Edebiyat Günleri’nin bu yıl dördüncüsü düzenleniyor. İlki 2013’te, ikincisi 2018’de, üçüncüsü 2020’de (çevrimiçi olarak) ve bu yıl da dördüncüsü. Organizasyonun bu kadar düzensiz aralıklarla olmasının nedenleri nelerdir? Bundan sonrası için nasıl bir düzen öngörülüyor?
Merhaba. İlginiz için teşekkürler. Diyarbakır’da karşılaştırmalı edebiyatı merkezine alan bir program kurma fikri aslında 2011 senesine dayanıyor. ‘Dünya Edebiyatına ve Büyük Ustalara Amed’den Bakmak’ adıyla gerçekleşen bu ilk programda, Walt Whitman, Edgar Allan Poe, Ezra Pound ve T. S. Eliot gibi dünya yazarlarının edebiyatlarını yazar, çevirmen ve akademisyenlerin katılımıyla karşılaştırmalı değerlendiren bir dizi etkinlik yapıldı. Bu ilk etkinlikten doğan heyecanla, Lîs ve Diyarbakır Sanat Merkezi, karşılaştırmalı edebiyatı gündemine alan, iki yılda bir düzenlenecek olan Diyarbakır Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin ilkini 2013’te gerçekleştirdi. Bu bağlamda 2015’te devam etmesi gereken program ne yazık ki sosyal ve ekonomik nedenlerden ötürü hayata geçemedi. 2018 yılında ise aslında yakın geçmişte Diyarbakır’ın geçirdiği süreçlerden sonra sekteye uğrayan sosyal, sanatsal ve kültürel ortamın toparlanması için başlayan bir dizi gelişmenin bir parçası olarak da programı tekrar hazırlayabildik. Halen iki yılda bir düzenleme hedefiyle birlikte çalışıyoruz.
Diyarbakır Edebiyat Evi, düzenlediği bazı etkinliklerle ülke çapında ses getiriyor ama bölgesel açıdan da ufuk açıcı bir odak-mekân haline gelmeye başladı. Diyarbakır Edebiyat Evi’nden henüz haberdar olmayan veya yeni duymuş olanlar için ne gibi amaçlarla kurulduğunuzu ve yıl boyunca neler yaptığınızı kısaca anlatabilir misin?
Edebiyat Evi bahsettiğim gibi, şehrin üzerini kaplayan toz bulutundan kafamızı nasıl çıkarıp nefes alırız diye dertlendiğimiz bir sürecin, edebiyat ve yayıncılıkla ilgili bir yapı olarak sonucu. Her şeyden önce, elbette şehrin yazar ve okurlarının buluşabileceği ve elbet genel anlamda şehirde sivil ve demokratik bir dille kültür sanat ve düşünce konuşacağımız, bir araya gelebileceğimiz, bu anlamda bu toz bulutunun ötesine hareket etmeyi dilediğimiz bir mekân olarak kuruldu. Edebiyat Evi’nin en temel çalışma alanı Kürtçe edebiyatın klasik ve çağdaş metinlerini, Kürtçe çeviri çalışmalarını gündeme taşımak ve Kürtçenin de içinden düşünen bir edebi ve kültürel tartışma alanı açmak, gündemini takip etmek ve gündeme dahil olmak. Eleştirel düşünceyi edebiyat kadar sosyal bilimler ve diğer sanatlarla iç içe yürütmeye, ilişkiselliklerini kendimiz için görünür ve pratik edilebilir hale getirmeye çalışıyoruz. Bu anlamda eleştirel anlatı pratikleri sağlayan, çeviri faaliyetinin açtığı kültürler arası diyalog imkânını farklı biçimlerde deneyimleyebildiğimiz ve bulunduğumuz iklimde şehrin belleği ile tarihsel, kültürel ve sosyal bağları zenginleştirecek bir içerik hazırlamaya çalışıyoruz. Bu perspektif kimi zaman hazırladığımız aylık etkinliklerle, kimi zamansa ayrıca yürüttüğümüz proje içerikleriyle hayata geçiyor.
Edebiyat Evi’nin açıldığından bugüne geçen üç sene içinde pandemiye rağmen şehrin edebiyat dünyasında bir dinamik haline geldiğini düşünüyoruz. Açıldığımız ilk aylarda başlayan pandemi içinde, ortaklarımızla ilk kez dijital olarak hazırladığımız ‘Edebiyat ve Kırılgan Gelecek’ temalı üçüncü programdan sonra, bu yıl fiziksel olarak dördüncü Edebiyat Günleri programına ev sahipliği yapıyoruz. Bu süre zarfında aylık programlarımızın yanı sıra Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi ile birlikte çalıştığımız Literature Beyond Borders projesi, İsveç, Jokkmokk’tan Sami Yazar Evi ile birlikte yürüttüğümüz Belongings projeleri gibi projeler uzun vadeli ortaklıklar ve üretimlere yol açan önemli alanlar. Ayrıca geniş bir yelpazede Avrupa, Türkiye ve yakın doğudan ilişkiler içinde farklı ziyaretler, buluşmalar ve üretime odaklanan bir ağın içinde Kürtçe edebiyatı ve edebiyatçıları ile hareket ediyoruz.
îhsan Colemêrgî
Bu yılın onur konuğu îhsan Colemêrgî, ‘Kürtlerin Herodot’u’ olarak biliniyor ama maalesef Türkçe okurlarının pek aşina olduğu bir isim değil. Colemêrgî’yi Türkçe okurlarına biraz tanıtabilir misin? Edebiyat Günleri kapsamında ne gibi etkinlikler olacak?
Colemêrgî, Mezopotamya kültürüne dair yaptığı derinlemesine incelemelerinde hem sözlü kültüre hem de tarihî kaynaklara dayanarak coğrafyanın tarihini edebiyatında yeniden işleyip üreten bir kalem. Kaynak eser niteliğindeki tarih kitapları ve romanlarıyla ağırlıklı olarak Hakkâri ve hinterlandının bölük pörçük, sistematize edilmemiş kültürel dünyasını farklı kurgu ve anlatılarla okurun ilgisine sunuyor. Colemêrgî eserlerinde farklılıklara ve coğrafyanın gelip geçmiş tüm sakinlerine eşit mesafelenerek, yeni metinlerle coğrafyanın tarihsel, kültürel ve doğal zemininin inceliklerini ustaca kurgusuna yediriyor. Onun gerek araştırmacı kimliği gerekse bir alternatif tarih yazıcısı olarak hem Kürtlerin tarih ve edebiyat bilincinde hem de ömrünü verdiği Mezopotamya’nın bu çok özel coğrafyasının tarihî ve kültürel katmanlarına ilgi duyan herkes için çok özel bir kaynak olduğunu biliyoruz.
Zülfü Livaneli
Bu yılki Edebiyat Günleri’nin açılış konuşmacısı ise Zülfü Livaneli olacak. Açılış konuşmacısına nasıl karar veriyorsunuz, Livaneli’de karar kılmanızın –tahmin etmek çok zor değil ama– nedenleri nelerdi?
Her program aslında Kürtçe edebiyat dünyasından bir ‘onur konuğu’ bölümüne yer veriyor. Açılış konuşması sanıyorum dijitalde gerçekleşen üçüncü program itibariyle program genel tasarımında yer tutan bir başlığa dönüştü. Geçen programımız da Abdulla Peşêw ve Gündüz Vassaf’ın konuşmalarıyla açılmıştı. Fiziksel şartlarda aslında bu program şehrin farklı mekânlarına yayılıyordu, o anlamda kentlinin ve kente davet edilen konukların gündeminde cereyan ediyordu. Ancak pandemi döneminde bir yanıyla programı ilk kez bu kadar rahat kendi sınırları dışına taşırabildik. Bu anlamda dijitalde de olsa iki usta yazarın yan yana gelmesi ve bir açılış konuşması yapması fikrini sevdik. Nihayetinde bu program dillerin, edebiyatların, edebiyatçıların ve farklı okurların karşılaşması fikri üzerinden şekillenen bir program. Açılışa bu duyguyu taşımak önemli diye düşünüyoruz.
Bu yıl açılış konuşmasını Everest Yayınları ile işbirliğiyle düzenledik ve değerli besteci ve yazar Zülfü Livaneli’nin bizi kırmayıp, davetimizi kabul ederek Diyarbakır’a gelecek olmasından ve Diyarbakırlı yazar ve okurlarla karşılaşma fikrine gösterdiği samimi yakınlıktan dolayı çok mutluyuz, kendisine teşekkür ediyoruz. Diyarbakır’da son dönemde devam eden yoğun kültür sanat trafiği içinde, Zülfü Livaneli’nin Kürtçenin dünyasından kurulan bir programa böylesi bir zamanda gelmeyi kabul etmiş olması, bize göre “neden Zülfü Livaneli?” sorusuna da cevap veriyor.
Kürtçe edebiyatı dünya edebiyatı kapsamında ele almak ve öyle değerlendirmek için ‘Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’ başlığını kullanıyorsunuz. Organizasyon boyunca da bunu destekleyen etkinlikler söz konusu. Arapça ise bu yıl özellikle üzerinde durulan dil-edebiyat alanı. Türkiye’nin Arap kültürü ve diliyle olan engebeli ilişkisi Kürtçe edebiyat özelinde nasıl kuruluyor; kurulabiliyor mu?
Programlarımızda Kürtçe, Türkçe ve dünya dillerinden metinlerin/yazarların/temaların karşılaştırmalı değerlendirilmesi, temsil imkânı kısılmış dillerin edebiyatlarının öne çıkarılması, bu iki bağlamda çok dilli edebiyat, çeviri ve çevirmenlik deneyimi, edebiyatın toplumsal meseleleri anlamlandırmak konusunda taşıdığı potansiyel ve eleştirinin olanaklarıyla konuşmak gibi noktaları öne çıkardığımızı söyleyebiliriz. Karşılaştırmalı edebiyata sosyal ve siyasal realitemize de uygun olarak diller, türler, politik ve edebi iklimler ve disiplinler arasında hareket edebilmemize olanak sağlaması açısından elverişli bir alan olarak yaklaşırken, edebiyat ve diğer alanların ilişkisine bakmayı da önemsiyoruz. Bahsettiğiniz oturumlarda da bahsedileceği üzere dillerin birbiri arasındaki ilişkiyi sadece siyasetin dili üzerinden kavramaya çalıştığımızda bu dillerin edebiyat dünyalarına da kendimizi çoğu zaman kapatıyoruz. Bu durumu en iyi deneyimleyen, bize en yakın örnek Kürtçe edebiyat. Bugün halen Kürtçe edebi metinlerin çevirisi yok denecek kadar az ve üzerine düşünülmesi gereken bir konu. Böyle bir ortamda Kürtçenin Arapça ile kurduğu ilişki tüm imkânsızlıklara ve politik engellere rağmen herhangi bir şekilde uzaklaşamaz. Kürtçe ve Arapça ve fazlasının yerleşik olarak bir arada yaşadığı ve gündelik yaşamı farklı dillerin etkileşimi içinde kuran çokça şehir var. Bu anlamda artık Türkiye, Arap kültürü ve dili gibi büyük parantezler yerine yazarlar, metinler, topluluklar arasında bu meseleleri düşünmek iyi olabilir. Aksi halde edebiyattan bir umut beklemenin anlamı yok gibi.
‘Hayal Dilinde Hakikat’ teması etrafında çeşitli etkinlikler düzenlenecek. “Kürtçe artık Türkiye’de bir ‘yok’ veya ‘hayal’ dili olduğu günleri geride bıraktı” denebilir mi sizce? Hakikati dile getirmekte bu ‘hayal’ konumunun avantajlarından bahsedebilir miyiz?
Tabii ki denemez. Ama bir yanıyla da hiçbir zaman bir hayal dili olmadı; aksine, belki de Kürtçe en çok bir hakikat dilidir. Diller duygularından bağımsızlaşamaz. Kürtçe bu anlamda hayalden çok hakikate yakın bir dil olarak düşünülebilir. Bu anlamda ‘hayal’ konumunun avantajlarından elbet bahsedilebilir ve sürekli bir ‘hakikat’ içinde sıkışmanın dezavantajları da kesinlikle bu meseleleri düşünen herkesçe değerlendirilmeli. Hayal ve hakikat birbirinden uzak alanlar değil gerçekten. Sebat, cesaret ve samimiyetle birbiriyle konuşması gereken iki metinsel alan.
Mıgırdiç Margosyan
Mıgırdiç Margosyan anması bu yılki etkinliklerin en dikkat çekenlerinden biri. Margosyan’dan önce ve sonra Diyarbakır’ın edebiyatımızdaki yerinde nasıl farklılıklar oluştu sizce? Margosyan, Diyarbakırlılar için ne anlama geliyor?
Bu seneki temamıza dair düşüncelerimizi yan yana getirdiğimiz davet metninde tüm edebiyatseverleri hikâyelerimize, hakikate, hayale ve Diyarbakır’a dair cümle kurmaya davet ediyoruz. Öncelikle Mıgırdiç Margosyan, Diyarbakır’a dair en güzel cümleleri kuran insanlardan biri.
Margosyan’ın Diyarbakır ve dünya edebiyatına kattığı en önemli şeyin, hepimizin bildiği ama konuşmaya, yüksek sesle dillendirmeye, başka insanlarla duygu ve düşüncemizi ortaklaştırmaya çekindiğimiz bir zamanda Gâvur Mahallesi ve Tespih Taneleri gibi kitaplarıyla bu sesi yükseltmiş olmasıdır. Bu kayıp duygumuzu, kapanmayan yaramızı, eğilip bakmaya korktuğumuz, yüzleşmekten çekindiğimiz, kendi aramızda fısıldayarak konuştuğumuz, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı duran o büyük hikâyeyi dünyaya, Türkiye’ye ve yazın dünyasına duyurmuş olmasıdır. Elbette bu Diyarbakır’da üretilen Ermenice ve Kürtçe edebiyat adına çok önemlidir ve kendinden sonraki yazarların Ermeni meselesine daha insani, adil ve eşit bir yerden yaklaşmasına ve bu meseleyi dert edip yazmasına neden olduğu için çok kıymetlidir. 2018’de Margosyan’ın doğum gününü Diyarbakır’da, doğduğu topraklarda, çocukluğunun geçtiği sokaklarda kutladık. Maalesef yakın bir zamanda aramızdan ayrıldı. Bu ayrılıktan sonra yine doğduğu topraklarda, Gâvur Mahallesi’nde sesinin, hikâyelerinin yeniden yankılanmasını istedik. Ve genç yazarlara umut ve ufuk olmasını istedik. Margosyan sözüyle, ironisiyle, hakikati ve hayaliyle dünya edebiyatının en seçkin seslerinden ve örneklerinden biridir.
Zaven Biberyan
Son günde ise Biberyan ve Colemêrgî’ye odaklanılıyor. Ermenice ve Kürtçe edebiyatlar coğrafi ve kültürel açıdan düşünüldüğünde, ne gibi etkileşimler içerisinde oldukları söylenebilir? Bugün bu ilişki ne durumda?
Diyarbakır, Kürtçe, Ermenice ve Süryanicenin bir arada söz ürettiği önemli merkezlerden bir tanesi. Özellikle Ezidi göçünden sonra, Ermenistan’da, Ermeni yazarlarla birlikte Kürt yazarların yan yana önemli eserler meydan getirdiğini, o dönemin Ermeni yazarlarınca Kürt yazarların destek gördüğünü, 900 küsür Kürtçe eserin orada yazıldığını ve Ermenice edebiyat ve başka dillerden Ermeniceye çevrilen edebiyattan yapılan okumaların Kürt yazarlara kazandırdığı deneyim sayesinde vücuda gelerek Kürtçe edebiyatın önemli bir külliyatını oluşturduğunu biliyoruz.
Diyarbakır Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri yapılıyorsa, bu, coğrafyanın dillerinin karşılaşmasının ve buluşmasının öncelikli, elzem amaçlarımız arasında olmasındandır. Günümüzde Diyarbakır’da Ermenice yazan konuşan artık yok diyebiliriz. Mevcut etkileşim yine Ermenistan’daki yazarlar arasında ama Sovyetler’in dağılması ile bu bağ da gittikçe zayıflamaya başladı. Zira Kürtçe edebiyatla uğraşan insanların büyük bir bölümü ekonomik zorluklar nedeniyle Avrupa’ya gönüllü göç etmek zorunda kaldılar.
İlk edebiyat günlerinden itibaren Ermenice edebiyat ve yazarları programımızın bir parçası oldu. Margosyan, Biberyan ve Yesayan edebiyat günlerinde konuk ve konu edildi. Bütün bu buluşmalarda Kürtçe ve Ermenice edebiyatın birbiriyle kurabileceği bağlar –örneğin Diyarbakır’daki Kürtçe okurun nasıl bir ilgi göstereceği– yoklandı ve o metinlerden yola çıkılarak Ermeniceye dair Kürtçe okurun bakış açısının genişlemesinin imkânları zorlandı. Kuşkusuz bunların karşılıklı çevirileri bu çabaları daha da zenginleştirecektir. Biberyan ve Colemêrgî kendi sesleriyle evrensel birer yazardır.