“Savaşlar ancak taraf olmadığımızda, alışmadığımızda, yenmeden yenilmeden yarın bitecek ama hiç bitmeyecek gibi savaşın sonunu bekleyerek değil; günün içini doldurarak, sevişerek, yiyerek, içerek, savaşarak değil. Şarkıyla, yazıyla, şiirle bitecek”
17 Kasım 2016 13:50
Uzun zamandır görmediğim biriyle mailleşmeye ya da mesajlaşmaya bir süredir şu cümleyle başladığımı fark ettim, “Nasılsın diyeceğim ama hepimizin durumu malûm.” Elbette durumlar “malûm” ama o anki mutsuzluğumu karşı tarafa geçirmek benim hakkım mı? Bununla, karşıdan gelebilecek “nasıl olayım olayları görüyorsun” cümlesi gelmeden karşı mı koyuyorum yoksa yalnızca, “her şeyin farkındayız hepimiz kötüyüz” mesajını mı veriyorum? Kötüyüz, her şey kötü ve daha da kötü olacak diyerek birbirimizi aşağı mı çekiyoruz?
Gündemle birlikte değişen ruhsal durumumuz yalnız oturduğumuz yerden, sosyal medya üzerinden bile agresyona bağlamamıza neden oluyor. Birileri gideceğim bu ülkeden dayanamıyorum derken, diğerleri nasıl gidersin burası senin ülken, diyor. Birileri “ne güzel bir sabah” dediğinde, diğerleri “dünya bu hâldeyken nasıl güzel dersin” diyor. Sürekli değişen kötü gündem yüzünden “önce timeline’a bakayım da sonra tweet atayım” demeyen kaldı mı? Gündem üzerinden kutuplaşmadan (ki ardından o gelecek zaten) ruhsal durumumuz için kutuplaşıveriyoruz.
Gündüz Vassaf Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar kitabında işte tüm bu soruların cevaplarını veriyor. Ya da belki de bir noktada “devrim”in nasıl olması gerektiğini anlatıyor.
Fazlaca olumsuzlamayla başlamış olabilirim yazıya ama aslında Vassaf’ın kaleminden dökülen kelimeler “umut” diye fısıldıyor. “Ne yapabilirim” sorusu elbette katıksız cevaplar üzerine değil; tarih boyunca yapılan yanlışlar, öğrenilmiş çaresizliklerimiz, böyle gelmiş böyle gider hallerimiz, her şey daha kötüye gidecek kötümserliğimiz, tarihe bağlılığımız üzerinden kapılıp gittiğimiz her şey...
Ne Yapabilirim?, Gündüz Vassaf'ın 2015 akademik yılı “Barış Konuşuyor” başlıklı açılış dersinde ODTÜ öğrencileri için yaptığı konuşmanın genişletilmiş hâli. Seslendiği ise "Küresel Gezi Gençliği" olarak tasvir ettiği ve yeni bir dönem başlattıklarına inandığı tüm gençler ve de aileleri. Bizim dost meclislerinde andığımız haliyle “gezi zamanı” tasvirine inanmıyor Vassaf. Zira bu, yaptık- bitti süreci değil, bu bir süreç değil; yeni bir çağın başlangıcıydı. Gerçekten bir şey yapabileceğine inanan binlerin birleşmesi. O güne kadar belki on yıllardır süregelmiş yetişkinlerin; gençleri piyon olarak kullandığı gerçeğinin Türkiye için o günlerde yıkıldığını söylüyor Vassaf. Dillere persenk olan böl, yönet aslında önce gençler üzerine oynanan bir oyun. O yüzden de en çok anne babalar nasibini alıyor Vassaf’ın cümlelerinden. Bugünün değil belki yüzyılların meseleleri; işine geldiğinde “sen çocuksun”larla büyümüş olmak, okullarda sınav sistemleriyle sürekli yarışa sürüklenmek ve hayatın bundan ibaret olduğunu sanan bir neslin yetişmesine neden olmalarından. Ayrıca kaçımız komşunun çocuğu örnek gösterilmeden büyüdük ki? Rekabet açmazı yalnız sınavlarla değil, etrafımıza örülen rekabet duvarlarıyla da büyüdü.
“Okuldan atılır, işimi kaybeder, hapse girerim diye korkar, korkutulur, vicdanımıza rağmen düzene uyum sağlarız. Bizim gibi düşünenlerle dertleşip vicdanımızı hafifletir, birbirimize iyi insanlar olduğumuzu kanıtlar, yolumuza devam ederiz.
Düzenin kalıcılığı aileye, okula, işyerine uyum üzerine kurulu. Aferinler ve cezalandırmalarla çocukluğumuzdan itibaren koşullandırılıp itaati içselleştirmemiz, bizi yetişkinlerin ve kurumların gözlerine girmek isteyen iyi niyetli kullara dönüştürür.”
Sadece gördüğümüze inanarak yaşıyoruz. Sadece görmek istediğimize. Peki, kim doğruyu söylüyor? Araştırmak... Kalabalıkların peşinden değil, haklı olduğuna inandığın şeyin peşinden gitmek. “Ne yapabilirim çaresizliği bizi uç noktalara götürebiliyor” diye anlatıyor Vassaf. Bu yüzden ne yapılabileceğini anlatıyor. Ötekiler olarak içinde bulunduğumuz eylemleri en yakınımızdan, “ailemizden” sakınmamamızı salık veriyor: “Gençlerin yetişkinleri saflarına katmasından geçiyor. Dünyayı değiştirmenin yolu direnişten çok yakınlarımızla birliktelikten suya atılan taş gibi dalga dalga genişlemekten geçiyor”
Düzen, parçalayıp bölmek ve mümkünse ayrı tutmak üzerine çalışırken bir araya gelmiş Küresel Gezi Gençliği’ni bu yüzden üstün tutuyor Gündüz Vassaf da. Nedeni, bir şey için mücadele edecekseniz bunun gerçekten ne için olduğunu bilmeniz gerektiğinde saklı. Ve birkaç önemli şey daha: Sonuna kadar gitmek, kötümser olmamak ve elbette gülmek! “Gülmeyen insan özgür olamaz” diye yazıyor Vassaf. Gallup’un dünya anketinde “Dün gülümsediniz ya da kahkaha attınız mı” sorusuna en çok Türklerin hayır yanıtı verdiğinden bahsederek ekliyor: “Yıllık gelirimizi şu kadar dolar yaptık diye övünen hükümetler, Türkiye’nin yeryüzünün en asık suratlı ülkelerinden olmasının utancını taşıyor mu?”
Geleceğe Kartpostallar’ın en önemli mesajlarından biri umut. Bunun için gülmek gerekiyor, aksi umudu öldürüyor! Yönetenlerin aşağılık kompleksleriyle taktıkları ciddiyet maskelerine karşı gülmek. Vassaf “Kötümserlik, rejimi ayakta tutan bir uyum tarzı” diye anlatıyor. Ona göre; kötü karşısında kötümserlik, kötüye güç vermek, onu iktidarda tutmak demek. Tıpkı savaşın savaşarak bitmeyeceği düşüncesi gibi...
Başka bir noktadan bakalım: Bugüne kadar sosyal medyada ya da mail yoluyla önünüze düşen sosyal içerikli kampanyaların kaçına imza attınız? Kaçına bir arkadaşınız vesile oldu, kaçını imzalamazsanız eksik hissedeceğinizi düşündüğünüz için yazdınız adınızı, kaçını görev bilinciyle imzaladınız, kaçını takip ettiniz, hangisinin sonucundan haberdarsınız, hangisinin sonuna kadar peşinden gittiniz? Mesele bir eyleme dâhil olmak değil. Mesele neye dâhil olduğunu anlamak belki de. “‘Bir şey yapmalıyım’ kompleksinden sıyrılmalı" diyor Gündüz Vassaf. Bu noktada ilerlemeyi en çok engelleyen şeylerden birini yalnızca “bir şey yaptım” rahatlığında olmak için yapılanlar olarak gösteriyor. Ve saniyelik sanal eylemlerin vicdanı rahatlatarak olayı edilgenleştirdiği kanısında: “Yürüyüşler ve imza kampanyaları genellikle ânın katılma heyecanının yitirilmesiyle yenilgiyle sonuçlanır. Dünyayı değiştiremeyeceğimiz duygusunu pekiştirir.” Oysa gençlik tarihte ilk defa bir güce sahip. Sosyal medya. Vassaf’ın tanımıyla “Tarihimizde ilk kez, var olmanın doğallığında, dünya vatandaşlığı kültürünü oluşturuyorlar.” Onları “apolitik” olarak tanımlamak yerine gençlerin politikacıları ve partileri ciddiye almayarak itibarsızlaştırdığından bahsediyor; Küresel Gezi’de yükselen sesin “halk adına konuşanların değil kitlelerin ta kendisi” olduğunu fark etme ânından.
Vassaf eylemin yalnız sokakta, meydanlarda değil, daha çok riski azaltarak katılımı çoğaltmak amacıyla evde, okulda, sokakta her an her yerde olması gerektiğinin altını çiziyor: “Yoldaş tavlayarak değil yaratıp yaşatarak, solcu aktivist erkek ya da kadın kimliklerimizle değil.” Ve “bir şeyler yapmalıyım” kompleksinden sıyrılmamızı; zira “değişim evrimsel zaman alıyor.”
"Ne yapabilirim?
Dünyanın bu halinde...
Gezegenimiz diyebilsem,
Haddimizi bilseydim.
Uzayın bu uç köşesinin karanlığında,
Yarı ömrünü tamamlamış,
Kırılganlaştırdığımız gezegenimizde,
Türümüzün aymazlığı karşısında ne yapabilirim?"