi üstüne kapanma anlamına gelmeyen yani kendi merkezine merkez-kaç uygulayan paradoksal bir yeryurd yaratabilmek içindir. Kanaatlerimizin ve kimliklerimizin dışındaki bu acizliği olumlamak yalnızca nevrotik bir kendini ispatlama çabası içine girmiş öznelliğe korkutucu gelir. Ancak eyleyenler bilir ki düşünce ve kudret, tam da baştaki bu acizliğimizi olumlayarak dünyayı bütün bunların dışında temaşa edebilmekle kazanılır. Kendi ölüm-oluşunu olumlayabilmek...
Yeniden-başlamak ancak öncelikli bir ölüm-oluşla kaçınılmaz bir ıssızlaşma ve algılanamaz-oluş hâliyle mümkündür. Yeniden-başlamak, Thanatos’un Eros’a duyduğu doymak bilmez, iştahlı aşkı olumlayabilmektir. Kimliğimizin ölümünü duyumsamak ve bu durumu bir yaratımın kaynağı hâline getirebilmek, gerçek bir içkin köken için yeniden-başlayabilmek ölüm anlamına gelmeyen daha çok bir yok-oluş bir ıssızlaşma anlamına gelen bu ölüm deneyimini kullanabilmekten geçer. Yeniden-başlamak isteyenin öncelikle yok-oluş anlamına gelen bu mütevazı ölümü öğrenmesi gerekir. Gerçek bir ontolojik varoluş sergileme imkânımız bu yok-oluş deneyimini pragmatikleştirebilmekte ve sürekli yeniden farklanmak için kullanabilmekte saklıdır. “Denizdeki şarap damlası ya da demirdeki ateş” (Deleuze, 2015, s.) gibi olabilmektir.
"Ulaştığı sonda, yok olmak için varlığa, var olmak için gerekenden daha çok ihtiyacı varmış gibiydi." (Blanchot, 1993, s. 81.)
Ölüm-oluş yeniden-başlama kudretidir. Yeniden-başlangıç bir kaçış çizgisinden başka bir şey değildir. Bir kaçış çizgisi kimliğimizin kapalı döngüselliğinde yalnızlığımızın çölüyle yüzleşmekten kaçtığımız tepkisel hazların sarmallarından yani yalancı bir karnavalesk ruhtan ayrılmalıdır. Tam tersine kaçış çizgisi bir ölüm-oluşla verili yeryurdu terk edebilme kabiliyeti ve kudretidir. Kaçış çizgisi kaçarken kaçtığımız şeyi de kaçırmak anlamına gelmektedir. Bu oldukça zordur. Yahudilerin Exodus hikâyesi buna güzel bir örnek teşkil eder. Musa’yla birlikte bir kaçış çizgisini takip eden İbraniler kaçtıkları Firavunun da sonuna sebep olurlar. Arzunun bir ölüm-oluş sonucunda ortaya çıkan bir sürgün olarak anlamı böylesi bir kaçış çizgisinde yeniden-başlamak anlamına gelir. Sürgündeki karşılaşmayı olumlu bir karşılaşma hâline getirebilmektir. Ölümü diriltici bir ölüm, yarayı taşkın ve üretken bir kan akışı olarak düşleyebilmek becerisidir.
Yavanlaşan bir oluş çizgisi bedeni yaralayabilir. Günümüzde sorunumuz yavanlaşan bu çizgiyi bir ölüm-oluşla sonlandırıp yeniden-başlangıçlar örgütleyememizdir. Yarayı dünyaya kapanacağımız bir kendini üstüne kapanma hâline ya da melankolik bir yaşam üslubunun kolaylıkla hınca doğru sürüklenebilecek konforlu patikalarına tercüme ediyoruz. Kanaatlerimizin, dünyanın ve ilişkilerimizin nesnel varlığıyla uyuşmazlığı sonucunda beliren yaranın aslında bize dünyanın hiçbir temsille özdeşleşemez materyalist taşkınlığını gösterdiğini kaçırıyoruz. Kanaatleri uygulamak yerine akışları işlemenin erdemine yabancıyız. Yaralarımızı bedeni içkinliğe kapatan kimlik anlatılarına dönüştüren sonu gelmez bir bayağılığa bulanmış durumdayız. Bunun yerine yarayı yeni bir biçimleniş için kullanmanın, ızdırabı dostla paylaşmanın ve acizliğimizi kabullenerek dünyaya her türden temsilin ve kanaatin dışında yaklaşmanın bize gerçek bir neşeyi sağlayacak kudret talimlerini kazandırdığını görmek gerçek bir yeniden-başlangıcın yegane imkânıdır. Kaosla nevrotik-tepkisel bir kendini ispatlama hâlinde mücadele etmenin yerine kaosun altındaki kırılganlığımızı ve acizliğimizi cesur bir şekilde keşfederek değişik kendilik pratikleri ve kudret talimleriyle icada yönelmek yani kaosu duyumsanabilir kılacak kozmik yumurtalardan yola çıkarak sadece üretmek gerekmektedir. Acizliği kabullenen bu ilksel hareket sayesinde kucakladığımız ölüm-oluş; bize yeniden-başlamanın etik talimlerini kazandırır. Çünkü yaratmak oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. Ontolojik bir varoluş göstermek ve bedenimizin kudretine muktedir olabilmek için sonu gelmeyen etik deneylere girişerek sürekli olarak ölüm-oluşu olumlama talimleri gerçekleştirmeliyiz. Çünkü kaçış çizgisi kaderine muktedir olamadığımız çoğunlukla tıkanmalarla sonuçlanan tehlikeli bir süreçtir. Yaralanan bedeni bir ölüm-oluşla yeniden başlangıca açmak gerekmektedir. İntiharları trajik bir mistifikasyona bulama derdindeki tepkisel insanî hazzın ötesinde yaşamın yeni akışlara ulaşmak için deneyimlediği bu ölüm-oluşu mütevazı bir şekilde göğüsleyebilmek elzemdir. Ontolojik bir varoluş sergilemenin yegane imkânı kişisel olmayan akıştaki yaşamın kendini çeşitlendirmek için gerçekleştirdiği bu ölüm-oluşu kavrayabilmekte saklıdır.
Deleuze ve Guattari’yi basit bir karnavalesk ruhun hedonist takipçileri olarak gösteren popüler didaktik bayağılığın tersine bu iki dost her şeyden önce çölün ve ölüm-oluşun filozoflarıdır. Onlardan yeniden-başlangıcı yani ölüm-oluşu öğrenmek; işte gerçek bir Deleuze ve Guattari okuru için yegane etik görev budur. Onlar “ölümün şizofrenikleştirilmesinden” (Deleuze ve Guattari, 2014, s. 475) bahsetmektedirler. Bu oldukça güç bir etik talim sürecine gönderme yapar. Çünkü ölümü şizofrenikleştirmek içkinliği bir öz-aşkınlık olarak icra ederek insan-ötesi bir oluşa kavuşmaktır. Bu yaratmak demektir. Yaratan bir beden çoğullaşarak insan-biçimli olmayan bir cinselliği keşfeden yani varlığın erotikasını keşfeden bir bedendir. O tek kişiyken bile bir kabile ‘ile’dir. Ancak sonsuz oluşlarının yanında bir çöl ya da bir ıssız ada gibi yalnız olmayı bilen, kendi üçüncü dünyasına dönebilen bir bedendir. Çünkü ancak bu sayede bir başlangıca kavuşabilmektedir.
“Felix [Guattari] bir grup, bir çete veya bir kavim adamıydı ve bununla birlikte bütün bu oluşlarla, dostlarıyla, bu gruplarla dolu bir çöl, yalnız bir adamdı.” (Deleuze ve Parnet, 1990, s. 33.)