“Müthiş yaşlandım artık”

"Ömürleri yetenlerin yaşlanacağı bir dünyada, eşit bir yaşlılık dönemi geçirmek imkânsız görünüyor. 'Müthiş yaşlanmadan' önce yaşlılıkla ilgili düşünmeyi, etrafımızdaki yaşlıları hiçbir şey yapamaz hale gelmeleriyle değil, duygularıyla anlamaya çalışmayı, onların ne hissettiklerine kulak vermeyi geleceğe yatırım olarak göremez miyiz?"

17 Aralık 2020 18:50

Yaşlılık genç sayılan birçok insanın düşünce dünyasına uğruyordur mutlaka. Yaşlı akrabalar, anne ve babanın bakımı, sosyal yaşamdaki karşılaşmalar yaşlılığın gençliğe göre insan yaşamının daha zor bir dönemi olduğu konusunda fikir veriyor. Bedenin zorlanması, zihnin yorgunluğu, yüzün değişmesi, cildin lekelenmesi yaşlılık korkusu yaratıyor. Bir yaştan sonra mutlak sona doğru yaklaşacağımızın farkında olarak, ama henüz genç olduğumuzu düşünerek kendimizi avutabiliyoruz. Peki yaşlılar, 80’lerini geride bırakmış biri örneğin, ne hissediyor ve yaşlılıkla ilgili ne düşünüyor?

Yaşlılık deneyimlerinin değişken olduğu dünya düzeninde, edebiyat ve sinema imdada yetişip yaşlılıların neler hissettiğine bakmamızı sağlıyor. İlk örnek edebiyattan: Norveçli yazar Kjell Askildsen’in, yaşamının sonlarına yaklaşan bir karakteri anlattığı Thomas F’nin Kamuya Açık Son Notları adlı kitabı Yort Kitap tarafından yayımlandı. Eren İnan Canbolat tarafından Türkçeye çevrilen kitabın kapağında bir baston var; bu imge kitap hakkında ipucu veriyor, çünkü kitabın ikinci öyküsü artık hareket etmekte zorlanan Thomas hakkında. Öykünün kahramanı ölüme oldukça yaklamış durumda:

“Müthiş yaşlandım artık. Yazı yazmak da neredeyse yürümek kadar zor. Yavaşladım. Günde ancak birkaç cümle yazabiliyorum. Birkaç gün önce de bayıldım. Kısacası son yaklaşıyor.” (s. 84)

Minimalist öyküleriyle dikkat çeken Kjell Askildsen, Thomas F’nin Kamuya Açık Son Notları’yla Norveç Edebiyat Eleştirmenleri ödülünü almış. Kitap Dagbladet gazetesi tarafından oluşturulmuş bir jüri tarafından da son 25 yılda Norveç’te yazılmış en iyi düzyazı kitabı seçilmiş. Şimdilerde 91 yaşında olan Askildsen, Thomas karakterini yazarken 54 yaşındaymış; bir yaşlının hislerini anlatırken üzerine düşündüğü belli. Okurken sizi de düşünmeye zorluyor:

“Dünya eskisi gibi değil. Örneğin artık yaşam daha uzun sürüyor. Seksenimi devireli çok oldu, yine de yetmiyor. Ziyadesiyle sağlıklıyım, üstelik uğruna sağlıklı olacağım bir şey de yok. Hayat yakamı bırakmıyor. Uğruna yaşayacak bir şeyi olmayanın, uğruna ölecek bir şeyi de olmuyor.” (s. 52)

Ölüm denen keskin sonu arzu etmek, tüm belirsizlikleri tüketmek ve artık boşluğa süzülmek istemek Thomas’ın yaşıtlarının hissiyatı mıdır? Fizikî zorluklar ve dünya üzerinde diğerlerine göre uzun süren bir ömre sahip yaşlıların hislerini deneyimlemeden anlamak zor. Ama sormak, dinlemek, izlemek, okumak gerekiyor; hele ki şanslı olan herkesin yaşlanmaktan kaçamayacağını düşününce.

Dünya düzeninde yaşlılık duygularını ve koşullarını belirleyen en önemli şeylerden biri de nerede yaşlandığımız. Örneğin İsviçre Alpleri’nde kısa bir yürüyüş yapmak hem bedene hem ruha iyi gelir. Paolo Sorrentino’nun yazıp yönettiği Youth filmi iki iyi arkadaşın İsviçre Alpleri’ndeki uzun tatillerini konu ediniyor. “Hepimize böyle yaşlılık nasip olsun” dedirten filmin ismini ironik buluyorum; çünkü film boyunca bebeksi tenleri ve tazeliği belli eden diri vücutları izlerken, ardına konan yaşlı bedenlerin sahneleriyle geçkin yaşlardaki hissiyat filmin asıl duygusunu yansıtıyor. İki eski dost, artık beste yapmayan emekli bir maestro olan Fred ve “vasiyetim” diye andığı son filmini yapmaya çalışan yönetmen Micky geçmişlerinin muhasebesini yaparlarken aralarında geçen diyaloglar yaşlılıkla ilgili. Altmış yıl öncesine dönüp konuşan iki arkadaş çok az şey hatırladıklarını söylüyor. Ailesini bile hatırlamadığını söyleyen Fred’e, “Çocukluğumu hatırlamıyorum” diyen Micky eşlik ediyor. Aralarında kimi zaman nükteli bir hal alan yaşlanmakla ilgili konuşmalar da film boyunca tekrarlanıyor:

– Bugün işedin mi?
– İki kere… Dört damla aktı. Ya sende?
– Aynı, aşağı yukarı.
– Aşağı mı, yukarı mı?
– Aşağı.

Filmin bir başka bölümünde ise Fred “Çok mutluyum! Doludizgin işedim” diye şakayı ironik bir şekilde sürdürüyor.

Fred’le diyaloglarında, bir yandan asistanı olarak çalıştığı babasının masajını, hekim kontrolünü takip etmeyi ihmal etmeyen kızının yaşlanmış bir babayla hesaplaşmasını izliyoruz. Kızına verdiği cevapta Fred’in hayattan çekilmişliği beliriyor:

“Benim yaşımdaysan, tekrar forma girmek büyük bir zaman kaybıdır.”

İsviçre Alpleri’nden aşağıya doğru inip bugünün Türkiyesi’nden bakıldığında, filmdeki karakterlerin hayatına sahip yaşlı nüfus, zengin bir zümre olarak azınlıkta kalıyor; çoğumuz için 80’den sonrasını görmek çok mümkün değil gibi. Türkiye İstatistik Kurumu’na göre ortalama ömür kadınlar için 81, erkekler için 75 sene. “Eğer yaşlanmayı başarabilirsek 75’imizdeki hissiyatımız nasıl olur?” yerine, “Bugün 75 yaşında olanlar bu ülkede ne hissediyor?” sorusunu sormak istiyorum. Heyecanın bol olduğu bu topraklarda, dünya gündeminde de salgın olunca, yaşamak arzusu ağır basıyor mu? Uzun karantina süreçlerinde, emeklilik maaşıyla kıt kanaat geçinirken, salondan yatak odasına adımlarını sayan bir yaşlı için kalan ömrü “kaliteli” geçirmek mümkün mü? Gençliğinde hiç tanışmadığı bir yüzyıla zorunlu olarak girmiş biri yalnızsa ve varlıklı değilse, temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor. Sokağa çıkma yasakları boyunca destek eli yaşlılara ne kadar ulaşabildi? Sosyal politikalar ne kadar yeterli? Karantina dönemlerinde belediyeler ve kamu kurumları yaşlılara yönelik hizmetlerini açıkladı, ekipler kurup yaşlıları desteklemeye çalıştı. Ama yetmedi. Bu dönemlerde verilen geçici hizmetler ancak açık kapatmaya yetiyor. Bu hizmetlerin “normal” dönemde devam etmesi imkânsız, fakat yaşlıların bu hastalığa yakalanma riski de, pandemi süreci dışındaki sosyalleşme, bakım hizmeti, temel gereksinimleri de devam ediyor. İnsanın geçkin yaşlarının da düşünüldüğü sokaklar, parklar, marketler, sağlık ve rehabilitasyon merkezleri kalıcı olarak hayatımıza girmeli. Yaşlılara yönelik çalışmalar geliştirilmeli, yaşlıların toplum ve devlet için yük olarak görüldüğü bakış açısı değiştirilmeli.

Ömürleri yetenlerin yaşlanacağı bir dünyada, eşit bir yaşlılık dönemi geçirmek imkânsız görünüyor. “Müthiş yaşlanmadan” önce yaşlılıkla ilgili düşünmeyi, etrafımızdaki yaşlıları hiçbir şey yapamaz hale gelmeleriyle değil, duygularıyla anlamaya çalışmayı, onların ne hissettiklerine kulak vermeyi geleceğe yatırım olarak göremez miyiz?.Üstelik, deneyimleri dinlemek, yaşlanma karşıtı ürünlerden çok daha ucuz ve etkili. Thomas’ın hikâyesini okumak ve Youth filmine bir göz atmakla başlamaya ne dersiniz?