Nihat Özdal ile kokular ve Koku kitabı üzerine

“Elimizde sözcükler yerine kokular olsaydı nasıl bir şiir yazardık? Koku kitabında asıl şiir şişede duruyor. Bir edebiyat metninin katmanları gibi kokuların da katmanları vardır. Okurun bu katmanları burnuyla okumasını istedim, içinde sözcükler olan kısmı belki biraz kolaylaştırıcı olsun diye.”

 
 
Kelimelerin “has” kokusunu ne derece duyumsayabiliyorsunuz? Mesela ağzında “böğürtlen” sözcüğünü çiğneyen birinin beyninde lastik kokusu canlanmayacağını biliriz. Ayrıca kişinin kendini eksiltisiz bir böğürtlen hasadında hissedeceğinden de şüphe duyarız. Siz kelimeler ve şeyler arasındaki bu büyülü anlaşmayı ne kadar gerçekçi buluyorsunuz?
 
Kötü ruhları uzaklaştırmak için halen üzerlik kokularının kullanıldığı bir coğrafyada büyüdüm. Bir kokuyu tanımlamakla ilgili kelime sayımız fevkalade yoksul. Böğürtlen sözcüğünü okuyarak ya da bir böğürtlen görseline bakarak oluşacak çağrışımlardan çok fazlası o böğürtlen hasadının kokusunda olduğu için daha kıymetli. Gözlerim, kulaklarım, dilim, tenimle yaptığım yolculuklardan daha fazladır burnumla yaptıklarım.
 
İnsan kokusunu alamadığı şeylerin tadını da almakta güçlük çekiyormuş. Bunlar bilindik tatlar dahi olsa… Siz de kitabınızın yanında somutlaştırılmış bir şişe koku sunuyorsunuz, şiir ve partikül okurlarına. Bunu yapmaktaki amacınız az önce değindiğimiz “tat aldırma” meselesiyle alakalı olabilir mi? Yani “koku”yu kelimelerin karakterize tavırlarından faydalanarak bizzat şiiriniz vasıtasıyla duyumsatmak yerine şişeleyip de sunarak şiiri geçiştirmiş mi oluyorsunuz, yahut şiirin eksiltili, donuk taraflarını çözümleyip nazal bir ayrıcalıkla şiiri taçlandırmış mı?
 
Elimizde sözcükler yerine kokular olsaydı nasıl bir şiir yazardık? Koku kitabında asıl şiir şişede duruyor. Bir edebiyat metninin katmanları gibi kokuların da katmanları vardır. Okurun bu katmanları burnuyla okumasını istedim, içinde sözcükler olan kısmı belki biraz kolaylaştırıcı olsun diye. Bir “koku”nun metni ve bir metnin “koku”su olarak iki türlü tecrübe edilebilir.
 
Nihat Özdal
 
Bir şeyi gördüğümüz vakit, daha önce tatmış olmasak bile dilimiz onun tadını anlayabilirmiş. Buna beton bir duvar ve ipek bir şal da dahil. Peki, sizce daha evvel koklamadığımız bir şeyin sırf görerek kokusunu tahmin etmeye çalışsak ne kadar dürüst olabiliriz? Ayrıca o şeyin ne tür bir kokunun tazyikine maruz kaldığını da bilmeden... Kısaca, koku aldatıcı mıdır yoksa algılatıcı mı?
 
Koku Batı ekseninde yıllarca ilkel ve kaba olarak kabul edildi. Görmenin üstün duyu olması, akıl ve uygarlıkla ilişkilendirildi. İyi bir gözlemci, iyi bir dinleyici; yüksek bir damak ve sıcak bir dokunuşla ne kadar övünülüyorsa da bu “iyi”ler ve övgüler arasında “iyi bir koklayıcı” neredeyse hiç olmadı. Bu soru da görme eksenli dünyadan; takvimlerin, kimliklerin, iletişimin, dilin koku ekseninde kurulduğu başka bir dünyadan bir kitap olsun istedim Koku.
 
Bû-yı gül taktir olunmuş nâzın işlenmiş ucu
(Gülün kokusu damıtılmış, nazın ucu işlenmiş)
 
Dest bûsı arzûsından ger ölsem dostlar
(Eğer dostlar, onun avucunun kokusunun arzusundan ölürsem)
 
Sırasıyla Nedim ve Fuzuli’ye ait divan şiiri mısrası örnekleri bunlar. Divan şiirinde “bû, rayiha” gibi sözcüklerle anılan koku –geleneklerimizden kaynaklı olsa gerek– ayrıcalıklı bir yerdedir. Hatta kokunun Farsça adı olan “bû” öylesine tabii ve çıplak bir hale gelmiştir ki yer yer, işaret zamirimiz olan “bu” ile yer değiştirir şiirin içinde. Bir işaret mahsulü olur. Türkçe ve Farsça katışır, kokunun lisani formu yaratılır şiir nezdinde. Artık müsaittir şiir, “şiir bu”dur demeye. Peki sizin şiirinize tereddütsüzce “şiir bu”dur diyebilir miyiz?
 
Burun kelimesi, “bur” kokmak, tütmekten gelir. Burnumuzu Asya ve Ortadoğu’ya çevirince fazlaca kokulu metinle karşılaşabiliriz. Divan şiirinde çok fazla örnek var. Hem Fars hem Araplardaki koku kültürünün, kokuya verilen değerin, günlük hayatta çarşılarda fazlaca yer bulan miskçi ve attar (ıtır satan anlamındadır) dükkânlarının da etkisi var.
Koku kitabına dönersek, evet, şiir bu’dur.
 
 
Genel anlamda sade bir tınısı var şiir üslubunuzun. Ancak bir o kadar da taze “şeyler” duyuruyorsunuz okurunuza. Modern şiirimize baktığımız zaman “koku” da onlardan biri gibi duruyor. Sade bir alakadan, geçişken bir tanışıklıktan ziyade merkezî bir konum buluyor kendine koku, eserinizde. Keza Düğmeler kitabınızda da aynı tatlı telaşı görmek mümkün. Ama aynı zamanda Kokukitabınızda sözcüklerden fazlası var, sözcüklerin yanındaki kokuda neler bulacak okur? Koku bir hafıza işi midir?
 
Koku kitap, kitap koku, şişenin içinde kitap var. Bu kokuyu/kitabı kurarken doğduğum evden, o evin bahçesinden hafızamda kalan kokulardan yola çıktım. Kokulardan bir hafıza mekânı yaratmayı denedim. Doğduğum evin bahçesinde bergamot ve limon ağaçları vardı, başlangıç notalarında bu kokular var. Oda içleri, orta notalarda, hafif nemli bir kireç taşı, pişmiş portakal kabuğu, misk ve sardunya; bu kokuda daha uzun kalmak isteyenler içinse karagüller, Fırat söğütleri, deri notaları hissedilebilir.
 
 
 
 
GİRİŞ RESMİ:
Zambak parfümünün yapımı. Kireçtaşı, mezar süslemesinden bir parça, Mısır’ın 4. hanedanı – (M.Ö. 2500’ler), Louvre Müzesi