Naile Dire: “Sadece ‘şair’ yetmiyor mu gerçekten?”  

"Şiirlerim başıma gelen, önüme çıkan her şeyden beslenir. Ben buna deneyim diyorum ama aslında hayat deneyimindense estetik deneyimi kastediyorum. Çünkü ne kadar öfkeli olursanız olun, şiir bunun gibi duyguları bir noktaya kadar alabilir bünyesine."

29 Ekim 2020 03:00

Naile Dire 1994 doğumlu Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu ve yine bu okulda yüksek lisans öğrencisi bir şair. Şiirleri daha önce Varlık, Sözcükler, Yasakmeyve, Çevrimdışı İstanbul gibi dergilerde yayımlandı. İlk şiir kitabı Türbülans Eylül ayında İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Öfkeli ve cesur bir kadının sesi ile oluşturulmuş dişli şiirler yer alıyor kitapta. Dayatılmış rollere bir başkaldırı ve özgürlük arayışı için bir yol diyebiliriz kitapta yer alan şiirler için. Türbülans üzerinden ilk kitabın yayın sektöründe karşılaştığı zorlukları ve edebiyat çevresindeki cinsiyetçiliği de konuştuk Naile ile.

Kitabının adını ilk kez Sözcükler dergisinin 77. sayısında yayımlanan bir şiirinde duymuştuk. Türbülans adlı bu şiirini Reyhane Cebbari’nin ölmeden önce annesine yazdığı mektubu okuduktan sonra yazdığını belirtmiştin. Kitapta bu şiir Reyhane ismi ile yer almakta. Bu şiirin ismini kitabına vermenin özel bir nedeni var mı?

Türbülans adını aslında kitaptaki şiirlerde anlattığım ruh hâlini tamamıyla kapsayan bir isim olduğu için tercih ettim. Türbülans isimli şiiri de Reyhane olarak değiştirdim çünkü kitap tek bir şiire işaret etsin istemedim. Yazdığım şiirlerdeki tüm personalar aslında dünyada –dünya yüzünden– sıkışmışlık, bastırılma, utanç, şüphe, korku duygularıyla baş etmeye çalışan insanlar. Tüm bu sıkışma olgusunu türbülans adıyla verebileceğimi düşündüğüm için kitaba bu adı seçtim diyebilirim. Ama kitaba isim bulmak çok zor şey gerçekten, bin tane düşünülmüş isim arasından seçtim türbülansı.

Öncelikle bir kız çocuğu olarak doğmanın “öteki” olmaya yettiği bir dünyada şiirlerinde bir sarsıntı hali yaratmaya çalışıyorsun. Şiirlerini okudukça hınca hınç dolduğumu hissettiğim oluyor. Kitaptaki şiirler bir bütünlük halinde. Bilinçli bir bütünlük mü söz konusu yoksa yazdığın şiirlerin birleşimi zaten bu mu?

Açık konuşmak gerekirse bilinçli olarak bütünlük gözettiğimi söyleyemem. Yazdıklarımı öfkem soğuyana kadar yazdım ve en sonunda kitap için bir araya getirmek istediğimde ortaya bütünlüklü bir şiir kitabı çıktı. Böylelikle yazdığım şiirlerin birleşimi olduğunu söylemek mümkün. Bir yandan bu bütünlüğü bozmamak da bilinçli bir karardı açıkçası. Kadını yazmak bitmiyor, bu yüzden nereden tutarsanız tutun kitabın odağı hep aynı. Bütünlük sevenler var ama bu aslında benim kendime yaptığım bir özeleştiri. Daha farklı odaklara yönelip bilmediğim sınırlarımı keşfetmeyi bekliyorum.

Türbülans’taki şiirleri besleyen şeyler nelerdi? Bir kadın olarak hayatta kalmaya çalışmak dışında tabii ki…

Şiirlerim başıma gelen, önüme çıkan her şeyden beslenir. Ben buna deneyim diyorum ama aslında hayat deneyimindense estetik deneyimi kastediyorum. Çünkü ne kadar öfkeli olursanız olun, şiir bunun gibi duyguları bir noktaya kadar alabilir bünyesine. Bu yüzden estetik deneyimleri önemsiyorum ve bu türden deneyimlerin şiirlerimi beslediğini düşünüyorum. Bazen bir film, müzik, hatta şarkı sözleri, gittiğim müzeler, sergiler, sabah erkenden uyandığımda gökyüzünün değişmiş halini görmek, en çok da okuduklarım…

Şiirlerinde öfkeli ve cesur bir kadının sesi var. Cesaretle bu türbülanstan çıkacağına inanıyor. Sesine ses katmak, sarmaşık gibi birbirine dolanmış “baba” ve “tanrı”ya başkaldırmak bir nebze de olsa özgürleştiriyor mu seni?

Tamamen olmasa da başkaldırmak özgürlük için ilk adım. Yazdıklarım “ben” özelinde olmasa da evet, babasına ve tanrısına başkaldırdığında özgürleşmeye yaklaşacak çok kadın var. Kendimi düşünerek değil, çoğunlukla çıkmaza girmiş kadınları düşündüm yazarken. Bana kalırsa ilk önce cesaret lazım. Sonra o cesareti günden güne kinle dolduracak bir öfke, sonra aynı cesareti körükleyecek başka bir öfke ve patlama hali! Korkunç gelebilir ama insanı bunlar diri tutuyor ve çektiği acıları asla unutmamasını sağlıyor.

Özellikle son yıllarda ilk kitabı çıkarmanın zor bir şey olduğunu, yayınevlerinin kapılarını kolaylıkla bu ilk kitaplara açmadığını görüyorum ve duyuyorum. Senin de uzun süredir dosyanın bir şekilde hazır olduğunu ama doğru zamanı beklediğini biliyorum. Yayınevlerinin bu tutumu sebebi ile kitabını yayımlatma sürecinde yaşadığın bir zorluk oldu mu? Ve bu tutum ile ilgili ne düşünüyorsun? İlk kitabını çıkaracak olan bir şaire önerilerin nelerdir?

Türbülans dosya şeklinde epey bir süre elimde bekledi. Bunun sebebi aslında acele etmekten kaçınmamdı. Bu süreçte de sürekli revize ettim, şiir ekledim, şiir çıkardım. Hazır olduğuna inandığımda da kendi terazimde yayınevi elemesi yaptım önce. Bunun yapılmasını tavsiye ederim en başta. Mesela parayla basan yayınevlerini hemen eledim. Yazdığım şiir çizgisinden uzak olanları eledim çünkü basmalarını hayal etmek boş bir heves olacaktı. En sonunda da basacağına inandığım bir yayınevine gönderdim. Çok kibar bir şekilde de reddedildim ama reddedilince bunu pek kişisel almadım. Kendi yağıyla kavrulmaya çalışan yayınevlerinin çektiği maddi zorlukları tahmin edebiliyorum. Tek bir yere gönderdim, reddedildim ve sonra uzun bir süre başka bir yere yollamadım. Çünkü aklıma yatmıyordu. İlla yayımlansın diye bir derdim olmadığı için aklıma yatması önemliydi benim için. Bir de şu var, derler ki yayıncı bir abin ablan olacak, torpilli olacaksın, ancak öyle yayımlatırsın kitabını. Yani bu konuya hem katılıyorum hem de katılmıyorum ama burada çok deşmeyeceğim. İlk kitabı için sabırsızlanan şairlere diyebileceğim en önemli şey kendi şiirlerine inanmaları, gerçekçi tercihler yapmaları ve reddedildiklerinde bunu büyütmemeleri. Herkes reddedilmekten biraz biraz korkar. Önemli olan yazdığınıza inanmanız, saygı duymanız ve bu sürece kendinizi bozmadan ciddiyetle yaklaşmanız… İnanın aceleye lüzum yok, iyi şiir er ya da geç ışıldar!

Son olarak kitaptan bağımsız bir şey sormak istiyorum. Aslında soru da değil. Sende akademinin içinde yer alan bir şairsin. Çok sık denk geldiğim ve beni oldukça rahatsız eden birtakım sıfatlar var şair kadınlarla ilgili: “Ozan ana”, “şairlerin ablası”, “şair anne” ve tabii ki en eskisi “şaire”. Kaldı ki çoğu zaman “şair kadın” demek bile beni rahatsız ediyor. Okuma yaptıkça daha vasat bir dil ile karşılaşıyorum. Hatta kadın hakkında bir şeyler yazayım diye yola çıkıp yazısında kadının böreklerini övenler bile söz konusu. Bu dayatılmışlık üzerine bir şeyler söylemeni isterim.  

Soruyu okurken bile tüylerim diken diken oldu! Bu tip yakıştırmalar beni çileden çıkartıyor. Bakmamaya çalışıyorum. Zihnimde kendiliğinden öyle bir mekanizma oluştu ki bu ibarelere rastlayınca otomatik olarak görmüyorum. Ama görmek lazım elbette… Nasıl yok edeceğiz başka türlü? Bir de en okumuşundan, en aydınından duyuyoruz bu tip ifadeleri. O zaman daha çok sinirleniyorum. Bana hâlâ “şaire” diyen beyler var. Beni irkiltmekten başka bir işe yaramıyor. Bence çok sert konuşmuyorum, kendimizi net ifade etmemiz lazım, biz bu öncüllerden nefret ediyoruz! Sadece “şair” yetmiyor mu gerçekten?  

 

GİRİŞ RESMİ:

Naile Dire, fotoğraf: Kadir İncesu